Karısının başına bir şey geleceği aklının ucundan bile geçmemişti. Esther adını duyar duymaz panik içinde koştu odasına. Masasının üzerinde sessize alıp bıraktığı cep telefonuna uzandı. Toplantıya girdiği andan itibaren farklı numaralar tarafından defalarca aranmıştı. Hasan da o arayanlardan biriydi. Birbiri ardına tam beş kez deneyip cevap alamadığından olsa gerek, şirket telefonundan Nalân’a ulaşmayı başarmıştı sonunda. Ne yapacağını bilmez halde eli ayağına dolandı Kemal'in, kalbinin sıkıştığını hissetti. Titreyen parmaklarını zorlukla denk getirip bastı arama tuşunun üstüne. Telefonun ikinci kez çalmasına fırsat vermeden Hasan'ın keyifsiz sesi çınladı karşı taraftan.
- Abi, yengemin durumu iyi değil sanırım, hemen yola çıksan iyi olur.
- Hasan, ne oldu yengene, çabuk söyle, kaza falan mı geçirdi?
- Hayır abi, kaza falan yok Allah’a şükür ama yanında olmamız gerekiyormuş. Ben de yola çıktım, varmak üzereyim.
- Ya, delirtme beni, nerede yengen, evde mi, düştü mü, ne oldu?
- Ben de bilmiyorum ne olduğunu. Az önce özel bir klinikte olduklarını söyledi Selma bana. Arayıp sana haber vermemi istedi, şu anda yengemin yanındaymış kendisi. Bulundukları yerin konumunu attı, ben de hemen sana gönderdim. Abi, ne olur soru sormayı bırak ve bir an önce yola çık, Esther'in başına ne geldiğini inan ki bilmiyorum, gidince göreceğiz bakalım.
- Ne işi var klinikte? Uff, niye bana haber vermedi? Allah'ım, yoksa bir şey mi yaptı kendine? Birşeyler olacağını sezmiştim zaten. Hemen geliyorum, benden önce varıp bir şeyler öğrenebilirsen ara mutlaka.
Telefonu kapatmasıyla odadan dışarı çıkması bir oldu Kemal'in. Sekreterin odasında kardeşinin gönderdiği konuma baktı. WhatsApp'ta yazan adrese ulaşmak için en az yarım saatlik yolu vardı. Nalan'ın beti benzi atmıştı, çaresizlik içinde yüzünü buruştururken sağ elinin tersiyle diğer elinin avucunu dövüyordu. Kemal, tam kapıdan çıkarken Ümit'le burun buruna geldi.
- Kemal Bey, çok telaşlı görünüyorsunuz, kötü bir haber aldınız sanırım.
Kemal, Ümit'in yanından sıyrılıp asansöre doğru koşarken arkasına dönüp seslendi.
- Hiçbir şey bilmiyorum, Ümit. Sen toplantıya dön, Feridun Bey'e acilen çıkmam gerektiğini söylersin.
Ümit, Kemal'e yetişmeye çalışırken arkasından bağırdı.
- Durun, durun. Bu halde araba kullanamazsınız, ben de geleyim ya da şoför bıraksın sizi.
- Lüzumu yok, sen dediğimi yap, toplantıya dön hemen.
Ümit asansör hareket edene kadar Kemal'i izledikten sonra hızlı adımlarla Nalan'ın yanına gitti. Tombul sekreter hâlâ yerinde duramıyor odasında dönüp duruyordu. Onun bu halini gören Ümit, bir şeyler öğrenirim umuduyla sordu.
- Ne olmuş, Nalan? Kemal Bey'i hiç bu halde görmemiştim.
- Ne olduğunu bilmiyorum ama eşini hastaneye kaldırmışlar sanırım.
- Neden ki, kaza falan mı geçirmiş?
- Hayır, kaza geçirmemiş. Dedim ya, nedenini ben de bilmiyorum.
- Sen aşağıya telefon et, şoför hemen arabanın yanına gitsin, Kemal Bey araba kullanacak durumda değil. Ben toplantıya dönüyorum. Önemli bir haber alırsan mutlaka bildir bize.
- Peki, efendim, dedi Nalân Ümit'in peşinden.
Esther'i alıp götürdükten sonra aradan bir saatten fazla bir zaman geçmesine rağmen arkadaşından haber alamayan Selma, sonunda dayanamayıp bekleme odasından dışarı çıkmıştı. Birşeyler öğrenmek umuduyla danışma masasındaki görevli kızın yanına yaklaşırken giriş holündeki olağanüstü durumu fark etti. Kliniğin genelinde belirgin bir hareketlilik göze çarpıyordu. Beyaz önlüklü sağlık personeli panik içinde bir kapıdan diğerine koşarken ardı ardına verilen talimatlar, koridorun duvarlarına çarparak ufalanıyor, uğultu haline gelip Selma'nın kulağına çarpıyordu. Birden fikrini değiştirip danışmaya arkasını döndü ve kalabalığın yoğunlaştığı koridorun sonundaki kapıya yöneldi. Kapının önü içeride neler olduğunu anlamaya çalışan meraklı insanlarla dolmuştu. Güçlükle kalabalığın arasından sıyrılıp kapı aralığından içeri doğru baktığında Cevdet Bey’le göz göze geldi. Doktor Selma'yı fark eder etmez hemen dışarı çıktı ve genç kadının yanına geldi. Üzüntüsü ve çaresizliği yüzünden okunan doktorun sesi titriyordu.
- Kontrolümüz dışında bir şeyler oluyor, dedi Doktor. Bütün çabalarımıza rağmen trans durumundan çıkaramıyoruz arkadaşınızı, bugüne kadar karşılaşmadığımız bir durum!
Duydukları karşısında eli ayağı kesilmiş, başı dönmeye başlamıştı Selma'nın. Bunun bir rüya olmasını ne kadar çok isterdi. Genç kadın bayılmak üzereyken koluna giren Doktor onu koridora açılan odalarından birine sokarak masanın karşısındaki koltuğa oturmasını sağladı. Sehpanın üzerinden limon kolonyasını aldı, avucuna döktüğü açık sarı sıvıyı Selma'nın yüzüne serpti, bileklerini ovmaya başlayınca genç kadın biraz kendine gelir gibi oldu, hafifçe araladı gözlerini. Titrek bir sesle,
- Bir an önce Kemal'e, yani Esther'in eşine haber vermemiz lâzım, dedi.
Doktor öne eğdi başını. Mecburen kabul etmek zorunda kalmıştı kadının bu isteğini. Selma, siyah çantasından telefonunu çıkardı, Hasan'ı arayıp ona hiç vakit geçirmeden Kemal’in kliniğe gelmesi gerektiğini söyledi.
Bir süre sonra sakinleşmişti Selma. Endişeli gözlerle doktora baktı.
- Ne olacak şimdi, ya kendine gelmezse...
- Gelin benimle, dedi Cevdet Bey. Selma'nın elinden tutarak oturduğu koltuktan kalkmasına yardımcı oldu. Koluyla kalabalığı yarıp onu Esther’in bulunduğu odaya götürdü. Şifreli üç tıklamanın ardından kapalı kapı açıldı. Hipnozu yöneten Prof. Dr. Kenan Saygın, yüzünü asmış, çaresizlik içinde Esther’in uzandığı yatağın yanına dikilmiş, sessizce bekliyordu. Gözlerinin feri kaybolmuştu. Selma’yı fark edince gözlerini kaçırdı ve bakışını yere çevirip konuşmaya başladı.
- Arkadaşınızı iki kez uyandırdık, her seferinde avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı. Ne kadar sakinleştirmeye çalıştıysak başarılı olamadık. Gözlerini sonuna kadar açıp el kol hareketleri yapıyor, bir şeyler anlatmak istiyor, ağzından anlamsız sesler çıkarıyordu. Sanki bir şeyden korkuyormuş gibiydi, gözleri dönmüş halde bağırırken kendini odadan dışarı atmaya çalışınca hemen hemşireyi ve personeli çağırdık, onlara da bağırıp aynı tuhaf hareketleri yapmaya başladı. Baktık ki kendine ve çevresine zarar verecek, personelin yardımıyla zor kullanarak yatağına yatırdık, daha sonra yorulduğundan olsa gerek yavaşça gözlerini kapadı. Birkaç dakika sonra uyanıp yine aynı şekilde çığlık atmaya başladı. Kollarını bağladığımızdan ayağa kalkamadı bu sefer. Bir süre sonra tekrar uykuya daldı. Şu anda kan değerleri normal görünüyor ama hastayı trans halinden henüz çıkaramadık maalesef...
Selma'nın gözü kararmaya başlamıştı yeniden, bir sis bulutunun ardında beyaz önlüklü bir sürü insan cereyana tutulmuşçasına titriyordu önünde adeta. Başı dönüyor, dizlerinin bağı çözülüyordu. Ayakta kalabilmek için büyük çaba gösteriyordu. Cevdet Bey, hemşireye seslendi. Kollarının altına girdikleri kadını yere düşmeden yakalayıp çuval gibi sürüklediler ve duvarın dibindeki koltuğa oturttular.
- Selma Hanım, iyi misiniz? diyerek peş peşe durumunu soran Cevdet Bey, rengi bembeyaz kesilen kadının bileğine bastırdığı baş parmağıyla kalp ritmini kontrol ediyordu.
Bir süre sonra rengi yerine geldi Selma'nın, ağır ağır gözleri aralandı. Korktuğu başına
gelmişti. Kemal neredeyse gelmek üzere, diye geçirdi aklından. Ne diyecekti şimdi ona. Bir an önce sakinleşip aklını başına toplaması gerekiyordu.
- Bir şeyler yapmamız lazım, bu durumu nasıl açıklarız Kemal Bey’e der demez kendini tutamayıp ağlamaya başladı.
Kenan Bey, kapıda bekleyen genç doktora seslenip hemen ambulansın hazırlanmasını isterken Selma'nın telefonu çaldı. Hasan, kliniğe geldiğini söylerken, bulundukları yeri soruyordu. Ağlamaklı bir şekilde "Bekle, geliyorum" deyip kapattı telefonu. Yatağına bağlı bir şekilde hareketsiz yatan Esther’e bir kez daha bakıp odadan çıktı dışarı.
Hasan, endişe içinde danışmanın önünde kıvranıp duruyordu. Selma'nın geldiğini fark etmedi bile. Yanı başında biten sese çevirdi kafasını. Karısı heyecanla bir şeyler anlatmaya çalışıyordu.
- Sorma Hasan, bak başımıza neler geldi, dedi Selma, gözyaşlarına
boğuldu. Neye uğradığını şaşıran adam, gözlerini açıp karısını omuzlarından kavradı.
- Ne işiniz var burada? diye çıkıştı, hesap sorarcasına. Selma ne
diyeceğini bilemedi bir an. Gerçekten de Esther'e uyup niye böyle gizli kapaklı işlere kalkışmıştı. Bu işte bir bit yeniği olduğu baştan belliydi.
- Çok kötü şeyler oldu, çok kötü, dedi. Hıçkırıklarını tutamıyordu.
- Yaa, meraktan çatlatacaksın, şunu bana baştan anlatsana,
ne işiniz var bu klinikte?
- Esther, dedi. Uzun zamandır rahatsızmış, sürekli kâbuslar,
hayâller görüyormuş.
- Eee? dedi, Hasan, sabırsızlıkla.
- Ama bu rahatsızlığını herkesten gizlemiş şimdiye kadar. Doktor onu buradaki bir hipnoterapi uzmanına yönlendirmiş. Benden kendisine eşlik etmemi rica etmişti, ben de onu kıramadım. Allah kahretsin, niye karşı çıkamadım, nasıl kabul ettim bunu ben.
Hasan meraktan çatlamak üzereydi.
- Sonra, sonra ne oldu, anlat hadi.
- Hipnozdan sonra tam olarak uyanamamış diyor doktorlar, iki kez gözlerini
açmış ama tuhaf çığlıklar atıp çırpınmaya başlamış. Ama en önemlisi...
- Neymiş daha önemli olan? diye sordu, Hasan.
- Esther’in bu rahatsızlığından haberi yok Kemal'in. Uzun zamandır tedavi gördüğünden, ilaç kullandığından ve buraya geleceğinden ona hiç bahsetmemiş. Esther, beni de sıkı sıkıya tembihledi, kimseye söylemeyeyim diye. Off, Allah'ım şimdi ne diyeceğim ben Kemal'e?
Selma, bildiklerini kocasına anlattıktan sonra biraz rahatlar gibi olmuştu. İçindeki zehrin bir kısmını akıtmıştı sanki ancak bunu Kemal'e anlatmanın zorluğunu az çok tahmin edebiliyordu.
- Hay Allah, nasıl yapar bunu yengem? diye söylendi Hasan. Nasıl ağabeyimden saklar hastalığını? Şaşkınlığını bir türlü atamıyordu üstünden. İnanamıyorum, kocasından habersiz… Doktorlar, klinikler… Ağabeyimin nasıl haberi olmaz bunlardan? Off, off, ah be Esther, ne yaptın sen...
Devam edecek