KATEGORİLER

11 Temmuz 2016 Pazartesi

DAMLAMA SULAMA

11/07/2016 Pazartesi, Tire

Saatin alarmı ile uyandım. Kahvaltımızı yaptıktan sonra evden tam çıkmak üzereydim ki, Yakup Usta aradı. "Abi gelmiyor musun?" Benden önce yaylaya varmış, anahtarı olmadığından kapıda beni bekliyor. "On beş dakika sonra yanındayım." deyip yola çıktım.

Giderken sırayla Ünal Usta ve Salih Ustayı aradım. Ünal Usta, Selim Ustanın gelip gelmediğini sordu bana. "Kimse buraya gelmedi daha." dedim. "Selim Ustayla konuşup sana döneyim." dedi. Ondan cevap beklerken Salih Ustayı aradım. Ekibinin yola çıkmak üzere olduğunu söyledi.

Yaylaya varır varmaz kapıları açtım. Yakup Usta Nissan pikabıyla bahçeye girdi. Avludaki kayısı ağacının etrafının taş duvarı ile başlamak istediğini söyledi. Taş Ev'in yanında harç için bir iki el arabası kum çakıl, iki buçuk torba da çimento kalmıştı. Ağacın konumu ve etrafında bırakılan boşluğu dikkate alıp taş duvarın kalp şeklinde çevrilmesine karar verdik. Hemen üzerini değişip başladı çalışmaya usta. Tek başına çalıştığı için yardım olsun diye üç beş araba taş getirdim kayısı ağacının yanına. "Geri kalanı ben alırım." dedi.

Telefonum çaldı. Arayan Selim Usta. "Yarın gelsek olmaz mı?" diyor. Canım sıkıldı yine. "Bak Selim Usta her geçen gün bizim açılışımızı öteliyor, bir an önce bitirelim şu işi." diyorum. Tatilden sonraki ilk çalışma günü olduğu için çalışmaya hiç hevesleri yok. Çay ocağını, tost makinesini, kahve makinesini koyacağımı tezgah ve dolaplar yapılacak daha. Ama yarın gelmelerini çaresiz kabul etmek zorundayım. Yarın gelseler bari...

Taş Ev'in kapılarını açıp açmamak konusunda kararsız bir şekilde dolaşırken bahçe kapısı tarafından sesler geliyor. Seslerin sahibi Salih Ustanın adamları. O yok ama dört adamını göndermiş. Aşağı yaylanın bütün damlama şebekesini geziyor, eksik kalan yerleri teker teker gösteriyorum. Ekip sayısı fazla olduğu için iş çabuk ilerliyor. Biri boruları taşıyor, diğerinin elinde kazma, toprağa gömülmüş vanaları ortaya çıkarıyor, bir diğeri borulara ek yapıyor... Şebeke dışı kalan fidanlara yeni damlama boruları uzatılıyor.

Aşağı yaylada işler tamamlanır tamamlanmaz yolun üzerindeki orta yaylaya çıkıyoruz. Demir kapının asma kilidi fazla çalışmadığından biraz zor açılıyor. Yol kenarındaki kocaman elma ağacı meyve yüklü ama toplayacak adam yok.

Damlama şebekesi kapsamında buraya iki vana koymuşlar. Vanalar kapalı olduğunda gelen suyun tamamı aşağı yayladaki depoyu, oradan taşan da havuzu besliyor. Burada ilk olarak aşağı yaylaya giden vanayı kapatıp alt kesimdeki ağaçları sulayan vanayı açtık. Dönerken bu vanayı kapatıp üst taraftaki ağaçların sulanmasını sağlayacağız.

Geçen sene açtırdığım yoldan yukarı yaylaya çıkıyoruz. Ekip eğitimli olduğu için ellerinde boru ve malzemeler olduğu halde dik yokuşta kolayca ilerliyorlar. Yukarı yaylanın giriş kısmının damlama boruları bayramdan önce döşenmişti. Bu sefer aşağı kısımdaki cevizleri besleyen şebekeyi kontrol edeceğiz. Bölgeyi kaplayan yabani otlar biçilmiş, fidanlar ortaya çıkmış çıkmasına ama vanaların yerlerini tam olarak bilmiyorum. Ekip hasar gören kısımların tamiratını yaparken vanaların yerini de belirlemiş olacağız. Neyse ki geçen yıl döşediğimiz damlama borularının büyük kısmında çok büyük hasar yok.

