Kitabın Adı: CENNETİN DOĞUSU
Yazar: John STEINBECK
Sayfa Sayısı: 656
Yayınevi: SEL Yayıncılık
Çeviren: Roza Hakmen
Türü: Roman
John Steinbeck (1902-1968) İrlanda asıllı Amerikalı bir yazar. Gerçekçilik akımının en ünlü temsilcilerinden biri olan Steinbeck, çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği Salinas Vadisini pek çok eseri için mekân seçmiş. Gazap üzümleri ile Pulitzer ödülünü kazanan yazar, 1962 yılında edebiyat alanına verdiği katkılardan dolayı Nobel Edebiyat Ödülüne lâyık görülüyor. Gençlik yıllarında çalıştığı çiftliklerde işçi yaşamının karanlık yüzünü, zorlu çalışma koşullarını ve toplumsal baskıyı gözlemleyerek gerçekçi bir dille eserlerine aktaran Steinbeck, aykırı kişiliğiyle tanınır. Öğretmen olan annesi Olive Hamilton'un aşıladığı okuma alışkanlığı sayesinde küçük yaşlarından beri yazar olmayı kafasına koymuştu. Salinas Lisesini bitirdikten sonra Stanford Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümüne kaydoldu. Okula devam ederken bir yandan boyacılık ve inşaat işlerinde çalışıyordu. Üniversitenin kendisini geliştirmeyeceğine inandığı için mezun olmadan okulu bırakıp New York'a gitti ve orada yine inşaat işlerinde çalışmaya başladı. Büyük Buhran sırasında memleketi Kaliforniya'ya döndü ve 1930 yılında ilk evliliğini yaptı. Bu tarihten sonra kendini iyice yazmaya veren yazar her biri kült olmuş onlarca eser üretti. İki göçmen arkadaşın hikâyesini anlattığı Fareler ve İnsanlar'dan sonra yazdığı Gazap Üzümleri büyük beğeni topladı ve her iki eser de filme uyarlandı. İkinci Dünya Savaşı sırasında savaş muhabirliği de yapan yazar pek çok Avrupa ülkesini gezdi ve Sovyetler Birliği'ne birçok seyahat yaptı. 1952 yılında yayımlanan Cennetin Doğusu romanı için yazar, "diğer yazdığım tüm kitaplar, sanırım bu kitap için birer pratikti." demiştir. 1967 yılında savaş muhabiri olarak gittiği Vietnam'dan döndükten sonra 1968 yılının Aralık ayında kalp yetmezliğinden hayatını kaybetti. Birçok biyografi yazarı, John Steinbeck'i, her zaman öfkeli bir kişiliğe sahip, aykırı tavırlara ve kusurlara sahip bir şahsiyet olarak tanımlamıştır.
Yıllar önce okumuş olduğum Gazap Üzümleri bana okumayı sevdiren ilk kitap olmuştu. Uzun bir aradan sonra elime aldığım ikinci Steinbeck romanı, Cennetin Doğusu'nu en az ilki kadar etkileyici bulduğumu yazımın başında söyleyebilirim. Kendinden hiç bahsetmese de yaşadığı çevreyi detaylı bir şekilde betimleyen yazar romanda anlatıcı rolünde. Kitabın bir kısmı yazarın kendi aile bireylerinin tümünü kapsayan gerçek yaşam kesitleri, büyük kısmının ise yaşadığı çevreden edindiği bilgilerin hayal gücüyle harmanlayarak elde ettiği muhteşem bir kurgu olduğunu tahmin ediyorum. Eserde adı geçen iki aileden biri olan Hamilton'lar yazarın büyükbabası ve büyükannesi. Hamilton'lara yakın bir bölgede arazi satın alan Trask ailesi ise yazarın kurgusal olarak yer verdiği diğer aile.
Hikayenin neredeyse tamamı yirminci yüzyılın başı ile Birinci Dünya Savaşının sonu arasında ABD'nin güneyinde yer alan Kaliforniya Eyaleti sınırlarındaki Salinas Vadisinde geçiyor. Romanın başında anlatılan olaylar ise ABD'nin doğu ve kuzeydoğusundaki Massachusetts ve Connecticut eyaletlerinde Amerikan iç savaşına kadar gidiyor. Cennetin Doğusu, son derece kolay okunabilen, uzun ve süslü cümleler barındırmayan, muhteşem betimlemeleriyle edebi yönü kuvvetli, sürükleyici, kurgu ve üslûp bakımından harika bir eser. Roza Hakmen çevirisini de başarılı bulduğumu söylemeliyim.
Kitabı yazarken Steinbeck'in temel esin kaynağı Tevrat'ta geçen Habil-Kabil hikayesi olmuştur. Romanda Habil-Kabil ekseninde ahlâksızlık, iyilik, sevgi, suçluluk, kötülük, özgürlük ve aşk temaları işleniyor. Tevrat'a göre Kabil, Adem ve Havva'nın ilk, Habil ise ikinci oğludur. Habil koyun çobanı, Kabil ise çiftçi olmuş. Bir müddet sonra Kabil toprağında yetiştirdiği mahsulden, Habil ise sürünün yeni doğan kuzularından Tanrı'ya takdim etmiş. Tanrı, Habil'in sunumunu kabul ederken Kabil'i geri çevirmiştir. Kabil, bunun üzerine Habil'i kıskandığı için ona karşı kin ve nefret beslemiş ve sonunda kardeşini öldürerek insanlık tarihinde ilk cinayeti işlemiştir. Olayı öğrenen Tanrı, Kabil'i lânetler ve durmaksızın serseri ve bir göçebe olarak yeryüzünü dolaşmaya mahkum eder.
İşin hayli tuhaf yanı Tanrının cinayeti şu şekilde öğrenmesi! Önce Kabil'e soruyor: "Kardeşin Habil nerede?" Kabil'in Tanrı'ya cevabı son derece cüretkâr, şöyle: "Bilmiyorum, ben onun bekçisi miyim?" Tanrı'ya verdiği cevaba bak edepsizin. Tanrı bunun üzerine: "Ne yaptın? Kardeşinin sesi topraktan bana haykırıyor..." Sonunda durumu çakallıyor, tabii Tanrı ne de olsa. Lanetliyor Kabil'i, sürüm sürüm süründüreceğim seni, diyor.
Kabil bu kez Tanrı'ya yalvarır, cezam dayanılmayacak kadar büyük der ve diğer insanların kendisini öldüreceğini haykırır. Bunun üzerine Tanrı Kabil'e öldürülmesine engel olacak bir iz yapar ve kim onu öldürürse intikamının yedi kat fazlasıyla alınacağını söyler. Tanrı neden koruyor bu Kabil'i anlayan beri gelsin. Kabil dünyayı dolaşmaya başlar, çocukları olur ve bir şehir kurarak oğlu Hanok'un (Urfa şehri olduğu rivayet edilir) adını verir. Aynı hikaye İncil ve Kur'anda geçmekte. Yine kendimi tutamadım. Ya bunun antik Yunan mitolojisinden farkı ne? Tanrım, insanlar bu çağda seninle resmen dalga geçiyor. Neyse konumuza dönelim. Özetle Tevrat'a göre insan olarak yaptığımız bütün kötülüklerin sebebi Kabil soyundan gelmemiz. İyi bir insan olan Habil, Kabil tarafından öldürüldüğü için soyu devam edememiş.
