KATEGORİLER

15 Temmuz 2020 Çarşamba

MASUM BİR ADAMIN İTİRAFLARI - BÖLÜM 77/4


Tieresse, Iowa ve Davenport'ta çeşitli temsilcilikler kurmuştu fakat orta sınıf için inşa edilen evlerin evsizleri ve yoksulları maddi bakımdan zor durumda bırakacağından endişe ediyordu. Bu nedenle, uygun fiyatla satabileceği, ortak oyun alanı ve bahçesi olan, bağımsız, küçük aile evlerinden oluşan bir konut projesi fikri geldi aklına.

Böylece çalışan anneler orada, birbirlerine yardımcı olabileceklerdi. Üniversitenin kuzeyinde seksen dönümlük bir arazi satın aldı. Küçük evlerin yanı sıra, aynı arazide, bir gıda kooperatifi ve bir de iş eğitim merkezi kurdu. Onun bu çılgın projesi, hayallerinin ötesinde başarılı oldu. Anneler, ilk kez iş sahibi oldular ve orada büyüyen çocukların yüzde yüzü üniversiteye gitti. Ambrose Üniversitesi onursal fahri doktora ödülü vermek için onunla temasa geçmişti. Bunu, Tieresse'nin mutfak tezgâhında unuttuğu Dekanın mektubunu okuyunca öğrendim. Onu tebrik ettiğimde, bana ödülü kabul etmediğini söyledi. Ona bunun nedenini sordum.

Tieresse, ödülü geri çevirme nedeninin oldukça ironik olduğunu söylemişti.

Bence üniversite gerçekten özgür fikirlere sahipti ve toplumda değerli işler yapıyordu ama sadece isminden dolayı ona karşı rahatsızlık duyuyordum. Ambrose azılı bir Yahudi düşmanıydı. Onun yaşadığı kasabanın yakınlarında mafya, bir Yahudi sinagogunu yakıp yıkmıştı. İmparator Theodosius suçluları cezalandıracak ve zararı karşılayacaktı fakat Ambrose buna karşı çıkmıştı. Aslında Yahudilerin İsa'yı reddettiklerini, bu yüzden onlara yapılanları hak ettiklerini söylemişti. Ona, bütün bunları nereden bildiğini sordum. Üniversitede Hıristiyanlık Tarihi okuduğunu, okuduklarından etkilenip bu yüzden ateist olduğunu anlatmıştı. Her neyse, belki size saçma gelecek ama bana verecekleri ödül belgesinde adımın yanında Ambrose adını görmek istemiyordum demişti.


Moss, “Tieresse, çok iyi bir insandı.” dedi.

“Aynen öyleydi.” dedim.

Stream, Ambrose'un Augustine ile birlikte çağının en büyük teologlarından biri olduğunu söyledi.

"Dördüncü yüzyılda yaşayan insanları, çağımızın modern ahlaki standartlarını kullanarak ölçmenin adil olduğunu mu düşünüyorsun?” diye sordu.

“Sonunda, John, ortak bir yönümüz ortaya çıktı işte. İkimiz de izafi ahlak anlayışına sahibiz. Hadi şimdi, yemeğinizi daha fazla bölmeyeyim.” dedim.

Biraz kestirmek için yukarı çıktım. Onlara fahri doktora hakkındaki hikâyeyi anlatmamın sebebi, Tieresse’nin rüyamda beni ziyarete gelmiş olmasıydı. Onun beni götürdüğü tek yer politikacıların katıldığı bağış toplama etkinliğiydi. Beyaz eldiven giyen genç kızlar ve erkek garsonlar, ellerinde havyar tepsileri ve şampanyalarla kalabalığın içinde dolaşıyorlardı. Süper zenginlerin standartlarına göre, bunun pek gösterişli bir tarafı yoktu belki, ama Tieresse benim derin düşüncelere daldığımı fark etmişti.

“Büyük ayrıcalıklar içinde yetişen insanların yarısı sosyalizmin pek çok yönünü benimsiyorlar. Diğer yarısı ise monarşist oluyor.” dedi.

Ona bu seçimlerini neye göre yaptıklarını sormuştum.

“Bazı insanlar diğerlerinden korkarlar, bazıları ise korkusuzdur. Her şey yetiştirilme tarzına bağlı.” dedi.

“Yetiştirilme şeklimiz, davranışlarımızın tek sorumlusu değil ki.” dedim.

“Bunu fark etmene sevindim, aşkım. Ebeveynler denklemdeki değişkenlerden sadece bir tanesidir.” dedi.

