Hastalığa karşı artık daha mı tevekkül sahibi ve sabırlı oldum? Çok fazla hasta olmazdım eskiden, ama grip mikrobunu aldıysam eğer çekilmez biri olur çıkardım. Hayat gözüme çekilmez görünür, hiç iyileşmeyecekmişim gibi "Allah'ım al canımı." diyerek isyan ederdim. Bu kez daha sabırlı bir tutum sergiliyorum. On günü geçmesine rağmen, nezle, öksürük, boğaz yanması, baş ağrısı, halsizlik nöbetleri hiç ara vermeden birbiri ardına sıralanarak akıp gidiyor günler... Bugün hepsi birden izin kullandıkları için sanki biraz daha iyiceyim.
Göztepe semtine gittikçe daha çok ısınıyorum. Yaşamlarının son baharlarını yaşayan insanlar şehrin en eski caddelerinden biri olan Mithatpaşa Caddesini mesken tutmuşlar. Eski yalıların neredeyse tamamı, yerlerini çok katlı apartmanlara terk edeli epey zaman geçmiş... Deniz tarafındaki yüksek bitişik nizam bloklar martılara bir set oluşturmuş sanki. Sahil çevre yoluna açılan kısa ara sokaklardan küçük deniz manzaraları, bazen seyir halindeki yük gemileri göze takılıyor.
Bu semtte yaşamaya karar verdikten sonra bana en ürkütücü gelen araçlar için park yeri sorunuydu. Zira trafiği son derece yoğun daracık cadde boyunca koca arabayı sokacak bir yer bulabilmek deveye hendek atlatmaktan çok daha zor görünüyordu gözüme. Semtin güzel insanları bu sorunu da çözmüşler. Herkes birbirine o kadar anlayışlı ki anlatamam. Örneğin kargodan bir paket mi geldi, yolun her iki tarafı, yaya kaldırımı kenarlarında yola paralel, ceplerde yola dik konumdaki park etmiş araçlarla her daim dolu bulunduğu için, kargo aracı şeridin ortasında park edip dörtlüleri yakar, paketi teslim ettikten sonra yoluna devam eder. Bu esnada yolun bir şeridini tamamen kapattığı için ne bir bağrış ne korna sesi duyamazsınız. Gelen araçlar sabırla karşı şeridin boşalmasını bekler, daha sonra park eden kargo aracını sollayıp yoluna devam ederler. Çok nadirdir korna sesi duymak cadde trafiğinde.
Günün değişik saatlerinde, özellikle de insanların artık yavaş yavaş evlerine döndüğü sıralar, park etmiş araçların önündeki müsait yerlerde ikinci bir park alanı imkanı doğar. Ancak bu imkanı kullanmanın yolu telefon numaranızı arabanın ön camına not etmektir. Yabancı biri bu kuralı bilmezse yine de hır gür çıkmaz sadece cam sileceklerinin kaldırılmış olduğunu görür ve hatasını anlar. Çoğu zaman park etmeye engel olan tekerlekli yeşil atık konteynerleri bir sağa bir sola çekilerek yer değiştirir. Hiç bir zaman iki gün üst üste aynı yerde değildir. Garip ama bundan da kimse rahatsız değildir. Çünkü herkesçe bilinir ki burada araç park yeri bulmak hakikaten zor iş. Yalı tarafı dairelerin hemen hepsinin kendi özel park yerleri var. Caddeden bariyerle kapatılmış park yeri girişlerine asla kimse park etmez. Sanki adı olmayan bir cumhuriyettir burası. Trafik polisinin şikayet olmadıkça yanlış park yüzünden araç çektirmesi, ceza yazması sıra dışıdır. Şikayet de olmaz kolay kolay. Dedim ya, hoşgörü bu semtin temel karakteri.
Vitrinleri seyrede seyrede geçer insan yığınları. Herkes her şeyi satabilir burada. Hemen her gıda dükkanında meze çeşitleri bulabilirsiniz. Geçen gün komşumuz unlu mamuller satan dükkana uğradım, kahvaltılık bir şeyler alayım diye. Tezgahın üzerinde yaprak, lahana sarmalar ne ararsan var. Manavlar zeytin, peynir çeşitleri satar dükkan önlerinde. Ne belediyesi karışır, ne de zabıtası, kardeşim senin işin bu değil demezler. Alan da razıdır bu durumdan, satan da.
Cadde boyunca kara tarafı yaya trafiğinin daha yoğun olduğu bölüm. Yaya kaldırımları bazen geniş bazen dar. Geniş olan kesimlere esnaf ve lokanta sahipleri tezgah ve masalarını dükkanlarının önüne çıkarırlar. Teşhir edilen ürünler asla rahatsız edici değil, bilakis görsel bir şölene dönüşür. Hele manavların dükkan önü tezgahlarındaki düzen, renk cümbüşü ve davetkar görüntü... Evet, diğer semt manavlarına göre biraz yüksektir fiyatlar ama buna değer. Sebze ve meyvenin en tazesinin bulunabileceği dükkanlarda, çerinden çöpünden arındırılmış sebzelerin ayıklanıp doğranarak köpük düz kapların içine yerleştirilmesinden sonra özenle streç filmle kapatılıp satışa arz edilir. Ev hanımlarına eti kavurduktan sonra bu şekilde hazırlanmış türlü sebze karışımlarını doğrudan tencereye boşaltıp pişirmesinden başka bir iş kalmıyor geriye. Egenin türlü otları, tazecik enginarlar, şevketi bostanlar, arapsaçları ve daha niceleri... Meşhur Tire pazarında göremediğimiz tür ve tazelikte sebze ve meyveler...
Bir hanım giriyor dükkandan içeri, yüzü güleç. Kapıda gördüğü kestaneler dikkatini çekmiş. Bir sohbet başlarken aramızda, neyimiz var neyimiz yok ürünlerimizi tanıtıyoruz. Fabrikasyon ürüne karşıyız, gördüğünüz her şey ya bahçemizin ya da doğrudan üreticiden temin ettiğimiz ürünler. "Ben bu yaşıma kadar hep doğal beslendim ve bu konuya önem veriyorum." derken raflarda gördüğü ürünlerden ilgisini çekenleri alıyor. "Yıllarca ağır ceza hakimliği yaptım." diyor lafın arasında. Hanımlara yaş sorulmaz ama bu yaştan sonra bir mahzuru olmasa gerek. Bakışları, olgunluğu ileri yaşlarda olduğunu ele veriyor ama görüntüsü altmışı en fazla beş yıl geçmiş gibi. "Doksana girdim." diyor gülümseyerek.
Bir başkası elinde baston olmasına rağmen şıklığından taviz vermemiş. Başında siyah bir şapka, üzerine yakışan bir kıyafet. Basamağı çıkmaya gözü kesmiyor. Kesin doksanın üzerinde yine. Kapıdan sesleniyor "Yarım kilo kestane alayım, daha fazla taşıyamam." "Almanız şart değil ama harika bir lorumuz geldi, tadına bakmanızı şiddetle öneririm." diyorum. Kapının önüne kadar tadımlık kasesini ve plastik kullan at kaşığını getiriyorum. Verilen tepkiye alışkınız artık. "Bu harika bir şey." Evet, aynen öyle. "Ama evladım ikisini birden taşıyamam şimdi ben. O zaman loru alayım, kestaneyi yarın yürüyüşe çıktığımda gelir alırım." Yarım kilo yükün o yaşlardaki bir hanımefendi için ne denli ağır gelebileceğini öğreniyorum. Ağır ağır uzaklaşırken saygı ve acıma duyguları birbirine karışıyor.
Dükkan açılalı beri üç haftaya girmiş bulunuyoruz. Acemiliğimi de büyük ölçüde attım üzerimden. Bu süre zarfında çok üzücü olmasa da şaşırtan üç olay yaşadık. Bu yüzden prensiplerimi yerli yerine koydum yeniden. Kimse artık alayım dönüşte parasını vereyim ya da iki onluk ver yarın sana bırakırım diye gelmesin (!)
İlk haftamızın ilk günleri, otuz beş yaşlarında uzun saçlı yakışıklı denebilecek genç bir çocuk. Biz ürünlerimizi tanıtırken zeytinyağımız ilgisini çekiyor. "Mmm çok güzel aroması var, bayıldım ben buna." Peynir tadımı vs. derken. Yanımda nakidim yok, İş Bankasından para çekip dönüşte uğrar alırım diye dükkandan ayrılıyor. O arada bir başka kişi dükkana giriyor. Aynı yaşlarda ve eşimle birlikte Tire'den ortak tanıdıkları var. Sohbet koyulaşıyor... O gittikten sonra kendi aramızda konuşuyoruz. "O uzun saçlı çocuk dönmez bir daha diyor." eşim. Bir başka müşteri ile eşim ilgilenirken bizim yakışıklı geliyor. Ben çocuğu eşimle daha önce Tire sohbeti yapan kişi sanıyorum bu arada. "Ben yağı alacaktım ama çok uzun kuyruk vardı bankamatikte. Nasıl yapsak?" diye bir kart açıyor. Ben de görüyorum salak gibi. Müşteri nasıl kazanacağız biraz cömert olmalı değil mi? Hem eşimin de tanıdığı bir çok ortak isim var arada. "Peki, alın o zaman, sonra verirsiniz, yabancı sayılmazsınız değil mi?" Peki ben o zaman 500ml natürel sızmayı alayım. Kapıya kadar uğurlamalar... Buharlaşan 20 TL. İyi ki adam litrelik istemedi, verir miydim? Verirdim.
İkinci haftanın başı; Kestane satışı tam gaz ama pos cihazımız hala yok. Genç bir bayan iki kilo kestane istiyor. Tartıp verirken kredi kartını uzatıyor. Maalesef pos cihazımız henüz gelmedi diyoruz. Aman canım iki kilo kestaneden ne olacak deyip "Sonra verirsiniz." deme gafletinde bulunuyorum. Müşteri kazanacağız ya, daha yolun başındayız ya... Kestane bizde tanıtım fiyatına, sudan ucuz. Buharlaşan iki kilo kestane parası 32 TL.
Varan üç, birkaç gün önce; Adamın biri, kelli felli. Geçerken dükkanın içine kafasını uzatıp selam veriyor, dönüşte uğrayacağım deyip bir gülücük atıyor. Yarım saat sonra dükkandan giriyor içeri. Yan binada oturduklarını, oğlunun geldiğini, ona hazırlık yapmak için bir şeyler almaya çıktığını ancak kredi kartını bankamatiğe kaptırdığını söylüyor. "Hay aksi şeytan." diyorum adama. "Şimdi bankadan kartı almak bu yoğun saatlerde çok zaman alacak, bıraktım geldim." İyi halt ettin. "Oradan bana iki onluk veriver ben sana pazartesi öğleden sonra geri vereyim. "A, efendim yirmi liranın lafı mı olur?" Kelli felli devam ediyor, "Bak sabahtan değil ama ancak öğleden sonra getirebilirim." Tamam, canım komşuyuz şunun şurasında, lafı mı olur?" diye cevap veriyorum. İki haftada bütün mahalle sakinlerini tanıyacak değilim ya." Ama, Allah sizi inandırsın adam çıkar çıkmaz bir kez daha yedin zokayı ama bu son olacak diyorum kendi kendime. Buharlaşan 20 TL ile birlikte görev zararı, tecrübe kazancı ve prensip kararı toplamı böylelikle 72 TL oluyor. Neyse ki önemli bir para değil diyerek avutuyorum kendimi, ama enayiliğime de kızmıyor değilim laf aramızda.
