KATEGORİLER

4 Nisan 2021 Pazar

SON DANS BÖLÜM 24

Karısının başına bir şey geleceği aklının ucundan bile geçmemişti. Esther adını duyar duymaz panik içinde koştu odasına. Masasının üzerinde sessize alıp bıraktığı cep telefonuna uzandı. Toplantıya girdiği andan itibaren farklı numaralar tarafından defalarca aranmıştı. Hasan da o arayanlardan biriydi. Birbiri ardına tam beş kez deneyip cevap alamadığından olsa gerek, şirket telefonundan Nalân’a ulaşmayı başarmıştı sonunda. Ne yapacağını bilmez halde eli ayağına dolandı Kemal'in, kalbinin sıkıştığını hissetti. Titreyen parmaklarını zorlukla denk getirip bastı arama tuşunun üstüne. Telefonun ikinci kez çalmasına fırsat vermeden Hasan'ın keyifsiz sesi çınladı karşı taraftan. 

- Abi, yengemin durumu iyi değil sanırım, hemen yola çıksan iyi olur.

- Hasan, ne oldu yengene, çabuk söyle, kaza falan mı geçirdi?

- Hayır abi, kaza falan yok Allah’a şükür ama yanında olmamız gerekiyormuş. Ben de yola çıktım, varmak üzereyim.

- Ya, delirtme beni, nerede yengen, evde mi, düştü mü, ne oldu?

- Ben de bilmiyorum ne olduğunu. Az önce özel bir klinikte olduklarını söyledi Selma bana. Arayıp sana haber vermemi istedi, şu anda yengemin yanındaymış kendisi. Bulundukları yerin konumunu attı, ben de hemen sana gönderdim. Abi, ne olur soru sormayı bırak ve bir an önce yola çık, Esther'in başına ne geldiğini inan ki bilmiyorum, gidince göreceğiz bakalım.  

- Ne işi var klinikte? Uff, niye bana haber vermedi? Allah'ım, yoksa bir şey mi yaptı kendine? Birşeyler olacağını sezmiştim zaten. Hemen geliyorum, benden önce varıp bir şeyler öğrenebilirsen ara mutlaka. 

Telefonu kapatmasıyla odadan dışarı çıkması bir oldu Kemal'in. Sekreterin odasında kardeşinin gönderdiği konuma baktı. WhatsApp'ta yazan adrese ulaşmak için en az yarım saatlik yolu vardı. Nalan'ın beti benzi atmıştı, çaresizlik içinde yüzünü buruştururken sağ elinin tersiyle diğer elinin avucunu dövüyordu. Kemal, tam kapıdan çıkarken Ümit'le burun buruna geldi.   

- Kemal Bey, çok telaşlı görünüyorsunuz, kötü bir haber aldınız sanırım.

Kemal, Ümit'in yanından sıyrılıp asansöre doğru koşarken arkasına dönüp seslendi.

- Hiçbir şey bilmiyorum, Ümit. Sen toplantıya dön, Feridun Bey'e acilen çıkmam gerektiğini söylersin.

Ümit, Kemal'e yetişmeye çalışırken arkasından bağırdı.

- Durun, durun. Bu halde araba kullanamazsınız, ben de geleyim ya da şoför bıraksın sizi.

- Lüzumu yok, sen dediğimi yap, toplantıya dön hemen.

Ümit asansör hareket edene kadar Kemal'i izledikten sonra hızlı adımlarla Nalan'ın yanına gitti. Tombul sekreter hâlâ yerinde duramıyor odasında dönüp duruyordu. Onun bu halini gören Ümit, bir şeyler öğrenirim umuduyla sordu.

- Ne olmuş, Nalan? Kemal Bey'i hiç bu halde görmemiştim.

- Ne olduğunu bilmiyorum ama eşini hastaneye kaldırmışlar sanırım.

- Neden ki, kaza falan mı geçirmiş?

- Hayır, kaza geçirmemiş. Dedim ya, nedenini ben de bilmiyorum.

- Sen aşağıya telefon et, şoför hemen arabanın yanına gitsin, Kemal Bey araba kullanacak durumda değil. Ben toplantıya dönüyorum. Önemli bir haber alırsan mutlaka bildir bize

- Peki, efendim, dedi Nalân Ümit'in peşinden.

 ***

Esther'i alıp götürdükten sonra aradan bir saatten fazla bir zaman geçmesine rağmen arkadaşından haber alamayan Selma, sonunda dayanamayıp bekleme odasından dışarı çıkmıştı. Birşeyler öğrenmek umuduyla danışma masasındaki görevli kızın yanına yaklaşırken giriş holündeki olağanüstü durumu fark etti. Kliniğin genelinde belirgin bir hareketlilik göze çarpıyordu. Beyaz önlüklü sağlık personeli panik içinde bir kapıdan diğerine koşarken ardı ardına verilen talimatlar, koridorun duvarlarına çarparak ufalanıyor, uğultu haline gelip Selma'nın kulağına çarpıyordu. Birden fikrini değiştirip danışmaya arkasını döndü ve kalabalığın yoğunlaştığı koridorun sonundaki kapıya yöneldi. Kapının önü içeride neler olduğunu anlamaya çalışan meraklı insanlarla dolmuştu. Güçlükle kalabalığın arasından sıyrılıp kapı aralığından içeri doğru baktığında Cevdet Bey’le göz göze geldi. Doktor Selma'yı fark eder etmez hemen dışarı çıktı ve genç kadının yanına geldi. Üzüntüsü ve çaresizliği yüzünden okunan doktorun sesi titriyordu

- Kontrolümüz dışında bir şeyler oluyor, dedi Doktor. Bütün çabalarımıza rağmen trans durumundan çıkaramıyoruz arkadaşınızı, bugüne kadar karşılaşmadığımız bir durum!

Duydukları karşısında eli ayağı kesilmiş, başı dönmeye başlamıştı Selma'nın. Bunun bir rüya olmasını ne kadar çok isterdi. Genç kadın bayılmak üzereyken koluna giren Doktor onu koridora açılan odalarından birine sokarak masanın karşısındaki koltuğa oturmasını sağladı. Sehpanın üzerinden limon kolonyasını aldı, avucuna döktüğü açık sarı sıvıyı Selma'nın yüzüne serpti, bileklerini ovmaya başlayınca genç kadın biraz kendine gelir gibi oldu, hafifçe araladı gözlerini. Titrek bir sesle,

- Bir an önce Kemal'e, yani Esther'in eşine haber vermemiz lâzım, dedi.

Doktor öne eğdi başını. Mecburen kabul etmek zorunda kalmıştı kadının bu isteğini. Selma, siyah çantasından telefonunu çıkardı, Hasan'ı arayıp ona hiç vakit geçirmeden Kemal’in kliniğe gelmesi gerektiğini söyledi. 

Bir süre sonra sakinleşmişti Selma. Endişeli gözlerle doktora baktı. 

- Ne olacak şimdi, ya kendine gelmezse...

