KATEGORİLER

22 Mart 2022 Salı

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 135

Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz tüm canlılığıyla devam ediyorÖnceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Bu haftanın konusu sevgili DeepTone tarafından belirlendi: 

"Ölmeden önce neleri yapmış olmak istersiniz?"  

Böyle bir soruya cevap veren kişinin aşağı yukarı kaç yaşlarında olduğunu tahmin etmek hiç de güç değil. Sözgelimi sevgili Deep'in cevaplarından biri "buz tırmanışı" öğrenmek! Elbette benim yaşımda birinin böylesine ekstrem bir aktiviteyi hayal etmesi dahi imkânsız. Çocukluk hayallerinin, gençlik ateşiyle tasarlanan gelecek plânlarının kısmen gerçekleştirilmesi, bir kısmının ise, içinde bulunulan koşullar ve imkânsızlıklar nedeniyle asla ulaşılamaz olduğunun kabullenilmesinden sonra yaşama dair hedefler küçülür. Diğer bir deyişle bu yaşlandığımızı gösteren bir işarettir! Burada yaştan kastım doğum tarihine bağlı olan değil hissedilen yaş elbette. Dolayısıyla haftanın sorusu, bir bakıma, içinde bulunduğumuz ruh halinin aynası olacak muhtemelen. Dünyada hatırı sayılır bir süre geçirmiş insanlar için "Ölmeden önce neleri yapmak isterdiniz?" sorusu daha anlamlı olabilir belki. Zira elli altmış yaşında birinin hayali NBA'de basketbol oynamak olamaz ama keşke oynayabilseydim diye hayal kurmasında hiçbir sakınca yok tabii. Bence böyle bir insan hayata bağlıdır, ruhu genç, dünyadan henüz elini eteğini çekmemiştir. 

Bana gelince; kendimi büyük bir final maçında, son dakika golü yememek için orta sahada mütemadiyen top çeviren galip takımın oyuncuları gibi hissediyorum. Gün geçtikçe kaosa sürüklenen dünyamızda savaşlara, kıtlık, kaza ve doğal afetlere maruz kalmadan maçımı tamamlayıp huzur içinde şeref turu atmak istiyorum. Aslında akıllara durgunluk veren hayallerim de yok değil. Sözgelimi, hiç ihtimal vermesem de 3.000 yılını ve hatta 10.000 yılında dünyanın ne hal alacağını görmek isterim.     

Şaşılacak bir şey, Allah sizi inandırsın, bu yaşıma geldim ama ölümden hâlâ korkmuyorum. Düşünüyorum da, tüh bari şunu da yapsaydım deyip gözümün açık gideceği bir şey yok gibi. Fakat fırsat elverdiğince çok kitap okumak, bol bol konser, tiyatro vb. etkinliklere katılmak, yurdun ve dünyanın henüz göremediğim köşelerini ziyaret etmek, güzel sofralarda dostlarla birlikte yiyip içmek, eğlenmek, yeni şeyler öğrenmek yaşayacağım süre boyunca vazgeçmeyeceğim faaliyetler olacak. Özellikle Yunanistan'ın çalgılı, çengili bir sahil tavernasında, uzo ve Akdeniz mezeleri eşliğinde demlenmeden bu dünyadan ayrılmaya hiç mi hiç niyetim yok.

"Keşke" sözcüğünü hiç sevmem. Fakat ruhumu tazelemek için "keşke" lerimden de bahsetmek zorundayım. Beş altı dil konuşup yazmak isterdim sözgelimi. Ayrıca keman, akordeon ya da piyano gibi müzik aletlerinden en az birini hakkını vererek çalmayı becermek ve besteler yapmak hiç de fena olmazdı. Elbette kitap yazmak da isterdim fakat son zamanlarda eline kalem alanın kitap yazdığını görüyorum. Herhangi bir araştırma yapmadım ama memlekette yazar artış oranı okur artış oranından daha fazla gibi sanki. Kötü yazarlar kendime olan güvenimi arttırırken iyi yazarlar, cesaretimin kırılmasına, köşeme çekilmeme neden oluyor. Onca güzel kitabın arasında kim senin yazdıklarını okusun diye dertlendiğim oluyor zaman zaman. Bilgisayar ve yazılım konusunda söz sahibi olmak yine keşkelerimden bir diğeri. Başka mı? Gerisi sağlık...

