KATEGORİLER

5 Temmuz 2022 Salı

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 150

Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz tüm heyecanıyla devam ediyorÖnceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın  isim listesini burada bulabilirsiniz. Ağaç Ev Sohbetleri'nde bu haftanın konusunu belirleyen sevgili DeepTone / Sade ve Derin,  sevgili Persephone'nun yazdığı  şu yazıdan ilham almış:

"Bugün ölüm ilânını yazman gerekseydi, seninle ve hayatınla ilgili neler anlatmasını isterdin?"

İnanın bu tür sorular bana göre değil. Önce "gerekseydi" sözcüğüne takıldım. Nasıl bir gereksinim, hangi koşullarda böyle bir ihtiyaç doğabilir? Tamam hayal gücümüzü sonuna kadar kullanalım ama yine de kenarda köşede kalmış akıl zerrelerinin isyanını nasıl bastıracağız? Birinci aşamada gereklilik sorununu çözmekle başlamak gerek. Peki o zaman hadi sıvayalım kolları, Rabbim güç, derman versin.

Mafyaya bulaştım bir şekilde haberim bile olmadan. Siyah takım elbiseli, kara gözlüklü karanlık kişiler büromu bastı ve silahı şakağıma dayadı. Nasıl böyle bir duruma düştüm, nerede hata yaptım bilmiyorum. Haydut herif, silahın horozunu çekti, klik sesini duymamla birlikte olayın ciddiyetini kavrayıp soğuk terler dökmeye başladım. "Sonun geldi," dedi adam dişlerini sıkarak. "Şimdi otur şuraya ve ölüm ilânını yazmaya başla."

Korkudan bacaklarım titriyordu. Başımı hafifçe kaldırdığımda, silahlarını üzerime doğrultmuş kara gözlüklü, fötr şapkalı üç adamın daha, sabırsızlanarak "hadi, yaz şunu" dercesine başlarını hareket ettirdiklerini fark ettim. Ölümden korkmadığımı sanırdım ama yine de bu kadar erken beklemiyordum. Üstelik hiç beklemediğim bir anda gelip beni hazırlıksız yakalaması ağırıma gitmişti. Bu durumda bile -huyum kurusun- düşünmekten kendimi alamadığım için kekeleyerek ağzımdan şu sözler döküldü.

"Madem öldürmeye kesin kararlısınız, niçin bunu istiyorsunuz benden?" 

Yanımdaki, çetenin başı olduğunu sandığım adam, namluyu şakağımdan uzaklaştırırken bana kocaman dişlerini gösterip sırıttı bir süreliğine. "Güzel soru." dedi. "Eğer ölüm ilânın hoşumuza giderse, canını bağışlayabiliriz." Arkadaşlarına dönüp "Değil mi, arkadaşlar?" Karşımdakiler hep bir ağızdan bağırdılar. "İyisini sen bilirsin Patron" 

Bu sözlerin üzerine içime su serpilmiş, karamsarlığımı aydınlatan küçücük bir umut ışığı belirmişti içimde. Onları bu kararlı tutumlarından vazgeçiren ne olmuştu? Henüz duaya, içine düştüğüm bu duruma el koyması için Tanrı'yı davet etmeye fırsat bulamamıştım. Kalemi elime aldım, çekmecemden çizgisiz bir dosya kağıdı çıkartıp yazmaya başladım.

"ACI KAYBIMIZ - Girit eşrafından armatör Merhum Akif Turna ve eşleri ilk kadın çobanlardan merhume Gülbeyaz'ın, yine aynı eşraftan eski Hanya Valisi merhum Nuri Kaftan ve eşleri meşhur kadın terzilerinden merhume Roze'nin kıymetli torunları,..."

"Olum," dedi yanımdaki haydut, yazdıklarıma göz ucuyla bakarken. "Ne saçmalıyorsun sen?"

"Ölüm ilânımı yazmamı istemediniz mi?" diye sordum çekinerek.

Silahını yeniden üzerime doğrulttu, önündeki sandalyeye bir tekme savurdu. "Ulan geri zekâlı, bana ne senin dedelerinden, ninelerinden. Bize kendinden, hayatından bahset." diye bağırdı. 

Tamam, artık sonun geldi, dedim içimden. Seni duaların bile kurtaramaz bu serserilerin elinden. Çaresiz, Okey dedim, elimden geleni yapayım bari. Önümdeki kağıdı yumak haline sokup çöp sepetine fırlattım, çekmeceden yeni bir kağıt çıkardım, başladım içimden geldiği gibi yazmaya.

"Pek Muhterem Geride Kalanlar,

Kendi arzum ve hür irademle yazmış olduğum bu tuhaf ölüm ilânını okuyorsanız, bilmenizi isterim ki, hali hazırda yanımda bulunan yakışıklı beyefendiler, burada yazdıklarımı muhtemelen tatminkâr bulmamış, üstlendikleri kutsal görevin bilinciyle sorumluluklarını yerine getirmek üzere ellerindeki ateşli silâhlarla canımı yakmadan bedenimden ayırma külfetine katlanmak zorunda kalmışlardır. Bazıları, etrafımı kuşatan şık giyimli bu nazik beylerin bana Tanrı tarafından gönderildiğini iddia edebilirler ama ben buna inanmıyorum. Onların neden gelip beni bulduklarını da bilmiyorum. Bugüne kadar ömrümün dörtte birinde inandım, onda birinde bocaladım ve kalan kısmında sorguladım. Yani anlayacağınız, yaşamı sorgulayacak hayli zamanım oldu. Bu süreçte varoluş mevzusunda en ufak bir ilerleme kat edemedim fakat yaşamı büyük ölçüde çözdüğümü düşünüyorum. Birbirini zenginleştiren iki temeli var hayatın. Bunlardan biri şans, diğeri ise akıl. Akıllı olup şansı olmayanların yüzü gülmez, ama şanslı olanlar pek akıllı olmasa da gemisini yürütebilir. Ben kendimi biraz şanslı, biraz akıllı görüyorum. Ve bu nedenle normal bir hayat sürdüğüme inanıyorum. Benden daha iyiler de var çevremde daha kötüler de. Hatta ortalamanın biraz üzerindeyim sanki. Zaman zaman çamura batsam da genel olarak aklımı kullanarak çevreye uyum sağladım. Günlük yaşamadım, daima yarını düşünerek adımlar attım, çünkü aklın bunu gerektirdiğini biliyorum.

Şanslıydım, iyi bir evlilik yaptım ki, bunu hayatta şans faktörünün en etkili alanı olarak görüyorum. Öğrencilik döneminde biraz sıkıntı çektiysem de savaşların ölümcül etkilerinden uzak kaldım.  Her şeye rağmen yaşadığım dönemde ileriye dönük umutlarımız vardı, şimdiki gençlerin sahip olmadığı bir ortamda büyüdük ve bizler, hedeflerimize büyük ölçüde ulaştık. İnsanız, ben de hayatın acımasız çarkı içinde bazı haksızlıklara -kendi çıkarımı düşünüp bilerek, isteyerek- göz yummuş olabilirim. Bu durum bazen vicdanımı sızlatıyor. Ancak bireysel olarak kimsenin hakkını yediğimi, kimseye bilerek, isteyerek zarar verdiğimi hatırlamıyorum. Ben şans eseri kendi hayat hikâyemi yazdım. Annem beni doktor olarak görmek istiyordu fakat benim arzum mühendis olmaktı. İlk tercihine Ege Tıp yaz, gerisine karışmam demişti. Sonucun istediğim yönde gerçekleşmesi sadece bir şanstı. Zira kazandığım tercihin hemen alt sırasında yine bir tıp fakültesi vardı. Ha, doktor olsaydım ne değişirdi? Eminim o dalda da başarılı olurdum. Çünkü başlangıçta neyin ne olduğunu ayırt edecek donanıma zaten sahip değildik o zamanlar."    

Kağıdı alıp yanımdaki çete reisine uzattım. Yüksek sesle okudu arkadaşlarına ve arkasından korkunç bir kahkaha attı. 

"Manyak bu adam ya," diye söylendi sırıtarak. Hep birlikte "Evet, manyak bu adam." diye tekrar ettiler reislerini arkadaşları, asık suratlarıyla. Ve sırayla odamın kapısından dışarı çıktılar. Ürkekliğimi üzerimden atamadan "Beğendiler galiba." diye geçirdim içimden. Vurmadıklarına göre...        

23 yorum:

  1. Yine çok keyifle okudum, kaleminize sağlık.Ve yaratıcılığınıza hayranım gerçek ve kurgunun içiçe oluşu çok güzel. Cennet yazınızda da en çok bunu sevmiştim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim:) Güzel sözleriniz için bir kez daha teşekkür ederim:) Duble teşekkür:))

      Sil
  2. Siz çok yaşayın e mi Kaystros :))))
    Bu yazdığınız ya tek uzun ya da iki perde tiyatro şeklinde oynanabilecek kadar harika bir komedi. Elinize sağlık, nasıl keyifle okudum anlatamam.. :)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hep birlikte yaşayalım:) Konu biraz fantastik olunca yaratıcılığım depreşiyor komedi konusunda:)) Yoksa durup dururken komedi yazmam çok zor gibi geliyor bana.

