KATEGORİLER

21 Şubat 2017 Salı

DEMİRBANK HAYIRLI İŞLER DİLER

20/02/2017 Pazartesi, Tire

Tarihi yazarken Demirbank'ın yıllar boyu kesintisiz her sabah devam eden reklamı geldi hatırıma. Aynen şu sözlerle seslenirdi radyoda sabah 07.00 haberlerinden önce. "Bugün 20 Şubat 2017. Demirbank hayırlı işler diler. Demirbank." Demirbank gitti gideli işlerin de hayrı kalmadı. 

Fırat annesini almaya gideceği için geç gelecekti bugün. Gündüz saatlerinde kimsenin gelmeyeceğini düşünerek dip temel temizliğe giriştim. Bir ara mıntıka temizliği bile yaptım. Neler neler çıkmadı karşıma. İçmiş olduğu biraların verdiği rehavetle galeyana gelip şişeyi bahçeye fırlatanlar mı ararsın yoksa servant masasına ayak dayayanlar mı, ne ararsan var. Terasa sigara içmeye çıkıyor misafirler. Loş bir ışık var orada. Elindeki bira boşalınca şişeyi masaya bırakacağına sallıyor aşağı. Başkasının önünde yapamaz. Belki de arkadaşlarına yapıyor bu gösteriyi. Geçen sene havalar sıcakken verandada oturanlar aşağı çatal bıçak atıyorlardı. Hadi diyordum, belki çocuktur aklı ermez. Peki önündeki kürdanları parça parça kırıp ortalığa dağıtanlara ne buyurulur? Bazı davranış sahiplerinin çocukluğuna inmek isterdim. 

Bugün nedense üşümüyorum. Fırat ise tam aksine havanın soğuduğunu söylüyor ve şömine sobayı tutuşturuyor. Telefonuma iki mesaj düşüyor. Biri sabit diğeri mobil hattan arama kaydı bunlar. Taş Ev'de bazı bölgelerde telefon çekmediği için ulaşılmaz görünüyorum. Neyse ki arayan numaralar telefonuma mesaj olarak gönderiliyor. Sabit hattın kodundan Ankara'dan arandığım belli. Önce mobil hattın numarasını çeviriyorum. Bir kadın sesi. "Biraz bekletebilir miyim?" Karşıdan konuşma sesleri geliyor ama anlamak zor. Hanımefendi yaklaşık otuz saniye sonra beklettiği için özür dileyerek dönüyor. "Beni aramışsınız az önce" dememe fırsat bırakmadan Anayasa Mahkemesinden aradıklarını söyleyip "Orası Kaystros Taş Ev mi?" diye soruyor. Evet, derken Anayasa Mahkemesi? Ne alaka? Şaşkınlığım geçmeden, ikinci soruyu patlatıyor "Sizin yeriniz nerede?" Kısa bir diyalog geçiyor aramızda.
- "Kaplan Köyünde"
- "Neresi orası?"
- "Tire, Kaplan Köyü"   Bir an Anayasa Mahkemesini unutuyorum. "Affedersiniz siz nereden arıyorsunuz?"
- "Ankara'dan"
- "Bizim yerimiz İzmir, Tire'nin Kaplan Köyünde"
Uzak gelmiş olmalı ki telefonun ucundaki hanım olayı bitiriyor.
-" Pardon, yanlış oldu sanırım."

Muhtemelen facebook ya da web sitesinden Taş Ev'i görmüş ancak Ankara yakınlarında bir yer tasavvur etmiş olmalı.

Dünkü yoğunluğun ardından oldukça sakin geçiyor bugün. Hava raporuna göre sağanak yağışlı olması beklenirken ara sıra zoraki atıştırıyor. Yerler ıslatmıyor bile. Kaplan Köyüne bile sadece birkaç araç çıkıyor. Havalar ısınınca tatil günümüzü Pazartesi yapmalı. Hem pazarın yorgunluğunu atmalı, hem de salı gününün dışarıdan gelen misafirlerini ağırlamalı. 

20 Şubat 2017 Pazartesi

DEĞİŞİK BİR TAT "GALGITMA"

19/02/2017 Pazar, Tire

Eşimle birlikte elemanları toplayıp yola çıkıyoruz erken saatlerde. Şehir henüz uyanmamış. Domates alacak bir yer bulmalıyım. Yolumuzun üzerinde yerel bir marketler zinciri var. Diğer marketlere göre erken açıyor. Oradan acil ihtiyaçlarımı karşılıyorum. Güzelim domatesleri hal ve pazar fiyatının altında bir fiyata satın alacağımı tahmin edemezdim. Bir kasa domates alıyorum.

Yaylaya çıkar çıkmaz hepimiz hummalı bir şekilde çalışmaya başlıyoruz. Herkes yapacağı işi biliyor artık. Kahvaltı etmeden gözü açılmayanlar var aramızda. Omlet sabah kahvaltısının vazgeçilmezi. Yumurtasız olmuyor maalesef. Gözüm yumurtaların olduğu yere kayıyor. Kalan yirmi tane kadar yumurta kahvaltı misafirlerine bile yetmeyebilir. Dün Aşkın Şefle konuşmamız geldi aklıma. Gerekirse onları kullanırız demişti. Kümesteki tavuklar yedi yumurta bırakmışlar. Eşim eğer yumurtalar yerinde duruyorsa birkaç tane yumurta kullanmama izin veriyor. Merakla kümese bakıyorum. Yumurtalar dokuza çıkmış (!)

Hava soğuk değil. Güneş bir görünüp bir kayboluyor. Her ihtimale karşı sobayı yakıyor bizimkiler. İlk rezervasyon telefonu geliyor. Arkasından bir tane daha. Bugün yoğun geçeceğe benzer. Bünyamin'e de ulaşamadık. İş başa düştü yine. Eksik elemanla altından kalkabilecek miyiz? Alp "Sorun yok, hallederiz." deyip moral veriyor.

Eşim oğlumuzun yanına gitmek üzere akşam yola çıkacak. Kahvaltı saati bittikten sonra rahatsızlığı nüksediyor. Onu alıp eve bırakıyorum. Öğleden sonra Taş Ev müze gibi hizmet vermeye başlıyor. Fotoğraf çektirmeye ya da methini duydukları bu mekana keşif yapmaya geliyor insanlar. Kimi bir çay ya da kahve içiyor kimi tatlılarımızı deniyor. Bazıları eşofmanla geliyorlar, bazıları ise kıyafetlerinin uygun olmadıklarını söyleyip arabadan inmiyorlar. Hatta eşofmanlı bir misafirimiz "Kıyafet zorunluluğu var mı?" diye soruyor ciddi ciddi. Ben espri olsun diye "Fraksız alamıyoruz efendim." diyorum, adam ciddi olup olmadığımı anlamak için yüzüme bakıyor.

Gündüz saatlerinde beklediğimiz yoğunluğu yakalasak da gelen misafirlere kafe tarzında hizmet veriyoruz. Bu durum tahmin ettiğimiz cironun altında kalmamıza sebep oluyor. Günün ilerleyen saatlerinde Torbalı'dan bir çift geliyor. Eskiden Ticaret Odası Başkanlığı yapmış beyefendi. Taş Ev'e hayran kalıyorlar. Bütün tanıdıklarına telefon edip harika bir yer keşfettiklerini anlatıyorlar. Hanımefendi artık sık sık buraya geleceklerini ve geniş çevrelerine de önereceklerini söylüyor. Sıcak dostluk kuruyoruz meslektaşım beyefendiyle. Kartını veriyor. Taş Ev'den zor ayrılıyorlar.

Akşam saatlerinde yoğunluk başlıyor. Yemek misafirleri peş peşe sökün ediyor. Bir kısmı rezervasyon yaptırıyor, bir kısmı çat kapı gelip şansını deniyor. Masalar doluyor, boşalıyor. Mutfak oldukça yoğun. Eleman eksikliğini kapatmaya çalışıyorum. Bir yandan yukarı çıkıp misafirlerle ilgilenirken sık sık tuvaletleri kontrol ediyorum. Taş Ev'in misafirleri tuvaletleriniz çok temiz dedikçe gaza gelip kontrol aralıklarım daha da sıklaşıyor. Saatin nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Bütün elemanlar işlerini yapıyorlar. Malzemeler tükeniyor. Aşkın Şef garsona sesleniyor. "Izgara köfte siparişi alma artık, sadece bir porsiyon kaldı. Bonfile, pirzola ve kuzu şiş söylesinler." Taş Ev'in müdavimi olan misafirler bir kez daha memnun ayrılırlarken yeni gelen misafirler yemek ve mezelerin çok güzel olduğunu belirtiyor.

Aşkın Şef'in menüye yeni eklediği patates mezesine isim bulmakta zorlanıyoruz. Bugün ilk sipariş gelince çocuklar gibi seviniyor. Bebek patatesten yapılan bu mezeyi internette araştırıyorum. Bu yemeğin Denizli yöresine ait olduğu çıkıyor ortaya. Ufak tefek farklılıklar olsa da şefin yaptığı buna benzer bir şey. Bölgesel olarak "galgıtma" ya da "hoplatma" derlermiş adına. Haşlanmış bebek patatesleri yağda pişirirken tavayı hoplatarak ters yüz ettiklerinden dolayı bu isimlerle anılırmış. Denizli yöresinde patateslerin kabuklarını soymadan yapılırken bizim şef onları soyup mısır ununa batırdıktan sonra tavada kızartıyor. Çatal kullanılmaması gerekiyormuş patateslerin dağılmaması için. Güzelce kızardıktan sonra sarmısaklı yoğurt ve domates sosu ile servis ediliyor bu meze. Hemen fotoğrafını çekiyorum paylaşmak için.   

Yoğunluk nedeniyle sıcak su ihtiyacı artıyor. Mevcut termosifon ihtiyacı karşılayamıyor. Duvara monte elektrikli ısıtıcıları öneriyor şef. İlk fırsatta bunu düşünmem lazım. Aşkın Şef hazırladığı ızgaraların fotoğrafını çekip sosyal medyada paylaşıyor. Ben de onları Taş Ev'in facebook sayfasına taşıyorum. Tatlı bir rekabet başlıyor aramızda. Senin sayfan mı yoksa benim sayfam mı daha çok tıklanacak. Geceyi sorunsuz tamamlıyoruz. Aşkın Şef'in o telaş içinde keşkek kasesini elinden kaydırıp kırmasını ise nazara bağlıyoruz.

18 Şubat 2017 Cumartesi

İYİYİM, İYİYİM

18/02/2017 Cumartesi, Tire

Eşim beni yalnız bıraktı bugün. Oysa Kahvaltının Efendisiydi kendisi. Belinden rahatsızlandığı için gelemeyeceğini söyledi. Onsuz ilk kahvaltım olacak. Gelirken Fırat ve Alp'i aldım yanıma. Hemen bir iş bölümü yaptık. Önce neyin nerede olduğunu öğrenmem lazım.

Açılış saatimizden hemen sonra ilk araba geliyor. Hemen yumurtaları koyuyorum tencereye. Sırayla, reçeller, karadutlu lor, okma, zeytin, peynir vs. hepsini hazırlıyorum. Çaylarımız da hazır, nohut mayalı ekmeğimiz kızarmış. Dün akşam Aşkın Şef'in hazırladığı gözlemeleri ısıtıp gönderiyorum. Yine de listeye bir bakayım. Eyvah tereyağı eksik. Kaymaklı balına kadar her bir şeyi göndermişim de tereyağını atlamışım. Hemen onu da hazırlayıp gönderiyorum. Böylelikle ilk sınavımızı başarıyla vermiş oluyoruz.

Dün sadece üşüyüp titriyordum. Blog ve facebook dostlarından bir sürü öneri aldım soğuk algınlığımı kısa sürede atlatmam konusunda. Bugün düne göre çok iyiyim. Hatta o kadar iyiyim ki, yedi araba odun hazırladım. Üşümüyorum da üstelik. Bilgisayarımı yukarı, salona taşıdım. Şömine sobanın yanındaki masaya kuruldum.

Öğleden sonra eşime telefon ettim. Halini hatırını sordum. İstirahat ettiği sürece iyi olduğunu söyledi. Evde yine yapacak bir şeyler buluyor. Bu sebeple ev onun için dinlenecek bir yer değil. Yarın oğlumuzun yanına gidecek. Evde dinlenemiyor, belki orada dinlenir artık.

Hava kış mevsimi için güzel sayılır. Güneş yüzünü bir gösteriyor bir saklanıyor bulutların arkasına. Şömine sobamız sabahtan beri aralıksız yanıyor. Akşam rezervasyonları geliyor.

Akşama doğru Show TV adına işletmemizi tanıtacak "Gezelim Görelim" tarzında bir program yapmak üzere geldiklerini söyleyen iki genci karşımda buluyorum. Tecrübe böyle bir şey işte. "Biz reklam yapmıyoruz prensip olarak." diyorum. Bizim reklamımızı memnun kalan misafirlerimiz yapıyor. Bu şekilde yeni bir meslek grubu doğduğunu, aslında Show TV'nim falan tamamen hikaye olduğunu daha önceki yazılarımdan birinde anlatmıştım. Nezaketen ilgilenmediğimi söylüyorum. Terasta yaptığımız bu görüşme esnasında garson iki kahve getiriyor. Kahve söylememiştik oysa. Getirilen kahvelerin diğer misafirlere ait olduğu çıkıyor ortaya. Nasiplerinde varmış madem, kahve ikram etmiş oluyoruz bizi kandırmaya gelenlere...

Telefon ediyorlar. "Açık mısınız?" diye soruyorlar. Demek kapalı gibi bir halimiz var. Bugün gelen misafirlerimizden biri de arabayla bahçeye girdi ve dönmeye çalışırken tesadüfen fark ettim. Yine aynı şey. "Kapalı sandık, dönüyorduk." Bahçe kapısına kocaman bir levha asıp açık olduğumuzu belirtmek lazım.

Saatler ilerledikçe hava sıcaklığı düşüyor. Yazı o kadar özledim ki. Dün meşhur Tire pazarında salatalığın kilosunu 8 TL gördüm ya. Nasıl istemem yazın gelmesini. Evet, biraz sıcaklardan bunalacağız ama üşümekten iyidir yine de.  Hem burası yayla o kadar sıcak olmaz değil mi?

ZZZZZZZ...

17/02/2017 Cuma, Tire

Soğuk algınlığı benim için dünyanın sonu. Basit bir hastalık aslında ama beni çok etkiler. Eşim bu hallerimi çok iyi bilir. Solunum yolları tıkanır, baş ağrısı, nezle, sanki sırttan buzlu sular dökülürmüş hissi... Yeter artık bu kadar yaşadığım. Ben öleyim artık. Bu duygular içinde boğuşurken çalan telefon kurduğum alarm sesine karıştı. Eşim telefonu getirdi yatağıma. Arayan Fırat, kendisini çarşıdan almamı istiyor.

Kalkıp hemen hazırlandım. Fırat'la buluştuktan sonra ekmekleri alıp yaylaya doğru yola koyulduk. Canım hiçbir şey yapmak istemiyor ama yapmak zorunda olduğum işler var. Aşkın Şef geldikten sonra hazırladığı listeyi verdi. Küçük pazardan alacaklarım var. Kasaba da uğramam lazım.

Alışverişi tamamlayıp döndüğümde yukarıda Ödemiş'ten gelen hanım misafirlerimiz olduğunu söylediler. Yanlarına çıkıp ilgilendim. Arkadaşlarının tavsiyesi üzerine gelmişler. Bir müddet sonra terasa çıkıp orada oturdular. Öğleden sonra güneş ısıtıyor olmalı. Ama benim için değişen bir şey yok. Üzerimde bütün giyeceklerim olduğu halde üşümeye devam ediyorum.

Soğuk tatsız bir gün. Odama çekiliyor, battaniyeye sarılıyorum. Elektrikli ısıtıcı üşümeme çare olmuyor. Gözlerimi kapatıp uyumaya çalışıyorum. Bir iki saat geçmişim kendimden. Hava kararmaya başlıyor. Şömine sobaya odun üstüne odun atıyoruz. Akşam misafirlerinin yemeklerini yiyip zamanında kalkmalarına çok seviniyorum. Yarın erken açacağız mekanı. Biraz dinlensem hiç fena olmayacak.

17 Şubat 2017 Cuma

KANT

16/02/2017 Perşembe, Tire

Eveeet, sonunda şifayı kapıyorum. Dün akşam belli etmişti kendini aslında. Nezle ile başladı. Eşim suda eritilen toz şeklinde bir ilaç önerdi. Anında kırıklığı gideriyor ama uyku yapıyor. Hemen hazırlıyorum bir bardak. İlacın etkisiyle oturduğum yerde sızıyorum.

Sabah titreme ve baş ağrısı ile uyandım. Hava çok soğuk. Elimde alınacaklar listesi hazır. Evden çıkmadan önce Fırat'ı aramıştım. Zamanından önce gelmiş, beni bekliyordu.

Yukarı çıkar çıkmaz işe koyulduk. Az sonra Aşkın Şef geldi. O geldikten sonra tekrar aşağı inip eksik kalan malzemeleri aldım. Arabayı tamirciye gösterdim. Ekran aydınlanmıyordu. Sigortası atmış olmalı dedim. Böyle durumlarda bir iğne ile reset düğmesine basmanın yeterli olduğunu unutmuşum. Ağaç motorlu testeresinin bıçkı zincirini bilettim.

Yaylaya vardığımda herkes işinin başındaydı. Benim durumum iyi değil. Aşkın Şef sıcak bir kant hazırladı. Kaynayan limonlu suyun içine bolca karabiber kattı. "Bunu içince hiç bir şeyin kalmaz." dedi. Bunu ilk kez deneyeceğim. Elimde sıcak bardak Taş Ev'deki odamıza girdim. Battaniyeyi sırtıma sarıp elektrikli ısıtıcıyı yaktım. Zırt pırt birileri aradı iki saat boyunca. En çok bankacılara kızdım. Efendim, "emekli maaşını hangi bankadan alıyorsunuz?" "Sizin için cazip önerilerimiz var. Beş dakika ayırabilir misiniz? Hayır kardeşim, ayıramam, çünkü ilgilenmiyorum.        

İki saat kadar kalıyorum odada. Akşam misafirlerinin çok geç kalmamaları için dua ediyorum. Dualarım kabul edilmiyor. Geç vakte kadar oturuyorlar. Bu akşamın misafirleri rüzgar enerjisi çalışanları. Bir kısmı ile meslektaşız. Hatta biri ile aynı okulu bitirmişiz. Sıcak bir ortam oluyor. Dünden rezervasyon yaptıran masayı alıyoruz.

Gece evlerimize dönerken üşümeye devam ediyorum. Umarım yarın biraz daha düzelir durumum.
                                                                                                                                          

16 Şubat 2017 Perşembe

SIRADAN BİR GÜN

15/02/2017 Çarşamba, Tire

Dünkü yorgunluğun ardından Fırat uyanamamış. Her zaman onu aldığım yerde yoktu. Beş on dakika bekledim. Uyuyup kalacağını tahmin ediyordum. İyi ki evini öğrenmişim. Yüz elli metre yürüyüp kapısına geldim. Giriş katında yan yana iki kapı var. Sağ taraftaki kapının ona ait olduğunu sanıyorum ama kesin bir şey söyleyemem. Nazikçe çalıyorum kapının zilini. Ses veren olmuyor. Bir daha basıyorum zile. Yine yok. Başka birinin evi olsa açardı kapıyı şimdiye kadar. Bu düşünceden cesaret alıp uzun uzun çalıyorum zili son defa. Ses gelmeyince bırakıp dönüyorum. Apartmanın önünden geçip giderken balkon kapısı açılıyor ve uykulu gözlerini açmaya çalışan Fırat'ı görüyorum karşımda. "Uyuyup kalmışım, hemen geliyorum." diyor. Telefonu su dolu kovaya düşürünce sabah saatin alarmını kuramamış (!)

Biraz bekledikten sonra birlikte çarşıya gidiyoruz. Kasap ve diğer alışverişlerimizi yapıyoruz. Fırat bu arada kendine cep telefonu bakıyor. Aradığını buluyor kısa zamanda. Kasapta oyalanıyoruz biraz. Öğlen yemeği için gelirlerse sıkışacağız. Telefonum çalıyor, eyvah şimdi yandık, birileri yemeğe geliyor olmalı. Telefonun ekranına bakıyorum aceleyle. Aşkın Şef'miş arayan. İlk kez yayla kapısında bekletiyorum onu. Ekmeğimizi alıp hemen çıkıyoruz yaylaya.

Temizlik devam ederken telefonum çalıyor. Arkasından bir telefon daha. Öğlen yemeğine iki rezervasyon. Aşkın Şef'ten rica ediyorum sobayı yakmasını. En kısa sürede ortalığı dumana gark etmeden sobayı yakan kişi o çünkü. Öğlen saatlerinde güneş ısıtıyor biraz ama hava yine çok soğuk. Ben terası yıkarken Fırat salonu temizliyor. Temizlik bitmeden ilk misafirler geliyor, şömine sobanın yanındaki masayı tercih ediyorlar. Hemen arkasından diğer misafirler de gecikmiyor. Öğlen misafirlerini uğurladıktan sonra serbest zamanımız oluyor. Odun stoklarımız bayağı azalmış. Şömine sobamız inanılmaz derecede odun yutuyor. Bizde çok fazla var nasıl olsa. Eğer bahçede bu kadar çok kuru odunumuz olmasaydı, dünya kadar odun parası verirdik. Bir an önce odun hazırlamam lazım. 

Ağaç motorlu testeresinin yağını, benzinini tamamlayıp işe koyuluyorum. Üç arabalık odun kısa zamanda hazır. Son kütüğü keserken zorlanıyorum. Bıçkı zinciri körlenmiş iyice. Belki de görmeden çiviye rast geldi. Unutmadan arabaya koyuyorum motoru yarın şehre götürmek için.

Akşam yemeği için yeni rezervasyonlar yapılıyor. Dünkü yoğunluğun üzerine bugün fazla yorulmuyoruz. Hava çok soğuk. Gözümüz sobadaki ateşte. Kocaman kocaman kütükleri anında yutuyor. Geç sayılabilecek saatlere kadar oturuyor misafirler. Kapıları kapatıp evlere dönüyoruz. "Sıradan Bir Gün" siz dostlarıma gelsin... Jülide ÖZÇELİK

15 Şubat 2017 Çarşamba

WOW Sevgililer Günü

14/02/2017 Salı, Tire


"Wow" Bugünü tek kelime ile anlatmak istesem "Vay canına" anlamına gelen bu kelimeyi kullanırdım. Hatta o da yetmezdi, gözlerimi açar, ağzımı biraz daha yayıp "Woaw" şekline çevirirdim. Açık söylemek gerekirse bu kadarını beklemiyordum. Aceleye getirmeden hepsini anlatacağım size.

Salı günü normalde bizim tatil günümüz. Bu salı Sevgililer Günü olunca durum değişti elbette. Yine de kafamda bir soru işareti duruyor. Salonu dolduracak mıyız? Herkes salı günleri kapalı olduğumuzu biliyor. Henüz sekiz kişi rezervasyon yaptırmış daha. Eşim dünden kalp şeklinde şirin pastalar hazırlamış sevgililer gününe. O yetmemiş, üzerinde şeker hamuru ile "love" yazan çubuklu enfes kurabiyeler yapmış.

Olağanüstü bir gün. Neler neler yapılacak daha. Bir yerden başlamak lazım. Bugün büyük pazar kuruluyor burada. Ne pazar korkutuyor beni ne de iş park yeri bulmak dışında. Bankacı dostumun tavsiyesine uyup dar sokaklar arasından pazarın kurulduğu yere yakın bir alışveriş merkezinin otoparkına giriyorum. İyi de oluyor. Alışveriş listem kabarık. Eşimi ve özel olarak yaptığı ikramları daha sonra alacağım. Hemen alışverişe başlıyorum. Saat on biri geçiyor. Fırat buluşma yerinde beni bekliyor olmalı. Telefon ediyorum cevap vermiyor. Onu düşünecek durumum da yok zaten. Alış verişe devam. Kasapta et hazır değil. Öğleden sonra hazırlayabiliriz diyorlar. Israrım üzerine kıyma ile birlikte iki kuzu but alıyorum. Arapsaçı çok fazla bulunmuyor pazarda. Kuzu etli olarak yapıyor Aşkın Şef. Bana göre bir numaralı yemeği bizim Taş Ev'in. Sadece bir yerde güzel arapsaçı buluyorum. Kilosu on lira. Sadece o mu ya. Bütün pazarcı anlaşmış gibi. Patlıcan, mantar, biber, salatalığın kilosu yedi lira. Hepsi bir tarafa nedense salatalığın kilosuna yedi lira ödemek ağırıma gidiyor.

Telefonum çalıyor. Değişik bir numara. "Benim, benim, Fırat" diyor. Telefonunu su dolu kovaya düşürmüştü, şimdi tamamen su koyuvermiş. Arkadaşının telefonundan aramış. Yarım saattir beklediğini söylüyor. Arabayı park ettiğim yere gelmesini istiyorum. Ekmek ve masa düzenlemeleri için süsler hariç alacağım her şeyi alıyorum. Telefonum çalıyor yine. "Biz kapınızın önündeyiz, kapalısınız her halde." Daha açılmamışız ki kapanalım. Ne diyeceğimi bilemiyorum. "Yemek için mi geldiniz?" diye soruyorum. "Hayır, kahvaltı etmek için gelmiştik." diyor telefondaki ses. Normal olarak salı günleri kapalı olduğumuz gibi hafta içinde de kahvaltı servisimiz olmadığını söylüyorum.

Yaylaya çıkarken telefonum durmuyor. Sürekli rezervasyon alıyoruz akşam yemeğine. Önce yirmi, sonra otuz kişiyi geçiyor rezervasyon yaptıranlar. Fırat hemen temizliğe girişiyor. Aşkın Şef geliyor. Onun da yapacak çok işi var bugün. Masaları özenle düzenliyoruz Fırat'la birlikte. Dakika başı yeni rezervasyon talepleri geliyor. Alp'i arıyorum, Bünyamin ile birlikte kendilerini alacağımı söylüyorum. Bünyamin iyi çalışmıştı bir önceki gece. Bugün işi olduğunu söylemiş Alp'e. Neyse bir şekilde halledeceğiz bakalım.

Geç kalmadan şehre iniyorum. Önce eve uğrayıp eşimi, onun özenle hazırladığı pastaları ve kurabiyeleri alıyorum. Hepsi çok şirin görünüyor. Eşim biliyor bu işi. Üstelik o kadar hoşuna gidiyor ki bu yaptıkları. Ah, bir de beli ağrımasa... Yaparken bu işleri belinin ağrıyacağını hiç düşünmüyor. Kalp şeklinde üzerinde "Love" yazan kırmızı balonlar, taze güller, masalara koymak üzere şık mumlar alıyoruz. Domates almamızı istemişti Aşkın Şef bir de. Pazar girişinde bir kasa domates alıyoruz halden daha uygun fiyata. Rezervasyon telefonlarının ardı arkası kesilmiyor. Salonu tamamen doldurduk. "Maalesef tamamen doluyuz, kusura bakmayın" açıldığımız günden beri özlem duyduğum sözcüklerdi. Nasip bugüneymiş. Üstelik canlı müziğimiz bile yok. Dakika başı rezervasyon telefonları gelmeye devam ediyor...

İlk gelen misafirler oldukça erkenci, saat altıyı çeyrek geçe geliyorlar. Daha sonra birden kalabalıklaşıyor salon. Kapıya kadar gelip yerimiz olmadığını söyleyenleri saymıyorum bile. Saat sekiz olmuş hala rezervasyon yaptırmak isteyenler oluyor. Erken kalkan masalar hiç boş kalmıyor. Sadece Nurullah Bey adına rezervasyon yaptıran bir misafirimizin yeri boş kalıyor. Gelemeyeceğini söylemediği için iki kişilik yer rezerve olarak kalıyor. Oldukça geç saatte gelebileceklerini söyledikleri için yerini başkasına da veremiyoruz Evet, bu misafirimiz ayıp etti biraz. Ama gece harikaydı. Herkes memnun ayrıldı. Salonu Fırat ile Alp hemen hemen sorunsuz götürdü. Fırat'ın on dört numaralı masaya rezerve yaptıranları yanlışlıkla dört numaralı en güzel masaya oturtması dışında tabii. Dört numaralı masa en güzel masalardan biri. Esas sahibi gelince ben kapıda gerine gerine karşılıyorum "Hoş geldiniz efendim, en güzel yeri sizin için ayırdık." diyerek. Yukarı çıkıp yol gösteriyorum. A, bir de ne göreyim dört numaralı masada birileri oturuyor. Masaların üzerine misafirlerin isimlerini, kaç kişi geleceklerini bile yazmıştım teker teker. "Fırat, hata benim." diyor. Misafirler en arka masaya oturmak zorunda kalıyor. Son derece olgun insanlarmış. Ben olsan çıngar çıkartırdım. Bu durum karşısında eziliyorum. Adamcağız ayağıyla kapıya kadar gelip rezerve ettirmişti yerlerini. Bu yetmemiş bir de telefonla aramıştı üstelik.

Akşam telefon edip yer olup olmadığını soranlar, kapıdan dolu olduğunu öğrenip dönen bir sürü insan. Çağatay Bey'i söylemeyi unutmuşum. Keşke Nurullah Beyin masasına alsaydım. Bir süre ayakta kalıyorlar. Neyse ki tanıdıkları bir arkadaşları kalkmak üzere, onların yerine alıyoruz kriz büyümeden. Derken kapıdan bir beyefendi giriyor. Az önce "Yerimiz yok maalesef." deyip uğurladığım kişi bu. Ağaçların arasında park etmiş bir başka aracın yanında. Çıkacağım diye önce geri geri gelirken ceviz ağacına bindirmiş. Sonra saplanıp kalmış. Bizim ceviz adamın tamponunu yamultmuş tabii. Yardım istiyor arabayı itmek için. Aşkın ızgaranın başında, Fırat ve Alp deseniz soluksuz koşturuyor. Ben varım sadece diyorum. Tek başıma koca minibüsü itiyor çekiyorum, sonunda biraz patinaj yapıp kurtarıyor kendini. Benim psikolojik desteğim daha etkili oluyor sanırım bunda.

Güzel bir geceydi vesselam. Canlı müziksiz daha güzel oluyormuş meğer. Çok güzel bir tanıtım fırsatı yakalamış olduk Taş Ev için. Bu vesile ile bütün sevgililerin Sevgililer Gününü de kutlamış olayım.