KATEGORİLER

6 Temmuz 2020 Pazartesi

MASUM BİR ADAMIN İTİRAFLARI - BÖLÜM 63/4


Raging Bull'da Jake LaMotta'nın sandviç yerken televizyon antenini ayarlamaya çalıştığı bir sahne vardı. Orta siklet şampiyonluğunu kazandıktan sonra yeniden kaybetmişti. Bir süre sonra, LaMotta’nın göbeği şortunun üstüne taştığı için kardeşi onunla dalga geçmeye başlamıştı. Sonsuza dek sıkı bir disiplin uygulayamazsınız. Sıkıntılarınız arttığında, stresinizi üzerinizden atmak için geç kalırsanız kendinizi bir anda hücrede uyanmış bulursunuz.  Cumartesi günü öğleden sonra, Lockhart'taki bir barbekü restoranından çıktım ve US183 yolu üzerinden şehre geri dönerken, Teksas eyalet polisi tarafından çevrildim.

Polis, kaskını çıkardı, ehliyetimi ve trafik sigorta poliçemi istedi. Gözleri kobalt mavisiydi. Sinekkaydı bir sakal tıraşı olmuştu. Belgelerimi aldı, bulunduğum yerde kalmamı söyledi ve arabasına geri döndü. Çizmelerinin asfaltta çıkarttığı ses kalp atışlarımı hızlandırmıştı. Dikiz aynasından telsizle konuştuğunu ve bilgisayar klavyesine dokunduğunu görebiliyordum. Kaçmaya kalksam, beni yakalamalarının uzun sürmeyeceğinden emindim. Tutukladıkları takdirde bildiklerimi paylaşmam karşılığında acaba beni serbest bırakırlar mıydı? Onlara nasıl bir anlaşma önereceğimi zihnimde test ediyordum. “Uçağı düşen yargıçları tanıyor musunuz?” diye kendi kendime soruyordum. Sonra yine kendi kendime “Evet, yaşıyorlar ve nerede olduklarını biliyorum.” diye cevap veriyordum. Aklımdaki muhakeme devam ederken polis arabamın yanına geri döndü.


“Seni hatırlıyorum, Bay Zhettah” dedi.

"Buralarda oldukça meşhur birisin. Bu seferlik seni uyarmakla yetinip görmezden geleceğim. Hız sınırı yüz on km/s. Tamam mı? İyi günler, efendim.” dedi.


Omzundaki rütbeye baktıktan sonra “Teşekkürler, Çavuş.” dedim.



O gece otel odasının minibarındaki bütün viskileri içtim ve yemeği odama sipariş ettim. Kendimi soyutladığım zamanlarda Tieresse’le daha fazla konuşuyordum.

“Aşkım,” dedim. “Şanslıydım ve herhangi bir ücret ödemeden dersimi aldım. Bundan sonra bir daha risk almayacağım. Artık böyle dalgınlıklarım olmayacak. Küçük ihmallerim yüzünden asla kan ter içinde kalmayacağım.” dedim.

“Biraz daha dikkatli olmalısın, amor? Bütün bunlar senin neşeni kaçıracak küçük şeyler.” dedi.


“Dünyevi sevinç hakkımı çoktan tükettiğime inanıyorum.” dedim.

“Senden bunları duymak istemiyorum Rafael” dedi ve dudaklarının dudaklarımın üzerinde gezindiğini hissettim. Ertesi gün, henüz güneş doğmadan evime dönüş yolundaydım.


Sabah markete uğrayıp bir düzine yumurta ve dilimlenmemiş köy ekmeği aldım. Güneşte kurutulmuş domates, sarımsak, kırmızıbiber ve beyaz peynir ile bir frittata* pişirdim. Bir spatula ile birlikte üçer adet tabak ve çatal alıp 6. Kata indim.


“Biraz geç kaldım, ama biraz işlerim vardı.” dedim. “Geçmiş yeni yılınız kutlu olsun.”

Kahvaltıyı hazırladım ve mahkûmlarımın her birine birer tabak verdim.

Moss, “Teşekkür ederiz.” dedi.

Stream, “Geçen sene mahkemelerimizde sekiz bin duruşmaya girdik.” dedi.

Ağzımdaki çikleti çiğnemeyi kestim ve diyeceklerine kulak kabarttım.

“Bunların beş bini habeas corpus** dilekçesiydi.” dedi.

“Peki, o zaman sizlerle yarışabilirim." dedim. "Ben de haftada bin kişiye yemek servisi yapabiliyordum.” 

“İnsan faaliyetlerinin küresel ısınmayı arttırdığına inanıyor musun?” diye bir soru yöneltti.

“Tabii ki inanıyorum.” dedim. Bunun üzerine aşıların otizme neden olup olmadığını, dünyanın düz olup olmadığını ve evrim teorisini kabul edip etmediğimi sordu. Ona sırasıyla hayır, hayır ve evet cevaplarını verdim. Sonra bana dönüp bilim adamı olup olmadığımı sordu.

“Şimdi bu ilginç bir soru, John.” dedim. "İşini iyi bilen çoğu fırıncı ustası kalplerin kimyageridir. Şimdiye kadar son derece bilimsel bir şekilde çalışan iki üç şefle tanıştım. Bana sorarsan, onların hepsi ruhsuzdu ama işlerinde uzman kişilerdi. Sanırım biraz eski kafalıyım. Anlatabiliyor muyum?" dedim.

“Evet, anlıyorum.” dedi. “Tıpkı bizim gibi siz de işin uzmanlarına güveniyorsunuz.”


Moss'a baktım. Yumurtalarını ve ekmeğinin yarısını yemiş ve çatalını tabağın ortasına koymuştu. Stream, bir şeyler söylememi bekliyordu. Ağzıma bir lokma frittata attım. Benden cevap gelmeyince o yine devam etti.

“Bizler, işlerini layığıyla yapan alt basamak mahkeme hâkimlerimize ve savcılarımıza güveniyoruz. Yapılan her itiraz dilekçesini bizzat kendimizin inceleyecek zamanı yok. Siz de dâhil olmak üzere yaşayan herkes, uzmanların vereceği kararlara bağlıdır. Kendini dürüst bir intikamcı yerine koyuyorsun. Oysa sen, ucuz, ikiyüzlü adamın tekisin benim nazarımda.” dedi.

Patlaması beni şaşırtmıştı ve bir an onun bu ateşli konuşmasına hayran kaldım fakat hayranlığımın tiksinti haline gelmesi çok uzun sürmedi.

“İşte yanıldığın nokta burada, John. Anlatıldığına göre sizin uzman dediğiniz duruşma hâkimi,  davanın lehime ertelenmesi yönünde karar vermiş ve DNA'yı test etmek istemişti. Ancak sen ve Jane onun karşısında yer aldınız." dedim.

Stream,” “Çünkü o, yanılıyordu.” dedi.


“Ayrıca sizin mesai arkadaşlarınızdan biri de sizin gibi düşünmedi. Anladığım kadarıyla, Teksas eyaletinin en iyi yargıçlarından ikisi, kararlarını verirken doğru yaptıklarından emin olmak istiyorlardı, diğer ikisi, yani sizler ise buna gerek duymamıştınız.” dedim.

Stream, “Üç nihai karar vericiden ikisini, yani Yargıç Moss’la beni halk seçti. Ahlaki öfkenin*** seni otoriterliğe götürdüğünü görüyorum." dedi.


Önceleri, avukatım hakkında fazla bir bilgim yoktu ama sonra Sargent bana, biraz onun geçmişinden bahsetmişti. Hukuk fakültesine gitmeden önce Ivy League’ta eğitim görmüş, deniz piyadelerinden Teksaslı bir yüzbaşı ona akıl hocalığı yapmıştı. Yazıhanesinin bir köşesinde, uzun, pirinçten bir tükürük hokkası bulunduruyordu ve onu oraya sırf dekorasyon olsun diye koymamıştı. Yüzbaşının ödüllü bir belgesele konu olan biyografisinin bir kopyası Sargent'ın elindeydi.


Bir gece, Javier dediğimiz adam idam edilmişti. Javier, önceden, Batı Teksas'ta bir yerde, bir taksi şoförünü vurduğunu itiraf etmişti ancak son birkaç yıldır gerçekte o işi yapmadığı hususunda ısrar ediyordu. İnfazdan tam bir gün önce, cinayeti soruşturan dedektif,  Javier’in avukatını aramış ve suçu itiraf ettirmek için Javier'e işkence yaptığını kabul etmişti. Anlaşıldığına göre, dedektif, ölüm döşeğindeydi ve oradan sağ çıkıp çıkamayacağı belirsizdi. Avukatı son dakikada bir temyiz başvurusunda bulundu. Dava Yargıtay'a kadar gitti ve saat onu geçene kadar bir karara varamadılar. Daha sonra Javier'in aleyhine beşe dört oyla hüküm verdiler. Saat on bir civarında Javier’in idam edildiği açıklandı. Haber ölüm hücresine düştüğünde en ufak bir protesto yoktu. Sadece şaşkın bir sessizlik hüküm sürüyordu. Sargent,

“Inocente, dinle bak bunu.” dedi. Olvido’nun akıl hocasının biyografisinden bir pasaj okudu.

“Jüriye müvekkilinizin olay yerinde bile olmadığını söylüyorsunuz ama eğer olsaydı bile, tetiği çeken kişi o olmayabilirdi ve tetiği çekmiş olsa bile, iyi bir nedeni olabilirdi. Her bir varsayıma A, B ve C diyelim. Mahkeme salonu, bir cevabın doğru, diğerlerinin yanlış olduğunu ortaya koyan bir laboratuar değildir. Bu iş, ilk kaleyi ablukaya aldığınız sürece, sahada vurulmanızın, dolaşmanızın ya da vurmanızın önemli olmadığı bir beyzbol oyununa benzer.”

Javier için çok üzülmüştüm.


