"Kötülüğün kaynağı nedir? Size bilerek kötülük yapan birine tavrınız ne olur?"
Kötülük meselesi yüzyıllarca tartışılan ancak hiçbir filozofun ve dini otoritenin üzerinde fikir birliği sağlayamadığı bir problem. Bu konu üzerinde düşüncelerimi ifade edebilmek için bir kitap yetmez aslında. Fakat burada niyetim felsefe yapmak, Tanrı'nın kötülüğü neden var ettiğini sorgulamak değil. Nedir bizi kötülüğe iten nedenler? Kıskançlık, intikam, makam, kariyer ve para hırsı, çekememezlik, bencillik, sevgisizlik... Bu ve benzeri davranış biçimlerinin hepsi, aynı zamanda evrensel ahlâka ters düşen duygu ve düşünceler.
İstemeden başkalarına kötülük yapmış olabiliriz. Ancak burada esas konu, bilerek yaptığımız kötülükler. İşin tuhaf yanı bilerek, isteyerek asla kötülük yapmadığımıza, her daim başkalarının kötülüklerine maruz kaldığımıza, hem çevremizi hem de kendimizi inandırmaya çalışırız. Hiç birimiz kötü insan olarak görmez kendini. Yaptığımız kötülüklere bir sürü bahaneler bularak temize çıkarmaya uğraşırız kendimizi. Eğer hepimiz iyiysek o zaman yapılan onca kötülüğün sahibi kim?
Kötülük çevremizdeki bir canlıya zarar vermektir. Bazen düşünürüm, köpeğe yapılan bir eziyet gördüğünde içinin yandığı kadar bir karıncayı incitince aynı hassasiyeti neden göstermez insan? Oysa her ikisinin de kendi çapında canı var. Hangi canlı diğerinden üstün olsun ki! Bazen eylemlerimiz başkasına zarar verir, bu kötülüktür. Bazen de herhangi bir eylemde bulunmadığımız için zarar görür birileri, bu dolaylı bir kötülüktür. Bana en büyük kötülük nedir diye soracak olursanız; cana kıymak ve insan onurunu zedelemek kötülüklerin en başında gelir derim. Savaşlarda can verenler, haksızlığa uğrayıp yıllarca demir parmaklıklar arasında hayatını tüketenler, zalimlerin elinde işkence görenlerin hepsi kötülüğün kurbanları.
Bir bakıma kötülüğün içinde yaşıyoruz. Ayakta kalabilmenin, kendimizi var edebilmenin yolu çoğu zaman kötülükten geçiyor. Bazen kendimizi kötülükten korumak için kötülük yapmak zorunda kalabiliyoruz. İş yaşamında birçok mesai arkadaşımız oluyor, hep birlikte terfi almak, takdir görmek, saygınlık kazanmak ve daha fazla gelir elde etmek için mücadele ediyoruz. Şimdiye kadar bulunduğu pozisyonu daha fazla hak ettiğini düşünüp kendisinden daha alt görevde çalışan bir arkadaşına devreden birine rastlamadım. Çıkarımızı düşünen amirlerimizin verdiği işleri yapmak için daha büyük gayret sarf ediyoruz. Bencilliğimiz nedeniyle liyakat sahibi ve adil yöneticiler yerine bize iyi davranan, yaptığımız hataları hoş gören, biraz geç gelsek sesini çıkarmayan amirleri tercih ediyoruz. Liyakatı olmayan yöneticilerin kendimiz de dahil olmak üzere topluma verdiği kötülükleri görmek ne yazık ki işimize gelmiyor. Böyle bir düzende ne kadar suçluyuz?
Dünyanın daha yaşanılır hale getirebilmek için sadece iyi olmanın, iyilik yapmanın yeterli olacağına inanmıyorum doğrusu. İnsanlardan gelebilecek kötülüklerden sakınmanın, kendimize ve çevremize zarar verebilecek kişilere karşı gerekli tedbirleri almanın daha mantıklı bir çözüm olduğu görüşündeyim. Bu bakımdan insanın doğuştan gelen kıskançlık, hırs, çekememezlik ve bencillik gibi özelliklerini bütün kötülüklerin kaynağı olarak kabul etmek ve buna göre hareket etmek zorundayız.
Peki bize karşı yapılan kötülükler karşısında tavrımız ne olmalı? Elbette hemen bir fırsatını kollayıp bize kötülüğü yapan o kişiden intikam almak aklımıza gelmemeli. Bilerek, isteyerek kötülüğü dokunan bir kişiyi yok saymak en akıllı yoldur bence. O kişi ile aynı ortamı paylaşmak zorundaysam eğer, ondan gelebilecek yeni bir kötülüğüne karşı daha sıkı önlem alırım. Eğer yapabilirsem bana kötülük yapan kişiyle selâmı sabahı keserim, bu mümkün olamıyorsa, kendisiyle arama mesafe koyarım. Bütün bu tepkilerim, bilmeden veya farkında olmadan bana zarar verenleri kapsamaz elbette.