16 Mart 2022 Çarşamba

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 134

Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz tüm canlılığıyla devam ediyorÖnceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Bu haftanın konusu sevgili DeepTone tarafından belirlendi:

"21. yüzyıl dünyaya neler getirdi?"  

Henüz 21. yüzyılın başındayız. Geçen yaklaşık yirmi yıl, insanlığın daha mutlu bir yaşama kavuşacağına dair en ufak bir umut ışığı göstermedi bana. Bilim ve Teknolojinin gelişmesi, insana yaraşır bir yaşam getirmedi biz insanlara. Tam aksine, sömürü düzenini alevlendirerek fırsat eşitliğini ortadan kaldırdı, zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yaptı. Yaşanan savaşlar, terör, pandemi, çevre kirliliği ve diğer sorunların baş sorumlusu, küresel sermayenin ve onun ateşine odun taşıyan cahil, çaresiz bazen de sadece kendi çıkarını düşünen insanlar... 

Elbette bu yüzyılın sonuna kadar nelerin değişeceğini tahmin etmek hayli zor. Zira bu yazıyı okuyanların neredeyse tamamı -eğer bengi su bulunmazsa- bu yüzyılın sonunu göremeyecek. Zaman içindeki yolculuğumuz daha ne kadar sürer, bundan sonra neler yaşarız meçhul fakat Jose Saramago'nun "Kötü kader diye bir şey yoktur. 21. yüzyıl vardır ve bu yüzyıl, yavrucuğum; bir kelebeği bile intihar ettirebilir." sözüne itiraz edecek gücü göremiyorum kendimde. Bununla birlikte anlaşılan o ki, sohbetin konusu geleceği kapsamıyor. Ayrıca bu hafta karamsar bir yazı yazmak istemiyorum. Diğer taraftan çevremizi kuşatan dünya ve ülke koşulları güzel şeyler yazabilmek için hayli zorluyor beni! 

Bilişim teknolojilerinde meydana gelen gelişimi, her türlü olumsuz yan tesirlerine rağmen internet sayesinde iletişimin hız kazanarak geniş kitlelere ulaşmasını olumlu buluyorum. İnsanlar artık dünyanın her noktasından her türlü bilgiye ulaşabiliyor. Bu hem büyük bir kolaylık hem de müthiş zaman kazandırıyor. Bu durum bir bakıma ömrümüzün uzatmış oluyor. Tüketim çılgınlığına yol açması, dezenformasyon aracı olması, insanları yalnızlığa itmesi bir tarafa, bütün bu olumsuzluklar sosyal medyayı gözden düşürmüyor. Zira ne kadar baskı altında tutulsak da farklı kanallardan farklı fikirleri, doğru haberleri alma imkânına kavuşmak güzel bir şey. 

Ülkemiz özelinde tek olumlu gelişme, bana göre, siyasal İslâm foyasının ortaya çıkması oldu. Din tüccarlığı, dinin siyasete alet edilmesi, özellikle genç kuşakların gözünü açtı. Yeni yüzyılın başından bugüne değin, hiç olmadığı kadar demokrasiden uzaklaştık, adaletin terazisi işlemez oldu, ekonomik durumumuz bozuldu. İnanıyorum ki, yaşadıklarımız, cumhuriyetin kuruluş ilkelerinin değerini daha iyi anlamamıza ve yaşadıklarımızdan gerekli dersleri çıkarmamıza vesile olacaktır.

Görüldüğü gibi ne kadar çabalasam dünyada ve ülkemizde "olumlu" diyebileceğim pek bir şey çıkmıyor. 21. yüzyıl bize hangi olumsuzlukları getirdi diye sorulacak olsaydı sayfalarca yazabilirdim. Bu durumda hiç arzulamadığım halde morallerinizi bozmuş olurdum. Maazallah 21. yüzyılın getirdikleri arasında, Taksime çelenk koymaya giden seksen yaşının üzerinde bir profesör doktorun polisin müdahalesiyle yere düşürüldüğünden bahsetmeye kalkardım sizlere. Ama bu tür kötü şeylerden bahsetmeyeceğim. Z kuşağının bizlerden kalan pisliği tez zamanda temizleyeceğine olan inancımı korumaya çalışıyorum. 