Araziyi defalarca geziyoruz. Sadece bir karış yüksekliğindeki fidanların üzerinde ikişer üçer adet meyve olması garibime gidiyor. Vanaların tamamı açılınca su alt seviyeyi besliyor. Yukarıda kalan fidanların beslenmesi için alttaki vanaların kapatılması lazım. Vanaların yerleri teker teker tespit ediliyor. Yolun başındaki ana vana hariç toplam dokuz adet vana buluyoruz. Bu benim yaz sezonu bitene kadar her gün yukarı yaylaya çıkmam anlamına geliyor. İşin sonunda fit bir vücuda sahip olmam garanti...

Birkaç asırlık kestane ağaçlarının gölgesinde buradaki manzaranın seyrine doyum olmuyor. Son kontrolleri yaptıktan sonra büyük havuzun durumuna bakıyoruz. Havuzdaki su seviyesi bayağı aşağı inmiş. Su kaçırıyor olmalı. Bu sene olmasa da önümüzdeki sene her iki havuzu da iyi bir bakımdan geçirmemiz gerekecek.

Sulama ekibini gönderdikten sonra Taş Ev'e girip Yakup Usta için çay suyu koyuyorum. Onu iyi tutmak gerekiyor bir yandan. Taş duvar işleri bitince yanına iki kişi alıp yola kilit parke taşı döşeyecek. Yoldan önce demir kapının yanında biraz taş duvar işi var. Çalan telefonuma bakıyorum. Arayan Selçuk Bey, tezgah tipi soğutucu servisinden. Onu yarın beklediğim için bu büyük sürpriz oluyor bana. Bornova'dan çıkmış yola, nasıl geleceğini soruyor. Tarif ediyorum.

Yaklaşık bir saat sonra Kaplan Köyüne geldiğini haber veriyor. Arabamla onu köy meydanından alıp bahçeye kadar peşime takıyorum. Yarım saat kadar soğutucunun digital göstergesi üzerinde uğraşıyor. Bir ara telefonla birilerine danışıyor. Sonunda işin bu faslı çözülüyor ama esas sorun sonradan çıkıyor ortaya. Meğerse soğutucunun gazı kalmamış. Petek değişecek diyor. En erken iki gün sonra yeniden gelip peteği değiştirecek. Henüz hiç kullanmadan parça değiştiriyoruz, hadi bakalım hayırlısı...

Servis gittikten sonra orta yaylanın vanasını kapatıp aşağı yaylaya su akışını sağlıyorum. Yakup Usta bahçe kapısı girişindeki taş duvar işini yarın yarım günde tamamlayacağını söyleyip toparlanmaya başlıyor. Dün yaylaya geldiğimiz saate yakın bir saatte kapıları kapatıp yayladan ayrılıyorum.    

AKŞAMIN HÜZNÜ

10/07/2016 Pazar, Tire

Sabah geç kalktım diyemeyeceğim bugün. Zira yataktan kalktığımda sabahı çoktan geçmiş, öğlen olmuştu. Sabah ezanına kadar uyanık kalınca bu kalkış saatim hiç yadırganmamalı... Şaşırtıcı olan eşimin bu vakte kadar yatmama müsaade etmesi aslında. Kayınvalidemle birlikte kahvaltılarını çoktan etmişler. Balkonda sohbet eder buldum onları.

Kızım odasında hala uyuyor. Bugünü dünden garantiye almış, "Son tatil günümün sabahında beni erken kaldırmayın, bırakın istediğim saatte uyanayım." demişti. Şimdi düşünüyorum da, öğlene kadar uyumama müsaade edilmesi kızımın sayesinde oldu galiba (!) O da erken kalksaydı benim öğlene kadar yatma şansım olur muydu acaba? Kızıma seslendim, kahvaltı için özel bir isteği olup olmadığını sordum.

Bayram tatili süresince tatlısından tuzlusuna ne varsa silip süpürdüğümüzden bütün aile bireyleri almış olduğu kilolardan mustarip. "Hiçbir şey" dedi kızım. "Ben şimdi güzel bir peynirli omlet yaparım, birlikte yeriz." dedim. Yelkenleri suya indirip kabul etti teklifimi.

Sabahın erken saatlerinden itibaren eşyalarını toplayıp sabırla yola çıkmayı bekleyen kayınvalidem torununun rahatlığı karşısında söylendi durdu. Öğleden sonra birlikte çıktık evden. Misafirlerimizi yolcu ederken biz de eşimle birlikte yaylaya çıktık. Artık yaylayı görmeden bir gün dahi geçirmek istemiyorum. Sadece görmek için değil tabii bu gidişim. Aşağı yaylanın ağaçlarını da sulamam gerekiyor.

Yaylanın tamamına çektirdiğim damlama boru şebekesi sayesinde vanalar yardımıyla değişik alanları münavebeli olarak sulayacağım. Sonuncudan başlayarak bütün vanaları kapattım önce. Kapının yanındaki havuzun altında yer alan ana vana ile birlikte onun altındaki ilk vanayı açtım. Damlama boruları suyla doldu. Bahçenin üst kısmındaki bütün ağaç diplerini dolaşan şebekeyi takip ettim. Borular ağaç diplerinden geçerken üzerindeki kırmızı uçlardan tıslama sesleri arasında sular damlamaya başladı. Sabaha kadar bu alandaki ağaçlar ihtiyacı olan suyu alacaklar artık. Ağaçların arasında dolaşırken iyi ki bu sistem var diye geçirdim aklımdan. Eğer damlama sulama sistemini kurmasaydım kova kova su taşımak gerekecekti bütün  bu ağaçlara.

Taş Ev'e döndüğümde eşimi ayaklarını uzatmış, kitap okurken buldum. Yakup Usta'yı aradım. Biraz önce arife günü yediği fırçadan sonra artık gelmeyebileceği ihtimalini konuşmuştuk eşimle. Neyse ki korktuğumuz olmadı ve bir iki nazlandıktan sonra geleceğini söyledi. Adam yokluğunda kızdığımız insanlara muhtaç olmak ne kötü... Bahçe girişinde demir kapının yanındaki taş duvarın yükseltilmesi, avludaki kayısı ağacının etrafına taş duvar örülmesi ilk yaptıracağım işler. Salih ve Ünal Usta da ekipleri ile birlikte gelecekler. Hiçbirinde anahtar olmadığı için yarın sabah onlardan önce yaylaya çıkmam lazım.

Eşim Ankara'dan getirdiğimiz fırın ızgaralarını sürtmüş ama istediği parlaklığı ortaya çıkaramamıştı. Biraz da ben erkek kuvveti uygulayım deyip havuz başına geçtim. İlk ızgarada elde ettiğim sonuç farkı ortaya koymuştu. Bu hevesle Arap sabunu ile yumuşattığım ızgaraya bulaşık telini sürtmeye devam ederken bahçeye bir arabanın girdiğini ve hiç yabancılık çekmeden Taş Ev'in yanına kadar geldiğini gördüm. Tanıdık biri olmalı. Arabanın içinde bir aile görünüyor. Arabadan inen kırk yaşlarında bir adam selam verip yanıma yaklaştı. "Açılmadı mı burası daha?" diye sordu. "Yok, henüz açmadık." dedik yanıma gelen eşimle.

İnşaat devam ederken gelmiş daha önce Elektrikçi Ali ile birlikte. "Açmadık ama buyurun bir çayımızı için." dedik. Eşim birkaç ikramlık hazırladı içeriden. Biri kız diğeri erkek iki çocukları var bu ailenin. Bir an önce faaliyete geçmemizi isteyip kahvaltıya geleceklerini söylediler. Tam istediğim bir ortamdı onların gelişi. Her gelen misafir ile ayrı ayrı ilgilenmek, sohbet etmek. Akşam güneş batmak üzereyken kalktılar. Hoşça vakit geçirdik...

Verandadan şehir her saat farklı görünüyor. Güneşin battığı bu saatlerde karanlık aydınlığın yerini alırken şehrin ışıkları teker teker yanmaya başlıyor. Bir gün daha bitiyor. Hüzünlü bir tablo çıkıyor ortaya...

10 Temmuz 2016 Pazar

YAYLA MİSAFİRLERİ

09/07/2016 Cumartesi, Tire

Yurdun bazı bölgelerini seller basarken burada kavurucu sıcaklar bunaltmaya devam ediyor. Bu nedenle kahvaltıdan sonra bir an önce kapağı yaylaya atmak istiyoruz. Yukarı taşındık, taşınıyoruz derken geriye dönmek zorunda kalışımız bazı aksilikleri beraberinde getiriyor. Bütün kap kacak ve malzemeler hem Taş Ev'de hem aşağıdaki evimizde çifter çifter olamıyor bazen. Sık sık yukarı çıkardığımız bazı şeylere aşağıda da gereksinim duyuyoruz. Artık şu soğutucuların arızasını giderip bir an önce taşınmalıyız.