Birkaç dakika sonra oradan ayrılmıştık. Bana diğer değişkenlerin ne olduğunu söylemedi.

Ertesi sabah, aşağıya indiğimde, banka kasasından yaptırdığım ana giriş kapısını açık bıraktığımı fark ettim.

“İkinizin de yardım için bağırdığınızı duyamadım.” dedim.

Moss, “Niye bağıralım ki?” dedi.

Omuz silktim, Stream'e, “Baban ne iş yapardı? diye sordum.

Stream, “Lise tarih öğretmeniydi. Neden sordun?” dedi.

“Dün gece eşimi rüyamda gördüm. Her neyse, hemen bir yolculuğa çıkmak zorundayım. Birkaç gün sizden ayrı kalacağım." dedim.

Moss, “Seyahate çıkmak zorunda mısın? diye sordu.

“Sanırım, hayır.” dedim.

Benim kadar iradesiz birinin, insanları aptalca ve tehlikeli bir şekilde kapatmanın kötü bir şey olduğunu bilmesine rağmen, gözlerini karartıp bu işi sürdürme çabası ağır basıyordu. Bir termosa çorba, diğerine kahve doldurdum ve uçuş çantama koydum. Houston'a doğru uçarken bunun son hava yolculuğum olacağından neredeyse emindim.

Eski evimizde, muhteşem eşi ve çift yumurta ikizleriyle bir yatırım fonu yöneticisi oturuyordu. Hafifçe tıklattığım kapı, gri üniforma giyen bir hizmetçi tarafından açıldı.

"Size nasıl yardımcı olabilirim?" diye sordu.

“Haber vermeden geldiğim için özür dilerim ama daha önce aramamın bir yolunu bulamadım.” dedim.

Ona kim olduğumu açıkladım ve daha önce burada oturduğumu söyledim. Etrafa bir göz atmamın mümkün olup olmayacağını sordum. Benden biraz beklememi istedi ve üst kata çıkıp gözden kayboldu. Koridordaki duvarda muazzam bir Matisse tablosu asılıydı. Tieresse onu çok severdi. Bir süre sonra, tenis elbiseli bir kadın göründü. Kız kardeşini sırtında taşımaya çalışan bir çocuk onu takip ediyordu. Beni tabloyu incelerken yakaladı,

“Aslında kocam herkesin görebilmesi için tüm büyük sanat eserlerinin kamu müzelerinde sergilenmesi gerektiğini düşünüyor ama bu parçayı çok sevdi.” dedi.

“Eşim de aynı fikirdeydi.” dedim.

Kadın, kendini tanıttı ve beni içtenlikle karşıladı. İçecek bir şey alıp almayacağımı sordu. Hayır deyip teşekkür ettikten sonra beni alıp evi dolaştırmaya başladı.

Tieresse'nin öldürüldüğü yerdeki masanın bulunduğu salonda, altı geniş koltuk, büyük bir TV ve bir de pikap vardı.

“Plak dinliyor musunuz?” diye sordum.

Dört elektrogitar ve bir akustik gitar duvar boyunca dizilmişti.

“Kocam, değeri anlaşılmayan bir rock müzisyeni.” dedi. “Kulağının bu müziği aradığına yemin ediyor. Bana göre onun sevdiği, sadece kuru gürültü.”

“Kim olduğumu biliyorsunuz, değil mi?” diye sordum.

“Biliyorum.” dedi.

Bana önce yatak odasını gösterdi, hiçbir şeye dokunulmamıştı, her şey düzenlediğimiz gibi duruyordu. Sonra aşağı, alt kata indik, mutfaktan geçip arka bahçeye çıktık.

“İzin versek, ikizler her gün burada sabahtan akşama kadar yüzecekler.” dedi.

Uzun yıllardan beri hayli büyüyen kalın meşe dalları üzerine en az yarım düzine kuş yuvası asmışlardı.

“Ağaçlara nasıl baktıysanız, belli ki bundan memnun kalmışlar.” dedim.

“Çocuklar onlardan birine ağaç ev yapmak için göz koydu." dedi.

Bana budaklı bir ağaç gövdesinde yukarı doğru birbirini kovalayan iki sincap gösterdi.

“Nezaketiniz için teşekkür ederim, efendim.” dedim. “Nasıl ulaşacağımı bilseydim daha önceden sizi aramak isterdim.” 

“Benim için bir zevkti. Keşke kocam da evde olsaydı. İkimiz de, sizin bu eski evinize bayılıyoruz. Ne zaman isterseniz, uğramaktan çekinmeyin lütfen.” dedi.

(Devam edecek)

2 yorum: