KATEGORİLER

9 Haziran 2016 Perşembe

(BUGÜN) AZ ZAMANDA ÇOK İŞLER YAPTIK...

07/06/2016 Salı, Tire

Emekli olduğumdan bu yana en hareketli günlerimden birine açtım gözümü bu sabah. Yapılacak işler çok. Sözler verildi ancak sözlerin çok fazla da anlamı yok buralarda. Her zamankinden daha erken bir saatte kahvaltımızı yapıp Ali'nin dükkanına vardığımda saat sekizi biraz geçiyordu. Kamil kapıda karşıladı beni. "Araca malzemeleri yüklüyordum birazdan çıkarım, siz önden gidin isterseniz" dediği zaman, tamam dedim içimden, bu sefer ciddi ciddi başlayacaklar.

Toptepe yolu üzerinden yaylaya çıktım. Bahçenin ana giriş kapısını ve taş evin verandaya açılan kapılarını açtım. Kamil gelene kadar ebeveyn banyosu içindeki bütün eşyaları çıkarıp salona almaya başladım. Eşya dediysem, geçen seneden kalan plastik meyve sepetleri, muşmulaları koyduğum plastik kasalar, kestane, ceviz çuvalları, el aletleri, ağaç testeresi vs. Duvara dayalı ağaç çerçeveye tespit ettirdiğim iki ızgarayı da alıp mutfağın bir köşesine taşıdım. Bu ızgaralar ne kadar çok işimize yaramıştı geçen sene. Önce evimizin geniş balkonunda üzerinde domates kurutmuş, arkasından taş evde teker teker ağaçlarından topladığım muşmulaları olgunlaşması için yine onların üzerine sermiştim.

Kamil geldiğinde işim yeni bitmişti. "Nereden başlayalım?" diye sordu. En önemlisi mutfak musluklarının takılması, elektrik ve topraklama bağlantılarının yapılmasıydı ki bulaşık makinesini devreye almak için servis çağırabilelim. Ama nasıl olsa işlerin tamamı bugün bitmeyecek miydi? Aklıma ilk gelen tuvaletler oldu bu yüzden. Böylece lavabo ve muslukları takmayla başladı işe Kamil. Çok geçmeden mermerci ile birlikte Ünal Usta'nın ortaklarından Hasan Usta geldi. Daha çok Ünal ve Selim Usta ile muhatap olmuştum ama beş ortağın hepsi de efendi, sözünün eri kişiler. Yani türü tükenmeye yüz tutan esnaflardan. Evin bütün ağaç işlerini onların ekibi yapmıştı. Gerçekten de salonun üzerini kaplayan ahşap çatı bu bölgenin iddialı yapılardan biri oldu. İlk kez gören kişilerin dikkatini çekip, hayran bırakıyor kendine.

Kamil tuvaletlerin lavabo ve musluk montajlarını tamamlayıp mutfağa geçiyor. Mermerci taş evin önünde kestiği mermerlere  son rötuşlarını yaparken Hasan Usta yanında getirdiği yardımcısıyla terasa açılan üç kanatlı kapıyı kasalarıyla birlikte sökmeye koyuluyor.

Bugün salı pazarının kurulduğu gün aynı zamanda. Eşimin dünden beri bel ağrıları arttı yine. Ağrı kesiciyi kestiği anda belinde tutulmalar başlıyor. "Dinlenmen lazım" uyarılarım ona ninni gibi geliyor. Birazcık ağrıları azalır gibi olsa kendini panter Emel zannediyor! Halbuki beni dinlese ne kadar güzel tedavi edecektim onu... Şimdi evde yatıyor, hiçbir şey yapamıyor. Bu yüzden pazar alışverişini de yalnız yapacağım.

Sadece pazar alışverişi değil tabi. İnşaat malzemesi aldığım yere ödeme yapıyorum. Havuz için onlardan aldığım cam mozaiğin bana yüzde elli pahalıya mal olduğunu görünce canım sıkılıyor. Gıda Çarşısında çok uygun fiyata bulmama rağmen buraya söz verdiğim için pahalı fiyata razı olmuştum. Üstelik yurt dışından geliyor diye üç hafta da bekletmişlerdi beni. Ben çarşıda diğer işlerimi hallederken Kamil sürekli arayıp durmadan yanına getirmeyi unuttuğu malzemeleri alıp getirmemi istiyor. "Abi, şehirdeysen bizim dükkandan bir de şunları alıver, bir de gelirken iki kutu şeffaf silikon getirirsen iyi olur..." İsteklerinin sonu bir türlü gelmiyor. İyi ki şehre inmişim.

Eşimin verdiği siparişleri alıyorum pazardan. Sarma için yaprak istiyor ama iyisini kötüsünü henüz ayırt edemiyorum. Bir yerde kilosu beş lira iken hemen yanında on lira. Ya birinden kazık yiyeceksin ya da ucuza aldığın güzel çıkmayacak. Cesaret edemiyor her ikisini de almıyorum. Patates ve soğan inanılmaz derece ucuzlamış. Kilosu sadece elli kuruş her ikisinin de. Domates bol ama nerede o çocukluğumuzun mis kokulu domatesleri. Tarla domatesi dediklerinin de tohumu yerli değil. Sadece fiyatı tarla kalmış! Kayısı görüyorum. Geçen hafta da aynısından almıştık. Beş kilo daha alıyorum reçellik. Hava çok sıcak. Pazardan aldıklarımı yanımda yaylaya taşısam dönüşte kayısılar kendiliğinden marmelat olacak, domatesler de salça. Eve dönüp bırakıyorum pazardan aldıklarımı. Odaya kaplanacak lamine parke döşemesi için ustayla görüşüyorum. Pazar günü yapabilirim ancak diyor. Anlaşıyoruz. Aldığım ölçülere göre eşimle beğendiğimiz desendeki malzemeleri orman ürünleri satışı yapan ve bölgenin en büyüğü olan bir firmadan satın alıyorum. Elektrikçiden arabaya yüklediğim malzemelerden sonra buradan aldıklarım küçücük arabaya sığacak mı acaba?

Servisteki arabam geliyor aklıma. Ustayı arıyorum. Ön ve arka tamponlar gelmiş ama ön tampon sorunlu olduğu için geri gönderip yenisini istemiş. Ne zaman geleceğini bilmediği için bana şu gün hazır olur diyemiyormuş.  Eşimin ufak arabasının bir süre daha yükümüzü taşıyacağı anlaşılıyor ama onun da servis zamanı çoktan geçti. Her an bizi yolda bırakabilir. Neyse, elektrik malzemelerini önce aşağı indirip parkeleri, süpürgelikleri ve diğer malzemeleri yüklüyor, sonra onları yeniden aralarına sıkıştırıyoruz. Güç de olsa küçücük araba hepsini içine alıyor. Geçen sene kestane zamanı canlanıyor gözümde. En lazım olduğu zamanda benim arabanın bir sorunu çıkmıştı. Parça beklendiğinden yaklaşık bir hafta eşimin ufaklığına kalmıştık yine. O günlerde benimle birlikte kadınlı erkekli tam altı işçi küçücük arabaya sığışmış, bir hafta boyunca her gün elli kilometrelik dar ve virajlı bir yol üzerinden işçileri sabah alıp akşam köylerine geri götürmüştüm.


Tam işlerimi bitirip yukarı çıkmaya hazırlanırken telefonum çalıyor. Bir kez daha Kamil arıyor. "Buyur Kamil!" diyorum. "Ağabey malzemeleri geciktirdin seni bekliyorum." diyeceğini beklerken o bana hala şehirde olup olmadığımı soruyor. "Henüz şehirdeyim, hemen geliyorum, Kamil"  diyecek oluyorum. Kamil seviniyor bu cevaba. "Ağabey, bana bir iki malzeme daha lazım, dükkana telefon ettim, hazırlayacaklar. Gelirken onları da getiriver." Tamam Kamil" diyor, o malzemeleri de alıp zor bela sıkıştırıyorum arabaya. Artık bir daha dönemem. Elektrikçi Ali'nin dükkanının önündeki yoldan yukarıya, Toptepe yokuşuna vuruyorum arabayı. Arka camdan çıkan süpürgeliklerin uçları sallanıyor.

Yaylaya varıyorum. Mermercinin işi bitmiş. Hasan Usta da söktüğü kapı kanatlarını mermercinin aracına yükleyip atölyeye götürmüş. Öğleden sonra geri geleceğini söylemiş Kamile. Mutfak muslukları uğraştırıyor biraz. Rafların yüksekliğini eşim boyuna göre biraz aşağıda isteyince sanayi tipi muslukların boyu kurtarmadı. Aslında bu sürpriz değil. Rafların sökülüp biraz yukarı alınması gerekeceğini muslukları alırken biliyorduk zaten. Kamilin yanında yıldız uç olmadığı için rafları sökemiyordu. Aslına bakarsanız hiç yapası da yoktu. Ama ben işleri bugün bitirmeyi kafaya koyduğum için her şeyi yapabilirdim. Gideyim şehirden sana uç alayım diyorum. "Belki Hasan Usta'da vardır." deyince onun dönüşünü beklemeye karar veriyoruz.

Bahçeye çıkıp ortancaları seyretmeye başladım. Geçen seneki kadar güzeller. Bundan sonra daha da güzelleşecek, renkten renge girecekler. Beyaz gülün, pembe çardak gülünün yakın plan resimlerini çekiyorum. Taş evin önündeki ağacın üzerindeki kayısılar iyice sararmaya başlamış. Terastan bana dallarını uzatan kayısı, İtalyan eriği ve her geçen gün irileşmeye devam eden cevizlerin hepsi sanki poz veriyorlar bana.

Bu arada Kamil süs havuzuna su bağlantısını yapıyor. Vanayı açınca fıskiyeden neredeyse ikinci kat yüksekliğine kadar su çıkmasını sevinerek ama biraz da hayretle karşılıyoruz. Ebeveyn banyosuna ufak çamaşır makinesini taşıyıp bağlantılarını yapmaya başlıyor. Onun yanına küçük bir lavabo yerleştiriyor. Banyo ve ayna üstünün apliklerini takıyor. Klozet, yerleştirilip bağlantıları yapıyor. İşler bitecek gibi değil. 




Yoğun bir gün olacağını biliyordum. Ne olur ne olmaz bir boşluğum olur diye yanımda Orhan Pamuk'un "Kırmızı Saçlı Kadın" ını da getirmiştim ama bir sayfa dahi okuyacak zamanım olmadı. Kamil çalışırken odayı temizleyip parke döşenmesi için hazırlık yaptım. Bugün salonun büyük avizesi de hazır olacaktı. Avizeciyi aradım. İzmir'de olduğunu, arabasıyla uğraştığını söyledi. "Hani," dedim "Bana avizeyi teslim edecektin bugün?" "Ben akşamı bulur demiştim sana ama" diye cevap verdi. "Saat kaç gibi mesela, elektrikçi buradayken onu da yerine taktırmak istiyorum çünkü" diyerek ısrarlı takibimi sürdürdüm. "Hazır olduğunda ben sizi ararım." deyip son noktayı koydu. Yetiştireceğine hiç ihtimal vermiyorum.




Hasan Usta kapılarla birlikte giriyor bahçeye. Sırtına yüklendiği kapılar ona tüy gibi hafif geliyor olmalı. "Yardım edeyim" deyip en azından gönlünü almak istiyorum. "Ben yalnız daha kolay taşıyorum." diyor. Aslında benden iş yapmamı beklemek dokunuyor onun gururuna. Bunu hissediyorum.

Kamil yıldız ucu soruyor Hasan Ustaya. Yanında yokmuş. Bugün benim güzel günüm. Telefon ediyor dükkana. İstedikleri uç varmış dükkanda. Bizim dükkandan alabilirsiniz diyor. Bekler miyim? Hemen koşturuyorum arabaya. Yardımcısına soruyor Hasan Usta. "Sen de gitmek istersen ağabeyin bıraksın seni." Tamam deyip o da geliyor benimle. Toptepe üzerinden kestirmeden iniyoruz sanayideki dükkanlarına. Uçları alıyorum. Yolda yine Kamil, yine bir şey istiyor dükkandan. Aman işim kalmasın on defa gider alırım diyorum içimden. "Kamil" diyorum, "İyice düşündün mü? Var mı başka bir ihtiyacın?" "Yok ağabey başka bir şey" diyor.

Matkap ucunu ve Kamil'in istediği malzemeyi alıp çıkarıyorum yukarı. Hasan Usta'nın yardımıyla Kamil çelik rafları söküp musluk boyunun kurtardığı yüksekliğe monte ediyor.

Hasan Usta teras kapılarını yerine yerleştirdikten sonra kasa arkalarını izolasyon köpüğü ile doldurup kurumaya bırakıyor. Köpüğün kuruması gerektiği için yarın sabah bıraktığı yerden devam edecek. "Sabah erkenden haberleşip birlikte çıkarız yukarı" dedikten sonra uğurluyorum onu.

Kamil'in daha çok işi var. Bulaşık makinesi ve fırın için tezgah altına topraklı priz bağlantıları henüz yapılmadı. "Ağabey, köyde bakkal var mıydı?" diye soruyor. "Ne yapacaksın bakkalı?" diyecek oluyorum. "Sabah yediğimle duruyorum, karnım acıktı" diyor. "E, kardeşim ben aşağıdayken niye söylemedin gelirken getireyim?" soruma "Ben dükkandakiler söyledim ama unutmuşlar." diye cevap veriyor.

Aslında yemeğini patronu düşünmesi lazım. Ama işim kalmasın diye her şeye razıyım ya. "Ben sana aşağıdaki lokantalardan ekmek arası bir şeyler yaptırayım." diyorum. "Gerek yok, ağabey." dese de, asıl demek istediğinin "Git, al" olduğunu iyi biliyorum.
Bir kez daha arabama atlayıp köye iniyorum. İlk sürpriz Çam Restoranın kapısında. "06-17 Haziran arası kapalıyız." Hemen yanı başındaki Kaplan Dağ Restoranda alıyorum soluğu. Kapıdaki levha "Bugün Kapalıyız" Aslında pazartesi günleri kapalı olur burası ama belki de Ramazanın ilk günü olduğu için kapatmış.

Aşağı inerken Kamil'e telefon edip köyde lokantaların kapalı olduğunu gecikeceğimi söylüyor ve naçar, şehre iniyorum Kamil'i doyurmaya. Ekmek arası bir buçuk köftenin yanına bir de ayran söylüyorum pazar yerindeki köftecide.

Köfteyi paket yaptırıp arabaya dönerken iri yağmur damlaları atıştırmaya başlıyor. Seviniyorum bahçedeki fidanlar adına. Biraz daha, biraz daha yağsın diye dua ediyorum. Maalesef yerleri ıslatıyor sadece. Yaylaya çıkarken bu çıkışım artık son olur inşallah diyorum. Yaylada veriyorum kumanyasını Kamil'in eline. Bir köşeye oturup karnını doyuruyor. Bugün zor yetişir bu işler diye düşündüğüm sırada telefonun çalıyor. Ekrana bakıyorum. Şarj doluluk oranı yüzde üçe kadar inmiş. Son konuşmayı yakalıyor bizim avizeci. "Avizen hazır, dükkandan alabilirsin." diyor. Kamil'e bilmem kaçıncı sefer şehre inip avizeyi getireceğimi söylüyorum. "Tamam" diyor ama sanki avizeyi ben takacakmışım gibi rahat!

Avizeciden alıyorum avizeyi. İstediğim karpuz camlardan bulamamış. Kullandıkları daha da güzel görünüyor. Hemen arabaya yükletiyorum. Küçücük arabaya her şey büyük geliyor. Arabanın arka kapısından zorlukla sokuyorlar aralarına karton parçaları yerleştirilmiş avizeyi.

"Kamil, bak çok geç oldu, senin bugün bu işi bitirmen mümkün değil, bak avize de takılacak. Gel bir sakatlık olmasın da yarın sabah devam edelim şu işe." diyorum. "Yok yarın gelemem, bugün bitirmem lazım işleri" diyor. "Avizeyi nasıl takacaksın? Yüksek merdiven lazım yetişebilmek için." diyorum. "Dükkandan alırım." diyor. Biraz derdini döküyor. Patronu işini tamamlamayınca fırça atıyormuş. Mesai falan da vermiyormuş.

Saat gecenin onu oldu biz hala çalışıyoruz. Daha aşağı şehre inip merdiven alacak! Karısı telefon ediyor. "Beni bekleme işteyim hala." diyor. Ben de sefil oldum o da. Ama inat ediyor. Ben yine peşlerinden koşmak istemiyorum. Neyse ki bulaşık makinesi elektrik, topraklama, su ve gider bağlantıları yapıldı. Tuvaletlerin apliklerine geçiyor. İki tanesini yerine takıyor. İki tane de sıvı sabunluğu lavaboların üzerine yerleştirdikten sonra enerjisi bitiyor. "Bugünlük bu kadar" diyor sonunda, ben de rahat bir nefes alıyorum. Deli çocuk, sanki sabaha kadar çalışacakmış gibi duruyordu. Ben de bir kere daha getirmenin zorluklarının düşünüp her şeye razıydım.

İyice dağılmış malzemelerini toplamaya başlıyor. "Kalsın, yarın nasıl olsa devam edeceksin." diyorum.  "Yarın sabah gel Ali Bey'le konuş o zaman" diyor. Kalan işler asma tavan montajından sonra olsa da olur ama avize önemli, onun yarın takılması lazım... 

Işıkları, kapıları kapatıp toplanıyorum. Işıklar sönünce bahçe kapkaranlık. İşte bir iş daha. Yol boyu aydınlatma şart. Kabloyu yere mi gömsek havadan mı taşısak? Kim bilir daha neler çıkacak.

Eve girdiğimde duşa atıyorum kendimi. Koltuğa oturur oturmaz bitkin bir şekilde sızıyorum. Ne günlük yazabilecek takat kalmış, ne de okuyacak...

7 Haziran 2016 Salı

İŞLER, GÜÇLER...

06/06/2016 Pazartesi, Tire, İzmir

Atıl geçen bir haftanın ardından sinirlerim iyice gerilmişti. İlk hedefim; kahvaltıdan sonra show-room adını verdiği dükkanında basmayı düşündüğüm mermerci. Ancak dükkana gitmeyi bekleyemiyorum. Telefon rehberimde yanlışlıkla silinip yeniden kaydettiğim nadir numaralardan biri onunki. Kahvaltı sofrasında arıyorum. Nasıl olduysa ikinci çalışında hemen açıyor telefonu. Mermer hazırmış ama ustası yokmuş. Baki Usta yerine koyamaz mıymış? "Baki Usta işlerini bitireli uzun zaman oldu" diyorum. "Zamanında tamamlasaydın işini Baki Usta iki mermeri yerine koymaktan kaçmazdı. Ama şimdi mecburen sen usta bulup yapacaksın..." diyorum. Uzunca bir sessizlikten sonra "Peki, ben bir usta ayarlamaya çalışayım bugün tamamlayalım bu işi". Duy da inanma!

Terasa açılan kapı eşiğine mermerin yerleştirilmesi o kadar kolay değil. Kapının her iki kanadının sökülmesi lazım. Selim Usta mermercilerle birlikte gelip kapıyı sökecek! Selim Ustayı arıyorum. Bugün şanslı günümdeyim. O da çok bekletmeden açıyor telefonunu. Bodrum'daymış. Cumartesi günü mermerciyle konuşmuş. Daha mermerleri kesmediğini söylemiş! "Oysa mermerlerin hazır olduğunu söylemişti bana!" diyorum. Bunlar topu birbirlerinin üzerine atıyorlar. Biri mermer hazır değil o yüzden gelmedim derken diğeri mermer hazır hazır olmasına ama usta hazır değil diyor. Akşama Bodrum'dan dönecek olan Selim Ustadan mermerciyle konuşmasını istiyor, yarın sabah işe başlayacaklarına dair kesin söz alıyorum.

