KATEGORİLER

9 Eylül 2016 Cuma

BİR İLK DAHA...

08/09/2016 Perşembe, Tire
Becerebilecek miyim bilmem ama bugün kısa yazacağım. Çünkü yarın sabah yurt dışından gelecek oğlumu karşılayacağım. Ben bu satırları yazarken o çoktan gökyüzünde süzülüyor.

Sabah kahvaltısında aman geç kaldık endişesinden hayli uzaktık. Kahvaltı sadece hafta sonları verileceğinden öğlene kadar hizmet vermiyoruz. Bu nedenle hafta arası erkenden gidip ekmek almam da gerekmiyor. Aşkın geldikten sonra şehre indim alışveriş için.

Hüseyin gecikince eşimden fırçayı yedi. Bugün yeni bir heyecan. İlk kez ızgara ve içki servisine başlıyoruz. Rakıcılar henüz gelmediği için marketten aldıklarımızla idare edeceğiz. Her yeni şey yeni eksiklikler çıkarıyor. Rakı devreye girince karafa, buz kovası, rakı bardağı gerekti. Hatta acilen bir de buz makinesi almamız lazım. Rakı bardaklarını bayiler eşantiyon olarak verdikleri için fazla almadık.

Reklamcı yeni levhayı hazırlamış. Arabaya güç bela sığıyor. Gelenler Taş Ev'in tanıtımı için daha fazla levha dikmemizi salık veriyor.

Ozan'a uğruyorum. Yarın akşama ses düzeni ve kamera sistemini kuracak.

Satış elemanı soğutucuya biraları yerleştirirlerken yaylaya dönüyorum. Mezeler hazırlanmış. Ben menüyü hazırlamakla meşgulken Haber Tire gazetesi koordinatörü Ergün Bey geliyor ziyaretime. Web site tasarımını abisi yapacak. Bayramdan sonraya kaldı bu iş büyük olasılıkla.

Hava çok güzel bugün yaylada. Misafirler saatlerce oturuyor sıkılmadan.

Akşama doğru bir kez daha iniyorum şehre. Bu sefer Aşkın Ustanın istediklerini alıyorum. Kavun çok güzel gitti. Bir yiyen yenisini istedi. Kızım almıştı geçen hafta. Aynı yerden alıyorum yine. Kavununu öven satıcı karpuz vermiyor. Yarın gelecekmiş iyisi. Keşke bütün esnaf böyle olsa...

Akşam gelenlerle birlikte Taş Ev saat 23.30 a kadar hizmet vermeye devam ediyor. Bonfile, şiş, köftede oldukça başarılı bulunuyor. Eşimin mezelerinin de onlardan kalır yanı yok. Gelenler içki olarak hep rakıyı tercih etti. Tercih edilen bir diğer şey şişe suyu yerine Kaplan Kaynak suyu. Birkaç tane sürahi almamız gerekecek. Ben şarabın tutulmasını daha çok isterdim ama ne olacağı belli değil daha.

Ünal Usta telefon ediyor. Bayram öncesi ödeme yapıp yapamayacağımı sormak için.  Beni haftalarca peşinden koşturttuğu için parasını bayramdan sonra vereceğimi söylüyorum.

Hep düşlediğim, mutlu olduğum bir gün oldu. Bulaşıkçı bulmamız lazım. Eleman sayısını da arttırmamız gerekecek. Umarım eleman eksikliklerini bir an önce tamamlarız. Akşam geç vakit geldi rakıcılar. Taş Ev'e onlar da bayıldı. Yazı yine uzun oldu. 

8 Eylül 2016 Perşembe

SARAFİN MERLOT

07/092016 Çarşamba, Tire

Çarşamba günleri sanırım en sevdiğim gün olacak bundan sonra. Çünkü bugünü tatil ilan etmiştik kendimize. Tatil olduğumuza göre Taş Ev'imiz de bugün kapalı. Kaystros Taş Ev Restaurant facebook sayfasına girenler görebilecek kapalı olduğunu.

Tatil günümüz olmasına rağmen bugün de çok çalıştık. Özellikle eşim çok yordu kendini. Ben dışarıdaki işleri kovalarken o içeride türlü türlü mezeler hazırladı.

Sabah diğer günlere göre geç yaptık kahvaltıyı. Normal günlerde çay ocağı çalıştığından çay problem olmuyordu eşim için. Ancak bugün tek kişi için çalıştırmadık ocağı. Demliğin altı olmadığı için altı üstü bir arada babaanne usulü yaptık çayı. Yumurtadan bıkmış eşim. Benim yumurtaya olan düşkünlüğümden eksilme olmadı hiç. Güzel bir peynirli omlet yaptım kendime. Ekmek yemedim. Eşim bir dilim kızarmış nohut mayalı ekmek yemeyi tercih etti. Bir an önce çıkmak istiyorduk birlikte ama iş bitmiyordu bir türlü. Geçen gün oğlunun düğününe gittiğim dostumuza eşimle birlikte uğramak istiyorduk. Birkaç kez aradım ancak telefonu kapalıydı. Sonunda eşim onun eşini aradı. Kuşadası'ndalarmış. Dolayısıyla ziyaret haftaya kaldı.

