KATEGORİLER

13 Ekim 2016 Perşembe

"SÖZ"

12/10/2016 Çarşamba, Tire

Sabaha kadar uyudum, uyandım ama biriken günlüklerimi tamamladım. Gün ışıyınca bir iki saat uyku yetti. Eşimle birlikte çıkıyoruz artık evden. Önce kasaba uğrayıp etimizi, kıymamızı alıyoruz. Pirzola yok diyorlar yine. Kızacak oluyorum. "Abi" diyor, "Sen anlamıyorsun bu işlerden. İstersen sana hemen pirzola verelim. Verelim ama hayvan yaşını geçmiş, memnun kalmazsın. Her Kurban Bayramından sonra yaşanır bu olay. Haftası dolan kuzular yeni kesime alınacak. Yarın veya yarından sonra alalım siparişi."

Haftaya yine bizim için büyük bir organizasyon var. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğinin vereceği kahvaltıya ev sahipliği edecek Taş Ev. Aşağı yukarı yüz kişilik bir katılım bekleniyor. Dua edelim de yağmur yağmasın. Aksi takdirde onca sayıda insanı kapalı bir yerde ağırlamanın imkanı yok burada. Bir hafta sonraki cumartesi günü ve ondan iki hafta sonra İzmir'den gruplar gelecek. 

Yaylaya varıp kapıya doğru yanaşıyoruz. Demir kapının kilidini açıyorum. Marko ortalıklarda görünmüyor. Ama Zeytin beni görünce havlamaya başlıyor. Az sonra Hüseyin geliyor. ancak Marko'yu bulamadığını söylüyor, Kısa bir süre sonra Hüseyin'in telefonu çalıyor. Akıllı bir Kangal köpeği olan Marko, Kaplan Köyündeki eski yerine dönüyor.

Dün berbere gidememiştim. Çıkmak için Şef ve eşinin gelmesini bekliyorum. Geç kalmaya kalıyorlar. Telefon ediyorum, kapsama alanında değil ya da şarjı bitmiş görünüyor. Bundan böyle her Çarşamba elemanlarla toplantı yapacağımı, gidişatı değerlendireceğimizi ve aksayan kısımları masaya yatıracağımızı söylüyorum. İşe geç kalmasının doğru bir davranış olmadığını, birbirimize güvenin önemini hatırlatıyorum.

Dündarlı Köyünden Yaşar da açmıyor telefonlarımı. Yayla komşularımızdan Bilal, Kiraz'dan işçi topladığını söylemişti geçen yıl. Onu arıyorum, çalıyor ama cevap veren yok. Dün akşam beni arayan bir kişi kestane toplama işini üzerine alabileceğini bugün için saat on ikide görüşmek için geleceklerini söylemişti. Güvenilmez bu insanlara. Telefon ediyorum. İşleri bitmemiş. Şehirde buluşmaya karar veriyoruz.

Bir saat kadar sonra bir kahve önünde bir araya geliyoruz. Birer çay içerken kestaneler için yevmiye değil de yarıcı düşündüğümüzü söylüyorum. Prensipte anlaşıyoruz. Yarın sabah gelir, yeri gördükten sonra cumartesi gününe başlarız diyorlar. İçimde bir ses bu işin olmayacağını söylüyor. Eşim Hüseyin'in telefonundan Yaşar'ı arıyor.

Yaşar telefonu açtığında onun ısrarı sonuç veriyor, cumartesi günü kestane işine başlayacaklar. Bana dün söylediği aynı fiyattan toplarız lafı havada kalıyor. Köşeye sıkıştığımızı düşünerek yüksek yevmiyeler istiyor.  Akşama Hüseyin'den Çukurköylü İbrahim'i aramasını rica ediyorum. O da bizimle çalışabileceğini, yarın yeğeniyle konuşacağını söylüyor. Böylelikle üç kişiyle konuşmuş oluyoruz. Biri olmazsa öbürü olur artık. Belki de baştan böyle yapmalıydım. Hiç kimsenin birbirinden haberi yok. Erken başlayan kazanır. Diğerleri havasını alır.