Bugünün misafirleri eşimin akrabaları. Yaylaya varır varmaz yerler yıkanıyor, kapılar açılıp masa ve sandalyeler verandaya çıkarılıyor. Verandaya açılan kapının üzerinde rüzgarın konuşturduğu alet oldukça sessiz bugün. Nadiren ortasındaki taş etrafındaki borulara değiyor ve cılız bir ses duyuyoruz. Ama yine de şehrin bunaltıcı havası burada yok. Mutfağa giren eşimin her zaman benden istediği pencere kanatlarının açılması. Pencerenin yüksekliği standardın üzerinde olduğu için öyle elini uzattığında açılması mümkün olmuyor. Bir de önüne tezgah tipi soğutucu gelince sandalyeye çıkıp uzanmak zorunda kalınıyor. Pencerenin kepenk ve kanatları açıldığı zaman bahçedeki orkideler bütün güzelliğini gösteriyor. Ortam aydınlanıyor, ışığı kapatıyorum.

Az sonra misafirlerimiz telefon ediyor. Kiraladıkları taksi yerimizi bulamamış. Tabela koyana kadar bu sorun olmaya devam edecek görünüyor. Bahçe girişi biraz içeride kaldığı için demir kapı yoldan görünmüyor. Bu yüzden onlar da kapının önüne kadar gelip geri dönmüşler. Misafirlerimizi karşılamak üzere kapıya doğru gidiyorum. Asfalt yolun kenarında iki köylü kadın bizim elmaları topluyor. Yanlarına doğru gittiğimde her ikisi birden irkiliyor. Önlerindeki poşeti doldurmuşlar bile. "Hayırdır, pazar için mi topluyorsunuz?" diye soruyorum. Kadınlar, "Yok bir iki tane tadına bakalım diye kopardıktı, isterseniz geri verelim." diyor. Önündeki naylon poşeti gösteriyorum. "Ha, o mu? Gelirken Emine Teyze vermişti bize." diyor. Toparlanıp ayrılırken "Helal etmeyeceksen, bırakalım bak." diyor içlerinden birisi. Her taraf elma dolu. Yerlere dökülüyor çoğu. "Helal olsun, tadımlık alabilirsiniz ama bunun dışında pazarda satmak için izinsiz koparmayın." diyorum. 

Kadınlar uzaklaştıktan az sonra karşıma son sürat gelen bir araba çıkıyor. İşaret edip güçlükle durdurabiliyorum onu. Evet, bu beklediğimiz misafirleri getiren taksi. Bahçe kapısını gösterip içeri girmelerini söylüyorum.

Masaları eklemek istiyoruz ama acemilik işte. İlk kez tecrübe ettiğimiz bu küçük detay bile elimizi ayağımıza dolaştırmaya yetiyor. Sonunda verandanın ortasında uzunlamasına iki masayı birleştiriyoruz. Masaların her iki yanına da sandalyeler diziliyor. Manzarayı her zaman gören bizler manzaraya sırtımızı dönerken  misafirleri manzaranın karşısına oturtuyoruz. Akşam saatlerine kadar güneş uğramıyor buraya. Akşam güneş batarken şöyle bir değiyor ucundan. O zaman da kime dokunduysa bu akşam güneşi, esprilere konu oluyor.

Eşim çay eşliğinde ikramlarda bulunuyor. Kızımın yaptığı muhteşem Türk kahvelerinin yanında sohbetin ardı arkası kesilmiyor.


Sabahtan Ünal Usta'yı aramıştım. Onların tatili pazartesiye kadar devam edecekmiş. Pazartesi günü bizim buraya gelmeleri konusunda söz alıyorum. Salih Usta damlama sulaması için gelecekti bugün. İki üç kez arıyorum. Nihayet üç kişilik ekibi geliyor ama saat beş buçuğu bulmuş. Havuzun dibindeki filtre tıkanmış. Gelir gelmez onu açmışlar. Eksik kalan bazı işleri vardı. Pazartesi günü Salih Usta ile birlikte gelip bütün işin kontrolünü ve yukarı yaylanın damlama sulama şebekesini yapacaklarını söylüyorlar. Bu vakitten sonra çalışmadan ne hayır gelir ki. Zaten misafir de yalnız bırakılmaz. Bu kararları hoşuma gidiyor, pazartesi sabahı görüşmek üzere ayrılıyoruz.

Misafirlerimizden Tünay Bey, elinde fotoğraf makinesiyle sürekli çevrenin resimlerini çekiyor. Amacının bizim cevizlerin ortağı sincapları fotoğraflamak olduğunu öğreniyorum. Bu saatlerde ağaçların kuytu köşelerinde şekerleme mi yapıyor bizim sevimli ortaklar bilmem ama pek görünesi yoklar şimdi. Onların en görünen zamanı sabahın erken saatleri...

