Kitabın Adı: Kolera Günlerinde Aşk
Yazar: Gabriel Garcia MARQUEZ
Çeviren: Şadan Karadeniz
Sayfa Sayısı: 442
Yayınevi: Can Yayınları
Kolombiyalı yazar Gabriel Gracia Marquez'in (1927-2014) beni derinden etkileyen "Kolera Günlerinde Aşk" isimli romanı okuduğum kitaplar arasında müstesna yerini aldı. Tahminimin aksine konusu sıradan bir aşk öyküsü değil. Büyülü Gerçekçilik olarak bilinen edebi türün en önemli temsilcilerinden biri olarak gösterilen yazar, bu eserinde, bana göre söz konusu türün en temel özelliklerinden sihirli ve mantık dışı olaylara pek yer vermezken gerçekleri tüm çıplaklığıyla okura aktarmış. Kolera Günlerinde Aşk romanında olayların seyrindeki gerçekliğin kendi aşk tanımıma uyması bu kanaate sahip olmamın nedeni olmalı. Bin bir türlü haline şahit olduğumuz aşkın kesin kuralları vardır. Aşk denilen takıntılı durum elli yılı aşkın bir süre boyunca devam eder mi? Evet, bence bu mümkün ama bir şartla! Ne demiş şair, "seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli!"
Kitap, olayların geçtiği coğrafyayı, sömürge yönetimini, iç savaşı, zengin ve yoksul arasındaki uçurumu, ırklar arasındaki dengesizliği, bölgenin dini ve kültürel özelliklerini kolay anlaşılır bir dille, detaylı olarak verirken olaylar gerçek bir yaşam kesiti tadında anlatılıyor. Bazılarına göre yazarın anne ve babasının yaşamından izler taşıyan eserin konusu şöyle:
Olaylar 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında Karayip Denizi kıyısında konumlanan bir kasabada geçer. Florentino Ariza, öykünün baş kahramanı, zavallı aşık! Kasabanın telgraf memuru. Fermina Daza ise, babası Lorenzo Daza ve halasıyla birlikte yaşayan gelinlik çağında bir kızcağız. Günlerden bir gün Florentino, Lorenzo'ya telgraf getirdiği sırada karşıdan gördüğü güzeller güzeli Fermina'ya aşık olur. Fermina, Florentino'yu önce geri çevirmez ancak babası Lorenzo'nun niyeti başkadır, kasabaya gelme nedeni onu üst tabakadan biriyle evlendirmektir. Bu yüzden ilişkilerini öğrenir öğrenmez önce aralarını yapan halasını kovar ve hemen kızını alıp uzak akrabalarının yanına götürür. Florentina için zor günler başlamıştır. Ancak bir yolunu bulup Fermina'ya telgraflar ve mektuplar göndermeye devam eder. Yaklaşık bir yıl sonra Fermina babasıyla kasabaya döndüğünde bambaşka biri olmuştur. Aralarındaki ilişkinin bir hayal olduğunu ve kendisini bir daha görmek istemediğini söyler Florentina'ya. Kısa süre sonra tam da babasının arzu ettiği cinsten bir damat adayı çıkar sahneye. Varlıklı bir aileye mensup doktor Juvenal Urbino Avrupa'dan yeni dönmüştür. Babasının teşvikiyle Fermina da böyle bir izdivacı seve seve kabul eder. Çift zaman geçirmeden evlenip Avrupa'ya uzun bir balayı seyahatine çıkar. Bu süre zarfında Florentino, aşık olduğu Fermina'yı bir türlü aklından çıkaramaz fakat bu arada birçok kadınla sayısız ilişkiye girmekte sakınca görmez. Sadece cinsellik içeren bu ilişkiler bir süreliğine sıkıntısını hafifletse de aşk acısını dindirmekten uzaktır. Sevgililerinden biri aşkın ikiye ayrıldığını üst tarafta ruhani alt tarafta ise bedensel aşkın olduğunu söyler. Gerçekten de Florentino bedensel aşkı doyasıya yaşarken ruhundaki yanan kor ateşi söndüremez. Fermina döndüğünde kocasıyla inişli çıkışlı bir yaşam sürer. Ama Fermina'nın disiplini, Doktor Urbino'nun karısını her dediğini yapması sayesinde genellikle mutlu bir tablo çizerler. Florentino'nun tek arzusu Fermina'nın kocası doktor Urbino'nun ölümünü beklemektir artık. Aradan elli yılı aşkın bir süre geçtikten sonra garip bir kaza sonucunda ağaçtan düşen doktor hayatını kaybeder. Fermina, cenazenin kaldırıldığı gün kendisini ziyaret eden Florentino'yu karşısında bulur. "Fermina," der. "sana sonsuz bağlılık ve bitmeyen aşk andımı bir kez daha dile getirmek için yarım yüzyıl bekledim bu anı." Fermina'nın tepkisi ne olmuştur sizce?
Evet, aşk dedik. Romanda aşık olan tek kişi Florentino bence. Fermina'nın ona aşık olduğunu düşünmüyorum, kanaatim odur ki, bu durum aşkın kuralına ters. İlk bakışta aşık olmuştur Florentina'ya, evet bu da olabilir. Peki elli yıl sürer mi? Eğer Fermina ile evlenseydi asla bu kadar sürmezdi. Aşkın bu kadar uzun sürmesinin sevgilinin ulaşılmaz olmasından başka hiçbir bir sebebi yok. Nitekim Florentino yaşadığı yüzlerce ilişkiden bazılarını aşk sanmıştır ama istediğini elde eder etmez arkasını döndüğünü görüyoruz. Kolera salgını romanın neresinde diyecek olursanız. Evet, bu hastalık yoksul kesim üzerinde etkili oluyor, nehirde yüzen cesetleri görmek mümkün. Salgın hastalık romanın ana teması olmaktan uzak fakat Florentina'nın içine düştüğü aşkla kolera arasında bir ilişki kurulduğu da açık. Kolera öldürür ama aşk can çekiştirir.
Romana yapılan eleştiriler; yazarın ırkçılığı çağrıştırdığı iddia edilen sözleri ve Florentina'nın ilişki kurduğu kızlardan birinin yaşı. Kendisine göz kulak olması için uzak akrabalarından biri tarafından gönderilen küçük yaştaki kızı Florentino bir yıl boyunca kendisi için hazırlıyor ve sonunda büyük yaş farkına rağmen onunla ilişkiye giriyor. Kitapta ırkçılığı maruz gösteren bir durum yok, sadece koyu renklilerin, alt sınıf olarak görülmesi sonucunda beyazların hizmetinde çalışması gerçeğine ışık tutuyor yazar. Romanın başkahramanı Florentino'nun pedofil bir ilişkiye girmesine veryansın edilmesini de anlamlı bulmuyorum. Zira bu olay da dünyada yaşanan gerçeklerden biri. Yazarın bu davranışı öven bir tutumu yok. Nasıl banka soygunu ya da katliam, savaş gibi her cins şiddet içeren olayların kitap ya da film konusu olabiliyorsa, yaşama dair tüm gerçeklerin, okura ne kadar ters gelirse gelsin, konu olarak işlenmesinde hiçbir mahsur yok bence.
Romanı çeviren Şadan Karadeniz hanımefendi 1931 doğumlu. Pek çok okurun değindiği gibi ben de çeviriyi başarılı bulmadım. Genellikle aşırıya kaçan Öztürk'çe tutkusu nedeniyle kendisine fırlatılan eleştiri oklarından daha fazlası var bana soracak olursanız. Hurafe yerine boşinan, özgürlük heykeli yerine özgürlük yontusu, mirasçı yerine kalıtçı gibi birçok kelime kullanması okuma keyfini perişan ediyor. Bildiğim kadarıyla başka birinden çevirisi yok romanın. Bu yetmezmiş gibi, anlaşılmaz cümleler, dilbilgisi hataları, gereksiz ve yersiz sözcüklerin kullanılması can sıkıcı. Can Yayınlarının bu kadar kötü bir çeviriyi kabul etmesi şaşırttı beni doğrusu. Roman, orijinal dili olan İspanyolcadan değil, İngilizceden çevrilmiş. Türkçeye dönüştürülmeye çalışılmış bu romanın bir kez daha herkesin anlayabileceği ve dilbilgisi hatalarının asgariye indirildiği bir Türkçeye çevrilmesi lâzım sanırım. Böylelikle İspanyolca-İngilizce-Türkçemsi-Türkçe dört ayrı elden çıkan roman aslını ne kadar yansıtır? Rahatsız edici çeviriye rağmen Marquez kalitesini hissettiriyor insana. Sıkıcı bulanlar, okumakta zorlananlar da var ama benim meraklısına şiddetle tavsiye edeceğim bir roman. Üstüne bir de filmini izledim. O da güzeldi ama kitabın yerini tutmuyor tabii.