KATEGORİLER

22 Temmuz 2020 Çarşamba

KARA KUTU - SONER YALÇIN

Kitabın Adı: Kara Kutu
Yazar: Soner YALÇIN
Sayfa Sayısı: 577
Yayınevi: Kırmızı Kedi
Türü: Araştırma


Kitap Hakkında: Soner Yalçın, araştırmacı kimliğiyle, bu kez sağlık sektörünü masaya yatırıyor. 19. Yüzyıldan başlayarak günümüzdeki küresel ilâç sektörünün doğuşunu, tıbbi araştırmaların nasıl çarpıtıldığını, hastaların nasıl müşteri haline getirildiğini, ilâçların olumsuz yan etkilerinin nasıl gizlendiğini, bilim adamları ve üniversitelerdeki profesörlerin ilâç firmalarıyla parasal ilişkilere nasıl girdiğini detaylı bir şekilde anlatıyor. 

Dünyanın üçüncü büyük sektörü haline gelen sağlık ve ilâç sektörünün, insan sağlığını hiçe sayan uygulamaları ve para hırsıyla yaptıkları gerçekten insanı dehşete düşürüyor. Yazar, endüstriyel tıp olarak isimlendirdiği küresel ilâç ve tıbbi cihaz üreticilerinin bağış adı altında hangi kişi ve kurumlara ne kadar rüşvet verdiklerini, milyarlarca dolar kazanan şirketler tarafından üretilen ve yeterince test edilmemiş ilâçların yan etkilerinden dolayı sakat kalan, hayatını kaybeden insanları ve ilâç şirketlerine karşı davaları ve ödenen milyonlarca dolar tazminatları konu ediyor kitabında.

Benim en çok dikkatimi çeken husus, Soner Yalçın'ın şirket ve şahıs isimlerini vererek ilâç firmalarının yaptıkları kirli işleri ortaya çıkarmasına rağmen, her şeye gücü yeten küresel güçlerin böyle bir kitabı nasıl olup da satışına izin vermiş olmaları ve söz konusu firmaların ticari itibarlarını zedelediği için yazara hiçbir tazminat davası açmamış olmaları.

Yazar, ilâcın ve tıbbın sağlık için faydalarını inkâr etmiyor ancak sektörün amacından saptırıldığını, baskıyla, rüşvetle uluslararası ve ulusal örgütleri, şahıs, kurum ve kuruluşları tahakkümü altına aldığını belirtirken sonuçta gittikçe artan gerekli/gereksiz ilâç ve tedavi paralarıyla insanların ve ülkelerin ekonomik bakımdan sömürülmesinin yanı sıra toplum sağlığının da bozulduğunu vurguluyor.

Eskiden doktorlar hastasını muayene eder, bilgi ve tecrübesiyle hastalığı teşhis eder ve buna göre ilâç tedavisine başlardı. İlaçlar tamamen doğadaki bitkilerden üretilirdi. Artık durum değişti. Doktor hastasının yüzüne bile bakmıyor, hemen git şu tahlilleri yaptır, tomografi çektir, MR çektir sonucunu getir diyorlar. Sonuca göre, ellerine verilen listeden kimyasal ilâçları reçetelerine yazıyorlar. Bütün hastalar aynı onların gözünde. Oysa her insanda o ilâçların ölüme varan farklı yan etkileri bulunuyor. İlâçların tamamına yakın bir bölümünde kanserojen petrol ürünleri kullanılıyor. Böbrek hastası ilâcını kullandığında kalp hastası oluyor. Amaç da bu zaten. Daha fazla hasta, daha fazla ilâç. 

Endüstriyel tıp yeni yeni hastalıklar üretiyor ve bu hastalıklara göre yeni ilâçlar sürüyor piyasaya. Türkiye tıbbi cihaz sayısı bakımından dünya dördüncüsüymüş! İlâç tüketimi katlanarak artıyor, petrol ithalatına ödenen paranın yarısı kadar küresel ilâç şirketlerine para ödüyormuşuz. 1950'lerden itibaren yanlış politikalarla sağlığımızı küresel güçlere teslim etmiş, yerli ve milli ilâç sanayimizi yerle bir etmişiz. 

