Bankadan parayı çekip eşimle birlikte tapunun yolunu tuttuk. İnternet bağlantısı mı yokmuş, bilgi işlem merkezinde hatadan mı kaynaklanmış bilmiyorum, satış gerçekleşmedi. Çantaya doldurduğumuz 30 deste iki yüzlükle evimize dönmek zorunda kaldık. Bizim için büyük para tabii. Tam o sırada kızım yemeğe çağırdı. O günün telaşıyla eşim yemek hazırlamamıştı. Yanımızda taşımanın daha büyük risk olduğunu düşünüp çantayı yatağın altına sakladık ve kapıyı iki kez kilitleyip evden ayrıldık.
İki saat olmamıştı eve döndüğümüzde. Kapı açıktı, yüreğim ağzıma geldi. Hemen koşup yatağın altına baktım. Çantanın yerinde yeller esiyor. Eyvah dedim eşime, para gitmiş. Eşim çığlığı bastı, "Aman Allah'ım mahvolduk, iyice baktın mı?" diye sordu. Yatağın altındaki eşyaları telaşla yere attık ama çanta ortada yoktu. Karşı komşu sesleri duyunca kapıya çıktı. "Hırsız girmiş eve, zararımız büyük" dedim çaresizlik içinde. Yaşlı bir teyzeydi, şaşkın gözlerle acıyarak baktı yüzüme. "Polise haber verdiniz mi?" diye sordu. "Ne polisi dedim, daha yeni geldik eve."
"Gelsin polis, parmak izine falan bakar, belki bulurlar izini." dedi Neriman Teyze. Karakol iki sokak ötedeydi. Hemen koşup yanlarına gittim. Danışmadaki polis beni birkaç polisin oturduğu geniş bir odaya gönderdi. Olayı anlattım, bir kağıda yaz bunları altını imzala dedi polisin biri. Dediğini yaptım. "Bitti mi, hepsi bu kadar mı?" diye sordum. "Evet, şimdi bekleyeceğiz bakalım, belki ortaya çıkar." derken müstehzi gülümsemesi beni çılgına çevirdi. Bekleyince nasıl ortaya çıkabilir diyecek oldum ama devlet memuruna hakaret gerekçesiyle haklı pozisyonumu aleyhime çevirmemek için susmamın doğru olacağına karar verdim. Eve döndüğümde eşim kriz geçiriyordu.
Bir saat sonra üç polis geldi. Evde keşif yaptılar. "Kapıyı açık bulduğunuza göre kapıdan girmiş olmalılar." dedi genç olanı. Zekasına hayran kaldığımı söylemek çok isterdim ama yanlış anlaşılmaktan korktum. Kuruma benzer kara bir tozla kapı kollarını buladılar, fırçalayarak güya parmak izi aradılar.
Ertesi sabah emlakçıya durumu bildirdik. Dedik durum böyle böyle, para gitti. Eşim durup beklemekle olmaz git şu karakola takip et, ne yapmışlar ne etmişler bir ilgilen diye söyleniyordu. Atı alan Üsküdar'ı geçmişti. Polisin hırsızı bulacağına dair en ufak bir ümit kırıntısı yoktu bende. Ama yine eşimin dediğini yapıp çıkıp gittim arka sokaktaki karakola. Danışmaya selam çakıp doğruca önceden ifade verdiğim odaya yöneldim. İfademi alan genç polis masanın önündeki iki sandalyeden birine oturmamı işaret etti. Merakla "Bir gelişme var mı?" diye sordum. "Çay içer misin?" dedi. Baktım ki adam bir şeyler anlatacak, çay sevmediğim halde peki dedim. "Bak dostum" dedi. "Bunlar çete, hepsinin kaydı var bizde. Bu ne bir ilk ne de son olacak. Sana tavsiyem anlaşmaya bak. Yoksa bizim sana pek yardımımız dokunmaz. Adamı yakalar, savcılığa teslim ederiz, iki saat sonra arka kapıdan çıkarlar." Şaşırmıştım. Bir polis yanındaki arkadaşlarının önünde bir hırsız çetesiyle anlaşmamı öneriyordu!
İsyan ettim tabii. "Ya olur mu böyle şey, bunu bana nasıl teklif edersiniz." diyecek oldum. Hatta daha ileri gidip "Bu sizin göreviniz, bunun için vergilerimizle sizin maaşınız ödeniyor." diyecektim ki hemen kendimi toparladım. Zaman kötüydü, bir tatsızlık çıkması işime gelmeyecekti, ne de olsa ellerine düşmüştüm. Niyetli olduğumdan değil ama sadece meraktan "Peki nasıl anlaşacağız bu çeteyle?" diye sordum. "Sana numarasını veririm arkadaşın, genelde paranın yarısını alırlar ama ben sana yüzde otuza getiririm. E, bizim buradaki arkadaşlara da bir çorbalık atarsın artık." dedi. Kulaklarıma inanamıyordum. Çayımı bitirip yardımları için teşekkür ettim polislere. Eve dönüp eşime anlattım durumu. Eşim yine sinir krizi geçirmeye başladı, "Gitti bütün paramız gitti." diyerek gözyaşı döküyor. "Git" dedi, "Git en tepedekine Valiye anlat durumu. "Burası muz cumhuriyeti mi?"
"Ya," dedim. "Şimdi koca Vali bu iş için benimle görüşmeyi kabul eder mi?" Eşim kızdı bana. "Senin elinden de bir iş gelmez zaten." dedi. "Git, parti il başkanına, durumu anlat, o senin için Vali'den randevu alır." Hayatımda bir parti binasına adım atmayan ben, mecburen parti il başkanlığının yolunu tuttum. Doğrusu çok güzel karşıladılar, çay falan ikram ettiler. Ayıp olmasın diye içtim çaylarını. Kırk kırk beş yaşlarında ablak yüzlü bir adamı gösterdiler. "Memduh Bey size yardımcı olacak." dediler. Adama baktım bir şeye benzetemedim. Boşa zaman harcadığımı düşünerek içten içe beni buraya gönderen eşime kızıyordum. Memduh Bey, telefonla birine talimat verircesine konuşurken beni görünce işaret parmağını kaldırıp bir dakika müsaade istedi benden. Süt dökmüş kedi gibi usulca, biraz da çekinerek masasının önündeki sandalyeye çöktüm. En azından bir çeyrek saat konuşmasını bitirmesini beklerken önümdeki sehpaya bir çay daha bıraktılar. İl binası iş takipçileriyle hınca hınç doluydu. Herkes işini görmek için telaşla parti görevlilerine dertlerini anlatıyordu. Sonunda telefon konuşması bitti Memduh Bey'in. "Hah, tamam çayın gelmiş, evet söyle bakalım, nasıl yardımcı olalım sana?" diye sordu. Adamın özgüveni karşısında hayli şaşırmıştım. Sanki halledemeyeceği bir iş yokmuş gibi konuşuyordu. Karşısında ezildim desem yeridir. "Valiyle görüşmek istiyorum, bir maruzatımı ileteceğim."
"Peki," dedi. "Recep Bey bizden, hemen arayıp görüşmeni sağlarım." Bir kez daha şaşırmıştım. Derdim nedir, Valiyle ne işim olabilir diye sormamıştı bile. Telefonda numarayı tuşlarken bana boş bir kağıt uzatıp adını soyadını yaz buraya." dedi. "Sayın Valim, yanına bir partilimizi gönderiyorum, seninle ufak bir işi varmış, yardımcı oluver." dedi ve adımı, soyadımı verdikten sonra dönüp "Şimdi hemen git Vali Beyin yanına, toplantıya girmeden önce seninle görüşecek." dedi. Gözlerimi açtım, sormak, emin olmak istedim. "Hemen, şimdi mi?"