Bugün bir söz daha verilmişti bana. Coca Cola bayii mutlaka siparişlerimi getirecekti. O da telefonlarıma cevap vermedi. Bayii el değiştirdiği için işler biraz laçkalaşıyor haliyle. Ama en önemlisi insanların verdiği sözleri bu denli hafife almaları. Korkunç bir şey bu.

Yaylaya döndüğümde güzel insanlar misafirimiz oluyor. Tire'li bir çift 1998 yılından beri Paris'te yaşayan oğulları ve gelinleri ile birlikte geliyorlar. Taş Ev'i merak etmiş, gelmişler. Oldukça uzun boylu bir beyefendi bu. Boyunu soruyorum, 2,05 diyor. Roma'yı konuşuyoruz, darbeyi konuşuyoruz, memleketi konuşuyoruz. Fikirlerimiz uyuşuyor. Memleket hasreti çekiyormuş hala. İzmir'in denizini özlüyormuş Fransa'da. 

Baba tam bir zanaatkar. Ahşap işlerinden iyi anlıyor. Taş Ev'in herkesin hayran kaldığı çatısını o da beğeniyor. Terasa açılan kapıda bana çatlakları gösteriyor. "Birleşim yerlerinden su alır doğramayı mahveder." diyor. Hakikaten bu kapı şıvgın alıyor. Terası kapatıp kapatmamak arasında kararsız kaldığımız için kapıya sundurma yaptırmadık henüz. Sundurma ne kadar koruyacak o da ayrı bir konu... 

Sabah erkenden bir rezervasyon yapılmıştı. Hanımefendinin doğum gününü kutlamak isteyen bir beymiş arayan. Beyefendi tam bir centilmen. Çiçekler sunuluyor, pastalar kesiliyor, hediyeler veriliyor. Mekan tam istediğim havaya bürünüyor.

Derken iki beyefendi geliyor. Aşkın Şef önceden tanıyor gelenleri. "Eğer memnun kalırlarsa buradan ayrılmazlar." diyor. Diğer misafirlerimle olduğu gibi onlarla da ilgileniyorum. Cam kenarındaki masalar dolu ya da rezerve. Bir masa var sadece cam kenarında ama az önce bahsettiğim Fransa'da yaşayan aile ve onların büyüklerinin oturduğu masanın hemen yanında. Adam cam kenarındaki son masayı gösterince irkiliyor. "Orada aile var rahatsız etmeyelim." Fesuphanallah çekiyorum içimden. Ya kardeş, sen onları rahatsız edecek bir şeyler yapmayı mı düşünüyorsun? Ha, oturup efendi efendi yemeğini yiyip içkini içeceksen diğer masaları rahatsız etmeden bu işi başarabileceksen niye rahatsız olsun aile? Gösterdiğim masaya oturup siparişlerini veriyorlar. Yemeklerini çabucak yiyip hesabı ödemek üzere aşağı iniyorlar. İçeriye Aşkın Şefe sesleniyor içlerinden birisi. "Burada balık olacak mı? Hani getirsek balığı yapar mısın?" Aşkın benden terbiyeli. "Izgara küçük o yüzden burada balık yapamıyoruz." diyor.

Tam göndermeyi düşünürken elemanları bankacı arkadaş arıyor. Kıbrıs'tan misafiri gelmiş. Ondan önce gelebilirseniz servis veririz diyorum. Tam ona beş kala alıyoruz servisi. Sıcaklar servis ediliyor hemen. Yukarıda iki masa demlenirken ekibi gönderiyorum.
                                                                                                                                                              

2 yorum:

  1. Sosyal olguların gerçekleştiği bir yer oldu yeriniz. Ki bu, anılacak en güzel şey.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sıra dışı olmasını ben istedim. Zira sıradan şeyleri yazmanın pek bir özelliği yok kanımca...

      Sil