Konu oldukça uzun. Kitabın bazı bölümlerinde ülkemizde geçmişten bu güne sağlık sistemindeki değişime tarihsel bakımdan ışık tutuluyor. Günümüzde birbiri arkasına kurulan dev şehir hastanelerinin insanları birer makine haline getirdiği, zararına aldırmaksızın gerekli gereksiz tıbbi cihazlara sokulan hastalara haddinden fazla ilâç yazıldığı anlatılıyor.

Açıkçası kitaptan etkilendim. Zaten çok zorunlu olmadan ilâç kullanan biri değildim. Artık bu konuda bir kat daha dikkatli olmam gerektiğine inandım. Doktorlara gelince; büyük bir kısmının dönen çarkın dişlisi olduğuna inanıyorum. Sağlık Bakanlığı, DSÖ ne derse onu yapıyor. Maske hasta olmayana gereksiz, bütün profesörler ağız birliği etmişlercesine maske kullanmaya gerek yok diyorlar. DSÖ, takın, gerekli diyor. Sağlık Bakanlığı başta olmak üzere bütün doktorlar bir anda maskeci oluveriyorlar. DSÖ, Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası örgütler hepsi küresel sermayeye hizmet ediyor. Durum böyle olunca şahsen inanabileceğim, güveneceğim doktor sayısı yüzde beşi geçmiyor.

6 yorum:

  1. Bu kitaptan çok bahsettiğiniz için, merak ediyordum yorumunuzu. Teşekkürler.
    Türkiye ALmanya karşılaştırması gibi olmasını istemiyorum ama yazınıza bir kanıt olduğunu düşündüm. Almanya'da ilaç sektörü Türkiye'deki gibi çalışmıyor, represant'lar falan yok, doktorlara seminerler, yazlık otellerde sempozyumlar da yok. Bilmem beki de bu nedenle, doktorlarda fazla ilaç yazma tetkik isteme arzusu da yok. Misal, çocuk doktorları mutlaka gerekmedikçe (%1 belki) çocuktan kan almazlar, en en idrar tahlili isterler, boğaz kültürü bakarlar, "bir bakalım" diye kan alınması "çocuğa gereksiz müdahale" bulunur, antibiyotik mesela çoğu çocuk okul yaşına dek kullanmamıştır. Aynı şekilde yetişkinler için de genelde kontroller elle gözle yapılır, mesela kadınların belli yaştan sonra Türkiye'de en az senede bir mamografi yaptırması istenirken, Almanya'da doktor "ailede risk yoksa ömür boyu gerekmiyor" der! Yani bilmiyorum bunlar acaba ilaç sektörünün fazla etkin olmamasının nedeni mi, çünkü Amerika'daki sistem de aynen Türkiye'deki gibiydi ve aynen Türkiye'deki sistemle çalışıyordu ilaç represantları. Bu çok ilginç geliyor bana..
    Benim de öyle, güvendiğim doktor sayısı çok az. Hele geçen sene yaşadığım şeyi duysanız! Türk bir doktordu ve kadın doktordu hani daha yumuşak anlayışlı deriz kadınlara. Bana "şekerim hemen bir biyopsi, vallahi 2 ayda küt diye gidebilirsin" demişti yüzüme! Tabii düşünün yaşadığım bunalımı iki ufak çocuk, tam bir şok, resmen hayata bakışımı değiştirdi kadının kolayca sarf ettiği sözleri.. Neyse ki sonra başka bir doktor, daha insani yaklaşım.. Bu kadar fark olur! Güven meselesi sağlıkta çok önemli gerçekten.. Ve her aileye bir doktor, bir avukat, bir inşaat mühendisi lazım galiba :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Anlattıklarınıza göre Almanya'yı farklı bir kategoriye sokmak lazım. GDO'lu tohum ve kimyasal tarım ilaçları ile dünyayı zehirleyen meşhur Monsanto şirketini bilirsiniz. Alman ilaç devi BAYER 2016 yılında 66 milyar dolara Monsanto'yu satın almıştı. ABD kendi halkını da zehirlemekten imtina etmiyor. Çünkü karışık milletlerden oluşan bir toplumda milliyetçilik duyguları çok fazla gelişmemiş. Özellikle ABD sermaye gücüyle sömürünün hüküm sürdüğü, dünyanın en gaddar ülkesi. Kendi vatandaşları bile yoksul insanları eziyor, sömürüyor, öldürüyor. Almanya gibi ülkeler hem güçlü hem de ABD'ye göre daha saf bir ırk. Her ne kadar küresel sermaye devlet, ırk, din, dil ayırmadan vahşi kapitalizm uygulamalarını yürütse de, bazı bağımsız ve ekonomik bakımdan güçlü ülkeler diğerlerine kıyasla biraz daha şanslı olabilir.