"Tabi tabi hemen git adamı bekletme, selamımı söylersin, işini halledecek senin." Eşime zekasından dolayı hayranlığım bir kat daha artmıştı. Doğru ya, her işin bir yolu yordamı vardı. Lâkin konuştuğum adamın adını unutmuştum. Yeniden sormaya utanıyordum ama beni bu utançtan yine kendisi kurtardı. "Memduh Bey, sizi aramış dersin." dedi. Rahat bir nefes aldım. İl binasından çıkıp bir taksiye atladım. Trafik berbat, hava cehennem gibi yanıyordu. Şoföre Valiyle randevum olduğunu söyledim biraz acele etsin diye. Ne var ki adamcağızın yapacağı pek bir şey yoktu.
Kan ter içinde merdivenleri tırmanıp makama geldim. Vali beni kapıda karşıladı ve içeri aldı. Bir kez daha şaşırmıştım. Gel dedi, masasına değil de geniş odasının ortasındaki koltuklardan birine oturmamı istedi. Kapıda beliren odacıya bize iki çay getir dedi. Karşıma oturup söyle bakalım evlâdım, nedir sıkıntın dedi, babacan tavrıyla. Gördüğüm ilgiden ne diyeceğimi unutmuştum. Derin bir nefes alıp kendime geldim. "Efendim soyulduk, evimize hırsız girdi." dedim. "Sahi mi, geçmiş olsun." dedi, kaşlarını kaldırıp gözlerini açarak. "Ancak efendim daha önemlisi, karakola gittiğimde polisler bunu bir çetenin yaptığını ve onlarla anlaşırsak çaldıkları paranın bir kısmını kurtarabileceğimi söyledi." dedim. Bunu nasıl söyleyebildiğime inanamıyordum. Ama söylemesem basit bir hırsızlık olayını Vali'ye niye getiriyorsun diye kızacağını düşünmüştüm. Vali kaşlarını çattı. "Olamaz böyle bir şey, ben göreve geldiğim tarihten bu yana il sınırları içinde hiçbir hırsızlık vakasıyla karşılaşılmadı. Herkes huzur ve güven içinde. Avrupa'nın en refah vilayetiyiz. Eskiden her taraf çöplüktü. Bak şimdi her yer yüksek korumalı gökdelen." dedi. Bozulmuştum. Odacı çayları getirip önümüze koydu. Ne diyeceğimi bilemiyordum. "Ne yani yalan mı söylüyorum?" diyemedim. Koca Vali yalan mı söyleyecekti. Ama benim param çalınmıştı. "İyice aradınız mı evi, bir yerlere koymayasınız, evden biri almış olmasın yanlışlıkla," dedi. "Yok efendim, iyice aradık, para mara yok evde." dedim. "Neyse," dedi, "Hiç kuşkun olmasın, eğer bir hırsızlık olayı varsa güvenlik güçlerimiz gerekeni yapacaktır." dedi. Çayımızdan birer yudum çektik birlikte. "Ben şimdi Süleyman Bey'i arıyorum, sen hemen git onun yanına, işini halletsin, hani sanmıyorum ama eğer yine de dediğin gibi bir hırsızlık olayı varsa o ortaya çıkarır." dedi. "Süleyman Bey?" dedim, kim o dercesine. "Yahu nasıl tanımazsın, İl Emniyet Müdürümüz Süleyman Bey'i. Onun uçan kuştan haberi vardır. Şıp diye bulur paranı kimin çaldığını." Çayından bir yudum daha aldı. Ben aptallaşmış bir halde, çayı unutmuş onu dinliyordum. Dudaklarım titreyerek "Gerçekten mi?" diye bir soru çıktı ağzımdan. Vali birden ayağa kalktı. "Ne demek gerçekten mi, ben bu ilin Valisiyim, yalan mı söyleyeceğim sana. Hadi hemen git Süleyman Beyin yanına." dedi. Beni kovuyor mu, yardımcı mı oluyor anlamadım ama bayağı sarsılmış, moralim bozulmuştu. Bu arada polislerin çetelerle birlikte çalıştığı konusunun nasıl olduysa lâfın arasında kaynadığını fark ettim.