- Gelin benimle, dedi Cevdet Bey. Selma'nın elinden tutarak oturduğu koltuktan kalkmasına yardımcı oldu. Koluyla kalabalığı yarıp onu Esther’in bulunduğu odaya götürdü. Şifreli üç tıklamanın ardından kapalı kapı açıldı. Hipnozu yöneten Prof. Dr. Kenan Saygın, yüzünü asmış, çaresizlik içinde Esther’in uzandığı yatağın yanına dikilmiş, sessizce bekliyordu. Gözlerinin feri kaybolmuştu. Selma’yı fark edince gözlerini kaçırdı ve bakışını yere çevirip konuşmaya başladı.

- Arkadaşınızı iki kez uyandırdık, her seferinde avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı. Ne kadar sakinleştirmeye çalıştıysak başarılı olamadık. Gözlerini sonuna kadar açıp el kol hareketleri yapıyor, bir şeyler anlatmak istiyor, ağzından anlamsız sesler çıkarıyordu. Sanki bir şeyden korkuyormuş gibiydi, gözleri dönmüş halde bağırırken kendini odadan dışarı atmaya çalışınca hemen hemşireyi ve personeli çağırdık, onlara da bağırıp aynı tuhaf hareketleri yapmaya başladı. Baktık ki kendine ve çevresine zarar verecek, personelin yardımıyla zor kullanarak yatağına yatırdık, daha sonra yorulduğundan olsa gerek yavaşça gözlerini kapadı. Birkaç dakika sonra uyanıp yine aynı şekilde çığlık atmaya başladı. Kollarını bağladığımızdan ayağa kalkamadı bu sefer. Bir süre sonra tekrar uykuya daldı. Şu anda kan değerleri normal görünüyor ama hastayı trans halinden henüz çıkaramadık maalesef...

Selma'nın gözü kararmaya başlamıştı yeniden, bir sis bulutunun ardında beyaz önlüklü bir sürü insan cereyana tutulmuşçasına titriyordu önünde adeta. Başı dönüyor, dizlerinin bağı çözülüyordu. Ayakta kalabilmek için büyük çaba gösteriyordu. Cevdet Bey, hemşireye seslendi. Kollarının altına girdikleri kadını yere düşmeden yakalayıp çuval gibi sürüklediler ve duvarın dibindeki koltuğa oturttular.  

- Selma Hanım, iyi misiniz? diyerek peş peşe durumunu soran Cevdet Bey, rengi bembeyaz kesilen kadının bileğine bastırdığı baş parmağıyla kalp ritmini kontrol ediyordu.

Bir süre sonra rengi yerine geldi Selma'nın, ağır ağır gözleri aralandı. Korktuğu başına gelmişti. Kemal neredeyse gelmek üzere, diye geçirdi aklından. Ne diyecekti şimdi ona. Bir an önce sakinleşip aklını başına toplaması gerekiyordu.

- Bir şeyler yapmamız lazım, bu durumu nasıl açıklarız Kemal Bey’e der demez kendini tutamayıp ağlamaya başladı.

Kenan Bey, kapıda bekleyen genç doktora seslenip hemen ambulansın hazırlanmasını isterken Selma'nın telefonu çaldı. Hasan, kliniğe geldiğini söylerken, bulundukları yeri soruyordu. Ağlamaklı bir şekilde "Bekle, geliyorum" deyip kapattı telefonu. Yatağına bağlı bir şekilde hareketsiz yatan Esther’e bir kez daha bakıp odadan çıktı dışarı.

Hasan, endişe içinde danışmanın önünde kıvranıp duruyordu. Selma'nın geldiğini fark etmedi bile. Yanı başında biten sese çevirdi kafasını. Karısı heyecanla bir şeyler anlatmaya çalışıyordu.

- Sorma Hasan, bak başımıza neler geldi, dedi Selma, gözyaşlarına boğuldu. Neye uğradığını şaşıran adam, gözlerini açıp karısını omuzlarından kavradı.

- Ne işiniz var burada? diye çıkıştı, hesap sorarcasına. Selma ne diyeceğini bilemedi bir an. Gerçekten de Esther'e uyup niye böyle gizli kapaklı işlere kalkışmıştı. Bu işte bir bit yeniği olduğu baştan belliydi. 

- Çok kötü şeyler oldu, çok kötü, dedi. Hıçkırıklarını tutamıyordu.

- Yaa, meraktan çatlatacaksın, şunu bana baştan anlatsana, ne işiniz var bu klinikte?

- Esther, dedi. Uzun zamandır rahatsızmış, sürekli kâbuslar, hayâller görüyormuş.

- Eee? dedi, Hasan, sabırsızlıkla.

- Ama bu rahatsızlığını herkesten gizlemiş şimdiye kadar. Doktor onu buradaki bir hipnoterapi uzmanına yönlendirmiş. Benden kendisine eşlik etmemi rica etmişti, ben de onu kıramadım. Allah kahretsin, niye karşı çıkamadım, nasıl  kabul ettim bunu ben

Hasan meraktan çatlamak üzereydi. 

- Sonra, sonra ne oldu, anlat hadi.

- Hipnozdan sonra tam olarak uyanamamış diyor doktorlar, iki kez gözlerini açmış ama tuhaf çığlıklar atıp çırpınmaya başlamış. Ama en önemlisi...

- Neymiş daha önemli olan? diye sordu, Hasan.

- Esther’in bu rahatsızlığından haberi yok Kemal'in. Uzun zamandır tedavi gördüğünden, ilaç kullandığından ve buraya geleceğinden ona hiç bahsetmemiş. Esther, beni de sıkı sıkıya tembihledi, kimseye söylemeyeyim diye. Off, Allah'ım şimdi ne diyeceğim ben Kemal'e?

Selma, bildiklerini kocasına anlattıktan sonra biraz rahatlar gibi olmuştu. İçindeki zehrin bir kısmını akıtmıştı sanki ancak bunu Kemal'e anlatmanın zorluğunu az çok tahmin edebiliyordu.

- Hay Allah, nasıl yapar bunu yengem? diye söylendi Hasan. Nasıl ağabeyimden saklar hastalığını? Şaşkınlığını bir türlü atamıyordu üstünden. İnanamıyorum, kocasından habersiz… Doktorlar, klinikler… Ağabeyimin nasıl haberi olmaz bunlardan? Off, off, ah be Esther, ne yaptın sen...

Devam edecek


79000

3 Nisan 2021 Cumartesi

PSİKİYATRİST - WULF DORN


Kitabın Adı: Psikiyatrist

Yazar: Wulf DORN

Çeviren: Firuzan GÜRBÜZ

Sayfa Sayısı: 416

Yayınevi: Pegasus Yayınları

Türü: Roman (Gerilim)

Bu kez elime geçen kitap ilgi alanıma fazla girmeyen gerilim tarzı bir roman. Farklı türden kitaplar okumaktan hoşlandığım bir dönemdeyim sanırım. Açık söylemek gerekirse kitabın ilk sayfalarını çevirmeye başladığımda beni nasıl etkileyeceğini merak ediyordum. 1969 Almanya doğumlu yazar, muhabir olarak başladığı meslek hayatını yaklaşık yirmi yıl boyunca çalıştığı bir rehabilitasyon kliniğinde teknisyen olarak sürdürmüş. 