Belki de benim yalnız gitmem, eşimin yayladaki işlerine devam etmesi daha uygun olacaktı. Öyle de yaptık. Önce ATM ye kaptırdığım eşimin kredi kartını geri almakla uğraştım. Eşimden yazılı onay istemişlerdi, yanımda götürdüm. Kartı verdiler ama bu sefer güvenlik gerekçesiyle şifreyi değiştirmişler. Oysa şifreyi telefona gönderiyorlar diye eşimin telefonunu yanıma almış, kendi telefonumu da ona vermiştim. Yeniden şifre almaya kalksa telefonu benim yanımda olduğu için yine sıkıntı doğacaktı. Uzun mücadelelerden sonra kartı aldım, şifreyi de değiştirdim. Beni sıkıntıya sokan söz verdiğim ödemelerdi. Neyse ki onlara sözümü tuttum.

Vitrine koyacağımız mezeler için dikdörtgen borcam tepsiler gerekiyordu. Bir sürü yer dolaştıktan sonra Aşkın'ın konuştuğu yerden aldım. Mahalli gazetelerden Büyük Tire gazetesine gidip açıldığımızı duyuran bir reklam verdim. Ayrıca on gün süreli yayımlanacak bulaşıkçı ve temizlikçi eleman aranıyor ilanı verdim. Oradan çıkıp belediyeye uğradım. İlk açılış haber niteliğinde olduğu için duyuru yapılabileceğini söylemişlerdi. Elimdeki metinle zabıta ilan kısmına gittim. Başkan yardımcısı tarafından paraflanmasını istedi görevli kadın. "Olmaz" dedi başkan yardımcısı. "Bu reklama girdiği için meclis kararı mucibince ücret ödeseniz dahi yayınlayamayız ilanınızı." Başkan yardımcısı kağıdı geri uzatırken, "Ancak açılış yapar halkı davet ederseniz o zaman ilan ederiz belediye hoparlörlerinden." diyerek son noktayı koydu. Bu mantığa hayret ettim. İlçenize güzel bir restoran açılıyor, bu haber niteliğinde değil, ama törenle açılış yapılırsa bu haber oluyor. Başkan yardımcısı, "Ya bir açılış yapıver, şerbet dağıtırsın, millet yol boyunca piknik yapar" demeye devam ediyor.  

Kim çıkarsa karşıma bana fiyat soruyor, akıl veriyor. "Beş adam çalıştıracağına benden sana tavsiye üç adam çalıştır ama en iyileri olsun. O üç kişi beş kişinin işini yapar o zaman." Uğradığım yerlerdeki insanlar Taş Ev'deki kahvaltı fiyatını, yirmilik rakının ne kadar olduğunu, mezeleri kaçtan satacağımı peş peşe soruyorlar. Bazıları daha da ileri gidip akıl veriyor, "Benden sana tavsiye fazla fiyat koyma" Bütün bu insanlar akşamcı tabir edilen esnaf kesimi ile dar gelirli ailelerin çocukları. Bunların bir kısmı kendilerini alkol içilen yerlerden uzak tutarken, diğer kısmı eşlerini evde bırakıp her akşam iki tek atıp sallana sallana evinin yolunu tutarlar. Yani benim hedef kitlemden epey uzak bunlar.

Sabah Hüseyin aradı. Soner iki günlük ceviz silkme parasını istiyormuş. "Tamam" dedim Hüseyin'e. Yola çıkmak üzereyim, köy meydanında çıktı karşıma. Bir de su parasını istiyormuş. Zeytin fidanlarının sulanması için evden su vermeyi teklif etmiş, ben de senin bütün su paranı öderim demiştim. Bugün bana Hüseyin'le haber göndermiş. Bundan sonra su vermeyecekmiş evinden. Su istiyorsam fazladan her ay yüz lira verecekmişim ona. İşte böyle ahlaksız insanlarla muhatap oluyoruz burada.

Akşama doğru yaylaya döndüğümde Zeytin'i çözdüm. Özgürlük onun için de güzel. Oradan oraya koşturmaya başladı. Sevincini üzerime atlayarak gösterdi. Bilgisayarımı açtım. Bira ve şarap çeşitlerinin giriş fiyatlarına göre satış fiyatlarını belirledim. Menüde çok sayıda çeşit var. Yarın alkollü içki ve ızgara  servisimiz başlıyor. Biraz önce dikkatimi çekti, mutfağa ve girişteki içecek grubunun dolaplarına baktım. Elimizde hiç rakı bardağı yok görünüyor. Eğer benim bilmediğim bir yere koyulmadıysa resmen rakı bardağı yok. Sabah ilk işim eşime sormak. Belki içerideki beyaz dolaptadır ama eğer yine yoksa misafirlere bugün çay bardağında sunacaktık rakıyı.

İlk elime aldığım şarabın fotoğrafını çekiyorum. "Sarafin Merlot" Saroz bölgesindeki merlot cinsi üzümlerden üretilen bir şarap. Doluca ailesine ait bir üst segment markası olan Sarafin serisinden. Merlot dünyada Cabernet Sauvignon’dan sonra en çok üretilen kırmızı şaraplık üzüm türü. Merlot sözcüğünün kökeninin Fransızcada “kara tavuk” anlamına gelen “merle” kelimesinden geldiğine inanılmaktadır. Bu gidişle şarap kültürüm de gelişecek.          