Bir de "timşel" diye İbranice bir sözcükten bahsediliyor. Tanrı Habil'in kuzusunu kabul edip Kabil'i geri çevirdiğinde Kabil'in suratı düşüyor tabii. Bunun üzerine Tanrı Kabil'e şöyle diyor: "Neden kızdın, suratın asıldı? Kuşkusuz iyi davranırsan yüzün dik olur, lâkin kötü davranırsan günâh kapıya dayanır ve istekleri sana yönelir ama sen, sen ona egemen olursun." Tevrat'ta geçen bu sözler Kral James'in İbraniceden İngilizceye çevirisine göreymiş. Yani özetle, iyilik yaparsan iyilik bulursun, kötülük yaparsan kötülükle karşılaşırsın ama sen kötülükle baş ederek onun "üstesinden gelirsin", demek istiyor. Burada "üstesinden gelirsin" in İbranice Tevrat'taki karşılığı "timşel" sözcüğü. Romanda Samuel Hamilton, Adam Trask ve Çinli uşak Lee uzun uzun tartıştıktan sonra İngilizceye bu sözcüğün yanlış çevrildiğine, doğrusunun ise "üstesinden gelebilirsin" ya da "yapabilirsin" anlamına geldiğine karar veriyorlar. Bu şekilde "kötülükle baş ederek üstesinden gelebilirsin" denilince kesin bir hükme varılmıyor. Yani üstesinden gelemeyebilirsin de. Bir bakıma insanın yaradılışında özgür iradesine kalmış bir seçim bu, iyilik ve kötülük. İnsan yaşamı boyunca içindeki kötülükle mücadele ederken onu yenebilir de yenemeyebilir de... Bu aslında insanın kötü olmasını ya da kötülük yapması nedeniyle doğacak sorumluluğu hafifleten bir sebep. İnsanız neticede...
İnsanlık tarihinin (ve bu hikâyeden yola çıkarak kolektif suçluluk fikrinin) çerçevesini çizen zamansız, evrensel iyilik ve kötülük hikâyesinde, Steinbeck'e göre, insanların kendileri için seçmelerine izin veren özgür seçim ve kendi kaderini tayin etme fikirlerini, yaşamak istedikleri iyi ya da kötü hayat türünü görüyoruz. John Steinbeck, Cennetin Doğusu'nu bu iki ana tema etrafında inşa ediyor ve bunların etkilerini romanın anlatı yapısını oluşturan iki olay örgüsü aracılığıyla ortaya koyuyor: Hamilton ailesiyle Kaliforniya Salinas Vadisinin tarihi ve Habil-Kabil hikâyesinin Trask ailesinin iki nesil boyunca alegorik (bir fikrin, davranışın, eylemin, duygunun, bir kavramın ya da bir nesnenin simgelerle, sembollerle ifade edilmesi) yeniden anlatımı.
Salinas Vadisinin lirik anlatımından sonra ilerleyen sayfalarda aile büyüklerine geliyor sıra. İrlanda'da doğan Samuel Hamilton, yani yazar John Steinbeck'in anne tarafından dedesi, muhtemelen bir aşk sebebiyle topraklarını terk ederek Salinas vadisine göçen, kültürlü, yeni şeyler icat etmeye meraklı, çalışkan ve becerikli bir karakter. Fazla parası olmadığı için fazla verimli olmayan bir araziye yerleşip karısı Liza ile uyumlu bir hayat sürüyor. Liza ev işlerinde mahir, dinine bağlı ve otoriter bir kadın. Şakacı ve hayata sıkı sıkıya sarılmış bir yapıya sahip Samuel tarıma elverişli olmayan toprağında doğru dürüst bir şey üretemese de durumundan rahatsız görünmüyor, çevre çiftliklerin su kuyularını açıyor, arabaları tamir ediyor ve yeni icatlar yaparak kazandığı üç beş kuruşu da patent almak için harcıyor. Birbirini tamamlayan Hamilton ailesinin George, Will, Tom ve Joe adında dört oğlu, Lizzie, Una, Dessie, Olive ve Mollie adında beş de kızı oluyor. Bütün çocuklar iyi bir ailede yetiştikleri için yuvadan ayrıldıklarında kendi hayatlarını kuruyorlar. Öğretmen olan Olive, John Steinbeck'in gerçek hayatta annesi. Tom hayatını babasına yardım etmeye adayıp, hiç evlenmiyor. Dessie de kardeşi Tom gibi hiç evlilik yapmıyor. Salinas'ta aranılan bir terzi olan Dessie, babaları Samuel'in ölümünden sonra yalnız kalan Tom'un yanına gidip ömrünün geri kalanını orada geçirmek istiyor.
Ancak asıl hikaye Trask ailesinin etrafında dönmektedir. Adam Trask'ın babası Cyrus, Connecticut alayına asker olarak alındıktan sonra yaşadıkları çiftliğin bütün işleri annesi Bayan Trask'ın üstüne kalmıştır. Altı ay sonra Adam dünyaya gelir çiftlikte. Cyrus Trask kötü karakterli bir adamdır, eşine bağlı değildir. Askerliği sevmez fakat nimetlerinden yararlanmasını bilir. İç savaş sırasında ilk kez karşılaştığı düşmanla çatışma esnasında bacağına bir kurşun isabet eder ve daha sonra hayatını tahta bacakla sürdürür. İlgisizlik ve kocasının hovardalığından bunalıma giren Bayan Trask sonunda kurtuluşu intihar etmekte bulur. Cyrus, bu kez komşu çiftlikte yaşayan, henüz on yedisindeki Alice adında bir kızı ayartıp evlenir onunla. Bir süre sonra Alice, Charles adı verilecek bir oğlan doğurur. Charles kıskanç, kötü huylu bir çocuk olur. Adam'ın tam aksi karaktere sahiptir. Askerde edindiği tecrübe sayesinde üst görevlere atanan baba Cyrus Trask, çiftliği terk edip Washington'a gitmiş ve hileli yollardan iyi para kazanmaya başlamıştır. Charles, çocukluğundan itibaren ne yaparsa yapsın babasına sevdiremez kendini. Oysa mülayim bir genç olan Adam, babasından hep takdir görmektedir. Günlerden bir gün Charles kıskançlık nedeniyle bir köşeye kıstırdığı ağabeyini öldüresiye döver. Adam, canını zor kurtarır ve hemen gidip askere yazılır.
Askerlik Adam için uygun bir meslek değildir aslında. Mümkün mertebe kendini çatışmalardan uzak tutsa da zaman zaman savaşın sıcaklığında bulur kendini. Sonunda dayanamaz, terhis olur olmaz bir o yana bir bu yana dolaşıp serserilik yapar. Kardeşi Charles'ın yanına dönmek istemez. Charles ise ağabeyine yaptığı kötülükleri unutup bir an önce onun çiftliğe dönmesini istemektedir. Bir süre sonra Adam döner çiftliğe. Niyeti Amerika'nın doğu ucuna, Kaliforniya'ya gitmektir. Tam da o sırada çiftlik evinin kapısında iyice darp edilmiş vaziyette genç bir kadın bulurlar. Kadının adı Cathy'dir.
Kitabın en iğrenç karakteridir Cathy. Güzel, ufak tefek narin yapılı bir kadın olmasına karşın içi fesatlık ve nefretle dolu bir tiptir. Bir öğretmeni kendine aşık edip intiharına sebebiyet verir. Baba evinden kaçar, genelev işletmecisi Edward'ın metresi olur. Daha sonra bilerek ateşe verdiği evlerinde öz anne ve babasının yanarak ölmesine sebep olmuştur. Hazırladığı tuzağı fark eden Edward, Cathy'yi feci şekilde döver. Ölecek hale gelen genç kadın sürünerek Trask'ların kapısına ulaşır. İşte böylesine kötü bir insandır Cathy.
Gelgelelim iyi yürekli Adam, kapısında gördüğü masum görünüşlü şeytana kapılır ve onu eve alır. Charles bu konuda daha ihtiyatlıdır ve ağabeyine kadını başından atmasını söyler. Adam tam aksini yapar, gider Cathy'ye aşık olur ve onu alıp doğuya, Kaliforniya'ya götürmek ister. Cathy bunu istemez önce, fakat sonra kerhen razı olmuş görünür. Bu arada baba Cyrus'un ölüm haberi gelir. Kardeşlere yüklü miktarda para ve çiftlik miras kalmıştır. Charles, Adam'ı yanında kalması için ikna edemeyince mirastan gelen parayı paylaşarak karşılıklı anlaşırlar. Bu arada yaraları iyileşen Cathy boş durmaz, Adam'la resmen evlendikleri halde bir gece gizlice Charles'ın odasına girip onunla birlikte olur.