13 Mart 2022 Pazar

ZAMİR - HAKAN GÜNDAY

Kitabın Adı: ZAMİR

Yazar: Hakan GÜNDAY 

Sayfa Sayısı: 368

Yayınevi: Doğan Kitap 

Türü: Roman 

Zamir, yazar Hakan Günday'ın okuduğum ikinci kitabı. Daha önce ilk romanı Kinyas ve Kayra'yı sevmiştim. Yeraltı edebiyatının kuvvetli kalemlerinden biri olan yazar, bu kitabında sömürüye, savaşların sebep olduğu acı sonuçlara, insanlar üzerinde oluşturulan algılara gerçekçi bir şekilde değinerek zihinleri zorlamış. Yazarın dile getirdikleri, geçmişin acı gerçeklerini ortaya döken bir distopya aslında.

Henüz altı günlükken Türkiye sınırına yakın, Suriye'nin El Aman kentindeki bir mülteci kampına bırakıldıktan sonra meydana gelen patlama nedeniyle yüzü ciddi şekilde hasar gören Zamir'in hikâyesini öğreniyoruz. Zamir'in sıra dışı yaşamının tohumları hayata gözlerini açtığı Türkiye topraklarında atılmış. Onu çocuk yaşında dünyaya getiren Zerre'nin çektiği acılar ise bulunulan coğrafyada kadının toplumdaki yerini gösteriyor. 

Yazarın üslûbu, kelime seçimlerindeki ustalığı ve benzetmeleri takdire şayan. Bunların yanı sıra toplumsal sorunlara gerçekçi yaklaşımı ve sorunların kaynağına ilişkin makul tespitleri dikkat çekiyor. Bazı okurlara sıkıcı gelebilecek ancak benim son derece ilgimi çeken siyasal ve felsefi düşüncelerinin yanı sıra zekice plânlanmış bir kurgu, romanı sürükleyici hale getiriyor. Yazar, Kinyas ve Kayra'dan farklı olarak insanların bireysel hikâyeleri dışında birçok toplumsal soruna ışık tutmuş kitabında.           

"Bu dünya öyle bir yer ki... Sizi barıştıran her kimse, savaştıran da odur ve sizi kim doyuruyorsa bilin ki aç bırakan da odur!"

Hakan Günday, dünyaya farklı pencereden bakan bir yazar. Bir röportajında insan neden yazar sorusuna cevaben yazmak bir bakıma düşünmektir diyerek niyetini ortaya koymuş. Sadece yazarken değil yazarın kitaplarını okurken de bilmediğimiz, bize acı vermesi nedeniyle bildiğimiz halde görmekten, öğrenmekten kendimizi alıkoyduğunuz gerçekleri bir bir önümüze seriyor.  

"Sadakayla sadakatin kökeni aynı... Birilerinin sana sadık kalmasını istiyorsan onlara sadaka vereceksin. Ama bunun için de ilk yapman gereken şey, insanları sadakaya muhtaç hâle getirmek!"

Eser, bir yandan yakın tarihe ışık tutarken diğer yandan siyasi konulara, uluslararası yardım örgütlerinin bilinmeyen yüzlerine dair sır perdesini aralıyor. Elbette, bunu kurgusal bir dille yapıyor, herhangi bir kanıt göstermiyor ama şahit olduğu olaylarla, gözlemlerine dayanarak bağlantı kuran okur için yazarın anlattıkları hiç de şaşırtıcı değil. İç siyasete ilişkin tespitleri, gerçekleri tokat gibi insanın yüzüne vuruyor. Özellikle Milli ve Yerli liderimizin insanları etkilemek için uyguladığı yöntemlere ilişkin dile getirdiği gerçekler, yazarın cesaretini gösteren en çarpıcı örneklerden biri.

Günday, okuru görünenin dışında görünmeyeni düşünmeye zorlarken onun asıl hedefi sürekli barışın sağlanması. Aslında böyle bir şeyin olmayacağını kendisi de biliyor. Kitabın başkahramanı Zamir'in tek amacı dünyada daha az insanın ölmesi. Bunun için silâh kullanımı dışında, sahtekârlık yapmak, yalan söylemek dahil etik olsun ya da olmasın her türlü davranış ve araçtan yararlanıyor. 

"Belki de insanın dışı suya, içi de toprağa yansıyordu... Dünyanın bütün gölgeleri bu yüzden kapkaranlıktı.