7 Eylül 2016 Çarşamba

İŞİNİN ERBABI: AŞKIN

06/09/2016 Salı, Tire


Senem konusunu kökünden halletmiş olmamız otomatik olarak sabahın erken saatlerinde onu almak zorunluluğumu da ortadan kaldırdı. Ekmek almaya daha geç gittim. Bu arada bira ve şarap bayisini aramış Taş Ev'e davet etmiştim. Önce akşama doğru geliriz demiş olsalar da yolda hemen yola çıkabileceklerini söylediler. Yaylaya döndükten hemen sonra geldiler. Gelen üç kişiden ikisi İzmir'den biri Tire'de yaşıyormuş. Gelir gelmez zaten methini duydukları Taş Ev'i gezdirdim. 

Verandaya oturup sohbet ettik. Taş Ev'de misafirler için bulundurmamızı önerdikleri bira ve şarap çeşitleri üzerinde uzun uzun tartıştık.

Bugün yine Salı Pazarı günü. Sabah belediye hoparlörlerinden pazar duası okunurken saat sekiz otuzu biraz geçiyordu. Yayladan tane tane geliyordu sözler.

Öğlen Aşkın'la birlikte bir alacaklar listesi hazırladık. Pazara gidip bolca yeşillik aldık. İstediği diğer malzemeleri alıp döndük geri. Hemen sıvadı kolları girdi mutfağa. Senem'den sonra ilaç gibi geldi bugün. Dün hazırladığı et ürünlerine bugün devam etti. Şimdiye kadar hazır aldığımız Tire'nin meşhur şiş köftesini bizzat kendi hazırladı ve ön pişirmesini yaptı. Eli çok hızlı ve yaptıkları son derece lezzetli. Beş dakikada bir gözleme hazırladı ki hayatımda yediğim en iyi gözlemelerden biriydi. 

Neyse, daha fazla konuşmayım da nazar değmesin. Yavaş yavaş taşların yerine oturacağını sanıyorum. Şimdi acilen bir bulaşıkçı bulmamız lazım. Eğer işler hareketlenirse ikinci bir garson almamız gerekecek. Hafta sonları destek için dışarıdan günü birlik eleman almak mümkün olacak.

Akşam geç saatlerde şarap ve bira çeşitleri ile soğutucu dolap geldi. Dolap yerine yerleştirilirken bir başka araba girdi içeri. Araba ustaca ağaçların arasına park etti. Arabadan inen kişi kendisinin Çukurköylü olduğunu söyleyip daha önce icara verdiğimiz kişinin arkadaşı olduğundan bahsetti. Adam buram buram içki kokuyor, ayakta zor duruyordu. "Hayırlı olsun. Açmışsınız. Bir kahve içeyim diye geldim ben. " dedi. "Saat yedide kapattık." dedim. Akşamları kapanış saatinin ne olacağını sordu. Burasının dışarıdan içip gelenlerin  yeri olmadığını söyledim. Aile yeri olduğunu belirterek "Hadi kardeşim sen yavaş yavaş evine git artık" dedim. "Kusura bakma abi, yanlış bir şey yaptıysam özür dilerim" deyip arabasına doğru yürüdü.

5 Eylül 2016 Pazartesi

KABE SÜPÜRGESİ

05/09/2016 Pazartesi, Tire


Tuhaf bir hafta başı benim için. Sıkıntılı başladı, sinirlendim, kontrolümü kaybettiğim anlar oldu ama günün ikinci yarısında yolunda gitti işlerim. Sabah Senem'i almaya zoraki gittim. Dün takındığı tavırlardan dolayı aramızda kalma şansını kaybetmişti. İlk günlerde arka koltuğa oturup beni şoför pozisyonuna soktuğu anda rengini belli etmişti zaten.

Ekmek almaktan dönerken aldım arabaya. Yanıma oturdu. Dün yaptığı terbiyesizliklerden sonra ipinin çekileceğini tahmin ediyor olmalı. Artık onu yol bile tutmuyordu. Yol boyunca hiç konuşmadık. Eşim de araya mesafe koydu. Bizi ondan soğutan olaylar kısa zaman içinde üst üste geldi. İki lafından biri kendisinin ne kadar dürüst olduğunu anlatmaktı. Oysa bize turizm meslek lisesi mezunu olduğunu söylerken ortaokul mezunu çıkmıştı. Soğuktan sıcağa her şeyi o kadar güzel yaparmış ki onun gibisini bulamazmışız. Kızım birkaç meze yap dediğinde ilk yaptığı meze olan favaya sarımsak doldurdu. Diğer mezelerinin hiçbiri insan içine çıkmaz durumdaydı. Bunlar yetmezmiş gibi Hüseyin'e talimatlar vermeye başladı. Kendisine bulaşık makinesine tabakları koymayı yedirmediğini söyleyip durdu. Eşimi bana, beni eşime çekiştirmeye kalktı.

