KATEGORİLER

9 Haziran 2016 Perşembe

(BUGÜN) AZ ZAMANDA ÇOK İŞLER YAPTIK...

07/06/2016 Salı, Tire

Emekli olduğumdan bu yana en hareketli günlerimden birine açtım gözümü bu sabah. Yapılacak işler çok. Sözler verildi ancak sözlerin çok fazla da anlamı yok buralarda. Her zamankinden daha erken bir saatte kahvaltımızı yapıp Ali'nin dükkanına vardığımda saat sekizi biraz geçiyordu. Kamil kapıda karşıladı beni. "Araca malzemeleri yüklüyordum birazdan çıkarım, siz önden gidin isterseniz" dediği zaman, tamam dedim içimden, bu sefer ciddi ciddi başlayacaklar.

Toptepe yolu üzerinden yaylaya çıktım. Bahçenin ana giriş kapısını ve taş evin verandaya açılan kapılarını açtım. Kamil gelene kadar ebeveyn banyosu içindeki bütün eşyaları çıkarıp salona almaya başladım. Eşya dediysem, geçen seneden kalan plastik meyve sepetleri, muşmulaları koyduğum plastik kasalar, kestane, ceviz çuvalları, el aletleri, ağaç testeresi vs. Duvara dayalı ağaç çerçeveye tespit ettirdiğim iki ızgarayı da alıp mutfağın bir köşesine taşıdım. Bu ızgaralar ne kadar çok işimize yaramıştı geçen sene. Önce evimizin geniş balkonunda üzerinde domates kurutmuş, arkasından taş evde teker teker ağaçlarından topladığım muşmulaları olgunlaşması için yine onların üzerine sermiştim.

Kamil geldiğinde işim yeni bitmişti. "Nereden başlayalım?" diye sordu. En önemlisi mutfak musluklarının takılması, elektrik ve topraklama bağlantılarının yapılmasıydı ki bulaşık makinesini devreye almak için servis çağırabilelim. Ama nasıl olsa işlerin tamamı bugün bitmeyecek miydi? Aklıma ilk gelen tuvaletler oldu bu yüzden. Böylece lavabo ve muslukları takmayla başladı işe Kamil. Çok geçmeden mermerci ile birlikte Ünal Usta'nın ortaklarından Hasan Usta geldi. Daha çok Ünal ve Selim Usta ile muhatap olmuştum ama beş ortağın hepsi de efendi, sözünün eri kişiler. Yani türü tükenmeye yüz tutan esnaflardan. Evin bütün ağaç işlerini onların ekibi yapmıştı. Gerçekten de salonun üzerini kaplayan ahşap çatı bu bölgenin iddialı yapılardan biri oldu. İlk kez gören kişilerin dikkatini çekip, hayran bırakıyor kendine.

Kamil tuvaletlerin lavabo ve musluk montajlarını tamamlayıp mutfağa geçiyor. Mermerci taş evin önünde kestiği mermerlere  son rötuşlarını yaparken Hasan Usta yanında getirdiği yardımcısıyla terasa açılan üç kanatlı kapıyı kasalarıyla birlikte sökmeye koyuluyor.

Bugün salı pazarının kurulduğu gün aynı zamanda. Eşimin dünden beri bel ağrıları arttı yine. Ağrı kesiciyi kestiği anda belinde tutulmalar başlıyor. "Dinlenmen lazım" uyarılarım ona ninni gibi geliyor. Birazcık ağrıları azalır gibi olsa kendini panter Emel zannediyor! Halbuki beni dinlese ne kadar güzel tedavi edecektim onu... Şimdi evde yatıyor, hiçbir şey yapamıyor. Bu yüzden pazar alışverişini de yalnız yapacağım.

Sadece pazar alışverişi değil tabi. İnşaat malzemesi aldığım yere ödeme yapıyorum. Havuz için onlardan aldığım cam mozaiğin bana yüzde elli pahalıya mal olduğunu görünce canım sıkılıyor. Gıda Çarşısında çok uygun fiyata bulmama rağmen buraya söz verdiğim için pahalı fiyata razı olmuştum. Üstelik yurt dışından geliyor diye üç hafta da bekletmişlerdi beni. Ben çarşıda diğer işlerimi hallederken Kamil sürekli arayıp durmadan yanına getirmeyi unuttuğu malzemeleri alıp getirmemi istiyor. "Abi, şehirdeysen bizim dükkandan bir de şunları alıver, bir de gelirken iki kutu şeffaf silikon getirirsen iyi olur..." İsteklerinin sonu bir türlü gelmiyor. İyi ki şehre inmişim.

Eşimin verdiği siparişleri alıyorum pazardan. Sarma için yaprak istiyor ama iyisini kötüsünü henüz ayırt edemiyorum. Bir yerde kilosu beş lira iken hemen yanında on lira. Ya birinden kazık yiyeceksin ya da ucuza aldığın güzel çıkmayacak. Cesaret edemiyor her ikisini de almıyorum. Patates ve soğan inanılmaz derece ucuzlamış. Kilosu sadece elli kuruş her ikisinin de. Domates bol ama nerede o çocukluğumuzun mis kokulu domatesleri. Tarla domatesi dediklerinin de tohumu yerli değil. Sadece fiyatı tarla kalmış! Kayısı görüyorum. Geçen hafta da aynısından almıştık. Beş kilo daha alıyorum reçellik. Hava çok sıcak. Pazardan aldıklarımı yanımda yaylaya taşısam dönüşte kayısılar kendiliğinden marmelat olacak, domatesler de salça. Eve dönüp bırakıyorum pazardan aldıklarımı. Odaya kaplanacak lamine parke döşemesi için ustayla görüşüyorum. Pazar günü yapabilirim ancak diyor. Anlaşıyoruz. Aldığım ölçülere göre eşimle beğendiğimiz desendeki malzemeleri orman ürünleri satışı yapan ve bölgenin en büyüğü olan bir firmadan satın alıyorum. Elektrikçiden arabaya yüklediğim malzemelerden sonra buradan aldıklarım küçücük arabaya sığacak mı acaba?

Servisteki arabam geliyor aklıma. Ustayı arıyorum. Ön ve arka tamponlar gelmiş ama ön tampon sorunlu olduğu için geri gönderip yenisini istemiş. Ne zaman geleceğini bilmediği için bana şu gün hazır olur diyemiyormuş.  Eşimin ufak arabasının bir süre daha yükümüzü taşıyacağı anlaşılıyor ama onun da servis zamanı çoktan geçti. Her an bizi yolda bırakabilir. Neyse, elektrik malzemelerini önce aşağı indirip parkeleri, süpürgelikleri ve diğer malzemeleri yüklüyor, sonra onları yeniden aralarına sıkıştırıyoruz. Güç de olsa küçücük araba hepsini içine alıyor. Geçen sene kestane zamanı canlanıyor gözümde. En lazım olduğu zamanda benim arabanın bir sorunu çıkmıştı. Parça beklendiğinden yaklaşık bir hafta eşimin ufaklığına kalmıştık yine. O günlerde benimle birlikte kadınlı erkekli tam altı işçi küçücük arabaya sığışmış, bir hafta boyunca her gün elli kilometrelik dar ve virajlı bir yol üzerinden işçileri sabah alıp akşam köylerine geri götürmüştüm.


Tam işlerimi bitirip yukarı çıkmaya hazırlanırken telefonum çalıyor. Bir kez daha Kamil arıyor. "Buyur Kamil!" diyorum. "Ağabey malzemeleri geciktirdin seni bekliyorum." diyeceğini beklerken o bana hala şehirde olup olmadığımı soruyor. "Henüz şehirdeyim, hemen geliyorum, Kamil"  diyecek oluyorum. Kamil seviniyor bu cevaba. "Ağabey, bana bir iki malzeme daha lazım, dükkana telefon ettim, hazırlayacaklar. Gelirken onları da getiriver." Tamam Kamil" diyor, o malzemeleri de alıp zor bela sıkıştırıyorum arabaya. Artık bir daha dönemem. Elektrikçi Ali'nin dükkanının önündeki yoldan yukarıya, Toptepe yokuşuna vuruyorum arabayı. Arka camdan çıkan süpürgeliklerin uçları sallanıyor.

Yaylaya varıyorum. Mermercinin işi bitmiş. Hasan Usta da söktüğü kapı kanatlarını mermercinin aracına yükleyip atölyeye götürmüş. Öğleden sonra geri geleceğini söylemiş Kamile. Mutfak muslukları uğraştırıyor biraz. Rafların yüksekliğini eşim boyuna göre biraz aşağıda isteyince sanayi tipi muslukların boyu kurtarmadı. Aslında bu sürpriz değil. Rafların sökülüp biraz yukarı alınması gerekeceğini muslukları alırken biliyorduk zaten. Kamilin yanında yıldız uç olmadığı için rafları sökemiyordu. Aslına bakarsanız hiç yapası da yoktu. Ama ben işleri bugün bitirmeyi kafaya koyduğum için her şeyi yapabilirdim. Gideyim şehirden sana uç alayım diyorum. "Belki Hasan Usta'da vardır." deyince onun dönüşünü beklemeye karar veriyoruz.

