Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz tüm canlılığıyla devam ediyor. Önceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Önümüzdeki hafta 2022 yılının ikinci ayını devirmiş olacağız. Dünyada ve özellikle ülkemizde süregelen pandeminin yanı sıra ekonomi başta olmak üzere karşılaştığımız birçok problem, yaşamımızı az ya da çok etkiliyor. Bilim ve teknolojik gelişmeler insanı daha mutlu etmeye yetmiyor. Sevgili Deep, Ağaç Ev Sohbetlerinde bu haftanın konusunu sen belirle deyince, uzun zamandır zihnimi meşgul eden bazı hususlara ilişkin düşüncelerinizi duymak istedim. "Ne için yaşıyoruz? Size göre bizi diğer canlılardan ayıran en temel özellik nedir? Eğer dünyaya gelişinizin bir hikmeti varsa, sizden beklenenleri ne ölçüde yerine getirdiğinizi düşünüyorsunuz?"
Eşime bu haftanın konusu "bu" deyince, soruyu soran kişinin intihara meylettiğini söyledi hemen. Sorunun sahibi benim deyince gülmeye başladı, "Senin gibi rahat bir adam intiharı düşünecek s0n kişi olabilir ancak." dedi bu kez. Soru her ne kadar iç karartıcı görünse de çoğu zaman hepimizin aklını kurcalar durur. Çocukluk döneminden sonra, hayatın akışına kapılıp sürüklendiğimiz yıllar, devamlı bir koşturma ve yaşam mücadelesi içinde geçmekte. Zaman zaman içimize bir hüzün çöktüğünde, bir yakınımızı yitirdiğimizde, canımız bir şeye sıkıldığında, ya da düşünmeye zaman ayırdığımız boş bir anımızda aklımıza düşer bu soru, ne için yaşıyoruz?
İlk akla gelen cevap, "bilmiyorum" olur muhtemelen. Biraz daha derin düşününce, bunun sakıncalı bir soru olduğuna kanaat getirir, yaşamın sonunda bir şey elde edilemeyeceği gerçeği karşısında hayatın boş olduğunu düşünüp hiçbir şey yapmak gelmez içimizden. Çok kitap okuyayım, çok zengin olayım, doktor olayım, dünyayı gezeyim, peki sonra... Kocaman bir hiç! Bu bilinmezlikten sebep, ortaya çıkan dinler ve türlü inanç sistemleri insanın belki de asla cevap veremeyeceği bu soruya kendilerince bir takım rivayetler ileri sürmek suretiyle gönüllerdeki boşluğu doldurup insanların yüreğine su serpiyor. Dindarlar, dünyanın biz insanlar için "bir imtihan yeri" olduğuna inanır. Bu bazı insanları büyük ölçüde rahatlatıyor belki ama konunun sadece inanç ekseninde ele almak bana kâfi gelmiyor.
Bence, tesadüfen yani şans eseri geldik dünyaya. Ne kadar özel olduğumuzu göstermek için milyonlarca sperm arasındaki yarışta birinci olduk diye hep bize gaz verir kişisel gelişimciler. Acaba gerçekten öyle mi? O yarışta en iyisi biz miydik? Onca sakat doğum bu tezi çürütmüş olmuyor mu? Madem bu bir yarış, o zaman milyonlarca benzeri arasında, ipi ilk göğüsleyen, en iyi, en sağlıklı, en akıllı, en gürbüz olmuyor bazen? Görüyorsunuz, işte bu bir şanstan ibaret sadece. Bazı kardeşlerimiz yumurtaya uzak düşüyor, bazıları ise bu rastlantısal yolculukta aniden önünde beliren yumurtaya bodoslamasına çarpıyor. Ya da şanssızlık! Kim bilebilir, belki de bizi içlerinde en salak bulmuş olabilir diğer milyonlarca kardeşimiz, hepsi bir olup dolduruşa getirmiş olabilirler bizi, hep bir ağızdan, hadi aslanım sen yaparsın, bak dünya nefis bir yer demiş, hatta arkamızdan itmiş olamazlar mı? Olabilirler, bence. Bakın bunu size ispatlayamam ama kabul edin, siz de aksini ispatlayamazsınız.