İşimi görmek için şehre yeni inmiştim. Eşim telefon etti. "Senem işi bıraktı, hemen gel parasını öde, kaldır başımdan şunu. Gördükçe sinirim tepeme çıkıyor." Gerisin geriye döndüm yaylaya. Yeni elemanımız Aşkın kapıda karşıladı beni. Sıcak ve ızgara yemeklerine bakacak olan Aşkın'ın bugün ilk günü. Kasaptan istediklerine dair bir liste verdi.

Avlunun bir köşesinde biriyle telefonla görüşen Senem'e sesleniyorum. "Senem Hanım, gidelim istersen." Kalkıp geliyor yanıma. Bu sefer arka koltuğa oturup beni yine şoför yapıyor. Anlıyorum ki özellikle yapılan bir davranış bu. Sabah yanımda oturan kişi bu sefer arka koltuğa geçiyor. Ağzımı açmamaya kararlıyım. Kapıyı hafifçe çekiyor. "Senem Hanım biraz daha sert çekerseniz kapanır." diyorum. Biraz sert çekip kapatıyor.

Aşağıda Çam Restoran'ın önünde inmek istiyor. Cebimde hazırladığım 4,5 günlük çalışmasının karşılığını ödüyorum. Arka kapıdan iniyor aşağı. Yine surat bir karış hafifçe kapıyı itiyor ve arkasını dönüp yürüyor. Yürürken çenesi hareketli ama ne dediği anlaşılmıyor. Ya küfür, ya beddua ediyor sanki. Arkasından sesleniyorum. "Kızım kapıyı doğru dürüst kapatsana, mecburuyum inip peşinden kapını kapatmaya. Yine ağzını kıpırdatarak yürümeye devam ediyor. Arabadan iniyorum Sesimin tonunu yükseltiyorum gayrı ihtiyari. "Kızım kapatır mısın şu kapıyı" diye bağırınca tırsıyor, dönüp kapıyı kapatıyor. Bir yandan ne olduğu anlaşılmaz bir şekilde ağzından sessizce bir şeyler döktürüyor yine.

Bir kez daha anlıyorum ki, ben her şeyi yaparım diyenlerden hayır gelmeyecektir.

Şehre indiğimde ilk olarak belediyeye uğruyorum. Başkan henüz ruhsatı imzalamamış. Saat bir buçukta gelin diyorlar. toplu konut pazarından alışverişimi yapıyorum. Oradan kasaba gidip et ürünlerini hazırlatıyorum. Dedikleri saatte arıyorlar. Hemen belediye gidip imzalanan ruhsatı alıyorum.

Bir maratondur başlıyor. İlk durak İlçe Tarım Müdürlüğü. TABDK denilen belge sahibi olmalıyım alkollü içki servisi yapabilmek için. İlgilenen çocuk acemi biraz. İnternetten bir form indirip doldurmamızı, vergi levhasını adli sicil kaydını istiyor yine. "Peki bugün belgeyi alabilecek miyim?" diye soruyorum. "Mümkün değil yarına kalır" diyor. "Bu arada gidin Ziraat Bankasına parayı yatırın" diyor görevli. "Ne kadar yatacak?" diye soruyorum. "Onu banka bilir" diyor. Bankadan sıra numarası alıp bekliyorum. Sıram gelince "Ne kadar yatacak?" diye soruyorlar. "Bunu siz biliyormuşsunuz."  Biz nereden bilelim diyorlar. Hemen muhasebeciye koşuyorum. O bir yerlere telefon edip beni bakkallar odasına gönderiyor. Artık zaman daralıyor. Elden takip etmeyi talep ediyorum. Birazcık yalandan kim ölmüş. "Kaymakam bey bu belgeyi bekliyor imzalamak için" diyorum. Hemen hazırlayıp veriyorlar elime. Koşturup hükümet binasına gidiyorum. Kaymakam tesadüfen yerinde. "Kaymakam bey, bekliyor bunu imzalamak için." yalanını özel kalem de yiyor. On beş dakika bekliyorum kaymakam beyin telefon görüşmesinin bitmesini. Sonunda imzalatıyorlar belgeyi kaymakama. İlçe Tarım Müdürlüğüne gidiyorum yine. TABDK belgesini veriyor artık. Üniversiteden diploma almış gibi seviniyorum.

Artık bayilerin ısrarla sordukları belge elimde. Yaylaya çıkıyorum. Aşkın et çeşidinde marifetlerini döktürüyor. Mutfağa yardımcı bayan olmasa bile bir bulaşıkçı yeterli olacak sanki.

