Benim için kahvaltı eşime eşlik etmekten öte bir anlam taşımıyor. Fazladan bir öğün işte. Onun yerine saat 23.00 sularında bir ara öğün olsa daha hora geçecek. Eşim tam aksi düşüncede. Kahvaltı etmeden ona gün başlamıyor, sabah çayını içmeden gözü açılmıyor. Akşam erkenden yatıp sabahları çok erken kalkıyor. Çoğu zaman birimizin yatış saati diğerimizin kalkış saatine denk düşüyor. İşte bu yüzden bizim evimize yıllardır hırsız girmiyor.
Zorunlu kahvaltımızı Site Unlu Mamuller kafesinde yaptık. Şimdi bu tür yerler moda. Vitrine koydukları tatlılar, pastalar, börekler çok davetkar ama ikimiz de onlardan uzak durmaya çalışıyoruz. Oturup hafif bir şeyler atıştırdık. Daha önemlisi günün ilk çayını içerek açıldı güne, eşim. Çay sevmediğim için ben içmedim.
Gıda çarşısı olarak bilinen bölgede sadece toptan gıda ürünleri satılmıyor. Kozmetikçiler, yapı ve elektrik malzemesi toptancıları vs. her biri ayrı yerde toplanmış. Dün dolaştığımız bölgeye gittik. Listemizde yer alan malzemelere fiyat vermelerini istedik. O dükkan senin bu dükkan benim derken ilk gittiğimiz dükkanda karar kıldık en sonunda. Diş hekimi ile olan randevum yaklaşıyordu. Siparişimizi verdik. Malzemenin bir kısmını akşama almak istediğimizi söyledik. Aklına yanlış bir şey gelmesin diye ödeme yapmayı teklif ettim. "Acelesi yok, akşam geldiğinizde yaparsınız ödemeyi" dediler.
Zamanında vardım doktorumun kliniğine. Beş dakika demişti ama yarım saatten fazla sürdü işi. Çeneme uyum sağlasın diye porselen diş grubunu yerine taktı çıkardı defalarca. Sonradan sıkıntı yaşamayım diye sabırla bekledim. İşini bitirdikten sonra ödemeyi yapıp ayrıldım doktorun yanından.
Karabağlar diye bildiğimiz yer yarım durak farkla Gaziemir'e giriyormuş. Eleyip sayısını ikiye düşürdüğümüz mutfakçıların her biri ile ayrı ayrı görüştük. Karar vermek o kadar zor ki bazı durumlarda. Saat 18.00 olmuş biz hala o mu olsun, bu mu olsun tartışmaya devam ediyoruz. Elektrikçiyi arayıp mecburen bir gece daha İzmir'de kalacağımızı, malzemeleri almak üzere yarın sabah gelebileceğimizi söyledim.
Geçenlerde yaylaya su kuyusu açmak için teklif toplarken, jeoloji mühendisi bir arkadaşla tanıştığımızdan bahsetmiştim. O gün ofisinde sohbet etmiştik biraz. Genç yaşta mesleğimi bırakıp erken emekli olma nedenimi çok merak etmiş. "Bu ülke, en verimli çağında senin bilgi ve tecrübenden yararlanamıyor. Büyük bir haksızlık bu." deyip durdu başımda. Kendisi benden bir yaş daha büyük. "Bu konu o kadar derin ki," dedim, "Anlatmaya kalksam kim bilir kaç kitaba malzeme olur?"
Üst düzey yöneticiydim son işimde. On yedi yıl gibi uzun bir süre aralıksız çalıştım. Bir anda patlak veren bir durum değildi bu benimki. Yılların birikimi, bardağı taşıran son damla... Bir kişi vardı ki, çok etkiliydi kararımda. Oydu benim son damlam. On yedi yıllık yakın mesai arkadaşım. Allah biliyor ya, bir kötülük geçmezdi içimden onun hakkında. Ama o hep benden bildi kötülüklerin sebebini. Bugün o yok artık. Hiç olmayacak. Öldü, trafik kazasında. Bir akrabasının kullandığı araçta, memleket yolunda, önünde duran kamyona arkadan çarparak...
Bazen şaşırıyorum. Hep on yedi rakamı dolaşıyor üzerimde. On yıl kadar önce, on yedi yıl firmada çalışan birinin işine son vermiştim. Haklı gerekçelerim vardı bu kararımda. Yine de büyük olay olmuştu. Benim kararıma önce saygı gösterdi patronlar. Ama bir yıl geçtikten sonra kararlarını değiştirdiler. Onu tekrar işe alacaklardı. Alacaklardı, olmadı. Artık hiç olmayacak. Bugün o da yok. Öldü, trafik kazasında. Bir arkadaş toplantısında, aşırı alkol aldıktan sonra evine dönüş yolunda, kendi kullandığı arabasıyla birlikte uçuruma yuvarlandı... Bu olanlar tesadüf mü yoksa hakkın birer tecellisi mi? Üzüldüm mü bu ölümlere? Hayır. Sevindim mi? Yine hayır. Nasıl olduysa, sevinç ve üzüntü gibi iki zıt duygu uğramadı yanıma. Vücudun iğneyle uyuşturulan bir uzvu gibi hissiz kaldım.
Zamanında vardım doktorumun kliniğine. Beş dakika demişti ama yarım saatten fazla sürdü işi. Çeneme uyum sağlasın diye porselen diş grubunu yerine taktı çıkardı defalarca. Sonradan sıkıntı yaşamayım diye sabırla bekledim. İşini bitirdikten sonra ödemeyi yapıp ayrıldım doktorun yanından.
Karabağlar diye bildiğimiz yer yarım durak farkla Gaziemir'e giriyormuş. Eleyip sayısını ikiye düşürdüğümüz mutfakçıların her biri ile ayrı ayrı görüştük. Karar vermek o kadar zor ki bazı durumlarda. Saat 18.00 olmuş biz hala o mu olsun, bu mu olsun tartışmaya devam ediyoruz. Elektrikçiyi arayıp mecburen bir gece daha İzmir'de kalacağımızı, malzemeleri almak üzere yarın sabah gelebileceğimizi söyledim.
Geçenlerde yaylaya su kuyusu açmak için teklif toplarken, jeoloji mühendisi bir arkadaşla tanıştığımızdan bahsetmiştim. O gün ofisinde sohbet etmiştik biraz. Genç yaşta mesleğimi bırakıp erken emekli olma nedenimi çok merak etmiş. "Bu ülke, en verimli çağında senin bilgi ve tecrübenden yararlanamıyor. Büyük bir haksızlık bu." deyip durdu başımda. Kendisi benden bir yaş daha büyük. "Bu konu o kadar derin ki," dedim, "Anlatmaya kalksam kim bilir kaç kitaba malzeme olur?"
Üst düzey yöneticiydim son işimde. On yedi yıl gibi uzun bir süre aralıksız çalıştım. Bir anda patlak veren bir durum değildi bu benimki. Yılların birikimi, bardağı taşıran son damla... Bir kişi vardı ki, çok etkiliydi kararımda. Oydu benim son damlam. On yedi yıllık yakın mesai arkadaşım. Allah biliyor ya, bir kötülük geçmezdi içimden onun hakkında. Ama o hep benden bildi kötülüklerin sebebini. Bugün o yok artık. Hiç olmayacak. Öldü, trafik kazasında. Bir akrabasının kullandığı araçta, memleket yolunda, önünde duran kamyona arkadan çarparak...
Bazen şaşırıyorum. Hep on yedi rakamı dolaşıyor üzerimde. On yıl kadar önce, on yedi yıl firmada çalışan birinin işine son vermiştim. Haklı gerekçelerim vardı bu kararımda. Yine de büyük olay olmuştu. Benim kararıma önce saygı gösterdi patronlar. Ama bir yıl geçtikten sonra kararlarını değiştirdiler. Onu tekrar işe alacaklardı. Alacaklardı, olmadı. Artık hiç olmayacak. Bugün o da yok. Öldü, trafik kazasında. Bir arkadaş toplantısında, aşırı alkol aldıktan sonra evine dönüş yolunda, kendi kullandığı arabasıyla birlikte uçuruma yuvarlandı... Bu olanlar tesadüf mü yoksa hakkın birer tecellisi mi? Üzüldüm mü bu ölümlere? Hayır. Sevindim mi? Yine hayır. Nasıl olduysa, sevinç ve üzüntü gibi iki zıt duygu uğramadı yanıma. Vücudun iğneyle uyuşturulan bir uzvu gibi hissiz kaldım.
Bugün (EK) siz yayınlanıyor güncem. Basküller arasında fark var. Çok bir değişiklik de beklemiyorum zaten.