Bu işten bir şey çıkacağı yok, işin ucunu bırakıp eve dönmeliyim diye geçirdim aklımdan. Eşim geldi gözümün önüne, vazgeçtim. Başladığım işi bitirmeliydim. Valiliğin önünden bir taksi çevirdim. "Emniyet Müdürlüğüne" dedim. Yarım saat sonra İl Emniyet Müdürlüğünün basamaklarını çıkıyordum. Kapıdaki polis memurlarına Süleyman Bey'le randevum var dedim. Asık suratlı polis memuru kimliğimi istedi. Çıkarıp verdim. Polis bir yere telefon etti ve ismimi verdikten sonra "Peki, geçin ikinci kata çıkacaksınız." dedi. Emniyet Müdürünün özel kaleminin odasına vardım, görevli, Müdürün toplantıda olduğunu ve oturup beklememi istedi. Makamın bulunduğu oda kapısı açılıp kapanıyor, odacılar ellerinde bir sürü dosyalarla içeri girip çıkıyorlardı. Beklerken siyah gözlüklü, takım elbiseli mafya reisi kılıklı bir adam ve yanında iki koruması çıktı. Televizyonda buna benzer adamları görüyordum izlediğim dizilerden. Beklemekten uykum gelmişti. Bir saattir içeriye kabul edilmemi bekliyordum. Sonunda sekreter olduğunu düşündüğüm hoş bir hanım, "Buyurun, Süleyman Bey sizi bekliyor ama fazla meşgul etmeyin beyefendiyi." dedi. "Peki, teşekkür ederim." deyip kılık kıyafetime çeki düzen verdim ve kapıyı vurdum. İçimi yine bir heyecan dalgası sarmıştı. Müdür, makamında oturmuş, önündeki evrakları imzalıyordu. Muhtemelen içeri girdiğimin farkında bile değildi. Hafifçe öksürüp kendimi belli ettim. Başını kaldırdı. "Ha, geç otur." dedi. Karşısındaki koltuklardan birine oturdum. "Efendim, Recep Bey..." demeye kalmadı, sözümü kesti. "Evet, evet biliyorum, söyle nedir derdin?" dedi. Geldiğime geleceğime pişman olmuştum. Buradan sağ salim çıkabilirsem kendimi şanslı sayacaktım. "Efendim, sağlığınız." dedim farkında olmadan, nezaket gösterdiğimi sanarak.
Birden yerinden fırladı, Süleyman Bey. "Ne diyorsun be adam, sağlığım senin niye derdin olsun?" Altıma yapıyordum çıplak kafalı müdürün hiddetli tavrından. Kekeleyerek "Estağfurullah efendim, sağlığınıza duacıyım demek istedim." dedim. Koltuğuna oturup ellerini havaya kaldırdı. "Sinirlerim tepemde zaten, bir de seninle uğraşmayayım şimdi" dedi. Yüzüm kıpkırmızı olmuş, şakaklarımdan boncuk boncuk terler süzülüyordu. Çok yanlış bir zaman seçmiştim. Emniyet Müdürü, "Gördün mü?" diye sordu, burnundan soluyarak. "Neyi efendim?" dedim. "Az önce odamdan çıkanı. Sedat denen o şerefsiz mafya bozuntusu" dedi. Hiçbir şey anlamamıştım. Cevap vermezsem hırsını benden alacaktı. "Gördüm, efendim." dedim, sinerek. "Kalkmış beni tehdit ediyor." dedi. "Sedat Bey mi?" diye sordum. Bana bir bağırdı ki, pencerenin camları titredi. "Ne beyi, ne beyi dedi. Artistlik yapıyor bana, bacaklarını kıracağım deyyusun." dedi. "Efendim, haddim olmayarak, mahkemeye verseniz şu Sedat deyyusunu. Size bu saygısızlığı nasıl yapar?" Elini masaya vurdu. Gözlerimin içine bakarak, "Sen neden bahsediyorsun, mahkemeye versen ne olacak, memlekette adalet mi var? Adalet