Romanın konusu şöyle: Dr. Ellen özel bir psikiyatri kliniğinde çalışan başarılı bir psikiyatrist. Erkek arkadaşı Chris ve iş arkadaşı Mark aynı klinikte psikiyatrist olarak çalışıyor. Ellen'in sevgilisi Chris bir erkek arkadaşıyla birlikte üç haftalığına Avustralya'ya tatile çıkarken ona ilgilenmesi için şiddet gören bir kadınla ilgili zor bir vaka bırakır. Ellen, sonradan izini kaybettiren bu kadının ve ona şiddet uygulayan Kara Adam'ın peşine düşer. Genç kadının, yaşadığı bazı olayların gerçek olup olmadığına ilişkin hem kendisi hem de çevresi kuşku içindedir. 

Gerilim-macera türünde yazılan kitabın kurgusu sağlam ve sürükleyici. Özellikle bu türün meraklıları romanı çok sevecektir. Gerilim, polisiye ve macera romanlarının tipik bir özelliği olarak yazarın odak aldığı kişiler üzerinde kasten şüpheler doğurarak okuru ters köşeye yatırması olayı Psikiyatrist romanında zirveye ulaşıyor. Kitabı okurken kafama yatmayan husus, psikiyatristin adeta bir detektif gibi gizemli bir şekilde ortadan yok olan hastasının peşine düşmesiydi. Romanın ilerleyen bölümlerinde hiç beklenmedik bir durumla karşılaşıyor okur ve ondan sonra olaylar farklı birer anlam kazanıyor. 

Çeviri hakkında bir şey söylemekte zorlanıyorum. Yazar ya da çevirinin tarz ve üslûbundan yararlanmak istediğim için okuduğum kitaplarda yazım şeklini ve yarattığı kulak dolgunluğunu önemserim. Bu açıdan baktığımda bazı sözcük ve terimlerin yanlış seçildiğini düşünüyorum. O cümlelerden biri şöyle . "Arı kovanından geliyora benzeyen bir vızıldama." (s.257) Kitabın çeviri olduğunu buram buram hissettiğim bölümlerin yanı sıra son derece takdir ettiğim oturaklı cümlelerle de karşılaştım romanı okurken. Yine de kötü bir çeviri olduğunu söylemek büyük haksızlık olur kanaatindeyim.

Daha fazla detaya girersem romanın büyüsü bozulacağı hissine kapılıyorum. Fakat romanın düğüm noktasına ilişkin bütün emarelerin başlangıçta bilinçli bir şekilde ortadan kaldırılması merak seviyesini yükseltmeye yarasa da bana fazla zorlama geldiğini söyleyebilirim. Romanlarda bu tür kurguyu yazarın kurnazlığı olarak değerlendiriyor ve bu yüzden ister istemez aldatılmışlık hissine kapılıyorum. Psikiyatrist her ne kadar sürükleyici, kolay okunur bir kitap olsa da köpük gibi hafızalardan silinebilecek bir roman. Okuduğum kitaplardan her zaman yeni bir şeyler öğrenme arzumu yeterince tatmin etmeyen Psikiyatrist, bu türe merakı olmayanlar için sadece boş vakitlerini doldurmaya yarayacak bir kitap.

1 Nisan 2021 Perşembe

SON DANS BÖLÜM 23

Şarap kırmızısı suratı ve patlıcan burnuyla insanda gülme hissi uyandıran komik bir tipi vardı Kenan Bey'in. Küçük gözleri, kepçe kulaklarına tam bir tezat oluşturuyordu. Doktor olduğunu gösteren tek işaret üzerindeki beyaz önlüktü. Önlüğünü çıkarsa karşısına çıkan herkes onun bir palyaço olduğuna bahse girebilirdi. Kırık bir ses tonuyla "Hoş geldiniz." diyerek selamladı genç kadınları.

Cevdet Bey, eliyle Esther’i işaret ederek,

- Bu zarif hanımefendi size sözünü ettiğim Esther ve onun yakın arkadaşı... Doktorun adını hatırlamadığını fark eden Selma çekingen tavırlarla Kenan Bey'e uzattı elini.

- Selma, diye tamamladı Cevdet Bey'in cümlesini.         

- Peki, hanımlar, çaylarınızı bitirdiğinize göre bir an önce başlayalım isterseniz, dedi Kenan Bey.

Selma, Esther’e baktı. Kenan Bey'i gözü hiç tutmamıştı. Esther'e fikrini söylemek, onu uyarmak istiyordu ama bunu doktorun yanında yapamayacağını biliyordu. 

- Ben hazırım, dedi Esther. Kalp atışları hızlanırken Selma, arkadaşının sakinliğine anlam veremiyor, onu endişe içinde izliyordu.

- Esther Hanım, dedi Kenan Bey, genç kadına gözlerini dikerek. O zaman, buyurun odama geçelim. Selma Hanım, siz burada bekleyebilirsiniz, arzu ederseniz televizyonu kullanabilirsiniz, kumanda karşı duvarda asılı. Başka bir isteğiniz olursa danışmadaki görevliler size yardımcı olacaklar, diyerek odanın kapısını açtı ve geçmesi için Esther’e yol verdi.

Selma, Kenan Bey'e nezaketen teşekkür ettikten sonra merakına yenik düşüp seslendi arkalarından.

- Affedersiniz Doktor Bey, seans tahminen ne kadar sürer?

Kenan Bey, gözlerini kısarak gülümsedi. Selma’ya dönüp,

- Bu biraz da arkadaşınıza bağlı hanımefendi, umarım fazla sürmez, dedi.

Cevdet Bey'e son kez yalvarırcasına baktı Selma. Cevdet Bey, yüzündeki tebessümle "Merak etme, işler yolunda" dercesine elini yumruk yapıp baş parmağını Selma'ya doğru yukarı kaldırdıktan sonra diğerlerinin peşine takıldı. Selma, odada televizyon, duvardaki tablo ve yalnızlığıyla baş başa kalmıştı.  

 ***

Toplantı boyunca rahatsız edilmemeleri hususunda sıkı sıkıya tembih edilmesine rağmen, ısrarla çalıyordu toplantı salonundaki kırmızı telefon. Ümit Bey sessizce yerinden kalktı, evrak dolabının üzerindeki cihazın yanına gidip ahizeyi kulağına dayadı, kısık sesle  "Toplantıdayız." dedikten sonra karşı taraftakine konuşma fırsatı vermeden yüzüne kapattı telefonu. Nalân, toplantıyı bölmenin nelere mal olacağını gayet iyi biliyordu elbette. Feridun Bey'in katıldığı koordinasyon toplantıları, bütün personel için tam manasıyla bir kâbustu. Sabahın erken saatlerinden itibaren salonunun hazırlanması ve her türlü ihtiyacın karşılanması Nalan'ın sorumluluğundaydı. Her zaman olduğu gibi toplantının başlamasına saatler varken, temizliği denetleyerek işe başlamış, ışıkların yanıp yanmadığını teker teker kontrol etmişti. Kontroller sırasında herhangi bir arıza tespit etmesi halinde derhal teknisyene haber verir, toplantıdan önce bütün eksikliklerin giderilmesini sağlardı.

