KATEGORİLER

18 Temmuz 2022 Pazartesi

YAŞAM MAHKUMLARI (Bölüm # 3)

Odesa Limanı açıklarına demir atan gemiye alınacak üçüncü sınıf yolcuların belirlenmesinden sonra acentenin önünde biriken kalabalık dağılmıştı. Tanrı'nın son anda yüzlerine güleceğine inanan bazı aileler, sonu belli olmayan bir maceranın kollarına atmayı göze aldıkları kızlarıyla birlikte yazıhanedeki ısrarlı bekleyişlerini sürdürüyorlardı hâlâ. Herhangi bir nedenden ötürü acenteye gelemedikleri için şanslarını yitiren yolculardan boşalan yerler birer umut kapısıydı onlar için. Bütün kadınların gözü Olga'nın üstündeydi. Listelerde yer almadığı halde gemiye kabul edilen küçük kıza göz göre göre iltimas geçildiğinin farkındaydı herkes. Kulaktan kulağa birbirleriyle fısıldaşan kadınlar haklarının yendiğini düşünüp hasetliklerini dile getiriyorlardı. Uğultu iyice yükselmeye başlayınca acente müdürü salonun ortasında boy gösterdi, sakin bir şekilde ellerini kavuşturdu, gözlerini gezdirdi kalabalık üzerinde. Derin bir nefes aldıktan sonra duvar diplerinde dedikodu yapan kadınları tok sesiyle uyardı. 

"Peki hanımlar, lütfen biraz sessiz olalım. Anlayışınız için teşekkürler."

Ense kısmıyla kulaklarının çevresini saran aklaşmış kısa saçları dışında başı tamamen açılmış, her daim şeytanlık peşinde koştuğu izlenimi uyandıran gök mavisi gözleriyle son derece itici bir görünüm sergileyen acente müdürü, çevresinde bilinen adıyla Karabulat, Gürcü asıllı, elli yaşlarında, kurnaz mı kurnaz, kızıl suratlı bir adamdı. Yüzüne maske gibi yapışan yılışık gülüşüne eşlik eden sakızı hiçbir zaman eksik etmezdi ağzından. Yolculara kabalığa kaçmayan otoriter bir ses tonuyla hitap etmeye özen gösterirdi. Yakın çevresiyle yaptığı sohbetlerde ise laubaliliği marifetten sayıp züppece tavırlar sergiliyordu.

Karabulat, sessizliği sağladıktan sonra geri döndü ve masasının önündeki koltukta oturmakta olan Olga'yı kolundan çekip salonun ortasına sürükledi. Küçük kız, çocuksu tavırlarla arkasına bakıyor, annesinden medet umuyordu. Ne olduğunu anlayamadan bir anda kadınların oluşturduğu bir halka tarafından kuşatıldı çevresi, annesi görünmez oldu. Olga'nın arkasına geçen müdür, babacan bir edayla heyecandan titreyen kızın omzuna yasladı ellerini, güya sakinleştirmeye çalışıyordu onu. 

"Şimdi burada, sizlerin huzurunda, Tanrı'nın iki genç hizmetkârı Olga ile Genadi'nin nişanını duyurmak istiyorum." dedi, küçük kızın yanına gelip elini uzattı. "Güzel Olga, şimdi elini ver bana." Kız ürkekçe denileni yaptı. Karabulat, önceden hazırladığı yüzüğü Olga'nın parmağına geçirdikten sonra sinsice gülümseyerek kızın uzun, sarı saçlarını okşadı. Bu davranışıyla şefkatli bir baba rolü oynamaya çalışsa da gerçek niyetini ele veriyordu gözleri. Sonra, genç kızın karşısına geçti.

"Evet," dedi, ellerini havaya kaldırarak. "Bundan böyle Tanrı nezdinde Genadi Lousin ile nişanlısın." Küçük kızı omuzlarından tutup sarsarken gevrek gevrek güldü. "Nasıl?" dedi, "Güzel bir duygu, öyle değil mi?" Olga mahcup bir şekilde gülümsedi.        

