Kemal, kliniğin bulunduğu adrese geldiğinde binanın girişine yanaşan ambulans dikkatini çekmişti. Arabasını hemen arkasına yanaştırıp kapının önünde bekleyen valeye anahtarı uzattı. Tekerlekli hasta sedyesini taşıyan iki sağlık personelinin peşine takıldı, almaya geldikleri hastanın eşi olduğunu söyledikten sonra onlarla birlikte hasta asansörüne binip ikinci kata çıktı. Üzerinde “Özel Saygın Hipnoterapi Kliniği” yazılı sürgülü cam kapıdan içeri girerken olanlara inanamıyordu. Hasan, Esther’in kaza geçirmediğini söylemişti ama içini saran kötümser duygulardan bir türlü kurtaramıyordu kendini. Hipnoterapi kliniğinde ne işi vardı karısının. Niye ambulans çağırmışlardı? Kalbi mi durmuştu yoksa? Durumun acil olduğu su götürmez bir gerçekti. Tekerlekli sedyeyi taşıyan görevlilerin arkasında koşarken bir an önce sevgili Esther'ini görmek istiyordu. Selma'yla birlikte danışmanın önünde bekleyen Hasan, kendini kaybetmiş bir halde kliniğe dalan ağabeyini görür görmez hareketlendi hemen.
- Dur bir dakika nereye gidiyorsun? diyerek önünü kesti Kemal'in.
- Ne olmuş, nerede Esther? Girişe ambulans getirmişler, neler oluyor söyleyin bana? diyerek öfkeyle bağırıyordu Kemal.
- Uyuttular, şimdi odasında dinleniyor, dedi Selma, endişeyle. Gözleri şişmişti, son derece üzgün görünüyordu. Aslında ne diyeceğini, olayı nasıl anlatacağını, nereden başlayacağını bilmiyordu. Ellerinin titrediğini fark etti. "Merak etme, korkulacak bir şey yok." demeyi çok isterdi ama arkadaşının başına gelenler en çok kendisini korkutuyordu. İyisi mi gerçeği doktorlardan öğrensin, diye geçirdi aklından. Hep birlikte Esther’in odasına doğru yürümeye başladılar.
Kol ve bacaklarından bantlarla bağlanmış vaziyette yatağında baygın yatan Esther’in göz kapakları hafifçe aralandı. Hemen koştu yanına Kemal, dizini yatağa dayayıp, Esther'in başına koydu elini.
- Geçmiş olsun bir tanem, ne oldu sana böyle? diyerek şefkatle okşadı saçlarını karısının.
Esther, yavaşça araladı gözlerini, nerede olduğunu anlamaya çalışıyor gibiydi, çevresine bakındı bir süre. Sonra gözlerini fal taşı gibi açarak öfkeyle avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı. Başını sert bir şekilde sağa sola çevirip saçlarını okşamaya devam eden Kemal’in ellerinden kurtarmaya çalıştı kendini. Aklını yitirmiş gibiydi. Beyaz örtünün altında çılgınca tepinip ayaklarını kelepçelerinden kurtarmaya çalışırken, fırtınaya tutulmuş bir sandal gibi çalkalanıyordu yatağı. Doktor Kenan Bey, ambulans ekibine sedyeyi odaya almalarını söyledi. Cevdet Bey, iki hemşire ve diğer sağlık görevlileri çaresizlik içinde olanları izliyordu. Karısının bu hali korkutmuştu Kemal'i, arkasını dönüp yatağın yanından uzaklaştı, elleriyle yüzünü kapatırken kapıya doğru ilerledi. Hasan ve Selma ne yapacaklarını bilmez halde bakışlarını bir Esther'e bir Kemal'den tarafa çeviriyor, yerlerinde duramıyorlardı. Birkaç dakika sonra iyice yorgun düşen Esther'in çırpınmaları azaldı, çığlıkları iniltiye dönüştü. Boş gözlerini çevresindeki insan kalabalığının üzerinde gezdiriyordu. Yanına yaklaşan ve onu içi acıyarak süzen Selma'ya dik dik baktı bir süre. Diğerleri gibi onu da ilk kez görüyor gibiydi. Seslerin kesildiğini gören Kemal, geri dönüp tedirgin halde yatağa doğru yanaştı. Onu görür görmez Esther'in yüzü değişti. Korku ve kızgınlık bürümüştü gözlerini yeniden. Genç kadının nefret dolu, delici bakışları altında kanının donduğunu hissetti, Kemal. Birkaç dakika bu şekilde bakıştıktan sonra Esther, yeniden çırpınmaya, çığlık atarak bağırmaya başladı. Odadaki herkes bir şeyin farkına varmıştı. Esther'in tepkisi Kemal'in üzerinde yoğunlaşıyordu. Kemal yanına yaklaştığında, canavar görmüşçesine korkuyor, tuhaf sesler çıkararak bütün gücüyle bağlarından kurtulmaya çalışıyordu. Sonunda Kemal de bu durumun farkına varmış, acısı bir kat daha artmıştı. Çaresizce arkasını dönüp odadan dışarı çıkarken hemşirelerden birinin Esther’e sakinleştirici iğne yaptığını fark etti. Kısa bir süre sonra tekerlekli sedyeye alınan Esther, Kemal'in şaşkın bakışları altında asansöre doğru yol alıyordu. Cevdet Bey, Esther’i yalnız bırakmamıştı, o da sedyenin peşine takılmıştı. Kemal'in tahmini doğru çıkmış, ambulans Esther için hazırlanmıştı. Koridor boyunca hızla yol alan sedyenin yanındaki sağlıkçılardan biri, baygın haldeki kadının koluna ince hortumlarla bağlanmış bir serum torbası tutuyordu.
