KATEGORİLER

11 Temmuz 2020 Cumartesi

MASUM BİR ADAMIN İTİRAFLARI - BÖLÜM 72/4


Doktora peş peşe sorular soruyordum. Kemoterapinin hangi sıklıkla uygulanacağını, yan etkilerini ve bana ne kadar ömür biçildiğini öğrenmek istedim. İki ilaçlı bir karışım kullanacaklarını ve saçlarımın dökülebileceğini söyledi. Ayrıca yemeklerden farklı tatlar alabilecektim. Kısa sürede, aşırı yorgunluk çekebilirdim. Arada, bir hafta toparlanma süresi olacak şekilde, her biri iki gün sürecek dört seans tedavi görmem gerekiyordu. Kendisinin bana yardım edip edemeyeceği konusunda hiçbir şey söylememişti.


“Eğer bu dediklerinizi aynen uygularsam, muhtemelen kaç yıl daha yaşarım?” diye sordum.

“Sizin durumunuza benzeyen kanserli hastalar için beş yıl hayatta kalma oranının yüzde birden daha az olduğunu söylemek isterim. Fakat herkesin bünyesi birbirinden farklı. Beş yıldan fazla yaşamını sürdüren pek çok kişi de var tabii.” dedi.

“Söylediklerinizden hiçbir şey anlamadım. Sizi anlamak için doktorasını tamamlamış bir matematikçi bulmam lazım.” dedim.


Ellerini kucağında birleştirirken bakışlarını aşağı indirdi ve bana alçak sesle,

“Buna ihtiyacınız olduğunu sanmıyorum.” dedi.


Ayağa kalktım ve elini sıktım. Beni evime bırakacak biri olup olmadığını sordu.

Kendi kendime düşündüm, çoğu kanser hastasının aksine, benim başıma gelen en kötü şey bu değildi.


Doktora, “Nezaketiniz için teşekkür ederim, eve kendi arabamla gidebilirim. Tedaviye ilişkin kararımı daha sonra size bildiririm.” dedim.


Suçluların çoğunun yakayı ele vermek için gizli bir arzuya sahip olduklarına dair teoriler üreten popüler psikoloji, tamamen saçmalıktır. Suçlular yaptıkları aptalca hatalar yüzünden yakalanıyorlar. İlkinden paçayı sıyırmıştım ama ikinci kez şansın yüzüme güleceğinden o kadar emin değildim. Mektupları göndermek, kibrimden kaynaklanan büyük bir hata ya da gereksiz bir şefkat duygusu, belki de bilinçaltımdaki suçluluk sebebiyle yaptığım büyük bir gaftı. Nedeni her ne olursa olsun, bunca zamandan sonra yakalanırsam, sadece kendimi suçlayacaktım.


Mahkeme kararıyla temize çıktığımdan kısa bir süre sonra Olvido beni arayarak Dedektif Pisarro'nun özür dilemek istediğini söylemişti. Bana onunla konuşmak isteyip istemediğimi soruyordu.

“Peki, bana onun numarasını ver.” dedim. 

O gece kendisini aramıştım. Artık özür dilemenin bir önem arz etmediğini söyledi, fakat yine de kendisinin ne kadar çok üzüldüğünü bilmemi istedi.


“Aslında, özür dilemek çok önemli. Deneyimlerime göre, birçok meslektaşınız, hata yaptıklarını kabul etmedikleri sürece, hatalar ortaya çıkmıyor, bu durum kolluk kuvvetlerinin Heisenberg Belirsizlik İlkesi'yle açıklanabilir." dedim. Bir an, rahatsız edici bir sessizlik oldu, sonra,


“Size söyleyebilecek herhangi bir şeyim olduğundan emin değilim ama kendi başarısızlığım için bahane aramayacağım. Benim olayı çözmem gerekirdi. Cole'un ne yaptığını bilmiyordum, ama arka planda, ipuçlarını gözden kaçırdığım için kendimi suçluyorum.” dedi.


“Beni arama zahmetine katlandığınız için size teşekkür ederim, Dedektif. Açıkçası, sizi bu yüzden suçlamak hiç aklıma gelmemişti.” dedim.


“Size minnettarım, efendim.” dedi. Onunla bir daha asla konuşacağımı sanmıyordum.

Moss’un kocasına ve Stream’in oğluna mektupları gönderdikten on gün sonra, yerel ve ulusal haber kuruluşları şaşırtıcı bir gelişme olduğunu bildiriyorlardı. Sabah, CNN’in haber saatinde, bir fincan kahvemi alıp aşağı indim.


Moss, “Anlamıyorum. Kocamın aldığı mektubun isimsiz olduğunu söylüyorlar.” dedi.


“Basının yaptığı yanlışlıklar hâlâ seni şaşırtıyor mu?” dedim.


Onu yanılttığım için biraz suçluluk hissettmiştim. Stream ise bana inanmıyordu.