Yirmi kişilik beyaz örtü serilmiş oval masanın etrafında, katılımcıların her birinin önüne gelecek şekilde ince bir bloknot, birer kalem ve birer su bardağı olurdu. Nalan, büyük bir titizlikle toplantıya katılacak müdürlerin uzanma mesafesinde olacak şekilde kuru pasta tabaklarının sayısını ayarlar, kapının hemen yanındaki beyaz renkli yazı tahtasının alt tarafındaki kutucukta renkli keçe kalemleriyle silgiyi eksik etmezdi. 

Ayda bir kez yapılan ve zaman zaman Feridun Beyin başkanlık ettiği koordinasyon toplantılarına kısım şefleri, bölge müdürleri, şirketin mali ve hukuk müşavirleri katılırdı. Bu toplantılarda şirketin aylık ve yıllık performansı değerlendirilir, yeni stratejiler belirlenir, gerekli olan revizyonlar yapılır, karşılaşılan sorunlar masaya yatırılırdı. Bugünkü toplantıya Feridun Beyin katılması, sadece toplantıya katılan müdürleri değil başta Nalân olmak üzere ofisteki bütün çalışanları iyiden iyiye germişti.

Uzun boylu, iri gövdeli, ağarmış saçları ve kocaman pabuçlarıyla bastığı yeri titreten altmış yaşlarında dev gibi bir adamdı Feridun Bey. Metal çerçeveye tutturulmuş kalın camdan gözlükleri, açık mavi gözlerini olduğundan iri gösteriyor, onu daha korkunç hale getiriyordu. Kocaman göbeğini toplaması için kemer yeterli gelmediği, gömleğini pantolonun içine sokmakta zorlandığı için daima bir çift askı kullanırdı. Sahibi olduğu diğer şirketleri tek merkezden yönettiği ayrı bir ofisinin olması hem Kemal hem de çalışma arkadaşları için büyük bir şanstı. Feridun Bey, koordinasyon toplantıları dışında ayda bir kez uğrardı Kemal’in ofisine, o da habersiz olurdu genellikle. Kemal’in gönderdiği aylık ilerleme raporlarının son sayfasındaki gelir gider hanesine bakardı sadece. Kemal’in sonradan keşfettiği tuhaf bir özelliği vardı Feridun Bey'in. Önüne aldığı raporun sayfalarından birini rastgele açar, orada yazılı bilgilerden yola çıkarak bir soru hazırlardı. Fakat nasıl yapıyorsa, onca sayfanın arasından en can alıcı noktaları eliyle koymuşçasına bulup çıkarırdı. Bazen toplantı sırasında bazen de toplantıdan birkaç gün sonra müdürlerden birini, çoğu kez de Kemal’i, telefonla arayıp o bulduğu tek konu üzerinde iyice sıkıştırırdı. Bu huyunu bildiği için Kemal, raporda yer alan bütün konuları en ince ayrıntısına kadar inceleyip bilgi sahibi olmak zorundaydı.

Deveye hendek atlatmak Feridun Bey’i memnun etmenin yanında çocuk oyuncağıydı. Her şey yolunda görünse bile eleştirecek bir konusu mutlaka olurdu Feridun Bey'in. İşte bu yüzden onun başkanlık ettiği toplantıda sinirler iyice gerilmişti yine. Nalân, telefonla Kemal'e ulaşmanın imkânsızlığını anlamıştı, bütün cesaretini toplayıp toplantıyı bölmekten başka çaresi kalmadığını düşünmeye başladı. Üstüne çeki düzen verdikten sonra toplantının yapıldığı salonunun kapısına geldi. Feridun Bey'in gür sesi dışarıya taşıyordu, belli ki müdürlerden birini fırçalamakla meşguldü. Derin bir nefes aldıktan sonra her şeyi göze alıp kapı kolunu çevirdi.

Bir anda salona büyük bir sessizlik çöktü, bütün başlar, senkronize bir şekilde kapıyı çalma tenezzülünde bile bulunmadan içeri giren sekretere çevrildi. Nalân’ın yüzü kırmızıya döndü, kalbi küt küt atmaya başladı. Beyaz yazı tahtasına bir şeyler yazmakta olan muhasebe müdürünün eli havada donup kalmıştı. Feridun Bey’in ateş saçan mavi gözleri gözlüğünün önüne fırlamıştı adeta.

- Çok özür dilerim, toplantıyı böldüm ama Kemal Bey’e ileteceğim çok önemli bir notum var, dedi Nalan kekeleyerek.

Feridun Bey’in bulunduğu toplantıyı bölmenin çok sağlam bir gerekçesi olmalıydı. Kemal’in kafasında en kötü ihtimaller birbiri ardına sıralandı. Annesi ya da babasının ölüm haberi miydi bu önemli not?

İlk şoku atlatan Nalân, doğruca Kemal’in yanına yürüdü. Kemal, merak içinde çoktan ayağa fırlamıştı.

- Ne var? dedi, fısıltıya benzer bir sesle.

- Kemal Bey, dışarıda konuşsak daha iyi, dedi Nalân. 

Kemal, Feridun Bey'den göz temasıyla sessizce müsaade alıp Nalan'ın peşine takıldı, toplantı salonundan apar topar dışarı çıkıp arkasından kapıyı çekip kapattı. Koridorda ilerlerken her zaman sakinliğiyle tanınan Nalân büyük bir telâş içinde yerinde duramıyordu,

- Kemal Bey, Hasan Bey telefonunuzu bekliyor, çok önemli olduğunu söyledi. Israrla önemli bir toplantıda olduğunuzu söyledim ama ne yap, ne yap onunla görüşmemi sağla, dedi bana. Suçüstü yakalanmışçasına ezilip büzülürken sıkıntı içinde ellerini kavuşturdu. Konuşmakta zorlanıyordu. Yerden alamadığı gözlerini güçlükle Kemal'e yükseltti, sanırım Esther Hanım’la ilgili, dedi.

Devam edecek



31 Mart 2021 Çarşamba

KUŞLAR YASINA GİDER - HASAN ALİ TOPTAŞ


Kitabın Adı: Kuşlar Yasına Gider

Yazar: Hasan Ali TOPTAŞ

Sayfa Sayısı: 248

Yayınevi: Everest Yayınları

Türü: Roman

Okuduğum üçüncü Hasan Ali Toptaş Romanı. Daha önce okuduğum "Gölgesizler" ve "Bin Hüzünlü Haz" romanlarına kıyasla anlaşılması daha kolay ve herkesin rahatlıkla okuyabileceği sürükleyici bir eser. Yazarın bu romanında da alıştığımız kelime oyunları ve aforizmalar mevcut fakat soyut ve fantastik öğelere nispeten daha az yer vermiş. Romanın olay örgüsü ve kurgusu, kişi ve yer betimlemeleri mükemmel. Beni biraz rahatsız eden tek yönü ise (farklı bir üslûp denemek istemesinden olsa gerek) gereksiz yere bol miktarda zamir kullanması.

"İşte o vakit (ben) afalladım haliyle, gördüklerim hayal değil, bu at resmen kanlı canlı, dedim kendi kendime." Buna benzer cümlelerde gereksiz gördüğüm zamirleri kaldırdığımda kulağıma çok daha hoş bir tat bıraktığını fark ediyorum okurken. 