Kemal, sedyenin götürüldüğü yöne bir hamle yaptı. Kendisine sorup danışmadan nereye götürüyorlardı karısını, bütün bu yaşadıkları kâbustan başka bir şey olamazdı. Başını geri çevirdi, Doktor Kenan Bey ve beyaz önlük giyen birkaç sağlık görevlisinin yanında Hasan ve Selma'nın beklediğini gördü. Hepsi donmuş film karesi gibi hareketsizdiler. Adeta gurbete yolcu uğurlarmış gibi kederli yüzleriyle asansöre doğru hızla ilerleyen sedyenin peşine takılmıştı bakışları. Hayır, bu asla gerçek olamazdı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Öfkeden çıldırmak üzereydi Kemal, sanki görünmez bir el boğazını sıkıyordu. Hırsla kravatını gevşetti, sedyenin peşinden gitmekten vazgeçip doktorların yanına döndü, koridorda avazı çıktığı kadar bağırmaya, kliniği birbirine katmaya başladı.
- Söyleyin, ne yaptınız karıma? Hepinizi pişman edeceğim. Tazminat davası açacağım size, diyerek ortalığı inletiyordu. Kenan Bey, Kemal'i sakinleştirmenin imkânsızlığını anlamıştı. Onun bu sakinliği daha da çıldırtmıştı Kemal’i. Oda kapısının önünde var gücüyle salladığı yumruk, neredeyse yüzünde patlıyordu doktorun. Hasan tam zamanında önüne geçip bu tatsızlığa engellemişti. Yaşanan arbedede araya giren klinik çalışanları Kemal’in elinden zor kurtarmışlardı doktoru.
- Abi ne yapıyorsun Allah aşkına, sakin ol, öfkene hakim ol biraz, doktor bir anlatsın ne olduğunu. Bu şekilde davranırsan hiçbir şey öğrenemeyiz. Sen şimdi bekle burada beni, yengemi nereye götürdüklerini öğreneyim.
Hasan korkudan kendini odaya kapatan doktorun yanında bir süre kaldıktan sonra dışarı çıktı. Sakin görünmeye çalışıyordu, ağabeyi ile birlikte kendisini merakla bekleyen Selma'yla göz göze geldi. Ambulansın Esther’i nereye götürdüğünü doktora sorup öğrenmişti.
- Hadi, dedi, ağabeyinin kolundan çekiştirerek. Bunun
hesabını daha sonra sorar, ne olduğunu öğreniriz ama şimdi yengemi yalnız
bırakmayalım. Üçü birlikte merdiven basamaklarından hızla inerlerken Kemal, Selma’ya döndü bu kez.
- Neler oluyor Selma, benden sakladığınız bir şeyler olmalı. Söyler misin Esther’le bu klinikte ne işiniz var? Neden bana karşı bu kadar tepkili, ne yaptım ben ona? Sana hiç bahsetmedi mi
hastalığından?
Selma’nın en çok korktuğu sorulardı bunlar. Ne diyeceğini bilemiyordu. Adımları karıştı birbirine, son basamağı inerken tökezler gibi oldu. Hasan atik davranarak koluna girmiş, düşmesini önlemişti. Sıkı sıkıya tembihlemişti Esther, ağzından bir şey kaçırmamalıydı. Esther’le yakın dostluğunu bilenlere bir şey bilmediğini söylemesi ne ölçüde ikna edici olurdu. Ne Hasan, ne Kemal yutardı bu numarayı. Bir taraftan Esther’e verdiği sözleri düşünürken, Kemal’in bir şeyler öğrenmek için ısrarla üzerine gelmesi çift yönlü huzursuzluk yaşatıyordu Selma'ya. Esther’le aralarındaki sırrı sonsuza kadar taşıyabilecek miydi? Telefonda Hasan’a anlattıkları geldi aklına. Esther’in ruhsal problemleri olduğunu söylemişti kocasına fakat doktorunun onu hipnoterapi merkezine yönlendirdiğini anlatmamıştı. Bunları Hasan’la paylaşmak konusunda o kadar zorlanmamıştı ancak aynı şeyleri Kemal’e anlatmak hiç kolay değildi. Belki her şeyi göze alıp bütün bildiklerini dökmeliydi ortaya. Kendisinin baştan beri Esther'in yanında bulunduğunu Hasan’dan öğrenecekti. Hasan, ağabeyine telefonla haber verdiğinde onun klinikte olduğunu söylemiş olmalıydı. “Bir şey bilmiyorum.” demesi hiç inandırıcı gelmeyecekti Kemal'e, üstüne üstlük bir de yalancı durumuna düşecekti. Evet, derhal anlatmalıydı bildiklerini. Ama yine de, Cevdet Bey’le önceden karşılaştığını, Esther'in onu muayenehanesine götürdüğünü, doktorun bütün sorumluluğu üzerine alıp sanki hasta yakınıymış gibi tedavi onay belgelerini imzaladığından söz etmeyecekti. Bunları bilse, Kemal'in "İki kafadar bir olmuş, boyunuzdan büyük işlere kalkmışsınız" diyerek onu suçlayacağından adı gibi emindi. Valenin arabayı getirmesini beklerlerken Selma, mahcup bir şekilde Kemal'in yanına yanaştı.