Kafamı meşgul eden Elektrikçi Ali. Bakalım bugün neler uyduracak. Telefona çıkmayacağını bildiğim için doğrudan dükkanına gitmek üzere yola çıkıyorum. Yolda mermerci arıyor beni. "Selim Ustayla konuşmuşsunuz." diyor. "Evet" diyorum. "Biz de araca senin mermerleri yükledik tam yukarı çıkıyorduk ama yarın yapalım demişsin Selim Ustaya." Buyur buradan yak! Bir aydır koyamadığı mermer sanki benim yüzümden gecikmiş havasını yaratıyor! Eminim o mermerlerin daha kesilmediğine ama bozmuyorum oyununu dayı demeye devam ederek...

Elektrikçi Ali'nin dükkanı açık ama içeride kimse yok. Tam kapının önüne konulan plastik bir sandalye girişi kapatmış. Bu "Ben dışarıdayım. Uzun zaman dönmeyeceğim Zaten çırak da izinli. Dükkana girip boşuna beklemeyin" anlamına geliyor. Telefon ediyorum. Hafta başı olmasından mıdır nedir, o da telefonun ikinci çalışında ses veriyor. "Başlayalım şu işe artık bak bir hafta daha geçti" diye söylenmeye başlıyorum. "Siz malzemeleri alacaktınız onu bekledik." demez mi? Kardeşim geçen hafta başında bütün malzemelerin arabada yüklü olduğunu, hiçbir malzeme eksiği kalmadığını sana söylemedim mi?" Sen ne dedin? Elemanlardan birinin (kaza geçiren) yoğun bakımdan yeni çıktığından, birinin kardeşinin düğünü nedeniyle izin aldığından, diğerinin raporlu olduğundan dert yanmadın mı? "Tamam," diyor bunları saydıktan sonra. "Sabah senin işe başlarız, Allah nasip ederse.. " İşe Allah'ı karıştırdığına göre yine bir numara çeker mi bilinmez ama ben işimi sağlama alıp saat tam saat sekizde dükkanının önünde bitmeyi zaten kafaya koyuyorum.

Geçen cuma sipariş verdiğimiz avize vardı çarşıda. Dükkan sahibi isteğimize göre tadilat yapacağı salon avizesi için ısrarla avans bırakalım önerimizi geri çevirmiş, bize güvendiğini söyleyip buna gerek olmadığını pazartesi gününe kadar avizenin hazır olacağını söylemişti. Bu güveni taşımak kolay iş değil tabii. Ben de aklına yanlış bir şey gelmesin diye hemen avizeci dükkanına koştum. Parasını verip avizeyi almaktı niyetim. Ama nerdeee... Adam geldi anlatmaya başladı. "Ben İzmir'e gidip sizin avizenize parça alacaktım, arabamın sigortası bitmiş, gidip onu yaptırdım. Bu nedenle sizin işinize başlayamadım." Tanrım, ne kadar rahat söyleyebiliyor bunu. "Peki niye aramadın o zaman?" deyince "Haklısın aramam lazımdı değil mi?" diye cevap veriyor. Traji-komik denilen tür bu memlekette doğmuş olmalı...

Tuvalet kapılarında kullanmayı düşündüğümüz compact malzeme biraz pahalı ama ısıya, suya son derece dayanıklı. Bu malzeme ya yurt dışından ithal ediliyor ya da İstanbul veya Ankara'da üretiliyor. İnternetten zor bela bulduğumuz adrese yöneliyoruz. Birbirine yakın üç ayrı firma ile görüşüyoruz. Sıkı bir pazarlık sonrası birisiyle anlaşıyoruz. Diğeri Nuh demiş peygamber dememiş, bütün dil dökmelerimize rağmen fiyatı düşürmemişti. Az sonra telefon edip istediğimiz fiyata inmeyi kabul ediyor ama biz diğer firma ile işi bağlayıp söz vermişiz. Anlaştığımız fiyatın altına inmesine rağmen ona arkamızı dönüyoruz.

İkinci işimiz olan davlumbaz imalat ve montajı için de bir yerle anlaşıyoruz. Kirazlı bir iş yeri sahibi bize güven veriyor ama Ramazan Bayramından önce işi teslim edemeyeceğini söylüyor. Ondan sonra görüştüğümüz yer on gün içinde işi teslim edebileceğini taahhüt ediyor, Kirazlının verdiği fiyatın da altında bir fiyatla anlaşmayı sağlıyoruz.      
 
Kızım arıyor, dönüp İzmir'de kalalım diye. Sabah saat sekizde başlayacak yarınki işim. Bu nedenle dönmek zorundayız. Üzülerek kabul edemiyoruz bu güzel teklifini...

Torbalıdan geçerken sanayiye uğruyoruz. Bir çok pen firması görüyoruz ama hepsi dükkanları kapatıp iftar sofralarına kurulmuş. Bir kaç tanesinde muhasebeci ve birkaç eleman görüyor, fiyat soruyoruz. Tuvaletlerin iki ana giriş kapısı PVC olmalı. Suya dayanıklı, şişmeden bozulmadan uzun yıllar kullanabilecek bir malzeme. Yarın bizim buralardan birkaç yere deha bakıp karar vereceğiz artık. İki kapı için araç tutup Kaplan'a getirmeleri fiyatı arttıracak besbelli...

İnce işler süs havuzunun cam mozaiği dışında tamamlandı. Onların kesin hesabını çıkarmam lazım ama iki gündür elim varmıyor bir türlü. Hep yarın, yarın diyorum. Ama bu kez son yarın olsun artık. Zira en düzgün çalışan ekibimdi onlar.

6 Haziran 2016 Pazartesi

PAZAR GÜNÜ

05/06/2016 Pazar, Tire

Pazar günlerini nasıl geçirirdik önceleri, hani o hafta boyu gelmesini iple çektiğimiz pazar günlerinde neler yapardık? Haftanın bütün yorgunluğunu atacağı varsayılan bu özel günü nasıl dört gözle beklerdik... 

Batılı ülkelerde haftanın iş yorgunluğunu atmak üzere pazar günü tahsis edilmiş. Bu özel günü çok değişik durumlarda geçiriyor insanoğlu. Şantiyede kalan işçiler için iki hafta boyunca biriken çamaşırların yıkanacağı gündür pazar. Memurlar için lokallerde akşama kadar oyun oynamaktır çoğu zaman. Sinema, tiyatro günüdür bazılarına. Eğer mevsim müsaitse piknik yapılır pazar günleri deniz kenarlarında ya da manzaralı yerlerde.

Eskiden hiçbir şey yapmak istemezdim ben pazar günleri... Hafta içi çok yoğundu işim. Gündüz çalışması yetmezdi bana. Geç vakitlere kadar çalışırdım her gün. Pazar günü çalışmama günü değil miydi? Öğlene kadar yatmak, aylakça vakit geçirmek isterdim. Ama yapamazdım. Pazar günleri pazara çıkıp bir hafta yetecek sebze meyve almak gerekirdi. Bazen sırf değişiklik yaratmak için dışarıda ailecek yemeğe çıkardık pazarları. Ya da Cumartesi akşamları içkili bir eğlence yerinde alırdık soluğu. Mutlaka AVM'lere bir göz atardık, hala yerlerinde duruyorlar mı diye...

Akşam saatlerinde pazar yorgunu dönerdik evimize. Dayanamaz yine geçerdim bilgisayarımın başına. E-posta kutum cumayı pazarı dinlemez ki, günde en az elli e-posta alırdım. Şantiyelerde iş durmazdı çünkü. Ya bir proje gelmiştir incelenecek, ya da bir rapor. Resmi yazışmaların ardı arkası kesilmezdi. İpin ucunu bir kaçırırsam bir daha yakalamak mümkün değilmiş gibi gelirdi bana. İyi çalıştım biraz kolayladım  demeye kalksam yeni gelen e postalar beni bunaltır, bir önceki günü aratırdı.

Emekli olduktan sonra pazar günlerimin nasıl değiştiğini düşündüm. Artık pazar alışverişimizi pazar günü yerine salı ya da cuma bazen de pazartesi günü yapmaya başladık. Pazar alışveriş günü olmaktan çıktı hayatımızdan. Genel olarak köydekiler hariç çalışmaz burada kimse pazar günleri. Köylüler pazar tatilini salı günü yaparlar. Aslında tatil onlar için salı pazarında çalışmaktır. Çarşıya inip tıraşlarını olur alışverişlerini yaparlar. Büyük kısmının salı pazarında tezgahları olur. Tarlada, ağaçta ne varsa, topladıklarını satarlar orada.

İşçiler pazar günleri çalışmaz. Eğlence yeri ve lokantalar hariç çoğu yer kapalıdır. Yaylada pazarları çalışma yapılmadığından bizim resmi tatil günümüz de pazar günü oldu. Geçen hafta verimsiz geçti. Ustalar gelmedi işler durdu. Pazartesi günü yoğun bir şekilde gideceğim üzerlerine.

Dün bütün kirazları kuşlara kaptırdığımızı görünce erikleri kurtarma planı hazırladık. Eşimle birlikte ne kadar toplayabilirsek kâr düşüncesiyle öğleden sonra yaylaya çıktık. Reçel için toplayabildiğimiz kadar erik topladık.   

FİBROMİYALJİ
Bugün eşime uyguladığım programın üçüncü günü. Fibromiyalji konusunda yazdığım önceki yazıda bir düzeltme yaptı eşim. Mide koruyucu ile birlikte aldığı ilaç kemik erimesi için değil güçlü bir ağrı kesiciymiş. Ancak bu ilacı sürekli kullanmıyor.

Maalesef eksersiz yapmaktan kaçıyor. Diğer taraftan sihirli ellerimle manyetik noktalarına yaptığım masaj çok etkili oldu. Ağrılar büyük ölçüde azaldı. Kramp şeklinde ortaya çıkan ağrılar hepten yok oldu. Halen devam eden ağrılar şekil değiştirdi ama eskisi kadar dayanılmaz değil. İyi bir hasta değil eşim. Ne kadar söylenirsem söyleneyim, gidip ağır reçel kavanozlarını kaldırmaya, sabahları ağır temizlik işinde kaybolmaya devam ediyor. Yaylaya çıktığımızda erik toplayacağım derken defalarca eğildi kalktı, ağır kaldırdı yetmedi, bir de merdivenlere tırmanmaya kalkmaz mı? Bu gidişle tedavi süresi uzayacak.

Masajla birlikte Dr. C.Tuna'nın Pferde Balsam (At kestanesi balsamı) adında yeşil bir jel kullanıyorum. Özellikle baş parmak ve el ayasıyla daireler çiziyor ya da iki elin baş parmağını bastırıp hassas noktalar üzerinde paralel git gel hareketi yapıyorum. Ağrıya duyarlı bölgelerde masaj süresini uzatıyorum. Günlük masaj seansı yarım saati aşıyor. Jelin Vicks'e benzer keskin kokusunu hiç hazzetmeyen eşim, durumunun belirgin düzelme göstermesi üzerine bu duruma sesini çıkartmıyor. Ağrılar sırtın üst kısmı, boyun bölgesi, omuzlar, kolların iç yüzü ve sol kalça üzerinde yoğun olmak üzere bütün vücuda yayılmıştı. İlginç olan gelişmelerden biri de jelin vücuda tatbik edilmesinden sonra aşırı bir üşüme meydana gelmesiydi. Bu durumda üzerine örtüp masajdan sonra en az yarım saat dinlenmesini istiyorum...

5 Haziran 2016 Pazar

MİSAFİRLERİMİZ VAR

04/06/2016 Cumartesi, Tire


Bugün Taş Evin ilk misafirlerini ağırlama telaşımız var. Yok aslında telaş denilmez. Kızımız arkadaşlarını davet etmiş kiraz toplamaya...

Hamarat! ustalar yüzünden tesisat işleri hala tamamlanamadığından bir türlü genel temizliğe başlayamadık. Binaya su bağlandı bağlanmasına ama henüz musluklar takılmadığı için mutfak ve tuvaletlerde su akmıyor. Bu şartlarda misafir kabul etmek pek da akıllıca bir iş olmayacak ama kızıma göre ters bir durum yok. O arkadaşlarını dalından kiraz ve erik toplamak için çağırmış! Bizden hiçbir şey yapmamızı beklemiyorlarmış! Ama annesinden meşhur trileçe tatlısı hazırlamasını rica etmeden alamıyor kendini yine de. E yanında çay olmazsa olmaz tabii.



On dört arkadaşı, içlerinden bazıları çoluk çocuk birlikte çıkmışlar yola. Sabah kahvaltısını yol üstündeki Değirmen Restaurant 'ta yaptıktan sonra şehri gezmekmiş niyetleri.

Kızımızın siparişi üzerine eşimin geceden hazırladığı trileçe tatlısı buzdolabında dinleniyor. Ev tipi büyük bir semaverle birlikte çay, bardak, tabak vs. eşyaları hazırlayıp arabaya yerleştiriyoruz önce. Daha sonra büyükçe bir borcam içinde harika görünen trileçe tatlısını adeta kristal bir vazoyu tutar gibi ellerinin arasına alan eşimle birlikte çıkıyoruz yayla yoluna. 