Neyse, öyle ya da böyle, geldik işte dünyaya bir şekilde. Madem geldik ve bizleri yaşatmak için ellerinden geleni yaptı anne ve babalarımız, her şeyden önce bize duydukları karşılıksız sevgiye bir karşılık vermek durumundayız. Onlar ölmemizi bırakın en ufak bir acı çekmemizi bile istemezler. O halde yaşayacağız ve kendimize iyi bakacağız. Sonra onların istedikleri gibi güzel bir eğitim alacağız ve ardından iyi bir meslek sahibi olacağız. Yaşamak için başımızı kurtaracak, evlenip çoluk çocuğa karışacağız. Annelerimiz, babalarımız mutlu mu, mutlu. Fakat yeni bir yaşam nedenimiz zuhur ediyor bakın şimdi. Eşimiz, çocuklarımız... Birlikte bir yaşam sürmeye söz veriyoruz, iyi günde, kötü günde, sağlıkta, hastalıkta, varlıkta, yoksullukta. Eee, söz namus. Ya çocuklar? Onlar da aman bizi bir an önce dünyaya getirin diye yalvarmadılar bize herhalde. Anne ve babaları olarak bizler karar verdik onları yapmaya, her ne kadar büyüklerimizden gelen baskısının bir miktar payı olsa da. Artık çocuklar için yaşamak gerek bir de. Bu döngüyü bir sorumluluk ya da bir görev olarak düşünmek mümkün ancak onlar benim yaşama nedenlerim. Şimdi şaşıracaksınız belki, soracaksınız bana, mutluluk yaşamın neresinde? Gayet basit cevabım, onlar mutlu, ben mutlu.
Peki, bireysel olarak haz aldığım, mutlu olduğum, iyi ki doğmuşum bu hayatı yaşamışım dediğim anlar yok mu? Var elbette, bu kötüler dünyasına gelmeseydim keşke dediğim anlar olduğu gibi... İnsan her zaman önüne bazı hedefler koyar. Ne için yaşıyorsun diye sorulduğunda, ya da kendi kendine neden yaşadığını sorduğunda, o hedefleri gösterir. Önceleri, güzel bir yaşam sürmek olur hedeflerimizin en başında. Güzel yaşayınca ne olacak? Mutlu olacağım, deriz. Belki sorun burada, mutluluk dediğimiz anlık bir şey. Anında gelir, geçer... Karşımıza mutlu olacağımız küçük ya da büyük hedefler koyarız devamlı. Onların bir kısmı istediğimiz gibi gerçekleşir, mutlu oluruz bir süre, sonra geçer. Mutluluk kırpıntıları, acıların, zorlukların, sıkıntıların arasına serpiştirilmiş, onların ne zaman karşımıza çıkacağını bilemeyiz. Yani özetle, yaşama gereğinden fazla anlam yükleyip ondan çok şey beklemenin doğru olmadığını düşünüyorum.
Bence diğer canlılardan farklı değiliz. Düşünen tek varlık olarak böbürlenmemize hiç gerek yok öyle. Ne için yaşadığımızı bilemediğimiz sürece bu konudaki fikrim bu. İnsanoğlunun bilemediği, çözemediği o kadar çok şey var ki... Diğer canlılar da aynı insanlar gibi doğuyor, büyüyor, kendisine benzer bir varlık bırakıp geldikleri gibi yok oluyor. Aklımız bize ne kazandırdı? Birbirimizi boğazlamayı, dünyayı kirletmeyi, birbirimize kazık atmayı sadece. Ha az kalsın unutuyordum, doğru, bir de İHA'lar, SİHA'lar yapmayı...
Elbette dünyaya gelişimin bir sebebi var. Neyse ki bilim bunu çözmüş. Tahmin ettiğiniz gibi yıllar önce dünyaya gelmeme annemle babam sebep olmuş! Sebep belli! Hem ailemin hem de toplumun tam da beklediği bir insan oldum evet. Ruhum anarşist olsa da düşündüklerimi eyleme dökemedim. Evet, korkudan, niçin korktuğumu da bilmiyorum. Belki de bu yüzden yaşıyorum hâlâ, niçin yaşadığımı bilmeden...