Gidip gelirken Kaplan köy meydanında taşlar arasından çıkan bir bitki dikkatimi çekiyor. Köylülere soruyorum adını. "Kabe Süpürgesi" diyorlar. Anlamlı geliyor bu isim bana. Senem gibilerinin hayatımızdan süpürülmesini diliyorum.  

https://www.facebook.com/kaystroskaplan/

04/09/2016 Pazar, Tire

Yine bir pazara uyanıyoruz. İnsanların hafta yorgunluğunu atacak, belki bir iki saat fazla uyuyacak gün bugün. Eskiden bizim için de durum aynıydı. Pazar günleri çoluk çocuk gezer, yeni yerler keşfederdik. O zamanlar normal insanlardan farklıydık yine de. Geç yapılan kahvaltıdan sonra evde otururken birimiz "Hadi Abant'a gidelim." diye bir fikir atardı ortaya. Buna kimse itiraz etmez, "Bu vakitten sonra ne yapacağız orada?" diyen çıkmazdı aramızda. Hemen arabaya biner çıkardık yola. Yol boyunca trafik rahat olurdu gittiğimiz yönde. Karşı şeritteki yoğun bir trafiğe şaşırır kalırdık. Yani biz bir yere gezmeye giderken millet çoktan dönüş yoluna koyulmuş olurdu. Taş Ev faaliyete geçtiğinden beri pazar günleri gezmiyor, gezenleri ağırlıyoruz. Biz de oturduğumuz yerde gezmiş kadar oluyoruz. 

Pazar yoğunluğunun yanına bir de ceviz hasadı ekleniyor. Sabah kapıları, pencereleri açtıktan sonra toplayıcı kadınları ve Senem'i almaya gidiyorum. Tam kapıdan çıkarken Soner'le karşılaşıyorum. Ekibi alıp yaylaya dönüyorum. Yolların üzeri cevizle dolmuş. Arabayı kapının önüne park ediyorum. Toplayıcı kadınlar hemen işe koyulurken Senem mutfağa giriyor. Hüseyin gelmiş temizliğe başlamış bile. Artık o işini iyice belledi. 

Elemanlar çalışmaya devam ederken avluda eşim ve kızımla kahvaltı ediyoruz. Bahçe girişinde bir patırtıdır kopuyor. Soner toplayıcı kadınlardan birine bağırıyor. Sinirli bir şekilde motoruna binip gitmeye hazırlanıyor. Kavganın nedeni sigaraymış sözde. Dün akşam toplayıcı kadınlardan birine para verip sabah gelirken sigara getirmesini istemiş. Kadın sabah sigarayı unutmuş. Hüseyin'i gönderiyoruz yanına. Senem'den sigarasını Soner'e vermesini istiyoruz. Yok, kesin kararını vermiş. Bağıra çağıra bahçeyi terk ediyor arkasına bakmadan. Dün İsmail Efendi'nin bahçesine gideceğini söylemiş, ama izin vermemiştim. Bu bir oyun mu yoksa? Kadınlar yere dökülen cevizleri toplayınca ne yapacaklarını bilmez halde oturuyorlar bir köşede. Hüseyin "Ona mı kaldık amca." deyip bir yere telefon ediyor. Bir arkadaşını çağırıyor Soner'in yerine cevizleri silkmek için.

Saatler geçiyor ne gelen var ne giden. Kahvaltı etmeye gelenler oluyor birbirinin arkasına. Kadınlar bir köşede silkici bekliyorlar. Eşim kızıyor, "İnsanlık mı bu?" Ben şaşırmıyorum. Her şey olabilir burada. Öğleden sonra geliyor Erol. Henüz silkilmemiş ağaçlara şöyle bir bakıyor. Bugün bitmez bunlar diyor. Hüseyin de arka çıkıyor ona. "Yarın sabah erken geleyim, akşama kadar hepsini bitireyim." diyor. Sabrımın tükendiği an. Hem bağırıyor hem söyleniyorum. "Sizin hedefiniz işi bitirmemek ise zaten bitiremezsiniz. Bugün bu silkme işi bitecek. Bu iki kadın bugünkü yevmiyelerini kimden alacak, eğer iş yarına kalırsa?"

Söylediklerim etkili oluyor. Hemen işe başlıyorlar. Hava kararana kadar çalışıyor bütün silkme ve toplama işini tamamlıyorlar. Hepsine tam yevmiye verip gönderiyorum.

Sabah çocukluk arkadaşım Mustafa'yı arıyor, alkollü içkiyi nereden aldıklarını soruyorum. Kahvaltı ediyorlarmış eşiyle birlikte. Misafir ağırlamışlar bol bol. Davet ediyoruz Taş Eve. Geleceklerini söylüyorlar.

Senem deneme döneminde. Ona bildiği mezeleri yapmasını söylüyoruz. Çünkü meze konusunda mangalda kül bırakmıyor. Favadan başlıyor. Bir kaşık alıp tadına bakıyorum. Hiç hoşuma gitmiyor. Basmış sarımsağı favanın içine. "Ben Giritliyim, eşim Selanikli bizim bildiğimiz favaya sarımsak konmaz." diyorum. "Benim eşim İtalyan vatandaşı, ben üç ay İtalya'da kaldım diyor." Yani, mezeyi bana soracaksın demeye getiriyor." Ancak yaptıkları insan önüne çıkmayacak kadar kötü. Bugün işin bununla yürümeyeceğini anlamış olduk. Sanırım ilk işten çıkarılacak kişi de o olacak.

Öğleden sonra da gelen giden eksik olmuyor. En büyük yardımcımız olan kızımla birlikte bir ara alışveriş için şehre iniyoruz. Akşam misafir gelecek, balık alıyoruz.