olsa ne işimiz var bu mafya bozuntularıyla." dedi. Çay söylememişti, çayı sevmediğim için bu durum hoşuma gitmişti aslında ama benim meseleye de henüz sıra gelmemişti. Hatta baktım ki Süleyman Beyin derdi benimkini katlamış bir anlığına teşekkür edip yanından ayrılmayı dahi düşündüm. Neyse ki konuyu o açtı. "Beni Valiye şikayet etmişsin." dedi. Elim ayağıma dolaştı, ne söyleyeceğimi bilemedim bir an. "Estağfurullah efendim," dedim. "Hiç öyle şey yapar mıyım? Şikayetim, bizim karakolun polisleriyle ilgili." Yerinden sıçradı yine. Saçı olsa başını yolacaktı. Elini başına götürürken bir saç teli aradı yolmak için ama bulamadı. Bu durum onun daha çok sinirlenmesine yol açtı. "Sen beni aptal mı sanıyorsun? O polisler kime bağlı? Ha onları şikayet etmişsin ha beni." Tamam oğlum, dedim kendi kendime şimdi hapı yuttun. Buradan zor çıkarsın. Adam yerinde duramıyor. "Yok efendim, hiç olur mu öyle şey, beni yanlış anladınız." Eliyle kapıyı işaret etti. "Git dışarıda durumunu anlatan bir dilekçe yaz. Adını soyadını, hangi evi alacağınızı, hangi bankadan parayı çektiğinizi, hangi gün parayı kaptırdığınızı, ananın kızlık soyadını vs. hepsini belirt."
Saygıyla geri geri çekilerek selâmladım Müdürü. Kapıyı sessizce açıp dışarı çıktım. Bu günü kazasız belasız atlatmama sevinmiştim. Beyaz bir kağıda Süleyman Beyin dediklerini eksiksiz yazdım. Sekreter "Telefon numaranı da yaz, bir gelişme olursa sizi ararız." dedi.
Savaştan çıkmış gibiydim. Eve geldiğimde eşim ne oldu diye merak içinde önümü kesti. Gel dedim, oturalım, sana her şeyi anlatacağım. "Annem aradı, geçmiş olsun dileklerini iletti. Gerekirse ben size borç vereyim, o evi kaçırmayın, para bulunursa bana geri ödersiniz dedi." dedi. "Bırak şimdi, zaten canım sıkkın" dedim. "Ama emlakçı arayınca, ben ona evi alacağımızı söyledim." dedi. "Bana bir şey bırakmamışsın zaten, niye soruyorsun o zaman." dedim. "Sormuyorum, söylüyorum." dedi. "Peki" dedim. Başka ne diyebilirdim ki.
İki gün sonra yine tapudan randevu alınmıştı. Dairenin rayiç değeri 125.000 TL imiş. Buna göre tapu harcını yatırdım. 125.000 TL yi satıcının banka hesabına kalan 475.000 TL yi de elden verdim. Bize iki katına mal olsa da istediğimiz evi almıştık. Eşim çalınan paranın bir kısmını kurtarmak için Sedat Bey'le konuşmayı önerdi. "Yok," dedim, ona ulaşamam ben. "Valiye, Emniyet Müdürüne ulaştın ama." dedi. "O iş başka, hem parti sayesinde kabul ettiler beni zaten." dedim. "Yine partiye git, rica et." dedi. Aklıma karakoldaki polis geldi. "Tamam dedim, bu işi karakoldaki polisle kestirmeden halledebilirim." Biraz düşündü, sonra dönüp bana, "Yok, en iyisi dava açalım şu karakoldaki polislere. Bulsunlar paramızı, madem bunlar kimin çaldığını biliyor, getirsinler o zaman." Eşime katılmadığımı söyledim. "Bir şey çıkmaz bu yoldan. Vali bile adalete güvenmiyor, biz nasıl güvenelim?" dedim. Eşim sözlerime aldırmadı, dava açalım diye tutturdu.