Bir ara kızım fotoğraf makinesini eline almış, kırk yıllık fotoğrafçı pozları veriyor. Hemen resmini çekiyorum bu anın. Tünay Bey'le birlikte bahçenin etrafında geziyoruz. Yakup Usta bazı yerlerde otları biçmemiş. Aşağıda birkaç tane kızılcık ağacı görüyorum.

Misafirler ayrıldıktan sonra kızımla birlikte kızılcık toplamaya gidiyoruz. Çok değil ancak birkaç kilo topladıktan sonra hava kararmaya başlıyor. Sularımızı doldurup kapıları kapatıyor ve evimizin yolunu tutuyoruz.    

9 Temmuz 2016 Cumartesi

KADINLAR OKULU - ANDRÉ GIDE



Kitabın Adı: KADINLAR OKULU
Yazar:  André GIDE (1929)
Sayfa Sayısı: 110
Yayınevi: Bordo Siyah

Basım Yılı: 1. Baskı. 2003, İstanbul
Türü: Roman

Kitap Hakkında: 1947 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi roman ve deneme yazarı André Gide (1869-1951) tarafından kaleme alınan eserde kadın erkek ilişkileri konu ediliyor. Romanın baş kahramanı tanıştığı genç iş adamına aşık olur. Tuttuğu günlüklerde yaşadığı tutkuyu, sevdiği adama olan hayranlığını, ona layık olabilmek adına kendisini geliştirmek zorunda olduğunu anlatır. Çift mutlu görünen bu ilişkinin sonunda evlenerek biri erkek biri kız olmak üzere iki çocuk sahibi olurlar.

Aradan yirmi yıl gibi uzun bir zaman geçer. Kadın ara verdiği günlük tutma işine yeniden devam etmeye karar verir. Bu bölümde kadının tutku derecesinde bağlılığı sona ermiştir. Gençlik aşkında takındığı tavırları kendisine yakıştıramaz, eleştirir. Zamana bağlı bir değişim yaşanmıştır. Ancak değişen adam değil kadının kendisidir. Bu esnada I. Dünya Savaşı çıkmış adam cepheye gitmiştir. Kadın ise babası karşı çıkmasına rağmen kocasından boşanmaya karar verdiğini açıklar.

Bir müddet sonra cepheden dönen kocasının kaza geçirdiği haberini alır. Hemen yanına gider ve kocasıyla yüzleşir. Bu görüşmeden sonra boşanma fikri artık ona zor gelmektedir. Çünkü kocasını suçlayacak somut bir şey bulamaz. Kocası gibi savaşta gönüllü olmak istemesi bir kaçıştır aslında. Görev aldığı bulaşıcı hastalıkların tedavi edildiği hastanede sağlık nedenleriyle kızını yanında götüremez. Hastanenin yerini ise sadece kızı bilmektedir. Beş ay sonra çalıştığı hastanede hayatını kaybeder. Kızı annesinin günlüklerini toplayıp yayınlanmasını sağlar.

Genel ahlak anlayışının karşısında bireysel özgürlüklerin savunucusu olan Gide, 19. yüzyıl Fransız edebiyatının en önemli hümanist yazarlarından biridir. Kadınlar Okulu isimli eserinde geçen olaylar aradan yüz yıldan fazla bir zaman dilimi geçmiş olsa da kadın erkek ilişkilerinde değişen bir şeyin olmadığını göstermesi bakımından ilginçtir.

YAYLADA KIRAAT

08/07/2016 Cuma, Tire
Bayram sarhoşluğuyla kalktım sabah yataktan. Devlet memurları için bayram tatili pazar akşamına kadar devam edecek. Özel sektör o kadar yatırmaz insanı. Bir de esnaf kesimi var ki en çok muhatap olduğum kesimdir kendileri, tatili uzatırlar mı yoksa işlerinin başına mı dönerler hiç belli olmaz. Sarhoşluğum da bu yüzden zaten. Benim durumum da esnaftan farksız. Tatil bitti mi?







Bugün tezgah tipi soğutucu için servis gelecekti. Sabahtan İzmir Bölgesinin servis elemanın aradı.
- Abi digital göstergenin bulunduğu panoyu açtınız mı?
Neden açalım ki panoyu? Açmaya kalksak üzerimizde kalacak, garanti kapsamının dışında kalacağız.
- Yok, açmadık.
- Abi, şu an yazlıktayım. Tek servis yetkilisi de benim ama pazartesi gününden önce gelemem. Belki digital göstergenin bulunduğu panonun kablolarından biri çıkmıştır. Yerine takarsanız sorun kendiliğinden hallolmuş olur. Hayır, yanlış anlamayın. Ben gerekirse pazartesi yine gelirim.
- İnşallah dediğiniz gibidir. Ama şu anda işyerinde değilim ben. Yukarı çıktığımda sizi ararım. İsminiz neydi, ben de kaydedeyim numaranızı.
- Selçuk benim adım.
- Tamam Selçuk Bey, yukarı çıkınca sizi arayacağım.