Eserde çoğuna ilk kez rastladığım, çok sayıda halk ağzından sözcükler kullanılmış: Çokuşmak (üst üste yığılmak, üşüşmek), göynümek (yanacak derecede ısınmak, kumaşın ateş karşısında hafifçe sararması), hembembe sekmek (boş boş gezmek) gibi.   

Hoşuma giden bir husus, olayın geçtiği Ankara'da ve seyahat güzergâhlarında bazı sokakların, kasaba ve köylerin bildiğim yerler olmasıydı. Yazar, adeta hayatını anlatıyor kitabında. Bu kanıya varmamın sebebi kahramanın bir yazar ve onun ailesinin de yazarın memleketi olan Denizli'de yaşıyor olması. Ancak Toptaş, sorulduğunda bunun otobiyografik bir roman olmadığını söylemiş. 

Baba oğul arasındaki ilişkiyi sade ve destansı bir dille anlatıyor yazar romanında. Yıllarca uzun yol şoförlüğü yapan Aziz, trafik kazası sonucunda ayağını kaybeder. Eryaman'da oturan evli ve Ayperi adındaki küçük bir kızı olan kahramanımız, babasının bitmek bilmeyen rahatsızlığı boyunca Ankara-Denizli arasında mekik dokumaktadır. Romanın başkahramanı aynı zamanda anlatıcı konumundaki yazar, babası dışında, annesinin, Denizli'nin Çal ilçesinde yaşayan yakın akrabalarının karakter tasvirlerini ustalıkla aktarıyor okura. Baba sevgisi ve aile bağlarını öne çıkaran kitap, insanı adeta olayların içine çekiyor. Gönül rahatlığıyla tavsiye edebileceğim bir eser. 

"Babalar, alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır."

"Zaten o yıllarda burnumuzun ucunda gezinen bir mazot kokusuydu babam. kulağımızda çınlayan uzak bir motor sesiydi ve az evvel dediğim gibi, gitti mi gelmek bilmezdi bir türlü."

79600

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 84

Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimizin 84. Haftasına girmiş bulunuyoruz.
Daha önceki haftaların sohbet konularını ve konuları öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Bu haftanın konusunu sevgili Sessiz Gemi/Kavanozdaki Beyin belirledi. Konu hayli mutluluk verici görünüyor, pek çok arkadaşın eğlenceli yazılar yazarak haftalık sohbetimize katılacaklarına inanıyorum. Fakat benim açımdan durum biraz farklı. Öyle sanıyorum ki, yazacaklarım pek keyif verici olmayacak. İfade tarzım bazılarına sarkastik gelebilir. Amacım kimseyi incitmek değil ancak hayallerimi sansürlemek de istemiyorum. İşte bu haftanın konusu:

"Şu an, hemen şimdi bir hayal kursanız bu nasıl bir şey olurdu? Hadi bize bir hayal dünyası, bir ütopya yaratın."  

Sadece şu an değil, uzun zamandır kurduğum ve muhtemelen ölene kadar kurmaya devam edeceğim bir hayalim var. Evet, bu bir ütopya, gerçekleşmesi hem insanın elinde hem de imkansız bir hayal, bir ütopya benim için, başkalarının distopya olarak değerlendirmesinde bir mahzur yok elbette. Ne zaman ülkeme dair olumsuz bir haber duysam, bu hayal gelip yapışır yakama. 

Ursula K. Leguin'in Mülksüzler adlı bilim kurgu romanında bir gezegen olan Annares Odo'daki hayatı anımsatan fakat ondan tamamen farklı ütopik bir dünya hayali benimkisi. Özetle, bütün kutsal değerlerin ortadan kalktığı, özgürlük ve eşitliğin gerçek manasıyla yerini bulduğu ve insanın değerinin sadece erdem terazisinde tartılıp ona göre kıymet verildiği bir düzen hayal ediyorum.

Kutsal, sadece dinsel bir olgu olmayıp aynı zamanda kötü emellerle topluma dayatılan yüce, yüksek, temiz, derin bir saygı uyandıran veya uyandırması gereken, bozulmaması, dokunulmaması, karşı çıkılmaması icap eden bir varlık, bir şey veya bir yer olarak tanımlanmaktadır. Kutsallık bireysel  değil toplumsal bir kavramdır. Bu yönüyle bireysel özgürlüğü kısıtlar, eşitliği ortadan kaldırır ve daha da önemlisi şiddetin temel nedenlerinden biridir.  

Kutsal olarak nitelendirilen varlık, eşya ve yerlerin her toplumda ve her bireyde aynı karşılığı bulduğu söylenemez. Tanrı, kitap, millet, şehit, toprak, bayrak, baş örtüsü, Atatürk, vatan, Kudüs, anne, namus, aile, şeref aklıma gelen kutsallardan sadece bir bölümü. Kutsallık yüklenen varlıkların hiçbiri her zaman iyidir, iyilik yapar denilemez. İnanç sahipleri hayır ve şerrin Tanrı'dan geldiğine inanırlar. Atatürk'ün kusursuz bir insan olduğunu iddia etmek, fikirlerinden ziyade şahsına kutsiyet vermek, ona karşı yapılan en büyük hatadır.    

Kutsal olarak nitelendirilen varlıkları yok saymıyorum. Sadece toplumun bir kısmının diğeri üzerinde baskı unsuru olmaması gerektiğini düşünüyor, öyle bir dünya hayal ediyorum. Birkaç örnek vereyim:

Bugün dünyada yüzlerce din ve her dinin kutsal kabul ettiği yaratıcı ve inanç öğeleri var. Hasbelkader Türkiye'de doğmak çoğunluğun İslam inancına tabii kılınmasına neden olmuş. Bir başkası Yahudiliğin, bir diğeri Hristiyanlığın hüküm sürdüğü topraklarda doğmuş olabilir. Ya da kimisi satanist, ateist, deist olabilir. Herkes kendi tercihini kutsal kabul eder, diğerlerini sapkınlık olarak nitelerse azınlık baskı altında kalır, özgürlüğü kısıtlanır, eşitsizlik hakim olur, hatta şiddet görür. Haçlı seferleri ve inanç değerleri üzerine yapılan bütün savaşların nedeni dinin kutsallarıdır.

Kadının namusu, erkeğin şerefiyle kutsandığı toplumumuzda eşitsizlik, ayrımcılık, baskı ve şiddet almış başını gitmektedir. Cinsiyet farklarına ve cinsel tercihlerine bakılmaksızın bütün insanlar birey olarak aynı haklara sahip olmalıdır. 

Vatan, millet uğruna şehadetle kutsanan ana kuzuları ülke yöneticilerinin politik hatalarından dolayı, küresel sermayenin çıkarına canlarını verirken ölüm sessizliğindeyiz. Onların anne babalarının çektiği ıstırap kimsenin umurunda değil. Bu utanmaz yöneticiler, kalkıp bir de "ne mutlu oğlun şehadet makamına erdi, peygambere komşu oldu" derken kendi çocuklarını ateşin yanına yaklaştırmıyorlar.

Bayrağımız namusumuz deyip ona kutsallık yükleyen hainler bayrağın arkasına sığınıp vatan topraklarını menfaatleri uğruna peşkeş çekiyorlar. 