Romanın içeriğinde bir miktar küfür, pornografi, şiddet, alkol, uyuşturucu gibi öğeler söz konusu ki bunlar zaten yeraltı edebiyatının olmazsa olmaz öğeleri. Bazı okurlar, kitabın bir yerinde, dünyada yapılan katliamları sayarken "Türklerin Ermenileri katletmesi" ifadesinden çok rahatsız olmuşlar ve yazara kızıp bundan sonra hiçbir kitabını okumayacaklarını ifade ederek tepki vermişler. Aklını kullanan, dikkatli her okur, bu tepkinin nedenlerini kitabın içeriğinde gayet kolay bulacaktır. Millet olarak ne kadar katı kurallarımız var, ne kadar tahammülsüz olduğumuz bu vesileyle bir kez daha ortaya çıkıyor. Önemli olan kitabın vermek istedikleri. Benim olumsuz olarak eleştireceğim kitabın final bölümü oldu sadece. Elbette bir insanın çıkıp dünyada barışı getirmesi pek inandırıcı olmazdı. Rasyonel bakış açısıyla, bütün gayretine rağmen insanı yola getiremeyen Zamir'in intihar etmesi beni şaşırtmayacaktı. Oysa yazar, güzel bir mesaj içerse de biraz aceleye getirdiği kanaatine vardığım sonuç bölümünü basit bir şekilde bitirmiş. Ben severek okudum, yazarı ve türü sevenler için hafızada iz bırakacak kaçırılmaz bir eser. 

8 Mart 2022 Salı

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 133

Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz tüm canlılığıyla devam ediyorÖnceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Bu hafta sevgili Vakt-i Dem atalarımıza sesleniyor:

"Kuşaktan kuşağa aktarılan gelenek ve göreneklerimizin yaptırım gücü var ve genelimiz -ama isteyerek ama istemeyerek- bu güçten kaçamıyoruz. Yöreye göre farklılık, çeşitlilik gösterse de değerlerimiz ve konularımız ortak. Hoş ve güzel birçok motife sahibiz ama garip ve anlaşılmaz hatta saçma bulduklarımız da var içlerinde. İşte bundan sebep "Eyy atalar, iyi etmişsiniz, hoş etmişsiniz ama bu geleneği icat etmek zorunda mıydınız?"  

Gelenek ve görenek toplumun varlık, birlik ve beraberliği sağlayıp koruyan, geleceğe dönük yaşaması için değerli alışkanlıklarmış! Şöyle dönüp baktığımda hangi adetimizin, gelenek ya da göreneğimizin toplumumuzda birlik ve beraberlik sağladığına ve hangisinin bizim yaşam kaynağı olduğuna dair bir fayda sağladığını göremedim. 

Sözgelimi el öpmek/öptürmek... Çocukken mecburen her fırsatta büyüklerimizin elini öperdik. Ne kadar kötü bir gelenek. Neymiş, büyüklerine saygı ifadesiymiş! Saygı göstermenin başka yolu kalmamış sanki... Bazı mazoşist teyzeler, dişlerini göstererek büyük bir iştahla burnumuza doğru uzattıkları ve üzerinde dudağımızın ıslaklığını hissettikleri ellerini aniden "tak" diye  alnımıza çarparlardı. Ardından münzevi bir sırıtışla, zafer kazanmış komutan edasıyla, pişmiş kelle gibi kurum kurum yaslanırlardı koltuklarına. Çocuklarım dahil şimdiye kadar kimsenin elimi öpmesine müsaade etmedim ben, böylesine saçma bir gelenekten uzak durdum.  Epey uzun bir zamandır da annem dahil kimsenin elini öpmüyorum. 

Gelenek dediğimiz şey gerçekten işe yarar, dişe dokunur bir iş olmalı. Meselâ Atamız ne demiş; "Türk Milleti çalışkandır, zekidir." Dönemin şartlarında topluma moral vermek amacıyla mı söylemiş, yoksa gerçekten de  o zaman yaşayan halk bu özelliklere sahip miydi bilmem ama çalışkanlık ya da zeki olma özelliğinin Türk milletinin geleneksel bir özelliği olduğunu hiç sanmıyorum. Diğer taraftan gerek disiplinleri, gerekse ürettiği ürünlerin sağlam ve kaliteli olması düşünüldüğünde, bu özellikler, Almanların herkesçe malum geleneği kabul edilir.

Çocukluk ve gençliğim kırsal bölgede geçmediği için yöresel gelenek göreneklere pek aşina değilim. Buna rağmen bu ülkenin bir ferdi olarak çok sayıda adet, gelenek ve göreneğimiz var. Takı merasimleri, Vakt-i Dem arkadaşımızın belirttiği gibi gelinin beline merasimle kırmızı kurdele bağlanması, çocuğun kulağına ezan okunarak isim verilmesi, imam nikâhı, kurban kesilmesi, siyasi şova dönüşen iftar sofraları, halaların, teyzelerin, amcaların, dayıların sırayla göbek attırıldıkları düğünler, nişandan sonra kurban bayramında damadın, kızın evine süslü koç göndermesi, nikâh masasında ayak basmalar, son zamanlarda adet haline gelen, teyzelerin facebook'ta birbirlerine "hayırlı cumalar..." mesajları, mezar ziyaretleri ve bunun gibi bana göre lüzumsuz ve saçma gelen nice gelenek ve görenek arasında işe yarar, toplumumuz adına bir nebze gururlanacak bir faaliyet bulmak için çok uğraştım. Evet, sonunda buldum. Evet, misafirperverliğimiz belki de tek güzel geleneğimiz. Pek çok ülke bizden farklı değil ama sanırım biz bu konuda en iyiler arasındayız. 

3 Mart 2022 Perşembe

KAPAN - HARLAN COBEN

Kitabın Adı: KAPAN

Yazar: Harlan COBEN 

Çeviren: Özlem Gültekin 

Sayfa Sayısı: 475

Yayınevi: Martı Yayınları 

Türü: Roman (Gerilim - Polisiye)

Kapan, Harlan Coben'in okuduğum ilk kitabı. Polisiye, entrika, macera türünü tercih eden yazarın serilerinden bağımsız olarak yazdığı kurgusal bir roman. Polisiye romanların çoğunda satır aralarında coğrafi, kültürel özelliklere ve bazen de teknik ve uzmanlık gerektiren konulara yer verilir. Ancak okuduğum romanda bu tür unsurlara oldukça az yer verilmiş. Bizdeki Müge Anlı'nın benzeri bir yapımcı, özellikle kayıp insanların izini sürerken tacizcileri TV'de yayınlanan programında deşifre ediyor. Üç aydan beri kayıplara karışan 17 yaşında genç bir kızın akıbetini soruştururken bir anda olayların içinde buluyor kendini. Ancak bir süre sonra yaptığı yorumlarda yanlış kişiyi suçladığı kanaatine kapılması üzerine işin aslını öğrenmek ve vicdanını rahatlatmak için dedektiflere taş çıkartırcasına karmaşık konuları çözmeye çalışıyor. 

Oldukça sürükleyici bir roman. Olayların geçtiği ABD'de gençlerin okul ve sorunlu arkadaş ortamları, alkol ve uyuşturucu kullanımı, aile ilişkileri ile ebeveynlerin çocukların eğitimine dair yaklaşımları, romanın ağırlıklı konuları. Ayrıca kitabın büyük bölümünde pedofili sorununa yer veriliyor. Bana abartılı gelen husus, kayıpların soruşturulması ve cinayet gibi polisiye olaylarda TV program yapımcısının dedektif rolüne bürünerek adli makamların ve emniyet güçlerinin yerine faaliyet göstermesi. Bunu kadının kendini bir anda olayların içinde bulması ve iflâh olmaz hırsıyla açıklamak mümkün. Konuyu adeta bir puzzle'ın parçalarını tamamlarcasına en ince ayrıntısına kadar soruşturan, görüşmeler yapan TV programcısı bu kadın, romanın başkahramanı olmayı hak ediyor.

Çeviriye geçmeden önce beğendiğim yönlerinden bahsedeyim. Kurgu ve olayların akışı etkileyici. Roman ilerledikçe merak ve gerilimin dozu artıyor. Özellikle son yüz sayfada heyecan doruk noktasına ulaşıyor. Mantıksal hata yok denecek kadar az. Sürpriz finalde okurun kafasında herhangi bir soru kalmıyor, taşlar yerli yerine oturuyor. Diyaloglar, espriler yerinde. 

Çeviriye tam not veremiyorum. "Geri iade, yalnız" gibi asla yapılmaması gereken yazım hataları mevcut. Çeviri yer yer fena değil ama genel olarak vasat diyebilirim. 

Yazarın da kabul ettiği üzere edebi değerden yoksun bir kitap, vakit geçirmek, kafa dağıtmak için okunabilecek bir roman. Kitabın ortasına kadar karakterleri hafızada tutmak biraz zor. Bu yüzden ara vermeden okunması gereken bir roman. Bununla birlikte sürükleyici yönü kitabın kısa sürede okunmasına imkân sağlıyor. Polisiye, gerilim ve macera türünü seven okurlar için sakin bir ortamda soluksuz okuyabilecek bir roman. Ancak bu tür romanların genel özelliği, sabun köpüğü gibi hafızadan uçup geride pek bir şey bırakmaması.         

28 Şubat 2022 Pazartesi

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 132

Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz tüm canlılığıyla devam ediyorÖnceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Bu haftanın konusu sevgili Kuyruksuz Kedi / Manxcat' den geliyor:

"Sevdiğiniz bir ya da birkaç atasözünü ve neden o sözü sevdiğinizi paylaşır mısınız? Aklınıza gelirse bir de ilgili bir anı patlatırsanız tadından yenmez."  

Atasözlerimiz, özdeyişlerimiz o kadar çok ki! Yeri gelir, taşı gediğine oturtmak için ortaya söyler karşımızdakinin anlamasını bekleriz. Bazen de durup dururken aklımıza farklı sözler gelir. Bakın şimdi benim aklıma "Acı badılcanı kırağı çalmaz." sözü geldi iyi mi? Bizim burala:da patlıcana badılcan de:ler bazen, domatese de tomat.  Ne kadar doğru bir söz ama. Bizim ülkemizde acı badılcan çok. Açlıktan nefesi kokan biri çıkar, "ehonomi çoh iyi, şükretmesini bilmiyolla, i:sanlarımız hayın, hayın" der. Gerçekten de kırağı çalmıyor bu zevatı sanırım. E kırağı çalan datlı badılcanlar, biz net'çez?

Şimdi Deep, yine işe siyaset karıştırıyorsun diyecek. Ama canım kardeşim durup dururken ben mi karıştırıyorum siyaseti işe, siyaset karışıyor her işimize... Neyse, geçelim. "Sakınan göze çöp batar." atasözünde siyaset yok. Oradan gideyim bari, suya sabuna dokunmadan. Evet diğerleri gibi çok doğru bir söz bu da. Oğlumuz henüz iki buçuk yaşındaydı Irak topraklarına girdiğimizde. Annesi plastik biberon kullanmaz, cam biberonları saatlerce kaynatırdı, aman mikrop kapmasın diye. O yaşa kadar çocuk mikropla tanışmadı, adeta cam bir fanus içinde büyüdü. Ne zaman ki bize verilen lojmanın önüne çıkıp ilk kez toprakla tanıştı, işte o zaman olan oldu. Ağzında yaralar çıktı, bir şey yiyemez hale geldi. Revirin doktoruna gittik, bir sürü antibiyotik iğneler vs. verdi, hiçbir şey fayda etmiyor, tam aksine durum gittikçe ciddileşiyordu. Erbil'de Eftal Hastanesine gittik, yine hiçbir fayda görmedik. Artık su dahi içemez hale gelmişti çocuk. Çaresizlik içinde acilen Bağdat üzerinden döndük İzmir'e. İyi bir çocuk doktoru vardı tanıdığımız. Tıp kitaplarını açarak bize renkli resimler gösterdi. Dedi ki, eğer hiçbir ilaç vermeseydiniz birkaç gün içinde bir şeyi kalmazdı. Aldığı ağır antibiyotiklerden dolayı çocuğun bütün dişleri gitti. Yani demek istediğim, hiçbir şeyde o kadar titizlenmeye gerek yok. Ama gelin bunu bir de eşime anlatın. Evde plastik hiçbir eşya yok. Teflon tavalar kanserojenmiş. Kaç tava, tencere atıldı ufak bir çizik yüzünden, sayısını bilmiyorum.

Hem yerli hem yabancı, bir kısmını hiç duymadığımız binlerce güzel söz var. Hepsinden ilham almamız gerek bence. Bazıları düşündürür, bazıları yol gösterir. İşte bir Arap Atasözü: "Bir şey yapmak isteyen yolunu bulur, bir şey yapmak istemeyen nedenini bulur." Ne kadar doğru değil mi? Eğer kafaya koyduysan bir işi yaparsın yoksa çook bahane bulursun.

Mustafa Kemal Atatürk'ün en beğendiğim sözlerinden biri; "Eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse bilimi seçin." Bir insanı ölümsüzleştiren sözlerden biri bu. 

Bir Alman Yahudi'si sözü: "Gerçek zenginler, sahip olduklarının tadını çıkaranlardır." Kesinlikle doğru söylemiş. Milyon doların var, çekidir, faturasıdır, kâr ettim, zarar ettim derken ömrünü harcıyorsun. Zenginliğin ölçü birimi para olmamalı.

Kapanışı beğendiğim bir Portekiz atasözü ile yapayım. "Evlenmeden önce gözlerinizi dört açın. Evlendikten sonra yarı yarıya kapayın." Gençken tam aksi yapılıyor ne yazık ki. 

27 Şubat 2022 Pazar

YILLAR - VIRGINIA WOOLF

Kitabın Adı: YILLAR

Yazar: Virginia Woolf

Çeviren: Oya DALGIÇ 

Sayfa Sayısı: 384

Yayınevi: İletişim Yayınları 

Türü: Roman

Virginia Woolf bu eserinde 1880-1930 yılları arasında Londra'da yaşayan geniş bir ailenin yaşamını konu ediyor. Virginia, romanlarını severek okuduğum bir yazar. Dört yılda yazıldığı söylenen "Yıllar" ilk kez 1937 yılında yayımlandığında İngiltere'de en çok okunan roman olmuş. Yazar, diğer kitaplarından farklı olarak gerçekçi tarzı tercih etmiş. 

On bir bölümden oluşan Yıllar, ilk bölümde 1880 yılında Pargiter ailesinin yaşantısını mercek altına alıyor. Sonraki bölümlerde, 19. yüzyıldan 20. yüzyıla geçerken ülkenin değişen sosyal ve ekonomik durumlarından bahsediyor. Bu arada yaşlılar ölüyor, aileye yeni katılanlar yaşam mücadelesi için Hindistan, Güney Afrika ve Avrupa'ya seyahat ettikten sonra memleketlerine geri dönüyorlar. 1930 yılını anlatan son bölüm "Bugün" başlığında  işleniyor. Farklı dönemlerde aile bireylerinin gündelik yaşamları, farklı kuşakların hayata bakışı canlandırılıyor.  

Yıllar, yazarın güzel tasvirleri ve anlatım gücünün dışında herhangi bir konusu ya da olay örgüsü bulunmayan bir roman. Yirmiyi aşkın karakter düzensiz olarak farklı bölümlerde ortaya çıkıyor. Yıllarca birbirini görmeyen kuzenler, yeğenler aile büyükleriyle beraber davetlerde bir araya geliyorlar. Birinci Dünya Savaşı yıllarını da içine alan dönemde Londra'da savaşın toplum üzerindeki etkisini görmek ilginç bir detay. Romanda dikkat çeken diğer bir husus karakterlerin toplumun değer yargılarına ve yaşama dair getirdiği eleştiriler. 

Zamanında en çok okunan roman olduğu söylense de ben romanı vasat bulduğumu söyleyebilirim. Bunun bir nedeni 2015 yılında aramızdan ayrılan ve çoğu kişi tarafından takdir edilen Oya Dalgıç'ın çevirisi olabilir. İngilizceye son derece hakim olduğunu düşündüğüm Dalgıç, kurduğu cümleler ve seçtiği sözcüklerle beni hayli zorladı. Bu bana çevirmenin bir yabancı dile ne kadar hakim olursa olsun, Türkçeyi de iyi kullanması gerektiğini bir kez daha göstermiş oldu.

"Tüm odayı gördü sanki. Çıplaktı ama kalabalıktı. Masa aşırı ölçüde büyüktü; sert, yeşil uzun tüylü kadife iskemleler vardı; oysa masa örtüsü kaba ve bayağıydı; ortası yamalıydı; cafcaflı kırmızı güllü porselenler ucuzdu. Gözlerine doğan ışık olağanüstü parlaktı. Dışarıdan, bahçeden çekiç sesleri geliyordu. Bahçeye baktı; çiçek yatakları olmayan, sırf toprak, eşelenmiş bir bahçeydi; sonunda da çekiç seslerinin geldiği kulübe vardı.

Her şeye rağmen Virginia'nın bu romanını okuduğum için pişman değilim. Ancak tavsiye konusunda riske sokmayacağım kendimi.