Cep telefonlarından gönderilen bayram mesajlarına cevap vermiyorum. Telefon rehberim silindikten sonra hangi mesajı kim gönderdi, anlamak zaten mümkün değil. Aksi gibi her bayram arayan sevdiğim dostlarımdan bazıları bu sefer aramadı. Çocukluk arkadaşım Mustafa bunlardan biri mesela. Eşi Filiz sayesinde ulaştım kendisine. Çok misafirleri varmış bu bayram. O yüzden arayamamış.

Ben gönül koymam kimseye aramadı diye. Bana da gönül koysunlar istemem aramazsam eğer. Çünkü gönül işidir arayıp sormak. Ya da ihtiyacın olduğunda ararsın birilerini. Birden aklına düşer, hiç beklemedikleri bir zaman ararsın. Benim için budur makbul olan.

Salih Usta başlamış mıdır çalışmaya bugün? Telefon ettim. Pazartesi günü bana döneceklermiş. Pazartesi gününün çok geç olacağını, fidanların susuz kaldığını, başladığı işi yarım bırakamayacağını  söyledim. Israrımdan sonra yarın saat üç dört arası gelmeyi kabul etti.

Taş Ev'in soğutucularında yaşanan problemlerden sonra eşim reçel hazırlıklarına evde devam ediyor. Kilolarca şeker ve diğer malzemeleri taşımak ise benim görevim. Reçel kazanları kaynamaya başladı yine. Bugün yaylaya çıkmak gibi bir niyeti yok ama benim mutlaka çıkmam lazım. Kızım bana eşlik edecek.

Yaylaya çıkışımız saat beşi buldu. İlk olarak mutfaktaki tezgah tipi soğutucunun gösterge panosunu söktüm, yerinden çıkan bir kablo olup olmadığına baktım. Boşlukta bir kablo görünmüyordu. Selçuk Beyi aradım. Telefonla söylediği bazı tuşlara basmamı istedi. Motor devreye girmiyormuş. Parçanın değişmesi gerektiğini, pazartesi sipariş geçeceğini, bu yüzden salıdan önce gelmesinin mümkün olamayacağını söyledi.

Ben servisle konuşurken kızım çay suyunu koydu. Verandaya masa ve sandalyeleri çıkardık. Tatlı tatlı esen rüzgarın eşliğinde ceviz kırmak terapi gibi gelmeye başladı bana artık. Kızıma da bir okuma aşkı geldi ki hiç sormayın. Yanında getirdiği kitabı yüksek sesle okurken ben de okumuş kadar oldum. Arada yapılan çay ve tatlı servisi de iyiydi. Ben iki kilo ceviz kırıp kabuklarını ayıklayana kadar kitap bitti.

Yukarı yaylaya çıkmak istiyordu kızım spor niyetine. Ancak vakit artık çok geçti. "Hemen toparlanabilirsek belki zeytinliğe gideriz." dedim. Köyü geçtikten sonra sağa yanaştık. Hava kararmaya başlamıştı. Zeytinlikte bir kaç tane armut ağacı vardı. "Eğer şansımız varsa biraz armut toplarız." dedim. Ne yazık ki hiç armut kalmamış ağaçlarda. İnsan ya da hayvan, belli ki birileri bizden önce davranmış (!) Geçen sene epey armut toplamıştık buradan.

Geçen sene diktiğimiz fidanların sulanması gerekiyor. Bahçe girişindeki birkaç tanesi kurumuş ne yazık ki. Zeytinliğin en büyük eksikliği suyunun olmaması. Erişkin zeytinler su istemiyor ama yeni diktiğimiz fidanlar bu yıl da düzenli olarak sulanmak ister. Geçen yıl suyu köy çeşmesini besleyen pınardan hortumla almıştım da, bazı fenalık küpleri muhtara şikayet etmişti. Bu yıl da biraz zaman ayırmak lazım bu işe.