Arabamı bahçe kapısının dışına bıraktım tepesine ceviz düşmesin diye. Taş Ev'in misafirleri da bana uymuş. Kapıda araç kalabalığını görenler "Taş Ev açılmış olmalı" diyerek girmişler içeri. Yine de tesadüfen geliyor gelenlerin çoğu. Geçenlerde kardeşim Ahmet ve yeğenim Ece gelmişti. Facebook üzerinde Taş Ev'e sayfa açtılar. Ben de bunun üzerinde devam edip iş yeri sahibi olduğumu kanıtladım ve sitenin yöneticisi oldum. Artık misafirler yer bildiriminde bulunabiliyor, puan verip yorum bırakabiliyorlar facebook üzerinden.

Karşıdan arkadaşım Mustafa ve eşi Filiz'in geldiğini görüyorum. Elleri dolu. Çiçekler, hediyeler, çikolatalar doldurmuşlar kolları. Ne kadar da ince düşünmüşler. Bir yandan misafirlerle ilgilenirken fırsat buldukça arkadaşlarımla ilgileniyorum.  Diğer misafirlerle birlikte Taş Ev'i gezdiriyorum onlara. Çok beğeniyorlar.

Ağırladığımız seçkin misafirlerden bir aile de İzmir Karşıyaka'dan. Tatlı bir 35,5 muhabbeti açılıyor aramızda. "Ben sizin Karşıyaka'nızdanım" deyince. "Şaka maka sizler bizden iyisiniz yine." diyor hanımefendi.  Sebebini sorduğumda; "Çeşme'ye giderken sizin oradan geçiyoruz, hiçbir şey yapmıyorsunuz." diyor. Gülmeye başlıyoruz ve devam ediyor. "Biz olsak bırakmazdık sizi."
Toplayıcı kadınları ve Senem'i şehre bırakıp dönüyorum. Hüseyin'e de gidebileceğini söylüyorum. Nihayet misafirlerimizle baş başa kalıyoruz. Kızım ızgara için ateşi yakmış. Senem'in mezeleri ile başlıyoruz. Mustafa İzmir'de meze konusunda bir duayen. Fava dışındaki mezelere çok fazla olumsuz bir değerlendirme yapmıyor. Bu davranış onun olgunluğu. Yaptığı mezelerin çoğu bizim çıkarmayı düşündüklerimizden farklı. Daha çok sıradan içkili lokantalarda çıkarılan mezelere benziyor. Eşimin eline asla su dökemez. Bir insan kendini övmeye başlıyorsa ondan hiç bir şey olmaz sözü bir kez daha haklılık kazanıyor.

Gecenin erken saatlerinde İzmir yolcuları, kızım ve misafirler birlikte ayrılıyorlar. Eşimle günün kritiğini yapıyoruz. Her şeye rağmen güzel bir gün bugün. Oğlum yurt dışından kesin dönüş için gün sayıyor. Kızım uzun bayram tatili boyunca bizimle birlikte olacak. İşin en güzel yanı gelen misafirlerimizin çoğu seviyeli insanlar. Tam istediğim gibi yani. İçlerinden biri çalan müziğin kimin zevki olduğunu soruyor. "Benim" diyorum. Müziğin kime ait olduğunu ve detaylarını anlatıyor. Müzik konusunda ilgisi çok fazlaymış. İşte böyle insanlara hizmet etmek ne güzel. Müzikten anlayan, kitapla, edebiyatla ve türlü sanat dallarıyla ilgili olan. Yazarlar, ressamlar, müzisyenler gelsin buraya.     

4 Eylül 2016 Pazar

CEVİZ HASADI

03/09/2016 Cumartesi, Tire


Yaylanın sabahları güzeldir. Kalkar kalkmaz pencerenin kanatlarını açınca yeşillikler arasından güneşin ilk ışıklarını selamlamak ne hoş. Eşim çoktan kalkmış işe koyulmuştur. Bu onun eskiden gelen alışkanlığı. Çocukluğumun "Erken yatar, erken kalkarım" diye başlayan bir şarkısını hatırlatır bana hep. Ben ise geç yatar, eşim kadar olmasa da erken kalkarım. Aslında bunu mecburiyetten yaparım. İmkanım olsa sabaha kadar oturup öğlene kadar yatmak isterim. En azından bir müddet bu isteğimi gerçekleştiremeyeceğimi çok iyi biliyorum. Sabah erkenden bahçe kapısını açmak, gidip ekmek almak, çalışanların servisini yapmak zorundayım. Bütün bunların üstüne bir de ceviz toplama işi çıkınca sabah geç kalkmak hayalden ibaret benim için.

Rutin işlerden sonra şehre inmek üzere arabaya binip kontak anahtarını çeviriyorum. Motor çalışmıyor. Bir daha deniyorum, tık diye bir ses dışında bir kıpırtı yok. Ya aküyle ilgili bir sorun var ya da bir elektrik arızası. Ön kaputu açıyorum, her şey yerli yerinde gözüküyor. Canım sıkılıyor. Durup dururken iş çıktı başıma.