      Küba örneğinde ilaç endüstrisi kendi çapında gelişmiş. Yeni buldukları ilaç için patent verme olayı yok. Oysa ABD uyduruk ve insan sağlığına zarar veren binlerce ilaç için dev ilaç şirketlerine patent verip, milyarlarca dolar haksız kazanç elde ettiriyor. Sağlık konusu en önde gelen insan hakkıdır. Bu yüzden patent verilmemesi gereken bir sektör olması gerekir.

      Afrika, Asya ve Türkiye'nin de dahil olduğu pek çok ülkenin ulusal sağlık stratejisi yok. Bağlı bulundukları DSÖ'nün ve ABD endüstriyel tıbbının esareti altında hem sağlıklarını kaybediyorlar hem de kaynaklarını boş yere harcıyorlar.

      Yazdıklarınıza tamamen katılıyorum. Türkiye tamamen bağımsızlığını yitirmiş durumda. Yerli ve milli sözleriyle uyutuluyoruz ve çoğunluk bunun farkında değil. Ne yazık ki cumhuriyetin ilk otuz yılından sonra sömürge haline gelmişiz. Başımızda bizi yönetenler dış güçlerin atadığı birer vali konumunda. Siyaset yapmıyorum, bugün muhalefet iktidar olsa değişen bir şey olmayacak.

      Ben de kızımdan örnek vereyim. Kendisi uzman bir aile hekimi, idealist, çalışkan. Neredeyse sağlık merkezlerinde bütün doktorlar eline ilaç kutusuyla gelene reçete yazıyorlar. Çoğu zaman hasta evdeyken bir yakını gelip ilaç yazdırıyor. Kızıma iki ay yardımcı oldum, bizzat şahit olduğum hadiseler oldu. Hastayı görmeden ilaç yazmak yasal değil. Fakat hasta yakınları diğerleri yazıyor sen neden yazmıyorsun diye çıkışıyor. Doktora şiddet olayları böyle başlıyor. Kızım bunlara şiddetle karşı çıkarken onun korumalığını yaptım. Yeni gelen doktorlar hastayı görmeden yakınlarının istediği ilaçları yazdığı için kızım hastalarını kaybetmeye başladı. Bildiğiniz üzere hasta sayısının azalması aile hekimleri için gelirin azalması demek.

      Neyse sağlık konusunda söylenecek çok söz var ama daha fazla uzatmayayım. Doktor, avukat ya da inşaat mühendisi, ne kadar iyi olsan da sisteme teslim oluyorsun maalesef:)

      Sil
  2. Bu kitabı bende inceledim. Hastalık üretme ve üretilen hastalığa ilaç bulma senaryosunu çok ilginç.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İlginç olan çok şey var. Doktorların, bilim adamlarının, medyanın, sağlık kuruluşları, üniversitelerin kendilerini nasıl sattıklarına şahit oluyoruz. Arada iyi insanlar çıkıyor, onları nasıl karalayıp, gözden düşürdüklerine şahit oluyoruz. Hiç olmazsa sağlık üzerinde bu oyunlar oynanmasa. Ama yok, dünyanın çivisi çıkmış yerinden.

      Sil
  3. bilemedim. yazarı da bilmiyom. bu tür konuları yazıyo demekki. doğrudur tabii yazdıkları. ilaç hele hele amerikada inanılmaz şeyler oluyo, yani bilerek hasta etmeler filan. şirketler belki çok güçlü olduğu için bu kitabı umursamadı. şirketlerle ilgili böyle olumsuz haber çok. örneğin nestle. neler yapıyo ama herkes de nestle yiyo. ben de çok severim nestleyi tabii :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İnanmıyorum, Soner Yalçın'ı nasıl bilmezsin? Bana şaka yaptığını söyle. Zararlı şeylerin hepsi güzel işte, çikolata da güzel, hamburger de:)) Ama çikolatanın o kadar zararlı olduğunu sanmıyorum, günde bir kilo yenmiyorsa tabii:)

      Sil