Önceden tanıdığımız bir avukata durumu anlatarak anlaştık. Adam cin gibi zeki, gençten biri. Bize akıl verdi. "Gidin," dedi. "O karakoldaki polisle anlaşırmış gibi yapın." Ertesi günü evimizin arka sokağındaki karakola gidip o polisi buldum. "Tamam, size paranın yarısını vereceğim, hiç olmazsa dediğiniz gibi diğer yarısını kurtarmış olurum." Adam koltuğuna yaslandı. "Baştan söylemiştim sana, aklın yolu bir." dedi. "Ama ben parayı peşin alırım." "Bu imkansız dedim, bende o kadar para yok siz paranın yarısını alın geri kalanı verirsiniz." Hiç oralı olmadı polis. "En azından kaparo vereceksiniz, yoksa bu iş yaş." dedi, kendinden emin. "Ne kadar?" diye sordum. "En az elli bin" dedi, gerisini parayı aldıktan sonra tamamlarız." Çaresizlik içinde "Peki" dedim. Karakoldan çıkar çıkmaz avukatı aradım. "Elli bini hazırla, git notere seri numaralarını kaydetsinler" dedi. Bir arkadaşımdan borç aldım. Avukat çetin cevize benziyordu. "Gerisini ben ayarlarım, suç üstü yaparız." demişti. İlk kez bu kadar ümitlenmiştim. Sabah bir çantaya koyduğum seri numaraları alınmış elli bin TL'yi yanıma alıp karakolun yolunu tuttum. Karakola varmadan avukatı aradım. Polis beni bekliyordu. "Al işte söz verdiğim gibi." dedim ve "Parayı ne zaman alırım?" diye sordum. "Yarına varmaz alırsın." derken desteleri saymaya başladı. Tam o sırada avukat ve onun ayarladığı polisler baskın yaptı, avukatımın hazırladığı plan tutmuştu. Polisi alıp götürdüler.
Aradan haftalar geçti bizim paradan haber yok. Sadece seri numaraları alınmış elli bin lirayı geri almış ve borç aldığım arkadaşıma iade etmiştim. Avukat davayı açmıştı. İlk duruşma günü ifadeler alındı. Duruşma kanıtların toplanması için iki ay sonraya ertelendi. Öğrendim ki bizim polis üç gün sonra serbest bırakılmış. Canım sıkılmıştı.
İki ay sonra davanın seyrinin değiştiğini görünce çılgına döndüm. Davayı derinleştiren hakim 600.000 TL lik evi 125.000 TL gösterip vergi kaçırdığım iddiasıyla bizi suçluyordu. Eşime dönüp "Gördün mü işte, sana bu ülkede adalet yok demiştim." diye çıkıştım. Üç ay sonraki duruşmada 50.000 TL cezaya çarptırıldım. Avukata baktım, "Ne yapabilirim, bana bunu söylemedin." dedi. Haklıydı, söylememiştim. "Peki diğer konu ne oldu?" diye sordum. "Hakim polis hakkında delil yetersizliğinden dolayı beraat kararı verdi." dedi. "Hani dedim, suçüstü yaptırmıştın?" Avukat, başını kaşıdı. "Haklısın, yani haklıydık," dedi. "Ama haklı olmak davayı kazanmaya yetmiyor." Adliye'den başımız önde ayrılırken birden karşıma Sedat Bey, yani Sedat çıktı, hani şu mafya reisi olan. Eşime biraz beklemesini söyleyip hemen koştum yanına.
"Sedat Abi, dedim" Bunu neden yaptığımı bilmiyordum ama nedense yapmıştım işte. Tanımıyordum kendisini ama bir şeyler çekmişti onu bana. "Eşini de al gel şu kafede oturalım bir çay içelim." dedi. Eşime işaret edip yanımıza gelmesini istedim. "Bu Sedat Bey, bu da eşim." diyerek tanıştırdım. Sedat, yanındaki adamlara eliyle işaret edip uzaklaşmalarını söyledi. Gittik kafede kendimize köşede bir yer bulduk. "Hayırdır Sedat Abi," dedim. "Canını sıkan bir şey yok inşallah." Sedat etrafına bakıp garsona seslendi. "Oğlum bize üç çay getir, şöyle demi yerinde olsun." Eşime döndü, "Yenge karnın aç mı bir şey söyleyeyim mi sana?" Eşim neler olduğunu anlamamıştı. "Teşekkür ederim, çay kâfi." dedi. Derin bir nefes aldı Sedat. "Her şeyi biliyorum." dedi. Şaşırmıştım. "Ağır Ceza Hakiminin yanından geliyorum." dedi. "Kendisine hem ifade hem de ufak bir hediye verdim." Telefonuna davrandı. "Oğlum, dedi bana 610 getirin hemen." Kuşkulanmaya başlamıştım. Silah mı istiyor nedir bu 610 dedim kendi kendime.