“Kürsüdeki her yargıç, en fazla bir hafta içinde, evrensel hakikati öğrenecektir.” dedi.


“Sana daha önce de söyledim, John, lanet olsun. Sadece zaman meselesi. Yiyecek ve suyunuzu kestiğim takdirde daha ne kadar yaşayacağınızı tahmin ediyorsunuz ki?” dedim.

“Serserinin biri sevdiğim birini, karının öldürüldüğü şekilde öldürseydi, adamın derisini katman katman yüzerdim. Sen ise, su birikintisi üzerinden atlayan çocuklar gibi davranıyorsun." dedi.


Adama hakkını vermek lazımdı. Damarıma nasıl basacağını iyi biliyordu. Cevap vermeden ayrıldım ve Colorado'nun güneybatısındaki Mesa Verde Milli Parkı'na gittim. Orada, Uçurum Konutlarını keşfettim. Yıldızların altında uyuyarak ve insanlara kızmakta haklı olup olmadığımı merak ederek iki gün geçirdim. Bu durum karşısında, Sargent'ın bana ne söyleyebileceğini düşündüm. Tieresse'ye ihanet ettiğim aklıma gelince, canım sıkıldı.


Ertesi Pazar günü, öğleden sonra, eve geri dönmek için inişe geçtiğim sırada, evimin yanına park edilmiş siyah bir sedan ve verandada oturan spor ceketli bir adam gördüm. Orada oturan kimdi? Ülkenin bu bölgesi insanların pek uğrak yeri değildi. Çok hızlıydım ve piste yüksekten geldim, bu nedenle inişi pas geçmek zorunda kaldım. İkinci denememde havada daire çizerken, önümdeki panelde yedekleme ünitelerinin ikaz verdiğini gördüm. Şimdi bu yedekleme üniteleri de nereden çıkmıştı? Beynim benimle oyun oynuyordu. Kendime sakin olmam gerektiğini söyledim. Kontrol listesindeki öğeleri yüksek sesle okudum. Gözlerimi piste ve cihazlara yapıştırdım. Yere indiğimde aslında orada kimsenin bulunmadığına kendimi ikna etmeye çalışıyordum.


Fakat orada biri vardı. Dedektif Pisarro ile hangarın önünde buluştuk. Yardıma ihtiyacım olup olmadığını sordu. Yaşlanmıştı, ama onu hemen hatırlamıştım. Bir kâğıt parçasına bir şeyler yazdı, sanırım uçağın N numarasıydı, sonra göğüs cebine koydu. Ben istemeden uçağı hangardan içeri itmeme yardım etti. Silonun giriş kapağının üzerini örten lastik pedin farkına varmamıştı.


“Kasabada bana, genellikle pazar günleri öğleden sonra eve döndüğünü söylediler. Yüzün kıpkırmızı. İyi misin?” diye sordu.


“Sizi gördüğüme şaşırdım, Dedektif.” dedim


İki yıl önce HPD'den emekli olduğunu ve SPU’da müfettiş olarak işe başladığını söyledi. Düşündüğünden çok daha fazla seyahat ettiğini, ancak iyi para kazandığını anlattı.


“Üniversiteye giden iki çocuğum var. Durumumu anlıyorsun değil mi?” dedi.

Uçağın kayıt defterine notlarımı yazıyordum ve bir yandan onunla konuşurken bütün cihazları kapatmakla meşguldüm.


“Söylediklerinin hepsi gerçekten ilginç Dedektif, fakat bana bunları neden anlatıyorsunuz? dedim.


“SPU’un ne olduğunu biliyor musun?” diye sordu.


“Tabii ki biliyorum. Hatırlayacağınız üzere, bir süre önce mahkûmdum.” dedim.


“Doğru.” dedi, “Sanırım kayıp hâkimlerin kocasına ve oğluna gönderilen mektuplarla ilgili haberleri duydunuz.”


Pisarro yanıt vermemi bekliyordu. Ona yardım etmeyecektim. Sessizliği bozan ben olmadım.

“Amirim, mektupların Polunsky'den bir gardiyan tarafından postaya verildiğini düşünüyor. Bunu, her iki mektubun üzerinde aynı gün tarihli Livingston pulunun olmasına dayandırıyor." dedi.


Kulaklığımı yerine astım ve uçağın kapısını kapattım. Hangar kapısını işaret ederek,

“Bana kapıyı kapatmamda yardım eder misin?" dedim.

(Devam edecek)

4 yorum:

  1. hoppalaaa, karışıyor durumlar, hastalık çıktı, türk filmi gibi, şimdi de detektif, rafaelin hayatı karışıyooooo :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hastalık bir yandan, dedektif bir yandan Rafael için hayat zor artık:)

      Sil
  2. Tabi ki bulacaklar mektupları kimin gönderdiğini. Yav sen önce o kadar plan yap sonra da kalk böyle salakça işler yap! Olmamış.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Vicdanı el vermedi masum papaza yaptıklarına:))

      Sil