Birinci ve ikinci sınıf yolcuların gemiye taşınması yaklaşık iki saati bulmuştu. Ardından bütün azametiyle ortalığı titreten uzun bir düdük sesi duyuldu. Üçüncü sınıf yolculara verilen bir işaretti bu. Yüzlerce kadın ayaklandı birden, rıhtımdaki sandallara doğru koşmaya başladılar. Onlarca sandal, akşam güneşinin kızıla boyadığı dev gemi ile rıhtım arasında gidip geliyordu.

Başlarında kasket, süt beyazı pantolon ve kaslı vücutlarını ortaya çıkaran fanilalarıyla genç denizciler, dalgalı denizde var güçleriyle küreklere asıldılar. Yirmi, yirmi beşer kişilik gruplar halinde yükünü alıp rıhtımı terk eden her sandal, gemiye doğru hareket eder etmez bir yenisi alıyordu yerini.

Sevkiyat tamamlanmak üzereydi. Sonuncu sandal rıhtıma yanaşmış, geriye kalan yolcuları toparlıyordu. Verdiği komutlarla mürettebata rehberlik eden bahriyeli bir genç, elini uzatıp Olga'yı sandalın içine çekti. Delikanlının ilgisi genç kızın hoşuna gitmişti. O an, içinde bir şeyler kopmuştu sanki, kalp atışları hızlanmıştı birden. Kısa bir süre bakıştıktan sonra Olga'nın yüzünde masum bir gülümseme belirdi. Delikanlı da ona gülümseyerek karşılık verdi. Dile getirmeseler de birbirlerinden hoşlandıkları aşikârdı. 

Tiril tiril beyaz takım elbisesi ve fötr şapkasıyla sandalın uzak bir köşesine kurulan orta yaşlı, kızıl suratlı adam diğer yolcular arasında kolayca fark ediliyordu. Göçmenleri organize eden acente müdürü Karabulat, birinci sınıf yolcusu olduğu halde gözüne kestirdiği güzel Olga'ya yakın olabilmek için üçüncü sınıf yolcuların arasına karışmıştı. Bahriyeli gençle Olga arasındaki yakınlaşma dikkatinden kaçmadı Karabulat'ın. Bu duruma hayli canı sıkılmıştı. Suratını asıp gemiye varıncaya dek sessizliğini korudu.

Olga, rıhtımda kendisine el sallayan gözü yaşlı annesinden uzaklaştıkça yalnızlığın korkusunu hissetmeye başlamıştı içinde. Batmakta olan güneşe karşı ellerini göğsünde kavuşturup yavaşça kapadı gözlerini.

"Tanrım, denizin hırçınlaşmasına izin verme! Amerika'da iyilikler beklesin bizi. Orası da aynı Rusya gibi güzel olsun!"

Limni Adası

Amerika'dan dönüşünden bu yana yaklaşık bir ay geçmişti. Geldiği günden beri, babasının mezarını görmek istiyordu Eleni. Bu arzusunu ablası Niki’ye söylediği gün, kimseye haber vermeden sessizce çıktılar evlerinden. Patika yolu takip ederek yaklaşık beş yüz metre aşağıda taş duvarla çevrili aile mezarlığına geldiler. Niki, yabani otları temizlerken Eleni, topladığı kır çiçeklerini babasının mezarına bıraktı. İkisi de uzun siyah elbiselerini giymiş, başlarına siyah birer tülbent bağlamışlardı. Hafiften esen rüzgâr çevrede biten cılız otları beşik gibi sallıyordu. Eleni, ablasına ilk kez Şikago’daki hayatından söz etmeye başladı.

"İlk vardığımda, hiç alışık olmadığım bir kar fırtınası karşılamıştı beni." Bütün dikkatiyle kardeşine kulak veren Niki, şaşkınlığını gizleyemedi.

"Öyle mi?"

"Yerler bir metre kalınlığında karla kaplıydı. Bizim buralara hiç benzemiyor iklimi. On beş gün boyunca hep ağladım." 

"O zaman ben de öyle bir yerde yaşayamam. Ne dersin Eleni? Sence bu işin altından kalkabilecek miyim? Buna gerçekten inanıyor musun?"

Genç kızın gözleri doldu. "Ben başaramadım Niki, umarım sen başarırsın. Babamın kemiklerini sızlattım mezarında. Alexsandros Prothromos, insan olarak iyi biri, bu konuda onu asla suçlayamam. Teyzemin teklifinden sonra kabul etmiş seni hemen. Düşünebiliyor musun şimdi aynı evden ikinci bir kadın alacak!" 

"Benim de tuhafıma gitti bu Eleni."

İki kardeş mezarlık duvarını aşarak düz bir alana çıktılar. Açık deniz göz alabildiğince uzuyordu önlerinde. Güneş ışınlarının parlattığı Ege'nin mavi sularını seyre daldılar. Niki, içini çekerek sıkıntısını gizleyemedi. Eleni, ablasının içine düştüğü ruh halini çok iyi anlıyordu. 

"Buraları seviyor musun Niki? Yani hayatın boyunca adada yaşamak ister miydin?"

"Erkek arkadaşımla çıkmak için üstüme güzel bir elbise dikmeyi bile düşünmedim burada ben, Eleni. Göğsüme yasemin taktığımı gördün mü hiç? Ya da postacının yolunu gözlediğimi? Aşkmış... Pöh... Aşk sadece boş gezenler, aylaklık edenler için. Beni anlıyor musun? Artık çok geç benim için Eleni, o treni çoktan kaçırdım ben."

Kardeşinden aldığı fotoğrafa uzun uzun baktı Niki,

" Alexsandros Prothromos... Anlamıyorum. İnsan, hiç tanımadığı birini nasıl olur da bekler, Eleni? Amerika'ya gidip onunla evleneceğim, senin giydiğin aynı gelinlik üzerimde olacak! Çok değil, geçen yıl onun sana gönderdiği aynı fotoğraf şimdi benim ellerimde... İnanılır gibi değil."

İstanbul

Fotoğraf çekmeyi seviyordu. İki ayı aşkın bir süredir iş icabı bulunduğu İzmir'in doğal güzellikleri, renkli kültürü, savaşın getirdiği huzursuzluğa, kıtlık ve yoksulluğa rağmen orada tanıştığı insanların sıcak ilgisi Norman'a iyi gelmişti. Fırsat bulduğunda Kordon'daki lokantaların birine takılırdı. Körfeze karşı gün batımını seyrederken bir yandan rakısını keyifle yudumluyor, derin düşünceler içinde buluyordu kendini. Savaş sona erip ortalık yatıştığında bu güzel şehre yerleşmeyi bile düşünürdü bazen. Ne var ki, sarı zarfı açıp mektubu okuduğunda geleceğe dair tüm hayalleri yıkılmıştı birden. Birkaç gün oteldeki odasına kapandı, memleketine dönmekten başka çaresi kalmamıştı. Çok sevdiği işinden soğumuştu bir kere. Hemen eşyalarını toparlayıp deniz yoluyla İstanbul'a döndü.  

Geçmişi unutup yeni bir sayfa açmalıydı hayatında. Kararından dönmemek için yanından ayırmadığı fotoğraf makinesini elden çıkarmakla başlayacaktı işe. Gazetecilik mesleğiyle ilgili bütün bildiklerini unutmaya çalışacaktı. Bu plânı doğrultusunda önceden tanıdığı yeni yetme bir muhabirle şehrin büyük bir kereste deposunda buluşmak üzere sözleşti. 

İşini arzuladığı şekilde yürütemeyeceğini geç de olsa anlamıştı Norman, fotoğraf makinesini çantasına koyup buluşma yerine zamanından önce geldi. İşyerinde hummalı bir çalışma göze çarpıyordu. Deponun tozlu ve loş ortamında işçiler, yüklendikleri ağaç kütüklerini bıçkı makinelerine taşıyorlardı. Herkesin işi başından aşkın olduğu için kendisiyle ilgilenen olmadı. Yazıhanenin açık kapısından girdi. İçeride kimse yoktu. Çantasından çıkardığı fotoğraf makinesini masanın üzerine bırakıp ahşap sandalyelerden birine oturdu ve alıcıyı beklemeye koyuldu. Çok geçmeden yirmi beş yaşlarında, siyah kıvırcık saçlı, seyrek sakallı genç bir adam Norman'ın yanına geldi, selâm dahi vermeksizin masanın üzerindeki fotoğraf makinesini işaret etti.

"Bunu gerçekten satacak mısın?"

"Eğer alabilecek paran varsa, neden olmasın?" Norman, sevdiği biriyle vedalaşır gibi makinesine bakarken gözleri doldu. Yüzlerce fotoğraf çektiği makinesi, onun ayrılmaz bir parçası olmuştu sanki. Bu yüzden hüzün veren, zor bir ayrılıktı bu. 

Delikanlı, cebinden bir tomar kâğıt para çıkardı ve Norman'ın karşısına geçip saymaya başladı. Bir yandan da Amerikalı gazeteciye takılmayı ihmal etmiyordu.

"Boston'a haber uçurmayı bırakıyorsun demek! Desene artık koca Amerika, İstanbul haberlerinden yoksun kalacak!" Norman'ın şaka kaldıracak hali yoktu. Yüzü kızarmaya başladı. Tıfıl gazeteci, onun bu halini görünce daha da keyiflendi. Paraları sayarken bıyık altından gülümsüyor, Norman'ın sabrını zorluyordu. Amerikalı, genç gazetecinin uzattığı parayı hırsla çekip aldı elinden, saymaya başladı. Bir yandan işini kaybetmenin moral bozukluğu diğer yandan sevdiği fotoğraf makinesinden ayrılması iyice sinirlerini bozmuştu. Karşısındaki muhabir bozuntusuna ters ters baktı.

"Makine senin. Haydi şimdi kaybol. Sana bol şanslar. Muharebe meydanlarında kıçını kollamayı da sakın unutma!" 

Delikanlı makineyi kaptığı gibi fırladı. Koşar adım uzaklaşırken Norman'a seslendi.

"Sen beni merak etme koca adam! Sana da iyi yolculuklar."

Norman, kaldığı Pera Palas'tan eşyalarını almadan önce İstanbul'daki meslektaşlarına uğrayıp hepsiyle teker teker vedalaştı. Kısa süre içinde herkese kendini sevdirmiş, geniş bir dost çevresi kazanmıştı. Çektiği fotoğraflar büyük beğeniyle karşılanıyordu. İstese başka bir gazetede foto muhabirliğine devam edebilirdi. Fakat beklemediği anda işine son verilmesini gururuna yediremiyordu. Her şeye rağmen ona kucak açan Anadolu toprağını, insanlarını sevmişti. Akşama doğru otelden ayrılıp Haydarpaşa Limanına gitti. Birinci sınıf yolculara tahsis edilen büyük bekleme salonunu şık giyimli hanımefendiler, beyefendiler hınca hınç doldurmuştu. Beyaz elbiseli garsonlar masaların arasında vızır vızır dolaşıyor, seçkin yolcuların ardı arkası kesilmeyen siparişlerini alıyorlardı. Başka bir dünyaydı burası. Herkes halinden memnun görünüyordu. Masalar yiyecek ve içeceklerle dolmuştu. Müziğin sesi kalabalığın neşeli kahkahalarına karışıyordu. Norman, salondan içeri adımını atar atmaz tanıdık birilerini aradı. Kısa bir süre sonra salonun orta yerinde yalnız başına kahvesini yudumlayan frapan giyimli bir kadının oturduğu masayı gözüne kestirdi. İnsan kalabalığının içine bıraktı kendini, güçlükle hedefine doğru ilerledi. İstanbul cemiyet hayatının tanınmış simalarından, orta yaşlarda, tombulca, aşırı makyajlı, başında şık şapkası ve yüzünü kapatan beyaz bir tülle oldukça havalı görünen kadın, masasına gelen adamı görünce sıcak bir şekilde gülümsedi ve oturmasını işaret etti. Norman, kadını nazik bir şekilde başıyla selâmladı. Sandalyelerden birini çekip karşısına oturdu ve daha önce tanışmalarının verdiği rahatlıkla avucunu uzattı.

"Epey zamandır falıma bakmadın Emine Baci, kaderimde ne var, gördüklerini söyler misin bana?" 

Kadın, genç adamın elini avucuna aldı ve dikkatle inceledi. Ardından yüzündeki tülü kaldırdı, çağla yeşili gözleri açıldı birden. Korkunç bir şey görmüş olmalıydı, dikkatle Norman'a baktı.

"Büyük bir dalga görüyorum Mr. Haris," dedi. "Bu dalga bütün geçmiş yaşamınızı silip atacak."

Norman kadını dinlerken cebinden çıkardığı sigarayı yakıp derin bir nefes çekti. "O bahsettiğin dalga zaten bana vurmuş durumda Emine Baci. Sen bana geleceğimden bahset. Her şeye sıfırdan başlamak zorundayım."

"Nasıl yani?"

"Bir oto galerisi açarım belki. Ya da bir kundura dükkânında ayakkabı satarım."

Emine, bol yüzüklü parmaklarıyla Norman'ın avucunu kapatıp gülümsedi.

"Yani gazeteciliği, foto muhabirliğini bırakacağını mı söylüyorsun?"

"Memlekete döneceğim, bir daha geri gelmemek üzere. Kim bilir, belki de orada birini bulup evlenirim.

Tam o sırada, salona giriş kapısının önünde, büyük bir patırtı koptu. Uzun boylu, kumral bir kız, kapının hemen yanındaki beyaz örtülü masanın üzerine dizilmiş soğuk su şişelerinden üç beş tanesini almış, dışarıda kendisini bekleyen arkadaşlarına götürmek isterken garsonlardan biri, nezaket kurallarını hiçe sayıp önünü kesmişti. 

"Hey sen, kime sordun onları alırken?" Genç kız, beyaz elbiseli, papyon kravatlı adamın üzerine yürümesi karşısında bir an şaşırıp sessiz kalmıştı. Fakat sonra kendini toparlayarak sesini yükseltti.

"Ne olmuş yani, parası neyse veririz." Garsonun derdi üzüm yemek değildi.

"Onları masadan izinsiz aldın. Hem üçüncü sınıf yolcuların bu salona girmesi yasak."

"Bana bakar mısın sen? Hırsız değiliz biz, parası neyse öderiz dedim."  

Garsonun kaba tavırlarına meydan okuyan bu cesur kız Niki'den başkası değildi. Norman Emine Bacı'yla sohbeti kesmiş, kavganın sonunu merak ediyordu. Şüphesiz genç kızın yürekli çıkışı Amerikalı muhabiri derinden etkilemişti. Arkadaşları olayın büyümesi üzerine koşup yanına geldiklerinde, Niki'nin elindeki şişeleri garsonun kafasına geçirmesi an meselesiydi.

"Sakin, sakin ol biraz Niki. Unut gitsin. Başka yerden buluruz." Arkadaşlarından biri genç kızı kolundan çekerek salonun dışına sürüklerken diğeri su şişelerini elinden alıp masaya geri bıraktı.

Norman, Emine Bacı'ya dönerek salonun dışına yığılmış, tek tip uzun elbiseler içinde, saçlarının yarısını siyah örtüyle gizlemiş kalabalığı işaret etti.

"Bu kadınlar da nereden çıktı? Ne bekliyorlar orada?"

"Onlar evlenmek için memleketlerini terk etmek zorunda kalan genç kızlar. Aileleri tarafından mal gibi satılan, bir kısmı tecavüze uğramış, savaş nedeniyle açlık ve yoksulluk çeken ailelerin kızları. Ama hepsi yaşamaya mahkûmlar. Orada evlenip ailelerine para gönderecekler. Bu yüzden doğdukları toprakları terk ediyorlar."

"Nereye gidecekler?"

"Senin memleketine, hayaller ülkesi Amerika'ya!"

"Haklısın, bir sürü bekâr, genç göçmen var bizim oralarda."

Biraz sonra Interocean Denizlik İşletmesine ait dev yolcu gemisinin bando ve mızıka ekibi marş çalarak bekleme salonuna girdi. Bu işaret, Rusya’nın Odesa limanından yola çıkıp İstanbul limanı açıklarına demirleyen devasa geminin yolcularını almak üzere hazır olduğu anlamına geliyordu. Tamamı üçüncü sınıfta seyahat edecek kadın yolcular koridorları boşaltıp itiş kakış binanın dışına yönlendirildiler. Ellerinde heybeler, torbalar ve valizlerle kara bir mantar tarlasını andıran kalabalık rıhtımın geniş, beton yüzeyine çöküp yayıldılar ve kendilerini açıktaki gemiye taşıyacak sandalları beklemeye koyuldular.

Norman, ortalık biraz tenhalaşınca Emine Bacı'dan müsaade isteyip kadınların peşine takıldı. Güneşin altında rıhtıma sere serpe uzanmış insan kalabalığı arasında dolaşıyor, az önce garsonla tartışan Niki'yi arıyordu gözleri.    


ÖNCEKİ BÖLÜMLER

16 yorum:

  1. Çok keyifle okunuyor. :)
    (yine bir kelime düzeltmesi için yazıyorum. "İşini arzuladığı şekilde yürütemeyeceğinin geç de olsa anlamıştı Norman, fotoğraf makinesini çantasına koyup buluşma yerine zamanından önce geldi.")
    Kolay gelsin. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Harikasınız. Müteşekkirim size. İyi bir hafta geçirmenizi dilerim:)

      Sil
  2. Ya Mr. Kaplan öyle güzel anlatıyorsunuz ki önce sürüklenip gidiyorum insan kalabalığının arasında. Norman ile Emine Bacı şuracıkta gözümün önünde konuşuyorlar, yanlarından insanlar geçiyor. Bir an arkadan bir patırtı geliyor, dönüp bakıyorum Norman ile aynı anda. İşte orda! Uzun elbisesi, siyah örtüsü ile Niki, garsona kafa tutuyor.

    O pis müdür ellerini Olga'ya süremezsin lütfen! Korusun kendini Olga! O kızlar hepsi bir bilinmeze giden kader ortakları şu an; sarılsınlar, sahip çıksınlar birbirlerine.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bunları sizden duymanın keyfine paha biçilemez Mrs. Kedi. Gerçekten konu çok etkileyici, ben de aynı duyguları yaşıyorum. Eşim yayımlanan bölümleri okuyup takdirlerini iletti. Zor beğenen biri olduğu için fikirlerini önemsedim haliyle. Fakat kendimi bununla sınırlı tutmuyor ve daha iyisini yapabileceğimi düşünüyorum. İnsanın daha iyisini yapma arzusunda olması ve kendisinde bu potansiyeli görmesi güzel bir şey. Yazdıktan sonra daha iyisini yapabilirim duygusu itici bir güç veriyor bana. Karakterler ve olaylar her ne kadar gözünüzde canlansa da yazdıklarımdan çok daha fazla detayı kaçırdığıma inanıyorum. Çok zamanımı alıyor ama neticede keyifli bir uğraş:)
      Olga çok tatlı bir kız çocuğu. Müdür ise, sapığın teki. İyiler ve masumlar, kötüler ve şeytan fikirliler... Gemideki kızların hepsine o kadar üzülüyorum ki. Çünkü biliyorum, benzer olaylar yaşanmış bir asır önce. Umutlarının peşine takılmış (aslında buna mecbur bırakılmış) neyle karşılaşacağını bilmeyen bir sürü insan... Elbette şansı olanlar iyilerle karşılaşıp kendilerini bir şekilde kurtarmışlar. Ya şansı yaver gitmeyenler...
      Teşekkürler:)