Adam, karısı Cathy'yle birlikte uzun bir yolculuğun sonunda Salinas Vadisine gelmiştir. Yanında harcayabileceği bol miktarda para vardır. Vadinin en verimli arazisine sahip bir çiftlik satın alır ve çocuklarıyla mutlu bir yaşam sürmeyi hayal ederek işe koyulur. Önce güzel bir çiftlik eviyle başlar işe. Tam da bu sıralarda Hamilton ve Trask ailelerinin yolları ilk kez kesişecektir. Adam, yeni su kuyuları açtırmak için Samuel Hamilton'u bulur. Genç adam Cathy'yi hoşnut etmek için elinden geleni yapmaktadır. Fakat Cathy ısrarla ondan ayrılıp özgürlüğüne kavuşmak ister. Bu arada hamile kaldığını fark eder, doğacak çocuğun Charles'tan olduğunu bilen sadece kendisidir. Hem Adam'dan hem de çocuktan kurtulmak için her yolu dener. Önce bebeği düşürmeye kalkışır. Adam, doktor çağırır, doktor, Cathy'nin bu işi bir kez daha tekrarlaması halinde büyük cezaya çarptırılması için şerife ihbarda bulunacağını söyler kendisine. Günü gelince ikiz çocukları olur. Doğumda Samuel'in eşi Liza'nın büyük yardımları dokunur. Yükünü atan Cathy biraz kendine geldikten sonra yeniden evden kaçmanın yollarını aramaya başlar. Sonunda Adam'ın silahını ele geçirip onu omzundan yaralar ve izini kaybettirmeyi başarır. Her zaman söylerim adına ne derseniz deyin ister kara sevda ister tutku. Ben bu duygusal duruma aşk diyorum ve çaresi olmayan bir hastalık olarak görüyorum. Adam, bu kötü kadının evi terk etmesinden sonra yıllarca hayata küsüp yemeden içmeden kesiliyor. Kan kaybından ölmek üzereyken ifadesini verdiği şerife ben kendimi vurdum, silahımı temizlerken diyor. Şerif bunu yemiyor tabii. Bu arada romanın en güzel karakterlerinden biri çıkıyor sahneye. Trask ailesinde yardımcı eleman / uşak olarak çalışmaya başlayan Çinli Lee. Tam bir bilgi küpü, erdem yuvası, becerikli, hoş sohbet, saygılı biri. Adam'ın hayatını kurtaran da o oluyor.
Cathy Salinas kasabasında en düzgün çalışan genelev olan Faye'nin yanına gidip orada çalışmaya başlar. Lee iyi anlaştıkları Samuel Hamilton'dan, efendisi Adam'ın kendine gelip toparlanması için yardım istemektedir. Aradan onca zaman geçmesine karşın ikiz oğlanlara isim bile verilmemiştir daha. Lee, evin, çiftliğin bakımını, hatta ikiz çocukların büyütülmesini tek başına üstlenmiştir. Samuel'in önerisiyle esmer olan ve Charles'a benzeyen çocuğa Calib (Cal), sarışın, beyaz tenli, Cathy'ye benzeyen çocuğa ise Aaron (Aron) adı verilir. Cathy'nin Kate adıyla fahişelik yaptığı kasabada dilden dile dolaşmaktadır. Çocuklar kendilerine söylendiği gibi annelerinin henüz ölmediğini mutlaka bir şekilde öğreneceklerdir. Fakat henüz Adam'ın bile bundan haberi yoktur. Bunu öğrense yine gidip ayaklarına kapanıp geri dönmesi için yalvaracaktır kuşkusuz. Ama bu sırrı ilk öğrenen yine Adam olur. Zira Samuel, Cathy ile yüzleşmenin Adam için iyi olacağını ve onu hayata döndürmenin başka bir yolu kalmadığını düşünmektedir. Nitekim beklenen olmuştur, Adam taşıdığı yükü sırtından biraz olsun atmış, hafiflemiştir. Çünkü Cathy'i ona yaptığı pis işleri anlatmış, ikizlerin gerçek babasının, kardeşi Charles olduğunu da söylemiştir.