8 Temmuz 2016 Cuma

YUKARI YAYLA GÜN BATIMI

07/07/2016 Perşembe, Tire

Geç kalktım bugün. Ara sıra iyi oluyor vücudu böyle dinlendirmek. Öğlene yakın oturduk kahvaltıya. Uzun zamandır yumurtasız kahvaltıya kahvaltı demezdim. Ekmek neredeyse çıkmıştı hayatımızdan. Bu sefer  "İstersen nohut mayalı ekmek ile yapalım kahvaltıyı." diyen eşimin önerisine uydum. Bugün yumurta yemesek, karaciğerimiz dinlense nasıl olur...

Bir dilim kızarmış nohut mayalı ekmeğin üzerine tereyağı sürdüm. Hayatın akışında ara sıra yapılan basit değişiklikler bazen iyi oluyor. Kızım bugün evde kalmayı tercih etti. Tez hazırlığı yapacakmış. Bizim yaylaya çıkışımız ise öğleden sonrayı buldu.

Bahçe kapısının önünde yabancı bir araba park etmiş. Arkasına iyice yanaştım. Arka koltuktan bir adam çıktı dışarı ve eliyle işaret ederek sürücü koltuğuna geçti. Onun çıkabilmesi için on metre kadar geri gittim. Arabanın arka koltuğunda yüzünü gizleyen biri vardı. İstemeden de olsa mutlu bir anı bölmüş olduk.

Demir kapıyı açıp içeri girdik. Her zaman olduğu gibi Taş Ev'in verandasına yerleştik. Cevizler kırıldı. Çaylar içildi. "Trileçe" ler yendi. Akşama doğru reçellik meyve toplamayı düşündük. Armutların biraz daha zamanı vardı ama geç kalınca kuşlara kaptırıyorduk. Geç vakit yukarı yaylaya çıktım.  Orman içi patika yolu tırmanırken güneş batmak üzereydi. Bir sepet armut topladım. En güzel reçellerden biri armuttan yapılandı.  Elimi çabuk tutmazsam karanlığa kalacaktım. Yukarı yayladan güneşin batışını izlemek harika bir şey. Aşağı indiğimde hava kararmaya başlamıştı. Gece yarısını bulmadan vardık evimize bu kez.     

7 Temmuz 2016 Perşembe

KEŞKEK

06/07/2016 Çarşamba, Tire



Bazı günler çabuk geçer. Akşam olup sabahına baktığınızda anlatacak çok şey bulamazsınız. Esas ilginç olanı bu sadeliğin tersine yoğun bir tempo vardır ve ardından yorgun düşmüştür vücudunuz. Üstelik işler biraz tersine gitmiş moraliniz bozulmuştur. Ne kadar kapatmak isteseniz de böyle bir günü, gece geç saatlere kadar kurtaramazsınız kendinizi. Ne yazacak ne de okuyacak mecal kalmıştır artık...

Bayramın ilk iki günü yavaş yavaş alışmaya başlamıştık yayla hayatına. Sabah iş kaçırmak için daha erken çıkmamızı istiyordu eşim. Çarşıdan bir iki alınacak şey vardı. Dün cevizin kırdığı ceviz kıracağını yenilememiz gerekiyordu mesela. Değişik mezeler için malzeme ve ekmek. Şehirde ne kadar market, AVM, bakkal, fırın dolaştık ama hiç birisinde ekmek bulamadık. Sadece paket içinde satılanlardan vardı marketin birinde. Demek ki bayramda ekmek bulunmuyormuş bu memlekette.

Kızım siz gidin ben daha sonra geleceğim deyip sattı bizi bugün. Verandada mutat düzenimize geçtik. Bir masa geç kahvaltı için düzenlenirken diğeri ceviz kırma masası oldu... Eşim itiraz etti. "Ne cevizi? Misafir gelecek, ben istemem bugün ceviz pisliği..." Sabah ilk iş olarak verandanın yerleri yıkanıp silinmiş, misafire hazırlanmıştı zaten. Ben de tam tersine gelenlerin yaşadığımız ortamı görmesinden yanayım. Orada her gün ceviz kırıyorsam eğer gelen kim olursa olsun beni ceviz kırarken görsün isterim. Hatta gelenlerle bir yandan sohbet ederken  isterlerse onlar da geçsinler karşıma ayıklasınlar biraz... Doğal olarak ceviz işi yattı bugün... Canım başka bir şey yapmak istemiyor. Ceviz kırmak bir anda dünyada en çok istediğim şey haline geliyor.

