KATEGORİLER

23 Mayıs 2016 Pazartesi

BALIK GÜNÜ

22/05/2016 Pazar, İzmir

Bu sabah biraz keyif yapmayı düşünürken eşimin sesine uyandım. "Biraz daha uyursan geç kalacağız!" Gözlerimi açmaya çalıştım. Bu sabah balık haline gidecektik ama çoktan unutmuşum bunu. Aslında çok daha erken çıkmak gerekirdi ama daha pazar günleri halin açık olduğundan bile emin değildik. Hemen hazırlanıp çıktık evden. Yolun başında çektim arabayı kenara, internetten halin pazar günleri açık olmadığına dair bir bilgi aradım. Balık halinin resmi sitesinde bu konuda bir bilgi göremediysem de balık çeşitlerinin gün bazında asgari ve azami satış birim fiyatlarını gösteren bir liste buldum. Geçen hafta pazar gününün tarihini girdim. Eğer pazar günü kapalı ise listede fiyat yazmaması gerekirdi. Neyse ki geçen haftanın pazar günü balık satışı varmış halde. Liste öyle gösteriyordu. O halde pazar günleri hal açıktır deyip yolumuza devam ettik.

Otoyol girişinde, tam gişelerin bulunduğu yerde hali uzaktan görürdük. Bir keresinde oradan hale geçmeye bile çalışmıştık ama etraf çitle çevrili olduğundan içeri girememiştik. Pasaport durağındaki çocukluğumun balık halini hatırlıyorum. Orası şimdi Pasaport Pier adında güzel bir alışveriş merkezi oldu. Yeni balık hali Buca Kaynaklar'da. Daha önce Güzelbahçe Balık Haline gitmiştik ama buraya ilk gidişimiz.

Otoyoldan çıktığımızda su ürünleri ve balık haline gitmek için yeterli sayıda yönlendirme levhası mevcut. Halin kapısına geldiğimizde kararsız bakışlarımız nizamiyedeki görevlilerin dikkatini çekiyor. Kızımın arabasını aldığımız için Ankara plakası taşıyoruz. Biraz da plakanın etkisi ile olsa gerek hemen bariyer kaldırılıyor ve sıcak bir ilgi görüyoruz. Araçla hal binasının önüne kadar gelinebiliyormuş. Arabayı binanın yanına park ediyoruz ancak girişi bulmakta zorlanıyoruz. Meğer park ettiğimiz yer halin arka cephesiymiş. Sonradan Ağrı'lı olduğunu öğrendiğimiz orta yaşlı ve doğu şivesi ile konuşan temizlik işçisine soruyoruz hale nereden gireceğimizi. Adam işini gücünü bırakıp gidene kadar bize mihmandarlık ediyor. Saat 07.30 olmasına rağmen balıkların çoğu sahibini bulmuş. İnce bir kasa kaya barbunu alıyoruz. Yanımızdaki adam yine kasayı bana taşıttırmıyor ve arabaya kadar getiriyor kasayı. Bir yandan terörden dert yanıyor. "Kardeşiz biz, kız alıp kız vermişiz ne bu düşmanlık..." diye söyleniyor. Hak veriyoruz ona. Verdiğim bahşişi zor kabul ettiriyorum. Almamakta çok ısrar ediyor. Düzgün adamlardan biri işte. Hala varlar, tek tük de olsa. 

Balıkları ayıklayıp temizlemek benim ihtisas alanım oldu emeklilikte. Zevkle temizledim ama üç dört saat ayakta kaldım. Akşama kızımın mezeleri ile güzel gidecek. Ben balıklarla ilgilenirken eşim ve çocuklar alışverişe çıktılar. Döndüklerinde güzel bir masa kuruldu, hep birlikte keyifle balığımızı yedik. Kalan balıklar derin dondurucuya yerleştirilecek. 

Yemekten sonra bir blogger arkadaşımızın tavsiyesi üzerine güzel bir film izlemeye başlıyoruz. Yarın nöbeti olduğu için kızım erken yatıyor. Oğlum ise daha önce aynı filmi seyrettiğinden dolayı odasına çekiliyor. Onun seyretmediği film çok az. Eşimin uyku saati yakın. Tek başıma oturup filmi sonuna kadar seyrediyorum. Filmin adı "Gurur ve Önyargı". 2005 yılında çevrilen filmdeki Bay Darcy'yi pek yakışıklı bulmadım. Ama 1995 yılında dizide oynayan hakikaten yakışıklıymış. Bu arada beni bu filme çağıran "Bücürük ve Ben" e bir selam göndermiş olayım.

22 Mayıs 2016 Pazar

BUCA GÖLETİ, İZMİRİN GÖBEĞİ

21/05/2016 Cumartesi, İzmir

Aslında bugün Tire'ye dönmekti düşüncemiz.  Kaza raporunu Torbalı Emniyet Müdürlüğü'nden pazartesi günü alacağımızdan dolayı hafta sonunu İzmir'de, oğlumuzla birlikte kızımızın yanında geçirelim dedik. Değişken bir hava vardı bugün. Bazen güneş tepemizde parladı, bazen yağmur yağacakmış gibi karardı. Güneş ışınlarını üzerimize gönderirken bir de baktık yağmur çiseliyor.

Bir sürü mezeler hazırlamış kızım bize. Bu mezelere evde yapacağımız balık güzel giderdi aslında ama ani bir kararla dışarı çıkmaya karar verdik. Burnumuzun dibi olmasına rağmen hiç gitmediğimiz bir yere gittik. Buca-Kaynaklar...
Kocaman bir gölet, ortasında fıskiyeler, hallerinden son derece memnun görünüp suda neşeyle yüzen ördekler, yemyeşil bir çevre, serpme kahvaltı veren salaş mekanlar, lokantalar...
Karnımız da acıkmıştı hani. Bilmediğimiz bir yerde yemek şans işi. Ya yeni bir yer öğrenmiş olacaktık ya da kötü bir deneyimin sahibi. BucaMar adında bir restorana girdik. Buca Belediyesine ait bir işletmeymiş. Menülerine bakılırsa yok yok. Deniz ürünlerinden et ve tavuk çeşitlerine kadar geniş bir seçenek sunuyorlar. Balık, et ve tavuk olmak üzere hepimiz farklı yemek siparişi verdik. Genel olarak beklentilerimizin üzerindeydi yediklerimiz ama yemekten çok daha fazla ilgimizi çeken başka bir şey vardı burada...

 
Yediklerimizi bırakıp restoranın bahçesinde oynaşan en az on tane köpek yavrusuyla oynaştık. Hepsi o kadar güzel, o kadar oyunbazdı ki!






Eve döndüğümüzde kızım yine gösterdi hünerini. Ev yapımı waffle'dan dondurma külahı yaparak içine dondurma doldurdu. Biz de afiyetle götürdük. Her şey iyi güzel de benim kızımın yanına bu kadar sık gelmemem lazım. Azat ettiğim kilolar tekrar dönmeye başladı. Of, offf.

21 Mayıs 2016 Cumartesi

GÖRÜNMEZ KAZA!

20/05/2016 Cuma, İzmir
Sabah kahvaltısından önce telefon etti, Kamil.  "Ben yukarı çıkıyorum ağabey!"
"Baki Usta orada, sen git ben de birazdan gelirim." diyorum!

Arabaya dün akşam yüklediğimiz boya, astar ve diğer malzemelerin yukarı çıkarılması gerekiyor. Baki Usta umarım sözünde durmamazlık etmez. Yoksa Kamil kapıda kalacak. Hemen telefon edip Baki Ustanın yaylada olduğunu öğrenince rahatlıyorum. Anahtarlarımı dün ona bırakmıştım. Bahçeye vardığımda Kamil'i Baki Ustayla konuşurken buluyorum. Arabadan malzemeleri indiriyorlar birlikte. Kamil'e hidrofor koyulacak yeri gösteriyor, depo ile hidrofor arasında düşündüğüm boru güzergahını tarif ediyorum. İzmir'e gideceğimiz için fazla oyalanmamam gerekiyor. Çıkarken kapıları kilitlemeyi unutmamalarını tembih edip ayrılıyorum yanlarından. 