Bahçeye çıkıp ortancaları seyretmeye başladım. Geçen seneki kadar güzeller. Bundan sonra daha da güzelleşecek, renkten renge girecekler. Beyaz gülün, pembe çardak gülünün yakın plan resimlerini çekiyorum. Taş evin önündeki ağacın üzerindeki kayısılar iyice sararmaya başlamış. Terastan bana dallarını uzatan kayısı, İtalyan eriği ve her geçen gün irileşmeye devam eden cevizlerin hepsi sanki poz veriyorlar bana.

Bu arada Kamil süs havuzuna su bağlantısını yapıyor. Vanayı açınca fıskiyeden neredeyse ikinci kat yüksekliğine kadar su çıkmasını sevinerek ama biraz da hayretle karşılıyoruz. Ebeveyn banyosuna ufak çamaşır makinesini taşıyıp bağlantılarını yapmaya başlıyor. Onun yanına küçük bir lavabo yerleştiriyor. Banyo ve ayna üstünün apliklerini takıyor. Klozet, yerleştirilip bağlantıları yapıyor. İşler bitecek gibi değil. 




Yoğun bir gün olacağını biliyordum. Ne olur ne olmaz bir boşluğum olur diye yanımda Orhan Pamuk'un "Kırmızı Saçlı Kadın" ını da getirmiştim ama bir sayfa dahi okuyacak zamanım olmadı. Kamil çalışırken odayı temizleyip parke döşenmesi için hazırlık yaptım. Bugün salonun büyük avizesi de hazır olacaktı. Avizeciyi aradım. İzmir'de olduğunu, arabasıyla uğraştığını söyledi. "Hani," dedim "Bana avizeyi teslim edecektin bugün?" "Ben akşamı bulur demiştim sana ama" diye cevap verdi. "Saat kaç gibi mesela, elektrikçi buradayken onu da yerine taktırmak istiyorum çünkü" diyerek ısrarlı takibimi sürdürdüm. "Hazır olduğunda ben sizi ararım." deyip son noktayı koydu. Yetiştireceğine hiç ihtimal vermiyorum.




Hasan Usta kapılarla birlikte giriyor bahçeye. Sırtına yüklendiği kapılar ona tüy gibi hafif geliyor olmalı. "Yardım edeyim" deyip en azından gönlünü almak istiyorum. "Ben yalnız daha kolay taşıyorum." diyor. Aslında benden iş yapmamı beklemek dokunuyor onun gururuna. Bunu hissediyorum.

Kamil yıldız ucu soruyor Hasan Ustaya. Yanında yokmuş. Bugün benim güzel günüm. Telefon ediyor dükkana. İstedikleri uç varmış dükkanda. Bizim dükkandan alabilirsiniz diyor. Bekler miyim? Hemen koşturuyorum arabaya. Yardımcısına soruyor Hasan Usta. "Sen de gitmek istersen ağabeyin bıraksın seni." Tamam deyip o da geliyor benimle. Toptepe üzerinden kestirmeden iniyoruz sanayideki dükkanlarına. Uçları alıyorum. Yolda yine Kamil, yine bir şey istiyor dükkandan. Aman işim kalmasın on defa gider alırım diyorum içimden. "Kamil" diyorum, "İyice düşündün mü? Var mı başka bir ihtiyacın?" "Yok ağabey başka bir şey" diyor.

Matkap ucunu ve Kamil'in istediği malzemeyi alıp çıkarıyorum yukarı. Hasan Usta'nın yardımıyla Kamil çelik rafları söküp musluk boyunun kurtardığı yüksekliğe monte ediyor.

Hasan Usta teras kapılarını yerine yerleştirdikten sonra kasa arkalarını izolasyon köpüğü ile doldurup kurumaya bırakıyor. Köpüğün kuruması gerektiği için yarın sabah bıraktığı yerden devam edecek. "Sabah erkenden haberleşip birlikte çıkarız yukarı" dedikten sonra uğurluyorum onu.

Kamil'in daha çok işi var. Bulaşık makinesi ve fırın için tezgah altına topraklı priz bağlantıları henüz yapılmadı. "Ağabey, köyde bakkal var mıydı?" diye soruyor. "Ne yapacaksın bakkalı?" diyecek oluyorum. "Sabah yediğimle duruyorum, karnım acıktı" diyor. "E, kardeşim ben aşağıdayken niye söylemedin gelirken getireyim?" soruma "Ben dükkandakiler söyledim ama unutmuşlar." diye cevap veriyor.