Atatürk'ü dilinden düşürmeyen sözde devrimciler düzenin birer parçası oldular.

İşte budur benim hayalim, bütün kutsal değerlerin toplum üzerinde tesis ettiği baskının ortadan kalktığı eşitliğin, özgürlüğün ve adaletin hüküm sürdüğü bir dünya. İnsanın fıtratı gereği erişilmesi zor bir ütopya. Bana göre hayali bile güzel.  

80150

28 Mart 2021 Pazar

SON DANS BÖLÜM 22

Odasına döndü, güneşliği çekip pencereyi açtı. Önündeki koltuğa boş bir çuval gibi bırakıverdi kendini. Kendisine her zaman dürüst davranan kocasından gizli saklı iş çevirmesi iyiden iyiye canını sıkmaya başlamıştı Esther'in. Kemal'i kaybetmek endişesiyle kendi hafızasından bile silmeye çalıştığı çocukluğunu, geçirdiği önemli ameliyatları, bu ameliyatlara bağlı, üzerine kondurmaya bir türlü gönlünün elvermediği ruhsal problemleri şimdiye kadar saklamayı başarmıştı ama bu durum çok farklıydı. Elin doktoruyla bir olup kocasına tuzak kurduğuna inanamıyordu. Yüzüne ateşler bastı, işler plânlandığı gibi yürümediği takdirde Kemal’i tamamen kaybedeceğini biliyordu. Kendini toplamak için temiz havanın iyi geleceğini düşündü. Ayağa kalktı, başını pencereden dışarı uzatarak derin bir nefes aldı. Serin sabah havası ciğerlerini doldururken büyük bir pişmanlık dalgası kapladı içini. Keşke biraz daha düşünseydim doktoru aramadan önce, diye geçirdi aklından. Kemal'i kazanabilmek için yetersiz kaldığını düşünüyordu. Tek sıkıntısının özgüven eksikliği olduğunu söylemişti doktor ona, ama bunu kabul etmemiş, kocasını sevdiği için her türlü zorluğa sabırla göğüs germek zorunda olduğundan dem vurmuştu.  Bunun üzerine lâfı daha fazla uzatmayı gereksiz bulan Cevdet Bey, genç kadını kuşatan asıl problemin sevdiği insanı kaybetmek korkusu olduğundan emin, içinde kalan son ufak şüphe kırıntısını da atmıştı üstünden. 

Dış kapının tıkırtı sesinden, Selmin'in alışverişten döndüğünü anladı. Bir an önce hazırlanması gerekiyordu. Pencereyi kapattı, gardıroptan çekip aldığı siyah pantolonuyla beyaz ipek bluzunu geçirdi üzerine. Saçını başına şekil verdikten sonra şarja bıraktığı telefonu alıp salona geçti. Hipnoz tedavisi hakkında yeterince bilgi sahibi olmadığını düşünüyordu. 

- Size bir Türk kahvesi yapmamı ister misiniz Esther Hanım? Az önce tahmisten çektirdim, taze taze...

Yardımcı kadının kahve kokusunu bastıran şefkat dolu sözlerine hayır diyemezdi. Ayrıca kahvenin kendisini sakinleştireceğini düşündü. Gülümseyerek, "lütfen" dedi. Sehpanın yanındaki üçlü koltuğa geçip oturdu, telefona “Hipnoterapi” yazıp arama tuşuna bastı.

Ekranda beliren ilk sayfaya göz gezdirdi. Okuduğu bölümde, hipnozun eski Yunandaki Uyku Tanrısı “Hypnosis” ten geldiğini yazıyordu. Fakat onun gördüğü düşlerin çoğu uyku dışındaydı. Doktoru tarafından önerilen hipnoterapi tedavisinin genellikle travma sonrası stres bozuklukları tedavisinde başarıyla uygulandığı belirtiliyordu. Kulağı telefonda doktordan gelecek haberi beklerken kalp atışları hızlanmıştı. Selmin, hazırladığı kahvenin yanında içi su dolu küçük bir cam bardağını kedi sessizliğinde sehpanın üzerine bıraktı, afiyet olsun bile demeden mutfağa döndü.  

***

Önceki akşam  tuttuğu takımın maçı kazanması üzerine büyük coşkuya kapılıp çenesi düşen Hasan'ın yanında somurtup durması tedirgin etmişti Selma'yı. Şimdiye kadar asla yalan söylememişti kocasına. Gerginliği yüzüne vurmuş halde, karşısında oturup ona heyecanla bir şeyler anlatıp duran adamı boş gözlerle dinler gözükmeye çalışıyordu. Hasan, onun bu halini görüp sebebini soracak diye ödü patlıyordu bir yandan. Aslında zafer sarhoşu kocasının maçtan başka bir şey düşüneceği yoktu o akşam, fakat yine de başının ağrıdığını bahane ederek erkenden yanından ayrılıp başından aşağı çekmişti yorganı. Yatağın içinde kıvranıp durmuştu geç vakitlere kadar, bir türlü uyku tutmamıştı. Sabahleyin sürünerek kalktığında Hasan'ın evden çıktığını fark etti. Sütü ısıtayım derken ocağın altını kapatmayı unutmuş, taşan süt ocağı batırmıştı. "Yapmamalıydım, bu sorumluluğu üzerime almamalıydım." diye söylendi. Timur, ne mırıldandığını anlamadan meraklı gözlerle baktı annesine. Bazı durumlarda sır saklamanın insanı ne denli müşkül duruma soktuğunu iliklerine kadar hissetmişti Selma.

İçinden bir şeyler kopmuştu, "Senden başka kimim var?" diye sorduğunda Esther.  Aldığı sorumluluğun altında eziliyordu. Hipnoz sırasında ya bir problem çıkarsa? Kemal'e, Hasan'a nasıl izah ederdi bu durumu? Tamam, kuruntuya kapıldığını kabul ediyor, hipnozun binlerce kişinin şifa bulduğu bilimsel bir yöntem olduğunu biliyordu. Kalp ve beyin ameliyatlarının bile anesteziye gerek kalmadan, hipnoz yöntemiyle yapılabildiğini duymuştu bir yerlerden. Üstelik konusunda uzman bir doktor tarafından uygulanacaktı tedavi. Ne var ki, Cevdet Bey’in operasyon sırasında yanında bulunmak istemesi, onun hasta yakınlarından yazılı izin almadan imzasını koyup tek başına sorumluk altına girmesi,  şüphesiz bu işte bir gariplik olduğunu açıkça ortaya koyuyordu. Diğer taraftan son günlerde Esther’in durumunu hiç beğenmiyordu. Olur olmaz yerde, aniden hayaller görüyor, kısa süre sonra kendine geliyordu. Yabancı biri onun bu hallerini çok zor fark edebilirdi. Sık görüştükleri halde ilk kez Kemal'in doğum günü için toplandıkları o berbat akşam yemeğinde, Esther'in  donmuş bir film karesi gibi olduğu yerde çakılıp kalması dikkatini çekmişti. Kocasının bu durumlardan haberinin olmaması normaldi. Zira adam karısı uyurken evden çıkıyor, geç vakitlerde eve döndüğünde onu uyur buluyordu. Daha dün, birlikte doktora giderlerken, son anda frene basmış olmasaydı ciddi bir kazaya sebebiyet verecekti. Kim bilir ne kadar zamandan beri bu durumdaydı. Evde ocağı açık unutabilir ya da sözgelimi balkondan kendini atabilirdi. Kesik kesik bir hipnoz hali yaşıyordu zaten.

Çocukluğunda başından kötü bir olay geçmiş olmalı, diye düşündü. Belki de bu yüzden ne ailesinden ne de çocukluğundan bahsediyordu. Adeta bir sünger çekmişti geçmişine. Esther hakkında bildiği tek şey, aynı zamanda Kemal'le tanışmalarına vesile olan, onun Berlin'deki dil okulunda öğretmenlik yapmasıydı. Bir de doktorun muayenesinde büyük bir ilgiyle yanına koşup seyrine doyamadığı zambak saksısının, küçükken evlerinin ön bahçesindeki beyaz zambak çiçeklerini hatırlattığını söylemişti her nasılsa.  Bunun dışında çocukluk yıllarına dair bir soru sorulduğunda, şekilden şekile giriyor, konuyu değiştiriveriyordu hemen. Gördüğü bütün bu kâbusların, hayallerin nedeni çocukluğunda yaşadığı bir şiddet, tecavüz ya da kaynağı meçhul bir travma olabilirdi. Acaba küçük yaşta bir tecavüze mi uğramıştı? Belki de tanığı biri… Demek ki, dedi içinde harekete geçen ses, sadece bizim ülkemizde olmuyormuş böyle şeyler. Eğer durum böyleyse, bu olayı herkesten gizlemesi normal karşılanabilirdi belki. Yok, yok her halükârda biricik arkadaşına yardım etmek zorundaydı. Doğru olanı yaptığına inandırdı kendini. Kendini arkadaşının yerine koydu. Ne yapardı aynı şeyleri yaşamış olsa? Hasan’la paylaşır mıydı başından geçen bu talihsiz olayı?

Arkadaşını düşünmekten kendini alamıyordu bir türlü. Ailesinden biri miydi yoksa o pisliği yapan kişi? Anne ve babasından hiç bahsetmemesinin bu olayla bir ilgisi var mıydı? Düğününe bile dayısı dışında hiçbir yakını gelmemişti. O da sadece bir gün kalmış, memleketine dönene kadar ağzını bile açmamıştı. Bu işin içinde bir iş vardı mutlaka. Kafasındaki soruların ardı arkası kesilmiyordu Selma’nın. Bu düşünceler beyninde birbiri ardına dizilirken bir yandan Timur'un karnını doyurmaya çalışıyordu. Tam o sırada salondan gelen telefonun sesine kulak verdi. Arayan Esther’di. Her şeyin yolunda gittiğini, doktorun yarın saat dokuza randevu verdiğini söyledi.

 ***

Kartvizit üzerinde yazılı adresi bulmak taksi sürücüsü için zor olmamıştı. Esther kapıda kendisini bekliyordu. Beş katlı iş merkezinin asansörüne binip ikinci kata çıktılar birlikte. Önlerinde açılan yarı saydam otomatik cam kapıdan içeri girdiler, danışma yazan bankoya yanaştıkları sırada Cevdet Bey yanlarına gelip hararetle karşıladı iki arkadaşı.

- Hoş geldiniz hanımlar, dedi gülümseyerek. Salonun karşı köşesindeki odayı işaret ederken şöyle buyurun, deyip yol gösterdi. Hem Esther, hem de Selma gergin hallerini gizlemeye çalışarak doktoru takip ettiler. Genişçe bir odaya soktu onları Doktor.

- Birazdan doktorunuzla tanıştıracağım sizi, gidip ona geldiğinizi haber vereyim, dedi yanlarından ayrılırken. Az sonra danışmada gördükleri sarışın kız yanlarına geldi, okuyup imzalaması için Esther'e bir kağıt uzattı. Köşedeki yuvarlak masayı kullanabileceklerini söyledi, kapıdan çıkarken son anda aklına bir şey gelmişçesine geri döndü.

- İçecek bir şey alır mıydınız efendim, çay, kahve? diye sordu, gülümseyerek.

- Birer çay alalım, zahmet olmazsa, dedi Esther, bakışını kağıttan kaldırırken.

- Peki, nasıl arzu ederseniz, dedi genç kız, sessizce kapıyı çekip gözden kayboldu.

Her operasyon öncesi hastalara imzalatılan türden bir belgeydi önlerindeki. Esther, merakla kâğıdı eline alıp incelemeye başladı. Selma, gülerek takıldı arkadaşına,

- İyice oku, büyük bir borç batağının içine sokmasınlar şimdi seni, dedi. Biliyorsun minik minik yazıların içinde ne tuzaklar saklıyorlar. Esther arkadaşını umursamayıp gözlerini önündeki kağıttan ayırmadı. Bir süre sonra sessizliğini bozdu.

- Bu kadarı da olmaz ki dedi, sinirlenerek, Şuna bakar mısın? Tatbik edilen tedavi sonucunda ortaya çıkabilecek her türlü olumsuzluktan kliniklerini sorumlu tutamazmışız, diye söylendi.

- Demedim mi ben sana. Ama seni büyük borç içine sokmuyorlarsa, boş ver imzala gitsin dedi, Selma. Bu belgeleri imzalatmadan kıllarını kıpırdatmaz bu doktorlar. Hadi, getir bir an önce imzalayalım şunu.

Esther, şaşırmıştı. Selma'nın yüzüne dik dik baktı.

- Sen imzalamayacaksın zaten. Benimle birlikte sadece doktor Cevdet Bey imzalayacak. Esther'in yüzündeki yapmacık keder, geri dönüşü olmayan sanal yolculuğa başladığının ilk işareti gibiydi.  

- Tamam, tamam dedi, Selma. Sıkma canını, kararını verdin bir kere, neyse bir an önce olsun, bitsin. Umarım faydasını görürsün. 

Beyaz önlüklü kadın elindeki tepsiyle kapıyı tıklatıp girdi odaya. İnce belli bardakların içinde dumanı tütmekte olan çayları sehpaya bıraktıktan sonra "Afiyet olsun." deyip ayrıldı yanlarından.

Esther, bir yandan çayını yudumlarken önündeki sayfaları teker teker çevirip imzalamaya başladı.

Selma kendini iyice gergin hissediyordu. Heyecanını bastırabilmek için ellerini ovuşturuyor, içine düştüğü bu kaostan bir an önce kurtulmak istiyordu. Beyaz ve gri tonların hakim olduğu odayı incelemeye koyuldu. Beyaz duvarlar, beyaz koltuklar, yuvarlak açık gri bir masanın etrafında sadece oturulacak yeri koyu gri kumaşla kaplanmış beyaz dört sandalye... Karşı duvara bitişik siyah renkli plazma televizyon çift renkli odanın ahengini bozuyordu sadece. Geniş pencereden giren güneş ışınları odayı fazlasıyla aydınlatıyordu. Başını çevirip arkasındaki duvara iple asılı siyah beyaz resme takıldı gözleri. Beyaz fonun üzerinde spiral sarımlı şekiller başını döndürmeye başlayınca bakışını ellerinin arasına aldı. 

Az sonra duydukları bir çift tık sesiyle gözlerini kapıya diktiler. Cevdet Bey, beyaz önlüklü, orta yaşlarda, top sakallı ve gözlüklü bir adamla birlikte girdi içeri.

- Sizleri Prof. Dr. Kenan Soykan Beyle tanıştırmak istiyorum, dedi. Kendisi hipnoterapi konusunda ülkemizin en iyi hekimlerinden biridir.

Devam edecek.


80800

25 Mart 2021 Perşembe

DÜNYANIN EFENDİSİ - ROBERT HUGH BENSON


Kitabın Adı: Dünyanın Efendisi

Yazar: Robert Hugh Benson

Çeviren: Buğra Özmüldür 

Sayfa Sayısı: 394

Yayınevi: (Arunas) Kirpi Yayıncılık

Türü: Roman

Şu sıralar özel olarak seçmediğim, bir yorum ya da öneri sonucunda okumaya karar vermediğim kitaplar çıkıyor karşıma. Eşimin ya da çocuklarımın önceden satın aldığı farklı türdeki birçok kitap arasından rastgele birini alıp okuyorum. Dünyanın Efendisi de oğlumun aldığı kitaplardan biri.

Farklı yönlerden ilgimi çeken bu kitabın yazarından bahsedeyim önce. Robert Hugh Benson (1871-1914);  İngiltere'de doğan yazar, eğitimini tamamladıktan sonra Canterbury Başpiskoposu olan babası tarafından İngiltere Kilisesine rahip olarak atandı. 1896 yılında babasının ani ölümünün ardından Orta Doğu seyahatine çıktı. İngiltere Kilisesinin durumunu sorgulamaya başladıktan sonra Roma Katolik Kilisesinin iddialarını değerlendirmeye ve çeşitli Anglikan topluluklarında dini yaşamı keşfetmeye başladı. 1903 yılında Roma Katolik Kilisesine kabul edilmesiyle birlikte vaizleriyle popüler oldu. Dini vazifelerinin yanı sıra üretken bir yazar olan Benson, Rahip Monsenyör rütbesini aldıktan sonra 1914 yılında zatürreden yaşamını yitirdi. 

Oyunculuk deneyimine sahip Buğra Özmüldür'ün çevirisini başarılı bulduğumu söyleyebilirim. Özmüldür, Sihirli Annem dizisinde Cem karakterini canlandırmış. Romandaki yazım hataları ihmal edilebilir düzeyde.

Öncelikle bu romanın Katolik bir din adamı tarafından yazılmış olmasının bende şaşkınlık yarattığını söyleyebilirim. Türü bakımından distopik bilim kurgu denilse de benim bakış açımdan bu eser ütopik bilim kurgu sınıfında. Başta Hıristiyanlık ve özellikle Katolik mezhebi olmak üzere tüm inanç sistemini tenkit eden Dünyanın Efendisi romanından övgüyle bahseden Papa Francis'in, yazarın gelecekteki ideolojik sömürgeleştirme dramasını gördüğünü ifade etmesi ve kitabın okunmasına destek vererek demek istediklerinin kitabı okuyunca anlaşılacağını söylemesi karşısında bir kez daha şok oldum. Zira Müslüman bir din adamının buna benzer bir kitap yazması durumunda, yazara derhal ölüm fetvası çıkartılacağına dair en ufak şüphem yoktu.

Bir diğer husus, kitabın bundan 114 yıl önce, 1907 yılında yazılmış olması. Yazar, romanında en az bir asır sonraki yaşam koşullarına ilişkin birçok kehanetlerde bulunuyor ve bu konularda detaylı betimlemeler yapıyor. Bu kehanetlerin sonraki yıllarda ilham kaynağı olduğu ve bazılarının da gerçekleştiği söyleniyor. Örneğin "volör" adındaki hava aracı bunlardan biri. Beyaz kanatları olan, büyük motorlara sahip, alçaktan uçup ağır ya da hızlı yol alabilen, uçak ve zeplin arası bir araç bu. Bunun dışında kauçuk malzemeyle yüksek yalıtım, yerin altında suni güneş sistemleri ile aydınlatılan konut ve binalar, dört yüz metre genişliğinde toplu ulaşım yolları, yüksek tahrip gücü yüksek patlayıcılar, ötenazi klinikleri gibi çağının çok ötesinde konulara değiniyor.

Yazar, romanını kaleme aldığı tarihten bir asır sonraki zaman diliminde dini inançlara yer vermeyen ve bilinen ideolojilerden tamamen farklı yeni bir dünya düzeni tasavvur ediyor. Öyle ki, ABD Başkanı Bush "Yeni Dünya Düzeni" nden bahsetmesiyle birlikte "Dünyanın Efendisi" kitabı yüz yıl aradan sonra yeniden gündeme geliyor. Bu kez Vatikan söz konusu kitabın referans alınacağı endişesiyle yeni dünya düzenini sorgulamaya başlıyor. Peki yazarın yeni dünya düzeni olarak öngördüğü nedir? Her ne kadar fazla detaya girilmese de, ticaret, politika ve hükümet anlayışlarının yeniden biçimlendirildiği ve tüm tehditlerin ortadan kalkmasıyla birlikte savunma çalışmalarının anlamını yitireceği bir dünya anlıyoruz. İnanç sistemlerine yer vermeyen bu ideoloji hümanizm olarak adlandırılıyor. Dünya, ABD'nin başını çektiği ve Avrupa'yı da içine alan batı ile Çin ve Japonya'nın liderliğindeki Doğu İmparatorluğu olmak üzere iki güçten oluşmuşken Ortodoks ve Protestan mezhepleri ve diğer doğu dinleri terk edilmiş, geriye üçüncü bir güç olarak Roma'ya sıkışmış Katolik mezhebine bağlı Hristiyan toplumu kalmış durumda. Bu esnada Tanrı insan olarak ortaya çıkan gizemli bir Amerikan senatörü doğu ve batıyı birleştirip laik düzene önderlik ediyor. Bütün insanların derin saygı duyduğu Felsenburgh adındaki bu senatör yozlaşmış Hristiyan inancına karşı büyük bir mücadele başlatıyor. Doğal olarak inanç sahipleri  Felsenburgh'u deccal olarak niteliyor ve sonraki faaliyetlerini büyük gizlilik içinde yürütmeye devam ediyorlar. Ancak bu durum fark edildiğinde Felsenburgh komutasında yüzlerce volörden oluşan bir filo Roma'ya baskın düzenleyip toplantı halindeki bütün Katolik liderlerini imha ediyor. Romanın baş kahramanı İngiltere İşçi Partisi milletvekili Oliver Brand'a (yeni düzenin şiddet kullanmasından sonra bunalıma girip ötenazi hakkını kullanan) karısı Mabel'in yazmış olduğu veda mektubu oldukça etkileyici. 

Dünyanın Efendisi, sürükleyici, akılda kalıcı, zevkle okuduğum ve tavsiye edebileceğim romanlardan biri oldu.