Eşim ve oğlum yayladan dönüşümü bekliyorlar. Eve gelir gelmez vakit kaybetmeden çıkıyoruz yola. Torbalı'yı geçtikten sonra önümüzde akan trafik duruyor birden. O kadar tuhaf ki yaşadığımız, anlatmam mümkün değil. Her şey göz açıp kapanana kadar desem değil aslında. Tam tersine, nefesimizi tutup önümüzdeki araçların sırayla birbirlerine çarpmalarını yavaş devirli bir film izler gibi seyrediyoruz. Üçüncü araçtan sonra sıra bize geliyor. Hızımızı epey düşürmüşüz düşürmesine ama önümüzdeki araca çarpmaktan kendimizi alamıyoruz biz de. Yapacak bir şey yok. Derin bir nefes alıyorum. Aşağı inip tutanaklar tutulacak, araç tamir için en az bir hafta serviste kalacak, eşimin arabasını kullansam onun da servis zamanı geldi her an yolda bırakabilir... Bu düşünceler o kadar hızlı geçiyor ki aklımdam, çok daha güçlü bir şekilde ikinci kez sarsılıyoruz. İlki öncüymüş meğer. Arkadan son sürat gelen beşinci araç şiddetle bize çarptıktan sonra ancak durabiliyor. Aşağı indiğimde önce arka tarafa bakıyorum. Aracın her iki hava yastığı açılmış, önünde büyük hasar oluşmuş.  Neyse ki, bütün araçlarda maddi hasar dışında kimsenin burnu bile kanamıyor...

Yolda sık sık gördüğüm maddi hasarlı kazaların arasından geçerken benim başıma geleceğini hiç düşünmezdim. Bu sefer öyle olmadı. Sıra bizdeymiş demek. Hayatımda ilk kez zincirleme bir kazaya karışmış oldum. Seyirci değil oyuncu olduk bu kez. Gelen geçen bizi seyretti. Haberlere konu olduk. Kazaya karışan araç sürücülerinin hepsi medeni insanlarmış. Herkes birbirine geçmiş olsun dileklerini sundu. Biri gidip su aldı kazazedelere ikram etti. Bir diğeri polisi aradı. Neyse ki herkesin kasko sigortası varmış. Dün bakımdan yeni çıkarmıştım arabayı. Ustayı aradım, "İyi bakamamışsın, arabayı geri gönderiyorum." dedim. Arabamız yürüyecek durumdaydı ama altından bir sıvı akıtmıştı. Ne olur ne olmaz deyip sigorta şirketini aradım ve yol yardımı istedim.

Kaza yerine gelen trafik ekibi araçların resimlerini çekti tutanağını tuttu. Daha sonra araçlar yol kenarına alındı ve yol tamamen trafiğe açıldı. Oğlum Tire'ye dönüp eşimin arabasını almaya gitti. Bu arada beklediğim çekici geldi ve aracımızı Tire'deki servise götürmek üzere yükledi. Eşimle yolun karşısındaki petrol istasyonunda oğlumuzun gelmesini bekledik. 

Her işte vardır bir hayır deyip avuttuk kendimizi. Bu kazanın daha büyük kazalara karşı bizi koruduğuna inandık. Belki beş dakika sonra çıksaydık yola, o kazaya denk gelmeyecektik. Belki de daha büyük bir kazanın kurbanı olacaktık, kimbilir? 

Karabağlar'dan geçerken yine mobilyacılara uğramadan edemedik. Annemi aradım. Babamla beraber yola çıkmak üzerelermiş. "Ne yapıyorsunuz siz?" dedim. Otobüsle o kadar yolu göze almışlar. "Bekleyin, biz sizi alacağız." Onları da alıp biraz gecikmeyle Narlıdere'deki düğün salonuna geldik. Bir devlet kurumuna ait salon biraz tepede konumlanmış, nefis bir körfez manzarası var. Akrabalarımızı gördük, takılarımızı taktık döndük kızımızın evine...

20 Mayıs 2016 Cuma

YAYLA İŞLERİ

19/05/2016 Perşembe, Tire

Verilen sözler bir kez daha buharlaştı! "Yarın sabah sekiz gibi yaylada olur, çıkmadan önce sizi ararım." demişti. Arayacak ki ben de çıkıp kapıları açayım ona. Saat 9.00 oldu hala sabırla telefon bekliyorum.  Kendi haline bıraksaydım acaba kaç yıl sürerdi bu iş. Elektrikçi Kamil'in gelmeyişinin olası sebepleri ne olabilirdi? Düşünmeye başladım. Belki onunla plan yapmak hataydı ama o da bana "Ben bilemem, patronumla konuş." demedi ki! Eleman göndersin diye her gün elektrikçi Ali'yi mi arayacağım?

Canımı sıkan bu durumu içimde eriterek oğlumla Ali'nin dükkanına gittik. Çırağı karşıladı bizi. Patronunun nerede olduğunu sordum. "Arazide" dedi. Daha fazla bilgi alamayacağımı bildiğim halde laf olsun diye sormaya devam ettim. "Ne zaman dönecek?" Hayır demeye üşendiği için başını iki yana sallamakla yetindi. Telefonla ulaşmak istedim bu kez. Şanslı günümdeyim. Kısa bir süre sonra açtı telefonu. Hal hatır faslının ardından "Bitirelim artık şu işi Ali Bey, bak bütün malzemeleri aldım getirdim. Eksik bir şey yok. Güya Kamil gelecekti bugün, yine gelmedi." diye döktüm içimi.

"Tamam," dedi alttan alarak "Yarın sabah gelir toparlarız." Sanki kendisi gelecek. Hep böyle deyip Kamil'i gönderiyor. Kamil de "Ne iş olursa yaparız abi!" türünden. Her işi yaparım diyenin hiç bir işini beğenmem ama burada bulup bulacağımın en iyisi.

Elektrikçi Ali'nin dükkanından çıkıp Yeni Sanayi'ye, Ünal'ın işyerine çevirdik yönümüzü. Selim Usta telefonlarıma cevap vermemişti dün. Üstelik sonradan dönüş de yapmadı. O ana kadar ne zaman aradıysam karşımda bulmuştum. Acaba hoş olmayan bir durum mu var başında? Atölyede Ünal'ı göremiyorum ama içeride büyük bir hareketlilik var. Bir yandan makinalar gürültülü sesler çıkararak ağaçlara şekil vermeye çalışırken işi bitenler kapıdaki araca yükleniyor. Ünal Usta'yı soruyorum çalışanlara. "Yukarıda, ofisinde çalışıyor." diyorlar. Bir yandan yukarı doğru seslenerek geldiğimi patronlarına haber verirlerken ben beklemeden ahşap dar merdivenden iki kat çıkıp küçük bir odaya ulaşıyorum. Ünal kendisinin yaptığı masanın başında hesaplara gömülmüş. Beni görünce yerinden fırlıyor. Karşısındaki sandalyeye oturmaya hazırlanırken pencereden oğlumu görüyorum. Belli ki girdiğim yeri fark etmemiş oraya buraya bakıyor. Hadi aşağı inelim diyorum. Oğlumla birlikte üçümüz işyerinin bahçesindeki masaya çöküyoruz. Selim Usta'ya ulaşamadığımı söylüyor ve yapılmasını istediğim işleri bir solukta sıralıyorum. "Dün Selim Usta ile birlikteydik." diyor. Ünal'ın "Selim Usta ile birlikte yarın gelelim." önerisini cumartesi gününe erteliyoruz.

Derken günün sürprizini öğlen saatlerine doğru karşılıyoruz. Son günlerde işlerin yoğunluğundan dert yanan Sezai Usta'yı arıyorum. Daha düne kadar Baki Usta'yı kesinlikle gönderemeyeceğini söylüyordu. Ben yine de telefonda alttan girip üstten çıkıyorum. "İşin sonuna geldik bak, sadece boya işlerimiz kaldı, başka bir eksiğimiz yok, mutfak montajı bile yapıldı." Nefes almadan dil döküyorum. "Dur bakalım, Baki Usta'nın işi öğlene kadar biterse öğleden sonra onu göndermeye çalışayım." diyor. Arkasından Baki Usta'ya telefon ediyorum. Sezai Usta'nın kendisini aradığını, yemek yedikten sonra yola çıkacağını söylüyor. Pazartesi gününden önce başlanmasına ihtimal vermediğim bir iş aniden başlamış olacak.

Ön panelde arabanın ikaz ışıklarından biri yanıyor. Usta bu ikazın belli bir süre yanıp daha sonra söneceğini söylemişti. Uzun süre sönmeyince ne olur ne olmaz diye bir göstermek istedim. Oğlumla gidip eşimin arabasını aldık ve benim arabayı sanayiye bıraktık. Bakım ve yağ değişim zamanı da gelmiş. Küçük yerlerin avantajı da bu. Eve gitmek, oradan sanayiye geçmek, daha sonra yaylaya çıkmak yarım saati bulmuyor. Ankara'da bir günün gider. Diğer arabayla yukarı çıkıp kapıları açtık. On dakika sonra geldi Baki Usta. Önce tuvaletlerdeki tadilat işine başladı. Tadilat ve tamirat işleri yenisini yapmaktan daha zor. Akşama kadar sökülen seramiklerin altı oyuldu yenilerini yapıştırmadan önce. Anladığım kadarıyla pazartesiye kadar bütün işleri bitirmeyi kafaya koymuşlar. Bu sebeple uzun zamandır ilk kez pazar gününü de çalışarak geçirecekler.

Baki Usta çalışırken oğlum şehre indi, annesini bir hasta ziyaretine götürdü. Ben ufaktan temizlik işine giriştim. Taş evin içindeki inşaat artıklarını topladım. Verandayı süpürüp yıkadım. Henüz şebekeye su bağlantısı yapılmadığı için kovayla su taşımak zor oldu biraz. Boya için gereken malzeme listesini aldım Baki Usta'dan. Oğlum geldiğinde topladığımız çimento torbaları, inşaat artıklarını yaktık, daha sonra boya malzemelerini almak üzere çarşıya indik birlikte.

Boya malzemelerini hazırlattıktan sonra malzemeleri benim arabaya yükleyeceğimiz için sanayiye gittik.  Arabanın işi bitmek üzereymiş. Oğlumu annesini almaya gönderip ben orada kaldım. Araba servisten çıkınca çarşıya uğrayıp boyaları  arabaya yüklettim. Onları yarın sabah yukarı yetiştirmek zorundayım. Daha sonra yine İzmir. Bu sefer bir akrabamızın düğünü var akşama. Aşağı yukarı iki günde bir İzmir'e gidiyoruz bu aralar.     

19 Mayıs 2016 Perşembe

BAZEN DELİLİKTİR ÇOĞUNLUĞA KARŞI DURUŞ

18/05/2016 Çarşamba, Tire

Bugün beklediğim ustalar gelmedi. Sezai Ustayla görüştüm, iki boyacı ayarlamaya çalışacakmış. Dün İzmir'den aldığımız hidrofor, elektrik malzemeleri ile çay ocağını yaylaya çıkardık. Mutfağın yanındaki odanın yerleşimine, nerelere dolap yaptıracağımıza karar verdik. Kamil'i aradım, eğer sözünde durursa yarın sabah erkenden gelip kalan işleri tamamlayacak. Selim Usta'yı ısrarla aramama rağmen ulaşamadım. Kapıları elden geçirmesi lazım. Dolapların, giriş kapılarına sundurmaların, içecek grubu mobilyalarının yapım işlerini görüşmemiz gerekiyor.

"Çoğunluk" sözünden hiç hoşlanmam. Çoğunluğun iktidarına dayanan demokrasiyi de kıyasıya eleştirdiğimi hatta bu konuda Hitler ile aynı çizgiye gelme talihsizliğine eriştiğimi beni takip edenler bilir. Geçmiş zamanda bir sürü yolsuzluk ve karanlık işler Meclisin çoğunluk oyları ile aklanmadı mı? Yine çoğunluk oyları Deniz Gezmiş'leri, gencecik fidanları katletmenin aracı olmadılar mı?

Ahlak ve Etik kavramlarını ele aldığım bugünkü yazımda ahlak, kişisel bir özellik olarak değerlendirildiği zaman mizaç, karakter manasını taşısa da toplumsal ahlak, toplumun çoğunluğu tarafından benimsenmiş kültürel uygulamalar bütünü, yani töredir. Şehirleşme süreci içinde etkisi azalsa da töreye örnek kan davasıdır. Buna karşılık şehirleşme ile birlikte kadına şiddet ve  namus uğruna işlenen suçlar her geçen gün artmaktadır. "Helal olsun, namusunu temizledi." diyerek sırtların sıvazlandığı toplumda namus faktörünü tahrik unsuru gören mahkemeler suçluya verilen cezaları düşürürken kan ve namus davasına bireysel karşı çıkışlar toplum tarafından hiçbir zaman rağbet görmez.

Toplumsal ahlak her gün yitip giden gençlere dinsel öğelerin da katkısıyla "şehit" payesi verip sözde onurlandırıyor. Oysa ben bunun büyük bir kandırmaca olduğunu biliyorum. Çünkü bir ahlak kavramı olan onur garibana verilmez. Eğer şehitlik bir onur olsaydı toplumun kaymak tabakası, iktidar sahipleri, yüksek bürokratlar ve saygın kişiler hiç bu makamı halk kesimine bırakırlar mıydı? Ama çoğunluk bu martavala inanıyor!

Alt tabakaya mensup kadın erkek ilişkilerinde nikah yoksa namussuzluk iken "cemiyet" hayatında düzeyli beraberlik. Çoğunluk yine hükmünü vermiş...

Çoğunluğa karşı duruş muhalefettir. Güçsüzün, yoksulun yanında olmaktır. Çoğunluğa karşı duruş raydan çıkış, asilik, kişilik, asilliktir. Sürüden ayrılmak, yaratıcılık, sorgulayıştır. Herkes gibi olmamaktır. Bazen deliliktir çoğunluğa karşı duruş.    

18 Mayıs 2016 Çarşamba

TERCİHİNİZ AHLAK MI? YOKSA ETİK Mİ?

"Etik" kavramının kökeni, Yunanca birbirinden oldukça farklı anlamlar barındıran "ethos" sözcüğüne dayanmaktadır. Genellikle bir kişinin yeri, yurdu, ikamet ettiği ev, ya da memleket anlamlarının yanında alışkanlıklar, geçmişten gelen birikimler, insan davranışlarının bilinen tarzları, töreleri ve adetleri anlamlarını da kapsar. Etimolojik açıdan "Ahlak" ise Arapça "hulk"  kelimesinden türetilen  yaratılış (fıtrat) ve insanın yaratılış ve ruh özelliklerinin tümünün çoğulu olarak huylar, seciyeler, mizaçlar, adetler, karakterler, alışkanlıklar ile "hılk" kelimesinden türetilen yaratılmış (halk) ve yaratıklar (toplum) anlamındadır.

"Ahlak" ve "Etik" kavramları toplum tarafından çoğu zaman eş anlamlı olarak düşünülür. Oysa ikisinin arasında benzerlikler olduğu kadar önemli farklar da mevcuttur. İnsanlık tarihi boyunca ahlak, toplumsal ilişkileri düzenleyici bir rol oynamasına karşılık bazen çatışmaların kaynağı olagelmiştir. Dinlerin doğuşu ile birlikte ahlak kuralları dini öğelerle kaynaşmıştır. Öte yandan  dinler henüz ortada yokken her toplumun kendine göre belli ahlak anlayışının olduğu da bilinen bir gerçek.

Nereden kafama taktıysam, Ahlak nasıl doğdu? Kim icat etti? Topluma, yere ve zamana göre değişir mi? nev'inden sorular kafamı kurcalamaya başlamıştı son günlerde... Biraz eşeleyince "Etik" kavramı çıktı karşıma. Yaptığım kısa bir araştırmadan sonra felsefenin bir alt disiplini olan "Etik" 'in ahlak kurallarını bilimsel verilere dayalı olarak incelediğini ve buradan bazı sonuçlar çıkarttığını öğrendim. Ancak elde ettiği her sonuçtan mutlak doğru çıkartacak diye bir iddiası yok etiğin.

Ahlak kurallarının yere, zamana ve farklı kültürlere dayalı değişkenlik göstermesi, değişikliğe açık bilim tarafından incelenmesini mümkün kılıyor. Diğer taraftan din ve ahlakın değişim temelinde örtüşmeleri mümkün değil. Genel olarak ahlaki kuralları dini kurallar tarafından baskı altına alınmaktadır. Dinin değişime kapalı oluşu kaçınılmaz olarak toplumsal yaşamda çatlamalara sebebiyet verir. Tam tersine kültürel ahlakın baskın olması halinde sosyal yaşamda dine bağlılık zayıflayacaktır.

Etik, ilke ve kurallar zinciri içinde ahlaki düşüncenin teorisini oluşturur. Neyin iyi, neyin doğru olduğunu analiz ederek bunun nedenlerini araştırır. Etik, kurallara dayalı davranışları belirlerken, ahlak kavramının boyutunda, bireylerin günlük yaşamı içerisinde nasıl yaşamaları gerektiği vardır. Her şeyden önce ahlak duygusaldır.

Ahlak anlayışında sorgulamaya pek rastlanmaz. Etik ahlak kuralları üzerinde sistemli bir düşünce irdeleme, araştırma, soruşturma yapar ve tartışma ortamı hazırlar. Etik kurallar daha soyut ahlaki kurallar ise somuttur. Ahlak kurallarında doğrular ve yanlışlar vardır. Bir başka deyişle etik usul veya biçim, ahlak ise esas ve içerik ile ilgilenmektedir. Etik insanı ahlaklı yapmaz, iyi ya da kötü insan olacağına insanın kendisi karar verir.

Etik topluma hizmet eder. Ahlak ise bireyseldir. Etik insanca yaşamak için toplumun bizden istedikleridir. Ahlak inandığımız doğru ve yanlışlardır. Etik belli yer ve zamanda bilimsel olarak belirlenen yasal rehberlerdir. Ahlak toplumsal kültürün ağır bastığı kurallar zinciridir.

Verilen sözlerin tutulması bir ahlak prensibidir. Etik, verilen sözlerin neden tutulması gerektiği konusunu ele alır. İhtiyacı olana yardım etmek yine ahlak kuralları arasındadır. Bunun nedenini araştırmak ve sağlam temele oturtmak  etiğin alanına girer. Bu yönden bakarsak ahlak maneviyatçı, etik materyalisttir.

Bilimsel manada sorgulayan ve araştıran etik, değişik kültürlerin ahlak anlayışını filtreden geçirir. Çünkü ahlak değişik toplumlar arasında farklılaşabilir. Hırsızlık toplumun genelinde ahlak dışı olarak değerlendirilirken bazı toplumlarda yakalanmadan yapılan hırsızlık övgüye mazhar olur ve bunu yapanlar toplum tarafından saygı görür. 

Kaynakça:
1. Abdülkadir Mahmutoğlu Etik ve Ahlak; Benzerlikler, Farklılıklar ve İlişkiler - Türk İdare Dergisi
2. Etimoloji Sözlüğü
3. Diffen.com

HAZIRLIKLAR

17/05/2016 Salı, İzmir

Bugün hız kesmeden devam edelim dedik. Kahvaltı keyfini biraz uzatınca salı pazarı tehlikeye girdi. Bu yetmezmiş gibi bir de beklenmedik bankaya uğramak mecburiyeti çıktı. Salı günü kalabalığında bankanın sırası ne zaman gelir? Bu gidişle yola çıkmamız öğleyi bulacak... Yarına mı ertelesek şu İzmir işini? Bu durumda sabah yola çıkmadan önce yaylada çalışacak seramik ve boya ustalarına kapıları açmak gerekecek! Yok, ne yapıp yapıp bugün İzmir'e gitmemiz lazım!

Kafamı meşgul eden bu düşünceler içinde çarşıya geldik. Bankaya girdiğimizde pazarın kalabalığına rağmen içeride neredeyse hiç kimse yoktu. Sıra fişini elimize almamızla vezneye çağrılmamız aynı anda oldu! Bankadaki işimizin jet hızıyla gerçekleşmesi geç kalma telaşımızı bir nebze olsun azalttı. Hazır buraya kadar gelmişken acil pazar ihtiyaçlarımızı da karşıladık. Saat 10.00'a doğru oğluma telefon ettim. Bizi hükümet binasının önünden aldı. Eve uğrayıp pazardan aldıklarımızı bıraktık ve İzmir'e doğru yola çıktık.

İstikamet Gıda Çarşısı. Eksik gelen bazı elektrik malzemelerinin yanı sıra Kadir'in eşya taşırken yanlışlıkla kırdığı lamba apliğin şişesi ile giriş holündeki iki adet sarkıtma avizeyi alacağız. Devamlı yolların yönünü değiştiriyorlar. Daha önce sola döndüğümüz kavşak iptal edilince yolu epey uzattık. En sonunda elektrik malzemelerini aldığımız mağazaya ulaştık. Nurten Hanımı beklerken yeni gelen avizelere baktık. Bir müddet orada oyalandıktan sonra sipariş verdiğimiz avizelerle birlikte diğer elektrik malzemelerini alıp çıktık.

Su deposundan sonra şebeke basıncını yakalamak için bir hidrofora ihtiyacımız olacaktı. Genel adıyla Gıda Çarşısı olarak anılan bölgede dalgıç pompa ve motorların satıldığı yerlere gelince fiyat araştırması yaptık önce. Daha sonra elektrikçi Ali'nin önerdiği adrese gittik. İstediğimiz özellikteki hidroforu bütün aksamıyla birlikte alıp arabaya yükledik. Oradan çıkıp geçen sefer sıhhi tesisat malzemelerini aldığımız dükkana gittik. Aşırı bir trafik yoğunluğunun yanı sıra yollar yine delik deşik bugün yine.  Zaman zaman diğer araçlarla aramızda bir santim mesafe kalacak şekilde sokak aralarından geçerken kendimize zor yol bulduk. Park yeri bulmak ise neredeyse imkansız gibi bir şey. Çıkmaz bir sokağa koyduğumuz arabanın arkasına bir kamyon girmiş, mal boşaltıyor. Yarım saate yakın bize yol vermesini bekledik Mutfak ve taş evimizdeki odamız için gerekli musluk, lavabo, klozet ve diğer aksam için malzeme seçtik fiyatları belirledik. Arabanın arkasına bir de çay ocağı gireceği için seçtiğimiz sıhhi tesisat malzemelerini bir sonraki gelişimizde almaya karar verdik.

Yemeğimizi geç de olsa yedikten sonra Karabağlar 'da masa sandalye satan mağazaları gezdik. Salon ve terasta kullanmayı düşündüğümüz oturma grupları için araştırmaya devam ettik. Bugün gördüklerimiz sağlamlık, model ve fiyat olarak düşündüğümüze en yakın olanlardı. Üzerinde düşünüp karar vermek üzere ayrıldık.

Son olarak mutfak malzemeleri aldığımız yere uğradık. Çay ocağının değiştirilmesini talep etmiştik. İyi ki de öyle yapmışız. Yeni çay ocağı eskisinden çok daha iyi geldi gözümüze...