Aslında yemeğini patronu düşünmesi lazım. Ama işim kalmasın diye her şeye razıyım ya. "Ben sana aşağıdaki lokantalardan ekmek arası bir şeyler yaptırayım." diyorum. "Gerek yok, ağabey." dese de, asıl demek istediğinin "Git, al" olduğunu iyi biliyorum.
Bir kez daha arabama atlayıp köye iniyorum. İlk sürpriz Çam Restoranın kapısında. "06-17 Haziran arası kapalıyız." Hemen yanı başındaki Kaplan Dağ Restoranda alıyorum soluğu. Kapıdaki levha "Bugün Kapalıyız" Aslında pazartesi günleri kapalı olur burası ama belki de Ramazanın ilk günü olduğu için kapatmış.

Aşağı inerken Kamil'e telefon edip köyde lokantaların kapalı olduğunu gecikeceğimi söylüyor ve naçar, şehre iniyorum Kamil'i doyurmaya. Ekmek arası bir buçuk köftenin yanına bir de ayran söylüyorum pazar yerindeki köftecide.

Köfteyi paket yaptırıp arabaya dönerken iri yağmur damlaları atıştırmaya başlıyor. Seviniyorum bahçedeki fidanlar adına. Biraz daha, biraz daha yağsın diye dua ediyorum. Maalesef yerleri ıslatıyor sadece. Yaylaya çıkarken bu çıkışım artık son olur inşallah diyorum. Yaylada veriyorum kumanyasını Kamil'in eline. Bir köşeye oturup karnını doyuruyor. Bugün zor yetişir bu işler diye düşündüğüm sırada telefonun çalıyor. Ekrana bakıyorum. Şarj doluluk oranı yüzde üçe kadar inmiş. Son konuşmayı yakalıyor bizim avizeci. "Avizen hazır, dükkandan alabilirsin." diyor. Kamil'e bilmem kaçıncı sefer şehre inip avizeyi getireceğimi söylüyorum. "Tamam" diyor ama sanki avizeyi ben takacakmışım gibi rahat!

Avizeciden alıyorum avizeyi. İstediğim karpuz camlardan bulamamış. Kullandıkları daha da güzel görünüyor. Hemen arabaya yükletiyorum. Küçücük arabaya her şey büyük geliyor. Arabanın arka kapısından zorlukla sokuyorlar aralarına karton parçaları yerleştirilmiş avizeyi.

"Kamil, bak çok geç oldu, senin bugün bu işi bitirmen mümkün değil, bak avize de takılacak. Gel bir sakatlık olmasın da yarın sabah devam edelim şu işe." diyorum. "Yok yarın gelemem, bugün bitirmem lazım işleri" diyor. "Avizeyi nasıl takacaksın? Yüksek merdiven lazım yetişebilmek için." diyorum. "Dükkandan alırım." diyor. Biraz derdini döküyor. Patronu işini tamamlamayınca fırça atıyormuş. Mesai falan da vermiyormuş.

Saat gecenin onu oldu biz hala çalışıyoruz. Daha aşağı şehre inip merdiven alacak! Karısı telefon ediyor. "Beni bekleme işteyim hala." diyor. Ben de sefil oldum o da. Ama inat ediyor. Ben yine peşlerinden koşmak istemiyorum. Neyse ki bulaşık makinesi elektrik, topraklama, su ve gider bağlantıları yapıldı. Tuvaletlerin apliklerine geçiyor. İki tanesini yerine takıyor. İki tane de sıvı sabunluğu lavaboların üzerine yerleştirdikten sonra enerjisi bitiyor. "Bugünlük bu kadar" diyor sonunda, ben de rahat bir nefes alıyorum. Deli çocuk, sanki sabaha kadar çalışacakmış gibi duruyordu. Ben de bir kere daha getirmenin zorluklarının düşünüp her şeye razıydım.

İyice dağılmış malzemelerini toplamaya başlıyor. "Kalsın, yarın nasıl olsa devam edeceksin." diyorum.  "Yarın sabah gel Ali Bey'le konuş o zaman" diyor. Kalan işler asma tavan montajından sonra olsa da olur ama avize önemli, onun yarın takılması lazım... 

Işıkları, kapıları kapatıp toplanıyorum. Işıklar sönünce bahçe kapkaranlık. İşte bir iş daha. Yol boyu aydınlatma şart. Kabloyu yere mi gömsek havadan mı taşısak? Kim bilir daha neler çıkacak.

Eve girdiğimde duşa atıyorum kendimi. Koltuğa oturur oturmaz bitkin bir şekilde sızıyorum. Ne günlük yazabilecek takat kalmış, ne de okuyacak...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder