Doktora peş peşe sorular soruyordum. Kemoterapinin
hangi sıklıkla uygulanacağını, yan etkilerini ve bana ne kadar ömür biçildiğini öğrenmek istedim. İki ilaçlı bir karışım kullanacaklarını ve saçlarımın dökülebileceğini
söyledi. Ayrıca yemeklerden farklı tatlar alabilecektim. Kısa sürede, aşırı
yorgunluk çekebilirdim. Arada, bir hafta toparlanma süresi olacak şekilde,
her biri iki gün sürecek dört seans tedavi görmem gerekiyordu. Kendisinin bana yardım edip edemeyeceği konusunda hiçbir şey söylememişti.
“Eğer bu dediklerinizi aynen uygularsam, muhtemelen
kaç yıl daha yaşarım?” diye sordum.
“Sizin durumunuza benzeyen kanserli hastalar için beş
yıl hayatta kalma oranının yüzde birden daha az olduğunu söylemek isterim. Fakat herkesin bünyesi birbirinden farklı. Beş yıldan fazla yaşamını sürdüren pek çok kişi de var tabii.” dedi.
“Söylediklerinizden hiçbir şey anlamadım. Sizi anlamak için doktorasını tamamlamış bir matematikçi bulmam lazım.” dedim.
Ellerini kucağında birleştirirken bakışlarını
aşağı indirdi ve bana alçak sesle,
“Buna ihtiyacınız olduğunu sanmıyorum.” dedi.
Ayağa kalktım ve elini sıktım. Beni evime bırakacak biri olup olmadığını sordu.
Kendi kendime düşündüm, çoğu kanser hastasının
aksine, benim başıma gelen en kötü şey bu değildi.
Doktora, “Nezaketiniz için teşekkür ederim, eve kendi
arabamla gidebilirim. Tedaviye ilişkin kararımı daha sonra size bildiririm.”
dedim.
Suçluların çoğunun yakayı ele vermek için gizli
bir arzuya sahip olduklarına dair teoriler üreten popüler psikoloji, tamamen
saçmalıktır. Suçlular yaptıkları aptalca hatalar yüzünden yakalanıyorlar.
İlkinden paçayı sıyırmıştım ama ikinci kez şansın yüzüme güleceğinden o kadar emin değildim. Mektupları göndermek, kibrimden kaynaklanan büyük bir hata ya
da gereksiz bir şefkat duygusu, belki de bilinçaltımdaki suçluluk sebebiyle
yaptığım büyük bir gaftı. Nedeni her ne olursa olsun, bunca zamandan sonra yakalanırsam,
sadece kendimi suçlayacaktım.
Mahkeme kararıyla temize çıktığımdan kısa bir
süre sonra Olvido beni arayarak Dedektif Pisarro'nun özür dilemek istediğini
söylemişti. Bana onunla konuşmak isteyip istemediğimi soruyordu.
“Peki, bana onun numarasını ver.” dedim.
O gece kendisini aramıştım. Artık özür dilemenin bir önem arz etmediğini söyledi, fakat yine de kendisinin ne kadar çok üzüldüğünü bilmemi istedi.
O gece kendisini aramıştım. Artık özür dilemenin bir önem arz etmediğini söyledi, fakat yine de kendisinin ne kadar çok üzüldüğünü bilmemi istedi.
“Aslında, özür dilemek çok önemli. Deneyimlerime göre, birçok
meslektaşınız, hata yaptıklarını kabul etmedikleri sürece, hatalar ortaya
çıkmıyor, bu durum kolluk kuvvetlerinin Heisenberg
Belirsizlik İlkesi'yle açıklanabilir." dedim. Bir an, rahatsız edici bir sessizlik oldu,
sonra,
“Size söyleyebilecek herhangi bir şeyim
olduğundan emin değilim ama kendi başarısızlığım için bahane aramayacağım. Benim
olayı çözmem gerekirdi. Cole'un ne yaptığını bilmiyordum, ama arka planda,
ipuçlarını gözden kaçırdığım için kendimi suçluyorum.” dedi.
“Beni arama zahmetine katlandığınız için size teşekkür ederim, Dedektif. Açıkçası, sizi bu yüzden suçlamak hiç aklıma gelmemişti.” dedim.
“Size minnettarım, efendim.” dedi. Onunla bir
daha asla konuşacağımı sanmıyordum.
Moss’un kocasına ve Stream’in oğluna mektupları gönderdikten on gün sonra, yerel ve ulusal haber kuruluşları şaşırtıcı bir
gelişme olduğunu bildiriyorlardı. Sabah, CNN’in haber saatinde, bir fincan kahvemi alıp aşağı indim.
Moss, “Anlamıyorum. Kocamın aldığı mektubun
isimsiz olduğunu söylüyorlar.” dedi.
“Basının yaptığı yanlışlıklar hâlâ seni şaşırtıyor mu?” dedim.
Onu yanılttığım için biraz suçluluk hissettmiştim. Stream ise bana inanmıyordu.