“Her zamanki gibi, Compadre, dediklerini yine tam olarak anlayamıyorum.” dedim.


“Bunun sadece bir oyun olduğunu düşünen polisler ve savcılar değil. Bizim taraf da aynı şekilde düşünüyor. Javier'in bir hiç uğruna hayatını kaybetmesinin sebebi duruşmaları bir spor karşılaşması gibi gören, doğru adım atmayı bilemeyen adamlardır.” dedi ve ardından bana hemen bir soru sordu,

“Sofist kime denir bilir misin?”


“Elbette, biliyorum.” dedim. “Onlara bir nevi filozof da diyebiliriz. Platon'a göre sofistler, gerçeği tanımlamaktan ziyade kendilerini haklı çıkaracak kanıtları arayan kişilerdir."


*frittata: İtalyan omleti

**habeas corpus: Bir kişinin, hukuka aykırı bir tutuklama veya hapis cezasını mahkemeye bildirebileceği ve mahkemeden, genellikle bir hapishane yetkilisi (gardiyan) tarafından, mahkûmu ya da tutukluyu mahkemeye getirilmesini talep edeceği yasal bir hukuk yolu.

***Ahlaki öfke: Ahlâki ilkelerin ağır ihlâli ile bağlantılı aşırı tutku ve öfke. 


(Devam edecek)

5 Temmuz 2020 Pazar

MASUM BİR ADAMIN İTİRAFLARI - BÖLÜM 62/4


Teorik açıdan, avukatın delillerle desteklediği savunma dilekçesi ile yargı görüşü arasında önemli bir fark vardır. Birinde ortaya belli bir sonuç çıkması gerekirken, diğerinde buna ihtiyaç duyulmaz. Hiç kimse avukatların tarafsız olmasını beklemez. Oysa yargıçlarbelli bir zümreyi memnun etmek arzusuyla değil, hukukun üstünlüğü ilkesine göre ve yasalara uygun olarak hareket ettiklerini iddia ederler.

Stream ve Moss'un icraatlarının toplandığı kitapçıklarda, söz konusu ayrım tamamen ortadan kalkmıştı. Onlara yanlı kararlarının birer kopyalarını vermeye devam ettim fakat bunu kendime bir vazife olarak görmüyordum. Bazı hikayeler sonradan yazılamayacak kadar uzundur. Ne kadar yazarsan yaz, aklından geçenleri tam olarak anlatamazsın.

Mesela ölüm hücresindeki Nazi komşum, Taylor gibi birini ele alalım: Zenci bir gardiyan, hayatını kurtarmış olsa dahi, Taylor ona bir ekmek kırıntısı dahi vermezdi. Moss ve Stream için de aynı durum geçerliydi. Mahkûmları içeri atmak için ihtiyaç duydukları yasal ilkelerin içini nasıl boşalttıkları ortadayken, benim gibi eski bir mahkûmun onları serbest bırakması, asla söz konusu olamazdı.


Çok değil, bir ay kadar sonra bu kararlılığım iyice zaafa uğramıştı. Onlara temiz çamaşır getirdiğim bir gün Stream,

“Sana karşı kendimizi aklamamız gerektiğini anlıyorum ama bundan önce farkında olmadan yaptığımız hataların karşılığında senin bize kasıtlı olarak yapmış olduğun kötülükleri nasıl izah edeceğini merak ediyorum.”

“Farkında olmadan yaptığınız bir hata neticesinde, masum bir adamın ölümle cezalandırılmasına onay verdiniz. Bu olayı biraz hafife aldığını düşünmüyor musun?” dedim.

“Kararımızın yeterince adil olduğunu düşünüyorum. Beklediğin cevap bu mu?” dedi.


Evet, deyip yanından uzaklaşmalıydım. Bunun yerine,

“Hayır,” dedim. “Hedefim, evrenin ahlakına yeniden denge veya düzen sağlamak değil. Benim burada amacım, bir daha önemli bir pozisyona gelmeniz halinde size iyi bir ders verebilmekle ilgili.”

Stream, “Bu büyük saçmalık. Eğer senin bu ukalaca akıl yürütmen doğru olsa,  dijital saatte dakikalarımı saydırmak için beni buraya tıkmazdın.” dedi.

“Sizlere değerli bir ders vermek ve intikam duygularımı söndürmek birbirini dışlayan şeyler değil.” dedim.

“Çok doğru, bütün mesele de bu zaten.” dedi.


Kafamdaki özlü cevapları prova ettim. "Tartışmayı kazanmış olman haklı olduğunu göstermez." demek isterdim ama artık çok geçti. Bir kez daha o kazanmıştı. Acaba Bodega' nın güvenlik kameraları var mıydı? Adliyenin karşısındaki, her zaman oturduğum yerde veya şehrin herhangi bir yerinde, hâkimleri takip ettiğim bölgelerde, beni kaydeden kameralar var mıydı? Stream’in uçağının enkazında hala DNA’m korunmuş olabilir miydi? Batı yakasından geçerken herhangi bir yerde bıraktığım parmak izim, dedektifler için bir ipucu olabilirdi belki de. Körfezde bir şeylerle uğraşıyor olmam şüpheleri üzerime çeker miydi? Mobil bir restoran açmak için araştırma yaptım. Bir ara hukuk fakültesine gitmek fikri geçti aklımdan. Tieresse'nin vakfında değerlendirebileceğim bir becerim olup olmadığını düşündüm.