Eşim mutfakta. Bir sürü şeyler deniyor. Yoruluyor, önemsemiyor... Hem yaptıklarına hem de gelecek misafire kilitlenmiş. Bu gibi durumları iyi bilirim. Ayağının altında fazla dolaşmayacaksın. Tam aksi gibi ceviz kırma işi olmayınca ortalarda dolanıyorum. Verandada yerler kurudu. Masa ve sandalyeleri çıkarıyorum. Kızım olmayınca kahvaltı hazırlama işi bana kalıyor. Mutfağın bir köşesinde hazırlığa başlıyorum. Tezgah tipi buzdolabını çalıştıramadığımızdan dolayı içine bir şey koyamıyoruz. Elimizde ne var ne yoksa vitrin tipi buzdolabına yığdık. Bu dolabın da ayarını yapamadığımızdan mı yoksa sıkış tepiş malzeme yığdığımızdan mıdır bilinmez bir garip çalışıyor. Sabah söğüş için çıkardığım domateslerin yarısı tam anlamıyla donmuş. Moralim bozuluyor...  

Kahvaltıdan sonra keyif çayları içiliyor. Kızım evden çıkmış, bir şeye ihtiyacımız olup olmadığını soruyor. O gelecek diye masayı toplamadık. Derken mutfakta yeni bir hazırlık başlıyor. Buraların yöresel bir düğün yemeği olan keşkeği deneyecek eşim. Kızım gedikten sonra kahvaltı masasına oturuyor. Hepsi bahçe malı, ev yapımı ve organik elma, kızılcık ve kayısı reçellerinden çıkarıyorum ona.

Telefonum çalıyor. Önder Bey arayan. "Abi ben geldim İstikbal Yatakları'nın önündeki üst geçidin altındayım."
"Tamam oradan ayrılma seni almaya geliyorum." diyorum.

Kızım kahvaltıdan yeni kalkmış. "Senin arabanla gidelim." diyorum. Önder Bey'i söylediği yerde buluyoruz. Onu ailesiyle birlikte beklerken yalnız olduğunu görüyorum. Yıllarca birlikte çalıştığım ve sevdiğim bir iş arkadaşım. Dört beş yıl oldu görüşmeyeli.  Biz önde o arkada yaylaya çıkıyoruz. Yollarda bayram nedeniyle yoğun bir trafik var.

Manzaraya hayran kalıyor. Taş Ev'i ve bahçeyi gezdiriyorum. Verandada oturuyoruz. Birer soğuk bira açıp sohbete dalıyoruz. Masa mezelerle donatılıyor. "Ben ilk müşteri oluyorum galiba?" diyor gülümseyerek. "Yok, sen ilk misafirimizsin." diyoruz. İşten güçten, arkadaşlardan konuşuyoruz... Birkaç saat sonra müsaade istiyor, uğurluyoruz.

Akşam yemeği yiyecek halim yok artık. Devamlı bir şeyler atıştırıyoruz. Kızım yine de ızgarayı yakıyor. Et ve tavuk mamullerini ağzına koymadığından balık almış kendine. Masalardan biri açık büfe gibi. Boşalan tabakların yerine yenisi geliyor. Hepsi birbirinden nefis. Günün yemeği elbette keşkek. Tereyağlı ev yapımı salça sosu ilavesi ile dumanı üzerinde mis gibi kokuyor. Yapımı oldukça zahmetli ama yemesi de bir o kadar keyifli. Keşkek yememiştim ben evlenene kadar. Çok geç kalmışım... 

Keşkek keyfinden sonra toparlanmaya başlıyoruz. Saat epey ilerlemiş. Bir yandan bulaşıklar yıkanırken buzdolabı boşaltılıyor. Servis gelene kadar dolaptakileri eve taşıyacağız. Saatlerin koşturduğu bir zaman dilimi. Verandanın ışıkları ne kadar uçan nesne varsa topluyor üzerine. Buradaki ışıkları kapatıp avludakileri yakıyorum. Böylelikle veranda loş ama rahat bir ortam sunuyor. Gece kuşları ve ağustos böceklerinin sesini dinliyoruz. Ben ağustos böceklerinin hep gündüz saz çaldığını bilirdim.  Hiç kimsenin bu huzurlu ortamı terk etmeye niyeti yok. Bugün hiçbir şey yapmamışım gibi geliyor. Ceviz kırmadığım için mi acaba? Çok yorgunum. Bir an önce kalkıp gitmek istiyorum eşim, kızım keyif çaylarını yudumlarken. Zoraki bozuyorum keyiflerini. Masalar sandalyeler taşınıyor içeri. Defalarca arabaya malzeme taşıyorum. Yine gece yarısı olmuş. Sabah kahvaltıyı evde yapıp çıkacağız.