Bahçe girişindeki demir kapıyı açarken arıyor kızım. Az sonra geleceklerini söylüyor. Taş evin katlanır cephe camlarını, teras kapısını ve ahşap kapı, pencerelerini açıp salonu havalandırıyorum hemen. Oturma grupları gelmediğinden avludaki süs havuzunun etrafındaki taş duvar imdadımıza yetişiyor. Taş evin altında kalabalık bir gelincik grubu, üzerinde şık kırmızı elbiselerle misafirleri karşılamaya hazır gibiler!


Bahçenin alt tarafına doğru yürüyorum biraz. Otların serbestçe büyüdüğü, sarmaşıkların toprağın üzerini tamamen örttüğü arazide yılanla karşılaşabileceğim ve dikkatli olmam konusunda çok uyarı almıştım. Bunca uyarıya rağmen bu durum bende hiç endişe yaratmıyor. Her cins canlı ile aramda anlaşma yapmış gibiyim. Onlara zarar vermek istemediğimi bildiklerinden onlar da bana zarar vermeyecekler. Yine de ağır hareket edersem geldiğimi fark edecekleri ve bastığım yerlerden sessizce uzaklaşabilecekleri geçiyor aklımdan.














Bir süre sonra bahçe kapısından sesler geliyor. Bir anda altı araç ve on beş doktorla şenleniyor bahçemiz. Henüz su bağlantısı yapılmamış havuz başında trileçe tatlıları yeniyor, çaylar içiliyor. Taş evi gezdiriyorum misafirlere. Önce butik otel sanıyor bazıları. Adını ne koyacağımızı soruyorlar. "Kaystros" adını söylemekte zorlanıyor hepsi. İçlerinden bazıları "tepe" koyun diyor adını, bir başkası "manzara".  

Yanında bebeği olanlar dışındakilerle dik patika yolundan yukarı yaylaya çıkıyoruz. Uzun zamandır ben de çıkmadığım için karşılaşacağım manzarayı merak ediyordum. Yollar otlarla kaplanmış, beklediğimden çok daha vahim bir hal almış. Otların biçilmesi lazım. İlaç atılıp yabani otların yok edilmesi fikrine hala uzak kaldığımdan dolayı yabani ot temizliği önemli bir iş olarak var olmaya devam edecek her yıl karşımda. Bir iki dönüm yer olsa al eline orağı temizle. Bahçenin geniş bir alana yayılması ve arazinin bayır olması işi iyice zorlaştırıyor...





Tırmanışı bitirip hedefe vardığımızda yukarı yayladaki havuz başında mola veriyoruz. İncir ağaçlarında meyve yok bu sene. Geçen yıl epey meyve vermişti halbuki. Yayla elması ya da yaz elması dedikleri elmalardan bolca var yine. İlaçsız ve organik... Tam da Canan Karatay hocanın istediği cinsten. Arazi boydan boya otla kaplandığı için çok fazla yürütmek istemedim misafirleri. Alt bahçeye döndükten sonra havuz başındaki ağaçtan erik toplayıp dalından meyve koparma zevkine erişiyorlar.

Hemen alt tarafımızdaki Dağ Restoran için yaptıkları rezervasyona neredeyse bir saat geciktiler. Onları uğurluyoruz. Dünyanın en güzel kırmızısına sahip gelincikle vedalaştıktan sonra kapı ve pencerelerimizi kapatıp mutlu şekilde dönüyoruz evimize...


3 Haziran 2016 Cuma

FİBROMİYALJİ: ARTIK SENİ YENECEĞİZ!

03/06/2016 Cuma, Tire

Dün gece saat ikiden sonra kitap okumaya kalktım ama iki sayfa sonra uykuya yenik düştüm. Sabah her zamankinden erken kalktım bu yüzden. Bu yaşlarda altı saat uyku fazlasıyla yetiyor

Küçük pazar kuruluyor cuma günleri burada. Yine çıkıp bir dolaşacağız bakalım ne var, ne yok. Oradan Cambaz Ali'nin bahçesine gidip Gani ve Yakup Usta'ların telefon numaralarını da alırız. Torunu askere gitmek için gün sayıyor artık. Ustalardan arayan olmadı bugün. Ben de aramadım onları.

Eşimin belinde, sırtında ve vücudunun her tarafında şiddetli ağrılar var. Oturduğu veya yattığı yerden zorlukla kalkıyor. İlk hedefim onun şifa bulması. Dün vaktimin önemli bölümünü sağlık konularına ayırmıştım. Fibromiyalji tanısı için gerekli belirtilerin çoğunu yıllarca taşımış üzerinde. Kadınlarda sıklıkla rastlanan bu rahatsızlığın diğer adı yumuşak doku (kas) romatizması. Vücudun belli bölgelerinde ortaya çıkan ve en az üç ay süren kronik ağrılar, yorgunluk hissi en belirgin özellikleri bu hastalığın. Kişiye göre oldukça geniş spektrumda farklı belirtiler gösterebildiğinden tanı koymada yanıltıcı olabiliyor. Doktor doktor dolaşıyorsunuz, çare olabilecek her şeyi deniyorsunuz, sonuçta değişen bir şey yok! 

Doktorlar hastalığı tanımlamak için fiziksel muayene, test sonuçları ve hastanın öyküsü üzerine yoğunlaşıyor. Ancak işin tuhafı Fibromiyalji için ne test yapılırsa yapılsın anormal bir durum çıkmıyor ortaya. Yani doktorlar bile "Hiçbir şeyiniz yok." deyip gönderebiliyor sizi. Hasta yakınları "Bak gördün mü, hiçbir hastalığın yokmuş, hepsi psikolojik" diyor bu yüzden. Hastanın ağrıları abarttığı düşünülüyor. Bu gibi durumlarla karşılaşan kişilerde hastalık daha da vahim bir hal alıyor. Hastanın psikolojisi bozuluyor, çok şiddetli ağrılarla mücadele etmesine rağmen çevresindeki insanların buna inanmayacaklarını düşünüp çektiği sıkıntıları kimseye söylememeye başlıyor. Psikolojik çöküş başlıyor. Bela bir hastalık yani...

Kesin çözümden bahsetmek zor olsa da hastalığın etkilerini hafifletmek için ilaç tedavisi, fizik tedavi ve alternatif tıbbın önerileri sunuluyor. Eşimde fizik tedavi başarılı olmadı. Artık ağrı kesiciler de işe yaramıyor. İlaç tedavisinde önerilenler korkutucu yan etkileri olan epilepsi hastalarının kullandıkları. Çok mecbur kalmadıkça kullanılmaması gereken ilaçlar yani. Bu hastalıkla daha ziyade modern tıp alanında nöroloji, romatoloji, fizik tedavi ve rehabilitasyon dalları ilgilenirken, tamamlayıcı tıp dalındaki uygulamalar arasında akupunktur, ozon tedavisi, nöralterapi, kuru iğne tedavisi, tıbbi masaj, spor, eksersiz ilk akla gelenler.

Alternatif tıp vücudun ön ve arka tarafında on sekiz manyetik noktanın varlığından bahsediyor. Bu noktaların en az on birinde ağrıya karşı duyarlılığı olan ve bel, sırt ve bacak gibi vücudunun muhtelif yerlerinde kronikleşen ağrıları en az üç aydır devam eden hastalar büyük bir olasılıkla Fibromiyalji illetine yakalanmış sayılıyor.

Pazarı dolaşıyoruz eşimle birlikte. Domates, biber fiyatları düşmüş. Bir yerde kayısı görüyoruz, tam reçellik...

Fizik tedaviden sonuç alamayan eşime son olarak nöralterapi uygulanmaya başlamıştı. Bunun yanı sıra sabah hassas noktalarına rahatlatıcı masaj yaptım. Kemik erimesini önleyen ve mideye aşırı rahatsızlık veren kuvvetli bir ilacın yanında sabah aç karnına bir de mide koruyucu aldı. Onca tedaviden sonra ağrıları biraz hafifleyince ayaklandı. Kayısıları da görünce reçel yapası geldi. Beş kilo kayısı aldık! Dinlemiyor ne yapayım! Hiper-aktif bir eşim var.

Pazarda takıldığı bir kahvehane var Gani Usta'nın. Kahveciye onu soruyorum. Eşinin açtığı pazar tezgahını gösteriyor. Gani Usta yakınlarda bir yere gitmiş. Karısından telefon numarasını alıyor, Gani Usta'yı arıyorum. Az sonra geliyor. Onun oğlanlardan birisi de haftaya askere gidecek. Kiraz topluyorlarmış. Bahçemizdeki otların bir an önce biçilmesi için ısrar ediyorum. Çarşamba ya da Perşembe günü bana ancak zaman ayıracaklarını söylüyor. Ondan Yakup Ustanın numarasını alıp telefonuma kaydediyorum. Böylelikle yaylaya çıkıp Cambaz Ali'yi görmeme de gerek kalmıyor.

Akşamları eşimin ağrılarını hafifletmek için özel eksersiz programına başlayacağız. Ayrıca yeni açılan bir spor merkezinde pilates kursuna yazılmayı düşünüyor. Her ikimiz de son dönemde aldığımız fazla kiloları atma çabası içine girdik. Aşırı kiloların verilmesi mutlaka tedaviye olumlu etki sağlayacaktır.  Eşimin sinir bozucu bu ağrılarından tez zamanda kalıcı olarak kurtulmasını beklemekten başka çaremiz kalmadı artık.

2 Haziran 2016 Perşembe

ASMA TAVAN

02/06/2016 Perşembe, Tire

Umutla uyandım sabaha. Ama boşa çıktı yine umutlarım. Her taraf aynı diyorlar. Yok, aynı değil her taraf. Görmedim böylesini. Bugün son artık. Şikayet etmeyeceğim. Sinirlenmemek elde değil ama yapacak bir şey de yok. Hata nerede? Hata belki de benim burada olmamda. Kimse inanmaz yaşadıklarıma. Bir değil, iki değil. Kime düşerse düşsün işim, hepsi mi ahlaksız, sözünde durmayan, yalancı? Hayır bedava değil, parasıyla yapacaklar işi. Ama olmuyor, olmuyor. Bu benim beceriksizliğim değil. Şanssızlığım da... Ahlaksızlık gelenekselleşmiş bir davranış biçimi, huy, kültür olmuş. Benim dışımda herkesin doğalı bu yaşadıklarım. Sözünün eri değil bunlar, sözünü yiyenler takımı. Uzun bir süre anlatmayacağım artık burada. Her yaşadığım bir öykü konusu. Masal desem daha mı doğru? Çünkü yaşamak mümkün değil benzerini bir başka yerde...

Diken üstünde kahvaltı ederken kulağım telefonun sesinde. Malzemeyi araca yükledikleri anda haber vereceklerdi. Haber verdikleri anda fırlayıp yaylanın kapısını açmaya gideceğim onları bekletmemek için. Dokuz buçuğu geçiyor saat, hala arayan yok. Telefon ediyorum. "Araca malzeme yüklüyoruz" diyor Ali. "Gelirken uzatma kablosu alın yanınıza taş evden alacağız elektriği" diyorum. "Kaç metre mesafe var?" diye soruyor. "Otuz metre vardır." diyorum. "Bizim kablo yirmi metre" diyor iç çekerek. "Neyse, bakar buluruz bir taraftan" deyip kapatıyor telefonu.

Henüz on dakika bile geçmeden telefonum çalıyor yine. " Asma tavan panelleri dört metre kare eksik çıkmış. "Eksik kalan yerler düz olur mu?" diye soruyor. Hiç olur mu? Nasıl böyle bir şey teklif edersin? Dün malzemen vardı, kaparo da aldın benden. Ne değişti dünden bugüne? Tavanın bir kısmı fugalı (oluklu) kalanı düz. "O zaman yapamayacağım abi ben bu işi, gel kaparonu al" diyor. Dün benim sana ayırdığım zaman, ölçü almak için seni alıp yaylaya taşıyıp geri getirmem, senin yüzünden başka yerler araştırmamam önemli değil tabii. Sanayiye, işyerlerine gidiyorum moral bozukluğuyla. Ali çıkmış üst kata. Yüzü yok ki benimle karşılaşmaya. Kayınpederi dünkü yerinde alçak bir tabureye oturmuş bekliyor. "Damat yukarıda," diyor. Ali silik bir damat. Bana ne söylediyse dönüp yan gözle kayınpederine bakmıştı dün, acaba yanlış bir şey söylerim korkusuyla. Damat Ali ile fiyatta tam anlaştık derken giriyordu devreye. "Bak oğlum ben malzemenin parasını alırım gerisi senin işin, eğer bedava yaparım diyorsan..." Tamam şu para olsun madem deyince de "Ben karışmam o karar versin" deyip görünüşte çekiliyordu aradan. Damat işi kaçırmamak, boş oturacağı yerde bir iş yapmak için kıvrandıkça kayınpeder ona işi kaçırtmak için elinden geleni yapıyordu. Kaynana gelin çekişmesi dillerde ama böylesini ilk kez görüyordum. Ali'nin haline acımıştım. "Kardeşim sen ne yapıyorsun, eziyorsun damadını. Bir yandan o versin kararını derken bütün kararları alenen sen veriyorsun." dedim açık açık. "Ben ona ticaret öğretiyorum." diye cevap vermişti, gururla. Yazıklar olsun. Sen o garip damadına ticaret değil ahlaksızlığı, şerefsizliği öğretiyorsun. İşte bu insanlar esnafım diye hala iş yapabiliyorsa bu memlekette, her şeye layık bir milletiz.

