KATEGORİLER

23 Ocak 2017 Pazartesi

KOMŞUMUZ ORMAN KARŞIMIZ BOZDAĞ

21/01/2017 Cumartesi, Tire

Güneşli ama soğuk bir hava karşılıyor günü. Erkenden geliyoruz kahvaltı servisi için. Öğlen saatlerinde en ağır misafirlerimizden biri akşama rezervasyon yaptırıyor. "Açık mısınız?" sorusu şaşırtıyor önce. Sorunun hikmetini daha sonra anlıyorum. Hani bir pazar meteorolojiye inanıp hava ve yol koşullarından dolayı üç dört günlüğüne restoranı kapatmıştık ya, işte o gün gelen onca misafirden biri de o ağır misafirimizmiş meğer. Bunu duyunca bir kez daha üzüldük kapattığımıza. Bu akşam İstanbul'dan misafirlerini getireceklermiş. İnsanların özel misafirleri için Taş Ev'i tercih etmeleri gururlandırıyor beni.

Taş Evin güneybatı cephesi çam ormanı. Şömine sobamızı tutuşturmak için kozalak topladığımız güzel bir yer. Sabahları kırağı yağdığından kozalaklar ıslak oluyor. Epey kozalak topluyoruz kurutmak için. Şömine sobayı yakıyoruz.

Öğleden sonra şehrin üzerine hafiften bir sis çöküyor. Yine de Bozdağların zirvesindeki karı görmek mümkün buradan.
Salonumuzu ısıtsak da kahvaltı misafirleri havaların ısınmasını bekliyor. Öğleden sonra kafe tarzı hizmet veriyoruz. İzmir'den gelen misafirler ilk kez keşfettikleri Taş Ev'e hayran kalıyorlar. Akşam saatlerinde beklediğimiz misafirler geliyor. Eşim uzun zamandır ilk kez Taş Ev'de. Kızım da sürpriz yapıp geliyor yanımıza. Konuklarla özel olarak ilgileniyoruz. Bugün sanki yeniden doğmuş gibi hissediyorum.

Ne istediğimi keşfettim sonunda. Yok arkadaş ben misafirlerle bizzat kendim ilgilenmek istiyorum. Belki tabağı bardağı tutuşum acemice ama gelen misafirlerle kurduğum iletişimden büyük zevk alıyorum. Eminim onlar da bundan memnun. Profesyonel bir işletme olmayıversin Taş Ev. Ama orada sıcaklık, dostluk, samimiyet ve güven olsun.

İki eleman eksiğiyle en ağır misafirimizi harika bir şekilde ağırlıyoruz. Onlar mutlu, biz mutlu.

21 Ocak 2017 Cumartesi

ETİK

20/01/2017 Cuma, Tire

Güzel bir gün fantastik bir gece. Sevdiğim dostlar misafirimizdi. Geç vakte kadar oturdular. Güzel günümüz nazara geldi. Nazara inanmam aslında. Bir oyundur belki nazar dedikleri... Daha neler göreceğiz bakalım. Oyun oynayanlar, oyuna gelenler... Bir günde iki fire. Yok anlatmayacağım bunları size. Sel gelir kum kalır. Yeni ufuklara umutla. Size ben başka bir hikaye anlatayım bugün.

Çocukluk arkadaşımın bir marketi var, yanında iki eleman çalışıyor. Biriyle on beş yıldan fazla beraberler, diğeri ise daha bir kaç ay oluyor işe başlayalı. Kıdemli olan işini iyi bilmesine karşılık her yeni gelenin içine nifak sokan yalanı bol bir şahsiyet. Yeni eleman da işini biliyor lakin kıdemlinin tam aksine olabildiğince ketum. Sorulan sorulara cevap vermenin dışında ağzından bir kelime dökülmüyor.

Yazlıklara giden ana cadde üzerinde güzel bir market bu. İçeri giren mutlaka alacak bir şeyler bulur. Her gün kapısına bir sürü satıcı gelir. Peynir, zeytininden ununa, şekerine, jiletinden tuvalet kağıdına bin bir çeşit bulunur dükkanda. O kadar çeşidi nasıl yer bulur da raflara yerleştirir oldum olası merak etmişimdir. Günlerden bir gün bir pazarlamacı gelir kapıya. Adamın pazarladığı gıda ürünleri arasında yarım kiloluk paketler halinde fıstıklı, cevizli, kakaolu ve sade helvalar oldukça göz alıcıdır. Arkadaşım kıdemli elemanına her bir çeşidinden onar adet almasını söyler. Diğer eleman kolileri açıp helvaları cinsine göre raflara yerleştirir.