      Sil
  3. bu yazdığına göre bencesi yüzde yüz vurulman lazımdı, hiç ilginç bir şey yok ki. normal hayat işte :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Neden Deep, niye beni vursunlar? Ne yaptım ki ben? Biliyorsan Allasen söyle ben de bileyim:))

      Sil
    2. işte diyom ya, tatminkar ilan değil, sen de ilanın girişinde demişsin ya :)

      Sil
    3. Ewet, ancak o kadar tatminkâr hale geliyor ne a-yapayım:))

      Sil
  4. Hayal gücünüz süper, kurgu çok iyi. Kaleminize sağlık. Sevgiler…

    YanıtlaSil
  5. muhteşem bir yazı olmuş...

    YanıtlaSil
  6. :) Sanırım beğenmişler, bende beğendim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumunuz spama düşmüş, kurtardım:) Ondan emin değilim geri dönebilirler ama siz beğendiyseniz teşekkür ederim:)

      Sil
  7. İlahi Mr. Kaplan :)) Yurtdışında belirli bir mal varlığına ulaşmış kişiler hayattayken cenazelerinin her detayını planlıyor ve avukatlarına vasiyetleri ile birlikte cenazeleri için gerekli talimatları da bırakıyorlar. Bu minvalde kendi ölüm ilanımızı yazmak çok sıradışı değil bence :D

    Aslında insanlar arkamızdan ne düşünsünler, bizi hangi özelliğimizle ansınlar isteriz diye algıladım ben soruyu biraz :) Ben ölüm ilanımda şöyle yazsın isterim:

    "Dolu dolu yaşamayı çok seven, her saniyenin kıymetini bilen, boşa geçen her an için derin üzüntü duyan kitap ve doğa aşığı, ailemizin tatlı(?) cadısı Rüya Özcan'ı kaybettik. Sevenlerine sabır ve baş sağlığı dileriz."

    Tabi bu benim istediğim ama kim bilir arkamdan neler dönecek :)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. :))))) Katıla katıla güldürdünüz beni Mrs. Kedi. Öncelikle vasiyet yaz denilseydi başka türlü yazardım ve bu komedi çıkmazdı o zaman:)
      Valla ben öldükten sonra fazla üzerimde fazla düşünüleceğini sanmam. Ne Beethoven'ız ne de Picasso. En çok da ilân dediğiniz aslında mezar taşı yazısı olabilecek sözlerinize güldüm. Aman Tanrım, nelere gülüyoruz, Allah gecinden versin. Doğru diyorsun. Ben bütün malı mülkü eşimin üzerine yaptım. Öldüğümde kıyamet kopmayacak bu yüzden, içim rahat:)))

      Sil
  8. Sevgili Persephone'nun o ilginç yazısını nasıl kaçırmışım. Ne güzel, ne farklı yazılar yayınlanıyor bloglarda.
    Ülkemizde iş ilanlarına bakmaktan ölüm ilanlarını görmüyor bile insanlarımız. Oysa ne ilginç ölüm ilanları olurdu:
    "Emekli maaşını alamadan emekli kuyruğunda can verdi."
    "Hayatı boyunca hep koşturdu. Artık sırtüstü yatarak dinlenecek."
    "Hayatı boyunca cepleri hep doluydu. Kefeninde bir cep bile yoktu."

    Ben hayatım boyunca hep sadelikten yana oldum. Ölüm ilanım da öyle olsun isterdim;
    "Doğdu... yaşadı... ve öldü..."
    "Doğa Kanunu" adlı şiirimi de böyle tamamlamıştım.
    Böyle güzel, ilginç yazılar yazmaya devam edin. Ölüm sizden uzak olsun.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, gerçekten çok güzel yazılar var bloglarda ve pek çoğunu kaçırıyoruz maalesef. Ben biraz olayı kavrayamadım sanırım. Ölüm ilânı deyince, Bitlis eşrafından falancanın bilmem nesi falan diye uzayıp giden gazete ilânlarını düşündüm. Sizin verdiğiniz örnekler de gazete haberi, ya da nükteli cümleler. Elbette sadelik en iyisi. Gidilecek yerde özel kıyafet sorulmuyor. Bando mızıkaya da gerek yok. Bizim muhitte devamlı ölenlerin ruhları için lokma döküp hayır yapıyorlar. Ben ne yedisi, ne kırkı, ne helvasını isterim dedim bizimkileri. Selâya bile gerek yok, açtırın bir çukur sallayın aşağı. Küllerimin denize savrulmasıydı hayalim ama kanunlar müsait değil:)

      Sil
  9. Çok iyiydi, sonunu böyle beklemiyordum :)

    YanıtlaSil