"Banka müdüründen sizin bankadan 600.000 çektiğiniz haberini aldım ve takibe aldım. Tapudaki arkadaşlardan rica ettim, işinizi yarına sarkıtsın diye. Evden çıktığınızda parayı evde bıraktığınızı tahmin etmek zor olmadı. Adamlarım evden paranızı aldı. Ama size şerefim üzerine yemin ederim bu paranın tek kuruşu bana bulaşmadı. Yüzde yirmisi Recep Abinin, yüzde yirmisi Temiz Süleyman'ın, geri kalanı da bankadaki, tapudaki, adliyedeki, emniyetteki arkadaşların, bir kısmı benim ekipteki dostlarımın ve bir kısmı da parti il başkanlığının. Ama bana yamuk yaptılar, mafya dediler, pislik dediler. Kendileri temiz, ben pislik öyle mi? Görecekler bundan sonra. İpliklerini nasıl pazara çıkaracağım. Biz aile değil miydik Recep Abi dedim. Beni dışladılar, hafife aldılar. Göstereceğim onlara.." Benim ve eşimin gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Dayanamayıp sordum. "Yani paramıza siz mi çöktünüz?" dedim. "Anlatıyorum ya, hepsi paylarını aldılar, benim payıma düşene de göz diktiler. Ama helâlleşeceğiz. Vallahi helâlleşeceğiz. Billahi helâlleşeceğiz. Hem onlarla hem sizinle."
Sizinle? Bir anda ürperdim. Başımdan aşağı kaynar sular boşaldı. Nutkum tutulmuştu. Yanımıza adamlarından biri geldi ve Sedat'a büyükçe bir paket getirdikten sonra sessizce ayrıldı. Paketi bana uzattı. Kesin bombadır bu dedim kendi kendime. Her an patlayacak bir bomba! Adam hem kendini yakacak hem de bizi. "Burada 610.000 TL var, alın bu sizin, hakkınızı helâl edin." dedi. "600.000'i anladım ama bu 10.000 neyin nesi" dedim. "Bu avukatınıza verdiğiniz para" dedi. "Peki bunu siz nereden biliyorsunuz?" diye sordum. Acı acı gülümsedi. "Benim bildiğimi yerli ve milli istihbarat bile bilemez dedi ve ekledi. "Sizin avukat arkadaşınız da benim adamlarımdan biri. Hikâyenizi o anlattı bana, oradan biliyorum." Eşimle birbirimizin yüzüne baktık şaşkın bir halde. Otuz yıldır tanıdığımız avukat arkadaşımız Erkan, Sedat'ın adamıymış? Pes doğrusu. "Çok teşekkür ederiz, Sedat Abi." dedim. "Ne demek." dedi, gülümsedi. Ayağa kalktı ve garsona seslendi, "Hesaplar benden." Garson çocuk, "Peki Reis" dedi. Arkasını dönüp gitti. Şaşkınlığımızı üzerimizden atmak uzun sürdü. Eşim "Sedat polis mi?" diye sordu. "Hayır, kendisi mafya reisi, ama polisin ne farkı var ki." dedim.
İlk işimiz eşimin annesinden aldığımız borcu ödemek oldu. Eşim, "Sedat bir şey unuttu." dedi. "Neymiş?" diye sordum. "Şu bizim dava sonucunda ödediğimiz 50.000 TL vergi cezası." Başımı sağa sola salladım. "Hayır, dedim. "Onun bunu unuttuğunu hiç sanmıyorum." Hak yerini bulmuştu.
Önemli Not: Bu tamamen kurgu bir öyküdür. Olay ve kişi isimlerinin gerçek olay ve kişilerle denk gelmesi sadece tesadüften ibarettir.