Sonunda bunların hiçbirini yapmadım. Bir yarım, bütün bunları yapmayı düşünürken, diğer parçam bunlara zamanımın olmayacağı konusunda ısrar ediyordu. Belki de, Stanford'un öğrencileri gibi, gardiyan olmak iyiden iyiye hoşuma gitmeye başlamıştı.


Kazadan altı ay sonra, Sahil Koruma, arama çalışmalarını durdurduğunu açıkladı. Yeni kanıt ve kazaya ait kalıntıların ortaya çıkması durumunda, çalışmalara kaldığı yerden devam edileceği bildiriliyordu. Bir ay sonra, NTSB tarafından nihai rapor yayınlandı, kaza sebebinin belirsizliğini koruduğu ifade edilirken, mevcut bilgiler dahilinde, kazanın pilotaj hatasından mı yoksa karbon monoksit zehirlenmesinden mi meydana geldiğine dair herhangi bir şey söylemenin mümkün olmadığı açıklanmıştı.

Özel pilot tartışma forumlarında Stream'i hatalı bulanların sayısı hayli fazlaydı. Bir pilotun ortaya attığı teoriye göre, rüzgârın beklenenden daha şiddetli olması sebebiyle uçağın yakıtı bitmiş olabilirdi. Bu açıklama mantıklı görünüyordu fakat diğer bir pilotun işaret ettiği üzere, böyle bir durumda, Stream'in neden acil durum çağrısı yapmadığını açıklamıyordu. Başka bir pilot, telsiz haberleşmesinin kesintiye uğramasının nedeni olarak, neredeyse sıfır dereceye düşen dış hava sıcaklığı sebebiyle kabin ısısını arttırmak için klimayı çalıştırmış olabileceğinden bahsediyordu. Klimadaki muhtemel arıza sebebiyle kabinin karbon monoksit gazıyla dolması sonucunda, hem Stream hem de Moss bilincini yitirmiş, uçak güç kaybetmesi nedeniyle körfez’e düşmüştü.


Haber, Austin gazetesinin eyalet haberleri bölümündeki bir sayfada yer almıştı ve oradan yerel TV istasyonlarında taşındı. Ancak hiçbir büyük ulusal kanal bu olaydan bahsetmedi. Kendimi biraz daha güvende hissettim. Aşağı indim ve mahkûmlarıma son haberleri okudum.

“Altı aydır burada birlikteyiz ve artık geçmişi olduğu yerde bırakabileceğimi düşünmeye başladım, sanırım. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?” dedim.

Moss, “Yaptıklarından sapıkça bir zevk alman hoş değil.” dedi.

“Haklısın Jane. Fakat bana suç işlediğim halde zaman aşımından yargılanamayacakmışım gibi geliyor. Bunun ne kadar heyecan verici bir şey olduğunun farkında mısın?” dedim.


Stream, “Kanunların etrafından dolaşan muhtelif çözüm yolları vardır.” dedi.


“Bu duruşun, John,” dedim. “Tam da bu yüzden, burada olmanı gerektiriyor.”

Günlük yaşantıma kaldığım yerden devam ettim. Colorado, Cortez'e uçtum ve bir haftamı San Juans'ın vahşi doğasında geçirdim. Utah Moab'ta bisiklet kiraladım ve odun sobasıyla ısıtılan tek odalı bir kulübede kaldım. New York'a gittim, iki gün içinde üç Broadway gösterisi izledim. Haftada bir, çarşamba günleri öğleden sonra hal hatır sormak için Olvido ile görüştüm.


Aynı zamanda romantik zamanlarımızı hatırladım. Tieresse gittikçe büyüyen işlerini yavaş yavaş elden çıkarmaya başlamıştı.

“Çalışmak seni artık sıkmaya mı başladı?” diye sormuştum.

“Her insan gibi benim de zayıf bir tarafım var. Kolay kolay vazgeçmem. Eğer yönetecek bir şirketim varsa, tek yapacağım onu ayakta tutmak. Lakin daha fazla kitap okumak, daha fazla film izlemek ve daha fazla müzeye gitmek istiyorum. Elimdekilerin hepsini satmazsam, bunlardan hiçbirini yapamayacağım.” dedi.

“Elden çıkarılacaklar listesine beni de dâhil etmemişsindir umarım.” dedim.

Beni öptü,
“Seni şımarmak istemiyorum, amor. Ufak tefek şeyleri sorun haline getirmemek, insanın ulaşabileceği paha biçilmez bir lüks. Bundan sonra yapmam gereken tek şey isteklerime engel olan her ne varsa kökünden kesip atmak.” dedi.