Arkadaşım elemanlarının her ikisine da dostça yaklaşır. Gücü yettiğince yardımcı olur yeri geldiğinde. Çoğu zaman dükkanı daha genişletmek için planlar yaparlar. Kıdemli eleman bir ara eline renkli ambalaj kağıtlarıyla bir şey paketlemekle meşgul olur. Dükkana giren müşterilerle ilgilenen arkadaşım bu paketin neyin nesi olduğunu anlamaz. Müşteri varken sormayı da unutur.  Yeni elemanın erken geldiği için mesaisi bitmiş, evinin yolunu tutmuştur. Bir süre sonra aklına düşer paket. Kıdemliye sorar: "O güzel güzel paketlediğin neydi az önce?"

Kıdemli eleman kıdeminin verdiği rahatlıkla "Ha, o mu yeni elemana bugün gelen helvalardan birini koydum evine götürsün diye." Arkadaşım şaşkın vaziyette sorar "Kime sordun?" Ses yok. "Benim adıma karar vermeye yetkili mi kıldım seni?" Cevap yok. "Benden isteseniz ben hayır mı diyecektim?" Yine cevap yok. Arkadaşım iyice zıvanadan çıkar. "Gözümün önünde bunu yapıyorsun, nasıl güveneyim ben size?" Hala cevap yok.

O akşam kıdemli arkadaşına telefon eder. Olayı çarpıtır. "Patron sana fena kızdı, seni hırsız yaptı, helvayı götürdün diye." Yeni eleman şaşkın vaziyette sorar. Sen patrona söylemedin mi helvalardan birini alıp akşam misafirliğe giderken götüreceğimi? Hatta önünde paket yaparken patronun haberinin olduğundan o kadar emindim ki." Kıdemli yediği fırçaya karşılık ısrarla iki yüzlülüğünü sürdürür. "Valla söyledim ben ama yine çok kızdı sana. Söylemediği laf kalmadı." Yeni eleman keşke kendim söyleseydim diye içinden geçirir ama kıdemlinin söylediklerine de inanmak gafletine düşer. Demek patron yarım kiloluk helvayı benden kıskanıyor der aklınca. Telefonun ucundaki kıdemliye "Söyle o zaman ben yarın gelmiyorum, başka birini bulsun patron."

Kıdemli arkadaşımı arar gecenin bir yarısında muzaffer bir edayla. "Yarın yeni eleman gelmeyeceğini söyledi helva yüzünden. Arkadaşım sorar, "Avukatı mısın sen onun? O niye arayıp söylemedi?" Hemen gidip yetiştirmiş demek. Halbuki yeni elemana söylenen en ufak bir söz yok. Arkadaşım sabah olunca telefon etmiş yeni elemana. Hani atılan fırça kıdemliye, sana söylenen bir şey yok diyecek. Cevap yok. Kıdemli sabah gelmiş. Bir kişinin başını yemiş olmanın verdiği rahatlıkla...

Mutlu hafta sonları. Ha bu arada dünyalar iyisi bir Ayten Hanım katıldı aramıza.


19 Ocak 2017 Perşembe

YANSIMALAR

19/01/2017 Perşembe, Tire

Havanın değişip durduğu bu günlerde Deep durmadan değişen hava durumuna güzel bir yakıştırma yapmıştı. Aynı İzmir'in kızları gibi... Bugün de aynı. Sağanak yağış beklerken sabah inanılmaz bir bahar havası karşılıyor bizi. Öyle ki henüz temizlik bitmeden gelen misafirler terasta oturmayı tercih ediyor. Güneş bu mevsimde bile ısıtıyor.