“Kürsüdeki her yargıç, en fazla bir hafta içinde, evrensel
hakikati öğrenecektir.” dedi.
“Sana daha önce de söyledim, John, lanet olsun. Sadece zaman meselesi. Yiyecek ve suyunuzu kestiğim takdirde daha ne kadar yaşayacağınızı tahmin
ediyorsunuz ki?” dedim.
“Serserinin biri sevdiğim birini, karının
öldürüldüğü şekilde öldürseydi, adamın derisini katman katman yüzerdim. Sen
ise, su birikintisi üzerinden atlayan çocuklar gibi davranıyorsun." dedi.
Adama hakkını vermek lazımdı. Damarıma nasıl
basacağını iyi biliyordu. Cevap vermeden ayrıldım ve Colorado'nun
güneybatısındaki Mesa Verde Milli Parkı'na gittim. Orada, Uçurum Konutlarını
keşfettim. Yıldızların altında uyuyarak ve insanlara kızmakta haklı olup
olmadığımı merak ederek iki gün geçirdim. Bu durum karşısında, Sargent'ın bana ne
söyleyebileceğini düşündüm. Tieresse'ye ihanet ettiğim aklıma gelince, canım sıkıldı.
Ertesi Pazar günü, öğleden sonra, eve geri dönmek için inişe geçtiğim
sırada, evimin yanına park edilmiş siyah bir sedan ve verandada oturan spor
ceketli bir adam gördüm. Orada oturan kimdi? Ülkenin bu bölgesi insanların pek
uğrak yeri değildi. Çok hızlıydım ve piste yüksekten geldim, bu nedenle
inişi pas geçmek zorunda kaldım. İkinci denememde havada daire çizerken, önümdeki panelde yedekleme ünitelerinin ikaz verdiğini gördüm. Şimdi bu yedekleme üniteleri de nereden çıkmıştı? Beynim
benimle oyun oynuyordu. Kendime sakin olmam gerektiğini söyledim. Kontrol
listesindeki öğeleri yüksek sesle okudum. Gözlerimi piste ve cihazlara
yapıştırdım. Yere indiğimde aslında orada kimsenin bulunmadığına kendimi ikna
etmeye çalışıyordum.
Fakat orada biri vardı. Dedektif Pisarro ile hangarın önünde buluştuk. Yardıma ihtiyacım olup olmadığını sordu. Yaşlanmıştı, ama onu hemen hatırlamıştım. Bir kâğıt parçasına bir şeyler yazdı, sanırım uçağın N numarasıydı, sonra göğüs cebine koydu. Ben istemeden uçağı hangardan içeri itmeme yardım etti. Silonun giriş kapağının üzerini örten lastik pedin farkına varmamıştı.
“Kasabada bana, genellikle pazar günleri öğleden
sonra eve döndüğünü söylediler. Yüzün kıpkırmızı. İyi misin?” diye sordu.
“Sizi gördüğüme şaşırdım, Dedektif.” dedim
İki yıl önce HPD'den emekli olduğunu ve SPU’da
müfettiş olarak işe başladığını söyledi. Düşündüğünden çok daha fazla seyahat
ettiğini, ancak iyi para kazandığını anlattı.
“Üniversiteye giden iki çocuğum var. Durumumu
anlıyorsun değil mi?” dedi.
Uçağın kayıt defterine notlarımı yazıyordum ve bir
yandan onunla konuşurken bütün cihazları kapatmakla meşguldüm.
“Söylediklerinin hepsi gerçekten ilginç Dedektif, fakat bana bunları
neden anlatıyorsunuz? dedim.
“SPU’un ne olduğunu biliyor musun?” diye sordu.
“Tabii ki biliyorum. Hatırlayacağınız üzere, bir süre
önce mahkûmdum.” dedim.
“Doğru.” dedi, “Sanırım kayıp hâkimlerin kocasına
ve oğluna gönderilen mektuplarla ilgili haberleri duydunuz.”
Pisarro yanıt vermemi bekliyordu. Ona yardım
etmeyecektim. Sessizliği bozan ben olmadım.
“Amirim, mektupların Polunsky'den bir gardiyan
tarafından postaya verildiğini düşünüyor. Bunu, her iki mektubun üzerinde aynı
gün tarihli Livingston pulunun olmasına dayandırıyor." dedi.
Kulaklığımı yerine astım ve uçağın kapısını
kapattım. Hangar kapısını işaret ederek,
“Bana kapıyı kapatmamda yardım eder misin?" dedim.
(Devam edecek)
(Devam edecek)
hoppalaaa, karışıyor durumlar, hastalık çıktı, türk filmi gibi, şimdi de detektif, rafaelin hayatı karışıyooooo :)
YanıtlaSilHastalık bir yandan, dedektif bir yandan Rafael için hayat zor artık:)
SilTabi ki bulacaklar mektupları kimin gönderdiğini. Yav sen önce o kadar plan yap sonra da kalk böyle salakça işler yap! Olmamış.
YanıtlaSilVicdanı el vermedi masum papaza yaptıklarına:))
Sil