Artık kimse Stream ve Moss'u aramadığına göre, küçük şeylerden endişelenmeyi bırakabilirdim. Austin'e geri dönmeye karar verdim. Dört yıldızlı bir otelde bir oda ayarladım. Sonra, bir de araba kiraladım. Stream’in evi boş görünüyordu. Bahçesindeki çime bakım yapılmış ve biçilmişti ama pencerelerinden dışarıya ışık sızmıyordu. Öte yandan Moss’un evinde, bütün ışıklar yanıyordu. Sabah olunca, arabama atlayıp onun evine yine bir göz attım. Papaz kocası, arabasına biniyordu. Şakaklarına dökülen saçları ağarmıştı. Aklımdan ona bir not bırakmak geçti.

(Devam edecek)

MASUM BİR ADAMIN İTİRAFLARI - BÖLÜM 61/4


Akşam üzeri, eve döndüm. CNN’de yeni bir haber yoktu. İnternet'ten de hiçbir şey bulamadım. Forum sitelerindeki hakim ve savcılar başka konularda fikirlerini paylaşıyorlardı. Sonunda biraz olsun rahatlamıştım. Umutsuzluk için sadece bir neden yeterli değildir. Birden fazla neden olması gerekir. Umudu yaşatmak için hiçbir neden kalmadığında umutsuzluk ortaya çıkar.

Demerest'in, hücresinde, ırz düşmanı bir gardiyan tarafından tecavüz edilmesinden bir gün sonra, Eyalet Mahkemesi, temyiz başvurumu reddetmişti. Sargent bana Stanford deneyi olarak adlandırılan bir şeyden bahsetti.

“Koğuştaki gardiyanların neredeyse tamamının, hapishanenin zor koşullarına uyum sağlaması tesadüf mü sence?" diye sormuştu.

“Elbette, bu tesadüf olamaz. Bu işi yapabilmeleri için belli niteliklere sahip olmaları gerekir.” dedim.

Sargent, “Hayır, Inocente. Neden sonuç ilişkisini tersine çeviriyorsun. Demek istediğim; o işi yapman, seni o tür insanlara dönüştürür. Stanford Üniversitesinde bilim adamları, bir deney için yirmi dört gönüllü öğrenci seçmişlerdi. On iki lisans öğrencisi gardiyan, on iki öğrenci de mahkûm rolünü oynuyordu. Hiçbiri daha önce herhangi bir suç işlememişti. Gönüllüler, gruplardan her birine rastgele seçilmişti. Birkaç gün sonra mahkûm grubundakiler, delilik alametleri göstermeye, gardiyanlar grubu ise sadistçe ve acımasızca davranmaya başlamışlardı. Davranışlarının her geçen gün aşırıya kaçıp dramatik bir hal alması sebebiyle, yetkililer, deneyi durdurmak zorunda kaldılar.” dedi.

“Bana neyi anlatmaya çalışıyorsun? Gardiyanlara daha fazla sempati duymam mı gerekiyor?” dedim.

 “Hayır. Söylemek istediğim bu değil.” dedi.


O gün öğleden sonra bir trustee hücreme bir yığın kitapçık getirmişti. Ona kütüphaneden hiçbir şey sipariş etmediğimi söyledim. Sargent hücresinden seslendi,

“Onları okuman için ben istedim, Inocente. Biraz aydınlanman gerektiğini düşünüyorum.” dedi.


Kitapçıkları önüme alıp incelemeye başladım. Sargent bana, Yargıçlar Moss ve Stream tarafından verilen idam cezalarının karar özetlerini göndermişti.

Vakalardan birini okudum.

"Allah kahretsin," dedim. Sargent,

“Dur bakalım daha, sen okumaya devam et.” dedi.

Dediğini yaptım. Duruşması sırasında avukatı uyuklayan bir mahkûmun yaşadıkları anlatılıyordu. Birkaç tane jüri üyesi, mahkeme raportörü ve bir mübaşirden oluşan şahitler, avukatın kafasını masaya yatırıp hafiften horladığına ve açık ağzından salyalarını akıttığına dair olayı doğrulayan ifadeleri içeren bir tutanak imzalamışlardı. Yargıç Moss, avukatın önemli bir şey kaçırıp kaçırmadığını söylemenin artık imkânsız olduğunu söylemiş ve bu durumun mahkûma ne gibi bir zararı olabilir ki? diye sormuştu. İki yıl sonra, başka bir hâkim, aynı mahkûmun suçsuz olduğuna karar vermişti.


Başka bir davada, avukatı, mahkemedeki duruşmaya sabah sabah sarhoş gelen bir tutukludan bahsediliyordu. Stream, oyunu mahkûm aleyhine kullanmıştı.

Her şeyden önce avukatların durumunu izlemek duruşma hâkimlerine yapılan bir saygısızlıktır. Zaten ağır olan iş yüklerine, can sıkıcı yenilerini eklemek için hiçbir sebep göremiyoruz. Eyaletimizin yargıçları, adlarına yakışır, son derece verimli, adil ve güvenilir şekilde görevlerini yürütmektedirler.

Moss, bu karara bir de uyarı eklemişti.

Son yıllarda, idam cezasıyla yargılanan mahkûmların vekâletini üstlenen avukatlar, çok sayıda anlamsız itirazlarda bulunmak suretiyle terör taktiklerini benimseyip mahkemeleri suistimal etmektedirler. Bu istismar, mahkemeler, yargı personeli ve kurbanların aileleri için hak etmedikleri bir stres yaratmaktadır. Bu vesileyle, benzer davranışlara devam ettikleri takdirde, bunun mahkemeye bir saygısızlık olarak değerlendirileceğini savunma avukatlarına bildirmek isteriz.


Sonraki dava, müvekkilinin karısıyla yatan bir duruşma avukatını konu alıyordu. İkili, davalının tutuklanmasından bir hafta sonra avukatın bürosunda birlikte olmuşlardı. Çıkar çatışması son derece netti: Müvekkilin ölüm hücresini boylaması durumunda, evli avukat, metresiyle ilişkisini çok daha rahat bir şekilde sürdürebilecekti. Yargıçlar, Stream ve Moss, olayı bu yönde değerlendirmediler. Avukatın davranışının sorgulanabilir olduğunu kabul etmişlerdi ancak davanın seyri tuhaf bir şekilde kaldığı yerden devam etti, olayda neredeyse müvekkil suçlanacaktı. 


Kitapçıklarda yer alan son dava, tanıdığım biriyle ilgiliydi, o, her seferinde, duş almadan önce, soyunmayı unutan zihinsel özürlü bir mahkûmdu. Ölüm hücresindeki bütün gardiyanlar onun çelimsiz biri olduğunu biliyorlardı. Yargıç Moss, temyiz başvurusunu reddetmişti. Eğer suçlu, cinayeti işleyebilecek zekaya sahipse, idam edilebilmesine yetecek kadar akıl sağlığına sahip olduğunu düşünüyordu. Ayrıca, mahkûmun avukatının, mahkemeye saygısızlık ettiğini ileri sürüp beş bin dolar para cezasına çarptırılmasına hükmetmişti.

“Bu tür davalara bakan avukatlardan çoğunun beş bin dolar parası olduğunu sanmıyorum.” dedim.

Sargent güldü.
“Komik olan ne?” diye sordum.

“Her zamanki gibi, Inocente, esas noktayı yine kaçırıyorsun.” dedi.

“Hangisini?” diye sordum.

“Bu yargıçlardan her ikisine de doğru yolu gösterecek bir sistem yok. Nefret etmek güzel bir duygu. Sadece, nefret ettiklerin doğru o.çocukları olmalı." dedi.


Kitapçıkların bir kopyasını saklamamıştım. Aklımda kalan önemli kısımları yazıp Kansas City'deki halk kütüphanesinden iki çıktı aldım. Reinhardt’ın ziyaretinden sonraki sabah aşağı indim ve mahkûmlarımdan her birine, kendilerine ait idam kararlarını özetleyen kitapçıkların birer kopyasını verdim.


“Size bir teklifim var. İkinizden biri, yazdığınız bu saçma fikirlerden tek bir tanesinin mantıklı olduğu konusunda beni ikna edebilirse, toplam hapis cezanızın bir yılını sileceğim." dedim.


Stream, “Sana hiçbir şey açıklamak zorunda değiliz.” dedi.

“John,” dedim. “Dediğimi anladın mı?” 

“Sen kibirli serserinin tekisin.” dedi.


Moss bir şey söylemek istermiş gibi yüzüme bakıyordu.

“Stanford deneyini biliyor musunuz?” diye sordum.

Moss “Evet.” dedi.

Stream sandalyesine oturdu ve kitabını okuyormuş gibi göründü.

“Seni tebrik ederim, John. Hücremi dağıtıp eşyalarımı çalan, yüzlerine güldükçe bana gazı basan gardiyanlarla empati yapmamı sağladın. Hadi, görüşmek üzere.”


Moss, “Lütfen biraz bekler misin?” dedi.

“Üzgünüm Jane. Korkarım, artık bunu yapamam.” dedim.


Aradan günler geçti, sonra haftalar. Artık onların seslerini duymak, yüzlerini görmek istemiyordum. Aşağıya sadece çöpleri toplamak ve onlara temiz giysiler götürmek için iniyordum.

(Devam edecek)

3 Temmuz 2020 Cuma

MASUM BİR ADAMIN İTİRAFLARI - BÖLÜM 60/4


Eve dönüp mutfakta kahve suyunu ısıtırken haberleri açtım. CNN, haber yayınına devam ediyordu. Venezüella'daki siyasi karışıklık hakkında bir şeylerden bahsediyorlardı. Diğer kanalların hepsinde yerel haberler vardı. CNN'in daha önce aktardıkları gelişmelerin dışında yeni bir habere denk gelmedim. Telefonu aldığım gün, Manhattan'da dört milyondan fazla insan yaşıyordu. Halen milyonlarca ikinci el telefon, internet üzerinden satılıyor. Derin bir nefes aldım, kendime gelmeye çalıştım. On dakika boyunca nefes alıp verişimi dinledim, sonunda hiçbir şeyin beni zora sokamayacağı hususunda ikna oldum. Çok geçmeden telefonum çalmaya başladı.