Kaparoyu aldım geri. Başka biriyle anlaştım daha kaliteli malzemeyle aynı fiyata yapacak. Yani, yapacağını umuyorum! Düz beyaz renk istedim. Malzeme çarşamba günü gelecek, perşembe günü başlayacakmış. Bugün olacak iş bir hafta uzadı. Ona bağlı ondan sonra yapılacaklar da...

Hava sıcaklığı iyice arttı. Sulama zamanı geldi artık. Damlama borularını elden geçirmek için yabani otların biçilmesi lazım. Sezon başında diktiğim ceviz fidanlarının hepsi tutmuş ama çoğu otların içinde zorlukla ayırt ediliyor. Gani Usta'yı aramak istedim, ot biçme makinesiyle biçtirsin alt yaylanın otlarını oğlanlara. Telefon rehberi silindiği için o da olmadı. Yarın sabah Cambaz Ali'den alırım telefonları. Eve kapandım. Ne mi yaptım? Fibromiyalji konusunu araştırdım ve hala devam ediyorum. Eşimde son günlerde çokça konuşulan bu hastalığın belirtileri fazlasıyla mevcut. Geçenlerde takip ettiğim blog yazarlarından bir dostumun da konu başlığıydı bu rahatsızlık. O da aynı dertten mustaripmiş. Umarım en kısa zamanda şifa bulurlar.     

SIĞIRCIK ÖLÜMLERİ

01/06/2016 Çarşamba, Tire

Gece geç yatışlarım sabah geç kalkışlarıma sebep. Telefonumda kayıtlı kişilerin tamamen silinmesi daha şimdiden işimi zora sokuyor. Mermerci bugün mermerlerin montajını yapacak, sabah çıkmadan önce beni arayacaktı. Saat 09.30'a kadar arayan soran olmadı. Herkesle birlikte onun da telefon numarası telefon kaydımdan silinmişti.

Araba dün Gıda Çarşısından aldığım malzemelerle dolu. Aceleyle yola çıkıyorum. Yoldaki her çukur arabanın arka koltuğundaki klozetin parçalarının birbirine sürtünmesine ve ses çıkarmasına sebep oluyor. Süratimi iyice azaltarak mermercinin show room' una geliyorum. İçeri girdiğimde aradığım kişi şans eseri içeride. İyi ki gelmişim. Telefon etseydim ne numaralar çevirecekti acaba? Birileriyle görüşüp öğleden sonra saat ikide montaja geleceğini söylüyor. Aman gecikeyim deme saat üçte doktor randevumuz var diyorum. En geç saat ikide yaylada olacaklarını söylüyor.

Saat ikiye kadar daha zamanım var. Önce Elektrikçi Ali'nin dükkanına uğruyorum. Ali içeride masasının başında oturup karalar bağlamış. Çalışanlarından biri trafik kazası geçirmişti, bugün çıkmış hastaneden. Diğeri eşi doğum yapacak diye izin almış. Bir diğeri işi var diye gelmemiş. Malzemeleri eksiksiz getirdiğimi, mermercilerin de öğleden sonra tezgah montajlarını tamamlayacaklarını söylüyorum. Tamam, diyor ama benim işimi tamamlamaya hiç niyeti yok gibi. Her gün sıkıştırmam gerekecek.

Tuvaletler için asma tavan imalatçısı arıyorum sanayi bölgesinde. Bir iki yerden fiyat alıp birinde karar kılıyorum. Montaj yapacak kişinin birkaç gün işi yokmuş. Genelde hep ellerinde iş olur. Bu sefer şanslıyım. Yukarıya çıkıp ölçüleri almayı teklif ediyorum. Birlikte çıkıyoruz yaylaya. Arkadaki klozet zangırdamaya devam ediyor. Bahçeye girer girmez yanımdakinin yardımıyla klozeti indirip taş eve taşıyoruz.

Süs havuzunun çevresinde ölü bir sığırcık görüyoruz. Vücudu hala sıcaklığını koruyor. Bir kaç dakika sonra havuzun yanındaki kiraz ağacının tepesinden önümüze pat diye bir şey düşüyor. Düşen cisim aynı kuşun bir benzeri. Asma tavan, kapı pencere ölçüleri alınıp avluya çıktığımızda havuz başında daha önce görmediğimiz üçüncü sığırcık ölüsünü fark ediyoruz. Sığırcık her yönden çiftçi dostu. Üzülüyorum ama elden ne gelir...Belki de kendini bilmez bir avcı tüfeğinden çıkan saçmalara hedef oldu zavallılar.

Ustayı dükkanına bıraktığım zaman mermercilerin geliş saati de yaklaşmıştı. Ne olur ne olmaz deyip telefon ediyorum mermerciye yine. Malzemeyi araca yüklediklerini ve on dakikaya kadar yola çıkacaklarını söylüyor işin sahibi. Arabanın arka koltuğundaki klozeti indirdiğim için gelenleri bekletmemek amacıyla süratle dönüyorum yaylaya. Kapıları açıp arabanın bagajındaki diğer malzemeleri indiriyorum içeri. Yirmi dakika sonra telefonum çalıyor. Arayan mermercinin bir çalışanı. Efendim imalat henüz tamamlanmamış, eşimin doktor randevusunu kaçırmayım diye bana haber vermek istemişler.  Burada böyle dönüyor işler... Teşekkür ediyorum, haber vermeyenleri de gördükten sonra. "Bugün bu mermer işi bitecek" diyerek ağırlığımı koyuyorum. "Tamam, söz" diyorlar.  

Doktor işi bittikten sonra arıyor mermerci. Üçüncü kez çıkıyorum bugün yukarı. Yeter ki bir işi halletmiş olayım. Neyse geliyor usta yukarı. Çanak lavaboların altındaki mermerlerinin yerine montajını yapıyor. Teras ve servis kapısının eşiklerini soruyorum. Onların imalatına başlanmamış. O işi de yarın tamamlayacaklarına dair söz alıyorum.

Usta çalışırken eşimle birlikte bahçeyi dolaşıyoruz. Bahçenin alt tarafı yabani otlarla ormana dönmüş. Ayakkabım diken doluyor. En kısa zamanda otları temizletmem lazım. Mürdüm erikleri henüz olmamış. Yeni bir kayısı ağacı keşfediyoruz ama onun da zamanı var. Kızım telefon ediyor. Cumartesi günü kalabalık bir arkadaş grubu ile kiraz toplamaya  geleceklermiş. Ağaçların yüksek dallarında kaldı artık meyveler. Önemli kısmını da kuşlar yedi. Ne yapalım kalanlarla idare edecekler artık...