İkizler biraz büyüyünce, Charles ve Adam gibi birbirlerine taban tabana zıt karakterlere sahip oldukları çıkmıştır ortaya. Aron iyilik timsalidir. Babası tarafından sevilmektedir. Cal ise sevgisizlikten yakınır, çünkü kendisinin kötülüğe programlanmış biri olduğuna inanmaktadır. Lee hayata tutunması için Cal'a desteğini esirgemez. Cal, sürekli yakınır, kötü bir insan olmak istemiyorum, fakat elimden bir şey gelmiyor diye. Cal uyanık, Aron saftır. Uyanıklığı sayesinde kulağına gelen haberin peşine düşer ve annesini bulur ve onunla yüzleşir ama bunu ağabeyine söylemez. Kötülük için bunun zamanı gelmemiştir henüz. Liseye giderken zor anlar yaşar ikizler. Cathy ile yüzleştikten sonra biraz kendine gelen Adam, Samuel'in mucitliğinden etkilenip bir takım buluşlar üzerinde çalışır. Karşı çıkanlara aldırmayıp altı vagon marulu aralarına buzlar koyup batıya gönderir. Gecikmeler ve aksilikler nedeniyle marullar varış noktasına geldiğinde çöp haline gelmiştir. Adam hem bütün parasını kaybetmiştir hem de herkese rezil olmuştur. İkizlerle marul kafalı diye dalga geçmeye başlar arkadaşları. Cal okulu bırakıp ailesinden habersiz Samuel'in oğlu Will ile ticari bir teşebbüste bulunur. Kilosu on cent olan kuru fasulye alarak batıya, Birinci Dünya Savaşının sürdüğü Avrupa ülkelerine yirmi beş cent karşılığında satacaktır. Plân başarıya ulaşır. Lee'den borç aldığı beş bin doları geri ödedikten sonra elinde on beş bin dolar kalmıştır. Büyük bir iyi niyet gösterisi olarak ve babasının kalbini kazanmak için yapmıştır bu işi. Adam'ın marul işinde uğradığı zararın önemli bir kısmını telafi edecek parayı babasına şükran günü hediye etmeyi düşünmektedir. Bu arada Aron sınıf atlayarak Cal'i geride bırakmış, Stanford Üniversitesine başlamıştır. Bütün ailenin toplanacağı şükran gününde heyecan son haddindedir. Adam, sabırsızlıkla göz bebeği Aron'u beklemektedir.
Şükran günü Lee'nin hazırladığı masada herkes yerini almıştır. Bir hediye paketi içine özenle sakladığı on beş bin doları babasının önüne uzatır Cal. Babası paketi açıp ona sorar, nereden buldun bu parayı diye. Cal da her şeyi olduğu gibi anlatır ve yasal yollardan kazandığını söyler. Adam bunu kabul etmez, önüne konulmuş parayı ileriye doğru iter ve sen fahiş fiyatla mal satıp kârını bana veriyorsun, git bunları yoksul çiftçilere geri götür derken ilave eder, Aron gibi bir üniversiteye gitmen verdiğin paradan çok daha fazla sevindirirdi beni, der. Cal çılgına döner, kıskançlık, nefret tavan yapmıştır. Gider odasına, dolarları teker teker yakar. Hırsını alamaz, yolda karşılaştığı Aron'u alır, Cathy'nin yerine götürüp, işte görmek istediğin annen bu fahişe der. Dinine bağlı bir genç olan Aron çıldırmıştır. Cathy'ye hakaret eder, Cal'ı yıkar geçer. Bir süre ne yapacağını bilmez halde dolaştıktan sonra ani bir karar verir ve sabahına hemen şubeye gidip askere yazılır.