Izmirde büyüdüm ama gösterge henüz gitmedim
YanıtlaSilBüyük kayıp, sizin adınıza gerçekten üzüldüm:)
SilGöztepe'den son haberleri almak ne harika.Susuzdede parkına da giderseniz denize doğru benim için de bir bakın lütfen :)
YanıtlaSilÇocukluğumda Susuzdede'ye adak adamaya, adağı tutanlar tepedeki ağaca çaput bağlamaya giderlerdi. İşte oradaki körfez manzarası harikaydı. Şimdi ise denizi deniz seviyesinden görebiliyoruz Göztepe'den. Sizin için her iki seviyeden de bakıp kulaklarınızı çınlatırım:)
SilTrajikomik haller. İnsana feleğini şaşartıyorlar değil mi? Ne diyeceğimi bilemedim. Bununla kalsın inşallah. Geçmiş olsun. Göztepeye selamlar 😊🤚
YanıtlaSilAkıl sağlığı yerinde olan kişilerden beklenmeyecek tuhaf şeylere şahit oluyoruz bazen. Aleykümselam:)
Silkeşke hiç böyle olaylar olmasa keşke söyleyenin sözleri söyleyen tarafından hep doğrulansa.ama değil artık böyle insanlar değiliz:( çok geçmiş olsun ama bi daha olmasın inşallah.
YanıtlaSilokuyunca çok hoşuma gitti sizin semt.
Semtimiz güzel ve nezih. Arada karşılaştığımız talihsizlikler gülün dikenleri olarak görüyorum:)
Silheey, göztepe stadı ne zaman açılıyooo :) e ben de göztepeliyim. yani işte aile akrabalar hep orlardaaa. göztepe parkı sevilmez miii, hemen parkın yanında nefis bir pideci vardıı, bir de çaycııı :) göztepe sahil kafeleri de ne güzeel :) ne güzel yerdesiniz :)
YanıtlaSilFutbolla çok ilgim yok ama inşaat işlerinin hala devam ettiğini gelip geçerken görüyorum:) Pideciler, kokoreççiler, pastaneler, kafeler ne ararsan var. Yes, güzel yerdeyiz:)
YanıtlaSilGrip aldı başını gştti buralarda da. Bildiğimiz her gribe bir de gergedan gribi eklenmiş. Çok geçmiş olsun size. Feci bir ziyaretçi grip.
YanıtlaSilEski yalılar kalsa imiş, bugün bambaşka olurdu mutlaka mimari görüntü de, algılşanan atmosfer de oralarda. Bırakmıyoruz nedense.
İkinci geçmiş olsunum üç deneyime.
Ortam çok değişti. Satın alınan diyelim ki bir giysiyi size sattıktan sonra elleribi çak yapan satıcı kızların neden böyle sevindiğini de ancak evde açıp iyice inceleyince anlamak da şu sıra çok arttı.
Keşke koşullar düzelse de hiçbir böyle şey olmasa, rastlanmasa...
Domuz gribi, kuş gribi derken bir de gergedan gribi çıktı. Hayvanlar alemine daldık bakalım sonu nereye varacak:) Teşekkür ederim.
SilDeneyimler öğretici oldu ama:)
Geçen hafta İzmir'deydim. Yağmura rağmen bir turist olarak. Şimdi yazınızı okurken iç geçirdim, İzmir her şeye rağmen yaşanacak şehir.
YanıtlaSilKırk yıl aradan sonra memleketime döndüğüm için benden mutlusu yok. Yaşanacak şehir, her şeye rağmen:)
SilÇok geçmiş olsun.Izmiri çok merak ediyorum.Blogunuzu takibe aldım.
YanıtlaSilSevgiler
Teşekkür ederim:)
Sil