Kızımın arabasını aldım hemen. Bahçe kapısına geldiğimde Soner kapının önüne gelmiş motosikletinin üzerinde telefonda birisiyle  görüşüyordu. Kapıyı açtım ve tekrar arabaya binip şehirden, çalışanları almak üzere çıktım yola. Senem bu sefer sokağın başında bekliyor. Nasıl olduysa benden bir zarar gelmeyeceğini anlamış olmalı ki, tereddütsüz gelip yanımdaki koltuğa oturdu. Marketin önünde iki kadın toplayıcı arabanın arkasına yerleşirken ben de inip ekmekleri aldım. Olgun Ustayı arıyorum ama telefonu cevap vermiyor.  

Yol boyunca sohbet ede ede geldik yaylaya. Mutfakta aşçı yardımcısı olarak işe başlayan Senem'i yol tutmadı bu sefer. Bahçeye girdim. Hüseyin hiçbir şey dememize fırsat vermeden temizlik işine soyunmuş. Kadınlar çuvalları alıp tepesinde ceviz silkeleyen Soner'in bulunduğu ağaca doğru yöneldiler. Kızım kahvaltıyı bana bırakmıyor. Havuz kenarındaki masaya oturduk. Telefonum çalıyor. Arayan Olgun Usta. "Araba çalışmadı sabah birini gönderirsen iyi olur." diyorum. İlgilensin diye arabanın tam restoranın önünde kaldığını, bu nedenle hafta sonu misafirlere karşı zor durumda kalacağımı eklemeyi ihmal etmiyorum. Yarım saate kadar birini gönderip arabayı aldıracağını söylüyor.

Kestane ve ceviz ağaçlarının dalları arasında sincaplar koşturup duruyor. Fotoğrafını çekeyim diye çabalıyorum. Hah, bu sefer yakaladım dediğim anda ağaç dalları ve yaprakların arasında kendilerini saklamasını biliyorlar.

Dört kişilik bir öğretmen grubu geldi tam açılış saatimizde. Düzce'den düşmüş yolları buralara. Keyifli bir serpme kahvaltısının üzerine Türk kahvelerini içtiler. Kalkarken kredi kartıyla ödeme yapmak istediler. Artık pos cihazımız var nasıl olsa.  Henüz tam alışamadığım için tereddüt ederek bastım düğmelere. Herhangi bir sorun yaşamadan hallettim bu işi de.

Yukarı yaylanın cevizleri morallerimizi epey bozmuşken, aşağı yayla yüzümüzü güldürüyor. Hem miktar hem kalite hem de irilik bakımından iyiler. Özellikle bazı ağaçların cevizleri iyice azman. Üç dört tanesi bir çorba kasesini tepeleme doldurdu. Yarın fırsat bulabilirsem yukarı yaylaya çıkıp bütün cevizlerin teker teker gözden geçireceğim, belki de yukarıda silkelenmemiş ceviz ağaçları var hala.

Öğlene doğru Hüseyin yaklaşıyor yanıma gizli bir şey söyleyecekmiş gibi. "Amca" diyor. "Kadınlar benim kurbanlıklardan almak istiyorlar. Şimdi alıp bir göstersem mi?"

"Sırası mı şimdi Hüseyin?" Ben bunlara ceviz toplasınlar diye yevmiye veriyorum.  Kurbanlık seçsinler diye değil. Mesai saatinde nereye götürüyorsun bunları? Akşam giderken gösterirsin." diyorum. Saf çocuk ayaklarına yatıyor bu sefer. "Amca, öyle yapalım, öyle diyorsan."

Bugün akşama kadar ceviz işi biter diyordum ama yetişmedi. Yarın on beş ağaçtan fazla var silkilecek.

- "Soner yarın ben gelmeyeceğim." diyor. Merak ve şaşkınlık içinde soruyorum.
- "Ne işin var yarın?"
- "İsmail Efendi'nin ağaçlarını silkeceğim. Ona söz verdim."
- "Bana verdiğin söz ne olacak? Yarım bırakılır mı hiç iş? Ne olacak bizim cevizler?"
- "Başka birini ayarladım yerime?"
- "Soner ben başka birini falan anlamam. Başladığın işi bitireceksin."
- "Tamam o zaman, öyle olsun bari."

Burada her bir şeye alıştım artık. Gözünün içine baka baka satıyorlar adamı.

Güzel bir gün geçirdik bugün. Gelen giden eksik olmadı. Güzel dostlar kazandık. Onlar bizi sevdi biz onları. Söke'den, Torbalı'dan gelen güzel, mutlu insanlar...

Akşama doğru üniversiteden arkadaşım Ali'nin oğlunun düğünü vardı. Geç gelen misafirlerimizi geri çevirmedik. Eşimle kızımı bırakıp misafirlerle bırakıp yalnız gittim düğüne. Tesadüfen oturduğum masadakiler eşimin dostları. Eşleriyle tanıştım. İki saat kadar oturduktan sonra müsaade istedim düğün sahibinden. 

3 Eylül 2016 Cumartesi

KÜÇÜK PAZAR

02/09/2016 Cuma, Tire

Gece güzel bir uyku çektikten sonra sabahın ilk ışıklarında uyandım. Cevizleri silkecek Soner beni arayarak toplayıcı kadınların aşağıda beklediklerini söyledi. "Hemen çıkıyorum." dedim.