Bir zamanlar Sargent ile birlikte kaçış planları yapar ve hayaller kurardık. Bir keresinde bana, özgürlüğüme kavuştuktan sonra, dünyaya yeniden adapte olabilmem için çok fazla zorlanacağımı, çünkü eski yaşamımda hayatımı planlı bir şekilde sürdürdüğümü söylemişti.


“Herkes plan yapar.” dedim.

“Hiç de öyle değil, Inocente, herkes plan yapamaz. Sadece orta sınıf beyazlar üniversiteye gitmeyi, evlenmeyi, çocuk sahibi olmayı, Ozzie ve Harriet* gibi rezil bir hayat sürmeyi planlar.” dedi.

“Ben beyaz değilim.” dedim.

“Demek istediğim o değil. Bir sokak çocuğuna bir yıl sonra nerede olmak istediğini sorduğunda sana ne cevap verir bilir misin? Tam da şu an bulunduğu yerde olmak istediğini söyler. Burada herkes aynı şeyi söylüyor. Hapishaneye ilk adımını attığında, başına neler geleceğini düşünüyordun? Peki ya şimdi ne düşünüyorsun? Sadece yarın alacağın duşu. Yalan mı?” dedi.


Sargent doğru söylüyordu. Mahkûmların dünyasına adamakıllı girmiştim. Aklını yitirenler plan yapmaya devam ediyorlardı. Bu onların delirdiklerini anlamalarının bir yoluydu. Fakat hiç umudu olmayan çoğu insan gibi, benim de geleceğe dönük planlarım yarının ötesine geçmiyordu.

Sargent’ın haklı olduğu bir başka konu daha vardı. Sonunda, her şeyi geride bırakıp dışarı çıktığımda, gelecek kavramını ve bunu nasıl planlayacağımı yeniden öğrenmek zorunda kalacaktım. Bunların bir kısmı kolaydı. Restoran işinde, haftalık yiyecek ihtiyacınızı bir tedarikçiden sipariş edebilirsiniz. Sadece elinize bir kâğıt ve kalem alıp oturur, menüleri hazırlayabilir ve maliyet hesabını çıkarabilirsiniz. Planlamanın geriye kalan kısmı zordur. Akşam yemeğine gelen bir lokanta müşterisi, yemeğe başlamadan önce, şefin hünerini gösterdiği kuşkonmaz çorbasının üzerine döktüğü ince öğütülmüş fındığa karşı alerjisi olduğunu söylemezse ne yaparsınız? 911’i çevirip doktor mu çağırırsınız yoksa ortalığı ayağa kaldırıp epinefrin** bulmaya mı çalışırsınız? Hemen doğru tepki gösterip triyaj*** yapmalısınız. Buna benzer acil durumlarla nasıl başa çıkacağınızı önceden düşünmediyseniz, seçenekler üzerinde karar verinceye kadar müşteri hayatını kaybedecektir.

Yaptığım hata böyle bir şeydi. Kumaşımdaki minik bir deliği görememiştim ve şimdi o, her geçen saat daha büyüyordu, üstelik bunu durdurmamın bir yolu da yoktu.

İkinci zil sesinden sonra telefona cevap verdim. Karşımdaki sesi duyduğum anda ferahladım. Reinhardt, önümüzdeki hafta Kansas Üniversitesinde "Açık bilgisayar ağlarında güvenlik sorunları" konulu bir konuşma yapacağını söyledi ve sonra,

“Sen de gelmek ister misin, hem konuşmam bittikten sonra akşam yemeğini birlikte yeriz.” dedi.

“Bu teklifi kaçırmam.” dedim.


Bilgisayar mühendisliği bölümünün büyük konferans salonunda, sürpriz bir şekilde kadınların erkeklerden daha fazla olduğu kalabalık bir dinleyici kitlesiyle birlikte oturup Reinhardt'ın, MAC işletim sistemini dışarıdan saldırıya karşı korumak için alınması gereken yeni önlemler konulu sunumunu izledim. MAC, medya erişim kontrolü için kullanılan bir kısaltma. Belirli bir ağda her bilgisayar ayrı bir MAC adresine sahiptir. Anladığım kadarıyla Reinhardt, bilgisayar korsanlarının bir ağa erişmek için MAC adreslerini nasıl taklit ettiklerinden ve içeri sızıp onlara ne tür zararlar verebileceklerinden bahsediyordu. Yaklaşık iki dakika geçtikten sonra duyduklarımı zar zor anlayabiliyordum ama anlamadığım bir dilde, aryaların söylendiği bir operadaymışım gibi, onu dinlemekten büyük zevk alıyordum. Salonda hazır bulunan profesörler ve doçentler huşu içinde Reinhardt’ı dinliyorlardı.


