Bayram sarhoşluğuyla kalktım sabah yataktan. Devlet memurları için bayram tatili pazar akşamına kadar devam edecek. Özel sektör o kadar yatırmaz insanı. Bir de esnaf kesimi var ki en çok muhatap olduğum kesimdir kendileri, tatili uzatırlar mı yoksa işlerinin başına mı dönerler hiç belli olmaz. Sarhoşluğum da bu yüzden zaten. Benim durumum da esnaftan farksız. Tatil bitti mi?
Bugün tezgah tipi soğutucu için servis gelecekti. Sabahtan İzmir Bölgesinin servis elemanın aradı.
- Abi digital göstergenin bulunduğu panoyu açtınız mı?
Neden açalım ki panoyu? Açmaya kalksak üzerimizde kalacak, garanti kapsamının dışında kalacağız.
- Yok, açmadık.
- Abi, şu an yazlıktayım. Tek servis yetkilisi de benim ama pazartesi gününden önce gelemem. Belki digital göstergenin bulunduğu panonun kablolarından biri çıkmıştır. Yerine takarsanız sorun kendiliğinden hallolmuş olur. Hayır, yanlış anlamayın. Ben gerekirse pazartesi yine gelirim.
- İnşallah dediğiniz gibidir. Ama şu anda işyerinde değilim ben. Yukarı çıktığımda sizi ararım. İsminiz neydi, ben de kaydedeyim numaranızı.
- Selçuk benim adım.
- Tamam Selçuk Bey, yukarı çıkınca sizi arayacağım.
Cep telefonlarından gönderilen bayram mesajlarına cevap vermiyorum. Telefon rehberim silindikten sonra hangi mesajı kim gönderdi, anlamak zaten mümkün değil. Aksi gibi her bayram arayan sevdiğim dostlarımdan bazıları bu sefer aramadı. Çocukluk arkadaşım Mustafa bunlardan biri mesela. Eşi Filiz sayesinde ulaştım kendisine. Çok misafirleri varmış bu bayram. O yüzden arayamamış.
Ben gönül koymam kimseye aramadı diye. Bana da gönül koysunlar istemem aramazsam eğer. Çünkü gönül işidir arayıp sormak. Ya da ihtiyacın olduğunda ararsın birilerini. Birden aklına düşer, hiç beklemedikleri bir zaman ararsın. Benim için budur makbul olan.
Salih Usta başlamış mıdır çalışmaya bugün? Telefon ettim. Pazartesi günü bana döneceklermiş. Pazartesi gününün çok geç olacağını, fidanların susuz kaldığını, başladığı işi yarım bırakamayacağını söyledim. Israrımdan sonra yarın saat üç dört arası gelmeyi kabul etti.
Taş Ev'in soğutucularında yaşanan problemlerden sonra eşim reçel hazırlıklarına evde devam ediyor. Kilolarca şeker ve diğer malzemeleri taşımak ise benim görevim. Reçel kazanları kaynamaya başladı yine. Bugün yaylaya çıkmak gibi bir niyeti yok ama benim mutlaka çıkmam lazım. Kızım bana eşlik edecek.
Yaylaya çıkışımız saat beşi buldu. İlk olarak mutfaktaki tezgah tipi soğutucunun gösterge panosunu söktüm, yerinden çıkan bir kablo olup olmadığına baktım. Boşlukta bir kablo görünmüyordu. Selçuk Beyi aradım. Telefonla söylediği bazı tuşlara basmamı istedi. Motor devreye girmiyormuş. Parçanın değişmesi gerektiğini, pazartesi sipariş geçeceğini, bu yüzden salıdan önce gelmesinin mümkün olamayacağını söyledi.
Ben servisle konuşurken kızım çay suyunu koydu. Verandaya masa ve sandalyeleri çıkardık. Tatlı tatlı esen rüzgarın eşliğinde ceviz kırmak terapi gibi gelmeye başladı bana artık. Kızıma da bir okuma aşkı geldi ki hiç sormayın. Yanında getirdiği kitabı yüksek sesle okurken ben de okumuş kadar oldum. Arada yapılan çay ve tatlı servisi de iyiydi. Ben iki kilo ceviz kırıp kabuklarını ayıklayana kadar kitap bitti.
Yukarı yaylaya çıkmak istiyordu kızım spor niyetine. Ancak vakit artık çok geçti. "Hemen toparlanabilirsek belki zeytinliğe gideriz." dedim. Köyü geçtikten sonra sağa yanaştık. Hava kararmaya başlamıştı. Zeytinlikte bir kaç tane armut ağacı vardı. "Eğer şansımız varsa biraz armut toplarız." dedim. Ne yazık ki hiç armut kalmamış ağaçlarda. İnsan ya da hayvan, belli ki birileri bizden önce davranmış (!) Geçen sene epey armut toplamıştık buradan.
Geçen sene diktiğimiz fidanların sulanması gerekiyor. Bahçe girişindeki birkaç tanesi kurumuş ne yazık ki. Zeytinliğin en büyük eksikliği suyunun olmaması. Erişkin zeytinler su istemiyor ama yeni diktiğimiz fidanlar bu yıl da düzenli olarak sulanmak ister. Geçen yıl suyu köy çeşmesini besleyen pınardan hortumla almıştım da, bazı fenalık küpleri muhtara şikayet etmişti. Bu yıl da biraz zaman ayırmak lazım bu işe.