Kısa süre önce Charles'in ölüm haberi gelmiştir. Charles mirasın yarısını Adam'a, diğer yarısını da Cathy'ye bırakmıştır. Cathy'yi ziyaret ettiği sırada bu durumdan kendisini haberdar ettiğinde şaşırıp kalır karısı. Eline yeniden para geçen Adam, çocukların tahsil hayatını düşünerek çiftliği kiraya verir ve Samuel Hamilton'un kızı terzi Dessi'nin evini satın alarak kasabaya yerleşir. İkizlerin liseden sınıf arkadaşları olan güzel Abra'ya abayı yakan Aron, kendine olan güvensizliğinden dolayı ilişkiyi yürütemez. Hem babasının işi yüzüne gözüne bulaştırması sebebiyle arkadaşlarının dalga geçmesi, hem de aşık olduğu kızın sırtını dönmesiyle iyice huzuru kaçan Aron, bunlar yetmezmiş gibi son darbeyi de Cal'dan yemiştir.
Bu arada patronu Faye'yi tuzağa düşürüp ölümüne neden olan Cathy, daha önce kadının verdiği vasiyet üzerine genelevin sahibi olur. Son derece hünerli götürdüğü bu işten dolayı kendisine yöneltilecek bir suçlama izi bırakmaz geride. Ancak parmaklarında ciddi bir hastalık başlamıştır. İş hayatı ve yaşadığı gerginlikler nedeniyle bitap düşmüştür. Yazdığı vasiyet mektubunda tüm varlığını oğlu Aaron'a bırakır. Hemen arkasında göğsünde taşıdığı zehir kapsülünü ağzına devirerek intihar eder. Aaron'a çok büyük miktarda para miras kalmıştır.
Birkaç ay sonra kapıya gelen sarı zarfı okuyan Lee, ne yapacağını bilemez. Aron çatışmada hayatını kaybetmiştir. Haberi öğrenen Adam felç geçirip, yatağa düşer, neredeyse bütün organları işlevselliğini yitirmiştir. Cal, intihar fikrine yakındır. Zira kendisini, kardeşinin ve babasının katili olarak görmektedir. Lee, onu yanına alır. Ölmekte olan Adam'ın odasına girerler birlikte. Lee, yatağında hareketsiz yatan adama durumu anlatır ve Cal'i affetmesini ister. Adam, gözleriyle onay verdikten sonra ağzından fısıltı halinde bir sözcük duyulur, "Timşel"
Elbette Aron'un ölmesiyle Cal Abra konusunda amacına ulaşıyor ve soyunu devam ettirme imkânına kavuşuyor. Aynı Habil'in ölüp Kabil'in soyunu devam ettirdiği gibi. Adam'ın kâğıt üstünde ikiz evlâtlarıydı, Aron ve Cal. Fakat bilindiği üzere onların biyolojik babası da kötü bir karakter olan Charles'tı. Dolayısıyla aynı Tevrat'ta kötünün (Kabil'in) soyunu sürdürmesi, iyinin (Habil'in) ölerek soyunu tüketmesi gibi romanda kötü karakter rolündeki hem Charles hem de Cal tarafından soy sürdürülürken Adam ve Aron hayatını kaybediyor.
Büyük bir zevkle okuduğum Cennetin Doğusu romanını herkese kayıtsız şartsız ve gönül rahatlığıyla tavsiye ediyorum. Biliyorum oldukça uzun bir değerlendirme fakat kitabı okumak da onun hakkında konuşup yazmak da büyük bir zevkti benim için. İyi okumalar...
Gerçekçilik akımı demek🤔 tevekkeli muhteremin romanları hep tokat yemiş hissini uyandırıyor insanda🤭
YanıtlaSilGerçekler çoğu zaman can yakar. Steinbeck bu işi iyi biliyor:) Teşekkürler...
SilSteinbeck gerçekten harika eserler sunmuş. Habil ile Kabil hikayesinin mitolojiye benzemesi insanın yaratma sıfatından pay alması ile ilgili olabilir sonuçta mitolojiyi yaratan insan ama bu hikaye sadece bir hikaye değil ve Kuranda daha detaylı daha gerçekçi bir şekilde verilir
YanıtlaSilYazarın dili herkes tarafından kolay anlaşabilir ve son derece sıcak. Kişileri, yerleri ve olayları anlatırken insanı içine çekiyor. Ayrıca birey ve toplumun davranış özellikleri üzerinden ilerici fikirleriyle insanı düşünmeye sevk ediyor. Tevrat'ta yazılan daha detaylı, Kuran'da da aynı paralelde bahsi geçiyor fakat ben bu hikayelerin çok önceden yaratılmış bir efsaneye dayandığını düşünüyorum. Zira bu hikaye ile Tanrı fikrini bağdaştırmak birçok nedenle pek akıl karı değil. İnanan inanmaya devam etsin tabii:)
SilYazının tamamını okumadığımı itiraf etmek istiyorum çünkü bu kitap hakkında son zamanda duyduğum iyi şeyler neticesinde almaya karar vermiştim. Bazı kısımları atladım, biraz süprizi kalsın istedim. :)
YanıtlaSilİyi yapmışsınız. Ne kadar yazsam kitaba olumsuz etkilemeyi başaramam. Bir roman ancak bu kadar güzel anlatılır, bir kurgu ancak bu kadar güzel anlatılabilir. Genel olarak roman o kadar büyüleyici geldi ki gözüme, olumsuz bir şey yazmak gelmedi içimden. İyi okumalar, beğeneceğinizi tahmin ediyorum:)
SilBen de almayı düşündüğüm için bu yazı için teşekkür ederim.
YanıtlaSilİşinize yaradıysa ne mutlu bana. Teşekkür ederim:)
SilÇok güzel anlatmışsınız, ben de kitabın cüssesinden korkmakla birlikte anlatımınızı çok ilginç bulduğum için kitabı okuma arzusu doldu içime:)) elinize sağlık, keyifli okumalar...
YanıtlaSilNe kadar güzel:) Kitabın cüssesi büyük. İlk yüz sayfasında biraz ağır gitse de sonra ışık hızında bitiriyorsunuz:) Size de iyi okumalar...
SilEmeğine, kalemine sağlık. Aldım listeye :)
YanıtlaSilTeşekkür ederim, keyifli okumalar:)
SilSteinbeck'i okuduğum iki kitabıyla çok sevdim. İkisi de incecik kitaplardı. Bu kalın kitaplarını da okumayı çok istiyorum. Öncelikle Gazap Üzümleri'ni okuyacağım. İçimden bir ses mutlaka seveceğimi söylüyor.
YanıtlaSilİçinizden gelen sese kefilim. Bugün kitap okumayı seviyorsam Gazap Üzümleri'nin payı büyük. Keyifli okumalar size:)
SilYazarın "Gazap Üzümleri" ni siyah beyaz film olarak izlemiş ve çok etkilenmiştim. Şimdi de sizin yorumlayıp, anlattığınız kitap müthiş bir lezzet bıraktı dimağımda. Kitabı okumak daha etkili olacaktır kuşkusuz ancak sizin anlatım diliniz de inanın en az kitabın kendisi kadar akıcı ve etkileyici. Çok teşekkür ederim, elinize sağlık tanıtım için. :) @>---
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim. John Steinbeck'in iki kitabını okudum, ikisi de birbirinden güzel. Anlatım dili basit, edebiyat yapayım diye karışık süslü cümlelere gerek duymamış. Her şey dozunda ve büyük keyif veriyor okura. Kitaptan filme göre daha fazla hoşlanacağınızı düşünüyorum. Bu tür klasiklerde sevdiğim bir başka husus da, olayların şekil değiştirse de güncelliğini yitirmemesi. Keyifli okumalar:)
Silbunun dizisi de var, nette izledim, eski bir dizi, çook güzel :)
YanıtlaSilRomanından sonra ağzımın tadını bozmayayım:)
Sil