Sabah ekmeğini aldıktan sonra kenarda ellerinde yemek paketleriyle beni beklemekte olan kadınları aldım. Gelirken Senem'i görmemiştim. Telefon ettim. Dün onu aldığım yere geldiğimde ortalarda gözükmüyordu. Beş dakikadan daha az bir zaman sonra koşarak arabaya doğru geldiğini gördüm. O gelince toplayıcı kadınlardan yaşı daha büyük olanı arka koltuktan inip ön  tarafa geçti.

Senem'i yol tutmasın diye her zamankinden daha yavaş bir hızda Kaplan yolunu tırmanmaya başladık. Taş eve geldiğimizde Hüseyin ve Soner bizi bekliyordu. Hemen hazırlanıp yukarı yaylaya çıktılar. Hüseyin de onlara eşlik etti. Ben de onlarla birlikte çıkmak isterdim ama şehirde yapmam gereken işler vardı.

Eşim kızımla birlikte kahvaltı ediyordu. Ben de biraz atıştırdım. Yola çıkmadan evvel eşim küçük pazardan (cuma pazarı) alınacakları söyledi. Bir çuval kırmızı biber ve bir çuval topan patlıcan alacağım közlemek için.

İkinci kez arabama atlayıp şehre iniyorum. Yolda itfaiyeyi arıyor, raporun hazır olup olmadığını soruyorum. Sorumlu arkadaş özür üzerine özür diliyor. İmzalatmak üzere İzmir'e götürdüğü raporu dönerken orada unutmuş gidenler... Öğlen saat bire kadar mutlaka hazır olacağından bahsediyor.

Belediyeye uğruyorum. Çevre temizlik vergi borcu yoktur yazısını yan taraftan alıp ruhsat işlerine veriyorum. Jandarma raporu dışında her türlü belgeyi tamamladım diye sevinirken memur yeni taleplerde bulunuyor. Şimdi istenenler içkili yer açmamdan dolayı imiş. Adli sicil kaydı, vukuatlı nüfus sureti, sağlık raporu, ikametgah kağıdı. Bunları toplarken itfaiye raporu da çıkmış olur diyor memur. "Bugün bu işlerin hepsinin yetişmesi mümkün değil."diye düşünürken adli sicil kaydının e-devletten alınabileceğini söylüyor memur. Buna çok seviniyorum. Muhasebeciye uğrayıp fatura, z raporu vs. dokümanları bırakırken adli sicil kaydımı orada çıkarttırıyorum.

Nüfus Müdürlüğünden nüfus sureti ve ikametgahı alıyorum. Sağlık ocağına gider gitmez hemen sağlık raporunu veriyorlar. Halk Eğitime uğruyor hijyen sertifikasını sormak istiyorum ama aradığım kişiyi odasında bulamıyorum. Saat on ikiye beş kala itfaiye binasının önünde park ediyorum. Bu bana büyük sürpriz oluyor. Raporunuz hazır derken özür üzerine özür dilemeye devam ediyor yetkili.

Öğlen tatilinde közlemek için pazardan kırmızı kapya biber ve patlıcan alıyorum. Diğer alınacaklar tamamlanana kadar saat biri buluyor. Belediyenin öğleden sonra mesaisi başlarken dikiliyorum tekrar karşılarına. Hızıma onlar da şaşırıyor. Jandarma raporunun ellerine geçtiğini sabahtan söylemişlerdi zaten. Böylelikle eksik bir şey kalmıyor. Sadece başkanın imzası eksik. Başkan şehir dışına çıkmış. Bu yüzden işim pazartesiye kalıyor.

Eşim telefon ediyor. Taş Ev'de işler sıkışmış, Hüseyin'in aşağı gelmesini istiyor. Hüseyin yukarıyı bırakamıyor. "Benim işim bitti geliyorum." diyorum. Yaylaya vardığımda şaşırıyorum. Veranda bir sürü çocukla dolmuş. Çocukların en büyük merakı kadromuzun vazgeçilmez elemanı Zeytin.

Öğleden sonra ceviz ekibi aşağı iniyor. Acıktıklarını söyledikten sonra onlara yukarıda yedikleri yemeğin üzerine tekrar sofra kuruluyor. Hüseyin hariç yeni gelenler doğru dürüst bir şey yemeden kalkıyorlar sofradan. Aşağı yaylanın alt kesiminden itibaren ceviz toplamaya devam ediyorlar.

Akşama doğru ceviz ekibini ekibi şehre bırakıyorum. Bu benim şehre üçüncü inişim. Senem ızgarayı yakıp patlıcan ve biberleri közlemeye başlıyor. Giden gelen eksik olmuyor akşama kadar. Kızım Senem'i şehre bırakıyor ve benim dördüncü sefer şehre inmeme gerek kalmıyor. Tam günün sonuna geldik derken bir araba daha içeri giriyor. Taş Ev'in taş ustalarından biri gelen. Ailesini, oğlunu, gelinini ve torununu almış hayırlı olsuna gelmişler. Epey oturup sohbet ediyoruz. Onlar gidince kapıyı kilitliyorum.