Konferanstan sonra yol boyunca konuştuk,

“Annen senin bir rock yıldızına benzediğini söylerdi. Senin gibi birini yetiştirdiği için bir kez daha annenle gurur duydum. Keşke bu günleri o da görebilseydi.” dedim.

Reinhardt içini çekti, “Keşke” dedi.


Eve dönüş yolumuz üzerinde ızgara brisket**** ve sığır kaburgadan oluşan bir akşam yemeği yedik. Tieresse'le birlikte Kansas'a uçtuktan sonra, yine burada yemek yediğimizden Reinhardt'a ilk kez bahsettim.


“Biliyorum,” dedi. “Ertesi gece onunla konuşmuştum. Bana satın aldığı araziden ve yüzük taktığınızdan bahsetti. Onu, hiçbir zaman böylesine mutlu  görmemiştim.” 

“Anneni ne kadar özlediğimi bilemezsin.” dedim.

“Ben de onu çok özledim.” dedi.

Verandada rahat koltuklarımıza oturmuş, buz gibi biralarımızı içiyorduk. Elli metre ötedeki mahkûmlarım, yerin yirmi metre altındaki karanlıktaydı.


“Reinhardt, avukatıma sadece ben öldükten sonra açılmasını istediğim bir mektup bıraktım. Unutacağını sanmıyorum, fakat ölürsem, bunu onlara lütfen  hatırlat.” dedim.

“Hasta mısın?” diye sordu.

“Bildiğim kadarıyla değilim.” dedim.

“O zaman neden böyle bir şey yapmak ihtiyacı hissettin?

“Eskiden hiçbir şeyin beni şaşırtamayacağını düşünürdüm.” dedim.

“Anladığımı sanıyorum.” dedi.


Kansas City Royals ve Atlanta Braves hakkında konuştuk. Reinhardt’ın ikinci aşkı bilişim teknolojisi idi. İlki aşkı ise beyzbol. Hangi oyuncuların peşine düşmeleri gerektiğine ve onlara ne kadar ödemelerine karar vermek için yararlanabilecekleri bir tür veritabanı oluşturmak için City Royals ile bir sözleşme imzalamıştı. Bu işten hiç anlamayan birine anlatırmış gibi yapacaklarını bana teker teker anlattı. O gün, ikinci defa onun ilgilendiği konuların benim açımdan ne kadar anlaşılmaz olduğunu fark ettim.

Tieresse'nin yanımda oturduğunu hayal ettim, bana

“Demek istediğimi anladın mı şimdi?” diye soruyordu. Hafifçe gülümsedim.

Reinhardt, kendisine güldüğümü düşünmüştü.

“Komik olan ne? diye sordu.

“Bazen anneni, sanki yanımdaymış gibi hissediyorum.” dedim.

“Evet, bazen ben de öyle.” dedi.

“Fiziki bakımdan yanımdaymış gibi yani, sanki beni sıkıştırıyor. Sence bu normal mi?” diye sordum.

Elimi kolunun üstüne koydum ve bir müddet bu şekilde oturduk. Sonunda yoruldu ve yatmak için kalktı. Misafirhaneye doğru yürürken ona,

“Bana karşı toleranslı davrandığın ve arkadaşım olduğun için teşekkür ederim.” dedim.

Geri dönüp ellerini sanki dua ediyormuş gibi bir araya getirdi ve kendinden emin bir şekilde beni süzdükten sonra,

“Rafael, o zevk asıl bana ait. Ve eskiden olup bitenlerle ilgili bana günah çıkarttırıyorsun.” dedi.

Ertesi sabah kahvelerimizi içtikten sonra onu evine uçağımla götürmeyi teklif ettim. Uçağı hangardan çıkartırken, güya beton zemine benzin ve yağın damlamasını önlemek amacıyla kestiğim büyük, lastik paspasın altındaki kapağı fark edip etmeyeceğini anlayabilmek için sürekli onu izliyordum. Fark edememişti. Aşağıdan gelen bir ses de duyulmadı

TV’de gösterilen bir Hitchcock dizisinde, kocasını donmuş bir kuzu butu ile öldürdükten sonra onu kızartıp polise yediren kadını hayal ettim. Reinhardt'a yaptıklarımı anlatmamak için kendimi zor tutuyordum.

“Seni rahatsız eden bir şey mi var?” diye sordu.

Ellerimi omuzlarına koydum ve ona,

“Keşke, sadece tek bir şey olsa. Hadi gidelim.” dedim.


*Ozzie ve Harriet: Ozzie Nelson ve eşi Harriet, ABD radyo ve televizyonlarındaki popüler bir çift

**epinefrin: Kalp krizi ve acil alerjik durumlarda kullanılan bir ilaç.

***triyaj: Acil durumlarda tıbbi müdahale önceliklerini belirleme sistemi.

****brisket: Döş ile kolun altı arasında kalan az yağlı sığır eti

(Devam edecek)