      Sil
  3. Soluksuz okunuyor teşekkürler, 4 bölüme gidiyorum :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler, bu hızınızla size yetişemeyeceğim sanırım:)

      Sil
  4. Fotoğraf çekmeyi bu kadar seven ve işinde iyi birinin makinasından ayrılması çok keskin bir karar olmuş.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sanırım bu bir öfke patlaması, bir isyan. Siz daha iyi bilirsiniz, fotoğraf çekmeyi kendine yaşam tarzı seçen birinin makinesinden ayrılması imkânsız:)

      Sil
    2. Mesela şu aralar bir çekememe, soğukluk durumu var nedense. Yine de vazgeçemem sanırım makinemden. Sağlıkla ilgili bir zorunluluk belki anca.

      Sil
    3. İşte bir nedeni var yine. Fakat fırsatını bulduğunuz anda eski bir dostunuza kavuşurcasına yine kucaklıyorsunuz. Bunu Norman karakterinde de göreceğiz:) Herşey böyle midir emin değilim. Sözgelimi saz çalan biri herhangi bir nedenden ötürü kızıp sazını bir kenara fırlattığında, aradan belli bir zaman geçtikten sonra yeniden saz çalmaya başlar mı, yoksa temelli kafasından mı atar? Burada ne fotoğraf makinesinin ne de sazın suçu var. Sağlam kafayla düşününce kanaatim odur ki eski alışkanlığına döner insan:)

      Sil
  5. Biraz geç kaldım ben okumakta. :) Müzikle güzel gidiyor. Anlatımınızı çok seviyorum, karakter gerçek gibi, yapay hiçbir şey yok. Detaylandırmanız da derinlik katıyor. Olga ve diğerlerine üzüldüm, bakalım daha neler yaşayacaklar. Norman ve Niki daha çok karşılaşacak gibi. Bir çırpıda okuduğum bir bölüm oldu. Kaleminize sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sizi burada görmek beni çok mutlu etti. Beğenmenize çok sevindim. Sanırım sizin kadar pratik değilim, oldukça fazla zamanımı alıyor. Bu nedenle sizin ve diğer arkadaşların bloglarına zaman ayırmakta zorlanıyorum.
      Müzikler muhteşem. Filminin müziklerini Stamatis Spanoudakis yapmış, bu sayede kendisini tanıdım. Çok teşekkür ederim güzel sözleriniz için. Sizin anlatımınızı da ben çok seviyorum, keşke ilgi duyduğumuz türler de birbirine biraz daha yakın olsaydı diye iç geçiriyorum hatta:)
      Olga evet, henüz çocuk yaşta o. İlerde sahneye çıkacak yine. Norman ve Niki her zaman baş roldeler:) İyi okumalar.

      Sil
  6. bu filmin yönetmeninin diğer filmi de iyi, little england :) karabulatı şu fotoğrafçı iyice bir dövseydi :) olga geminin yıldızı yaa :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Öyle mi? Bulursam onu da izleyeyim. Bu filmin yönetmen, oyuncular, film müziği hepsi dört dörtlük. Filmi izlediysen fotoğrafçı Karabulat'ı ne hale getiriyor bilmen gerek:)))

      Sil
    2. evet daha sonra dövücek :)

      Sil
    3. O bölümü anlatmak için sabırsızlanıyorum. Muhtemelen 11. ya da 12. Bölümde o sahne çıkacak karşımıza:))

      Sil