- Biliyorum ağabey, ilk sana söylemesi gerekirdi Esther'in, dedi. Can sıkıntısıyla içini çekti. Esther hasta, psikolojik rahatsızlığı varmış. Birkaç hafta önce benden bir doktor ismi istemişti. Ben de ona yakın bir arkadaşımın tavsiye ettiği Cevdet Bey'in adını verdim, şu anda Esther'in yanında olduğunu sanıyorum onun. Ama Hipnoterapi Merkezindeki Doktor Kenan Bey'i tanımıyorum. Esther bugün için ondan randevu almış, sabah beni telefonla arayarak kendisine eşlik etmemi rica etmişti. Onu kıramazdım, burada olmamın sebebi bu. İnan bana, bütün bildiğim bundan ibaret.
- Peki, neden gizledi bütün bunları benden. Ya sen, sen niye söylemedin bana Esther'in hasta olduğunu.
- Haklısın ağabey, işlerin bu hale geleceğini bilseydim saklar mıydım hiç? Çok söyledim Esther'e, durumunu sana anlatsın istedim. Ama bilmiyorum niye, yaşadığı sıkıntıları kimseyle paylaşmak istemiyordu. Kemal'in işi yeterince sıkıyor onu, bir de benimle nasıl uğraşsın diyordu bana sürekli. Sıkı sıkıya tembihlemişti beni, kimseye hastalığından bahsetmeyeyim diye. İstersen sor, Hasan'ın bile haberi yok Esther'in durumundan.
Önlerine gelen Kemal’in arabasına bindiler üçü birlikte. Hasan doktordan aldığı adresi cep telefonunda bulmuş ve navigasyonun gösterdiği yöne göre tarif ediyordu yolu ağabeyine. Arka koltukta ellerini kenetleyip oturan Selma başını öne eğmiş derin düşüncelere dalmıştı. Susmak belki tek çıkar yoldu onun için. Kemal kendi kendine söyleniyordu, karısının kendisine niye bu şekilde davrandığını bulmaya çalışıyordu kafasında. Bazen düşüncelere dalıp Hasan'ı duymuyor, yanlış yöne sapmak üzereyken son anda durumu fark edip direksiyonu sert bir şekilde aksi yöne kırıyordu. Esther'den başka bir şey yoktu aklında.
- Nasıl olur, neden, neden söylemedi hasta olduğunu bana? Biliyorum. Benim suçum, son zamanlarda çok ihmal ettim. Gözleri doldu. Anlamalıydım, dinlemeliydim onu. Aklına geldikçe daha önce yapmış olduğu hatalar birer birer geçiyordu gözlerinin önünden. Allah kahretsin, diye bağırdı. Lanet olası işler, çevremde hiç kimseyi görecek hal bırakmadı bende. Gecemi gündüzümü, bütün hayatımı işle doldurdum, Esther'i dinleyecek, ona bana derdini anlatacak zaman bırakmadım. Gözlerinden yaşlar boşalırken başını direksiyona dayadı. Hasan, tedirgin olmuştu.
- İyi görünmüyorsun ağabey, istersen yer değiştirelim. Sıkma canını. İş dünyası
böyle işte, adamın ciğerini sökerler. Biz de farkındaydık, işlerine bu
kadar kendini kaptırdığını. Doğrusunu istersen asıl senin başına bir şey
gelmesinden korkuyorduk hepimiz. Yengem hiç hesapta yoktu. O da kendini yalnız hissetmiş olmalı, epey acı çekmiş, belli. İnşallah kısa zamanda
atlatır, birlikte oturur konuşursunuz bu konuları.
Hasan'ın bu kadar açık konuşması rahatlatmıştı Selma'yı. Kemal'i yaralayacağını bilse de çekinmeden kendi fikrilerini söyleyebilecek cesareti bulmuştu kendinde.
- Evet, her fırsatta işlerin seni ne kadar yıprattığını dile getiriyordu. Her an bir şey olacak endişesiyle seni takip etmek onun için bir işkenceydi adeta. Çektiği yalnızlığının yanı sıra diğer bir konu da içine düştüğün durum karşısında bir şey yapamamanın çaresizliğiydi. Bu yüzden kendini, işe yaramaz, zavallı biri olarak görüyordu.
Devam edecek