Güzel havalar çiçek özüne uçan bal arıları gibi misafirleri Taş Ev'e çekiyor. Dün yine müzik listemi oluşturamamıştım. İlk yaptığım işlerden biri olmalı şimdi. Hemen bilgisayarımı açıyorum. Biri yabancı biri de yerli olmak üzere iki liste hazırlıyorum. Bu arada üyesi olduğum Spotify'dan Müzeyyen Senar ve Zeki Müren parçalarından oluşan uzun iki listeyi de repertuvarıma ekliyorum. İşlem tamam.

O güzelim hava fazla kalıcı olmuyor. Biz meteoroloji ile dalga geçerken hava birden kapanıyor, yağmur atıştırmaya başlıyor. Derken güneş bulutların arkasına gizlenince hava kararıyor ve tek tük atıştıran yağmur sağanağa dönüyor. Neyse ki fazla uzun sürmüyor bu durum ama güneş saklandığı yerden çıkmıyor bir daha.  Zeytin'e yemek vermek üzere kulübesine gidiyorum. Bir de ne göreyim, tasmasından kafasını sıyırıp sırra kadem basmış. Ekipten arkadaşlar dalga geçiyor, "Senin Zeytin kocaya kaçtı." diye. Döneceğinden emin olmak istiyorum, nereden bulacak böyle yağlı kapıyı.

Akşam rezervasyonlarından misafirlerimizden biri beklediğimizden erken geliyor. Yanında tanınmış bir üniversitenin dekanı var. Taş Ev'i görmek istemişler. Salona çıkıp oturuyor, program değişikliği nedeniyle akşam gelemeyeceklerini söylüyorlar. "Madem yemek yemeyeceksiniz size tatlı ikram edelim." diyorum. Birer porsiyon trileçe, dondurmalı kestane tatlısı ve karadutlu lor tatlısı alıyorlar. Hesap ödemeden memnun bir şekilde ayrılıyorlar. "Adnan Şef sen de hesabı almadın mı?" "Hayır" diyor "Kimse hesap sormadı bana." Belki unuttular belki de ikram kabul ettiler. Ne yapalım olur böyle şeyler.

Acilen aşağı inmem, eksik malzemeleri tamamlamam lazım. Kasap alışverişini de yapıyorum bu arada. Yolda eşim arıyor. O da dışarıda bir yerde güne gittikten sonra eve dönüp kendine has tatlılar mezeler hazırlıyor. Yolda telefon ediyor. Şu da lazım, bunu da al gelirken.

Akşam Müzeyyen dinletiyorum misafirlere. Arkasından çaldığım Türkçe müzik beni eskilere götürüyor. Misafirlerin yaş grubuna bakınca eminim onlar da hoşlanarak dinliyor olmalılar.

Salondan şehrin gece manzarası harika görünüyor. Dün geceki konularımızdan biri yanındaki arkadaşıyla tablo gibi bir fotoğraf çekip instagramda paylaşmış. Mekan gerçekten harika görünüyor. Onu izinsiz paylaşamıyorum. Camdan manzarayı çekiyorum. Gölgeler yansımalarla ilginç görüntüler dökülüyor. Acemi Demirci'nin objektifinden ne kadar güzel görünür acaba? 

İnsanların beğenileri, damak tatları çok farklı. Aynı yemeği ya da mezeyi yan yana iki masadan biri eleştirirken diğeri göklere çıkarıyor. Bu durumda misafir her zaman haklı diyoruz ama ne yapacağımızı şaşırıyoruz. Aynı durum eşimle benim aramda da var. Örneğin makarnayı ben Al Dente pilavı biraz geçkince severken eşim makarnayı geçkince pilavı tane tane sever. Her ikimiz de birbirimizin yediklerini eleştiririz.

Bugün yarınki tarihi görmeden günlüğümü yazmak şerefine nail oluyorum. Gecemi ara verdiğim blog dostlarımın bloglarını okumaya ayıracağım. Facebook'tan gördüğüm kadarıyla Evde Yazar hanımefendi de yazmış uzun bir aradan sonra. Yine sadık takipçilerimden Acemi Demirci'nin ve diğer dostların okuyacağım bir sürü yazısı olmalı.

AĞRI DAĞININ ETEĞİ

18/01/2017 Çarşamba, Tire

Meteorolojinin aksine güneşli bir gün. Ekibi alıp geldikten sonra herkes görevinin başına koyuldu. Küçük bilgisayarda yüklü müzik listelerinin tamamı silinmiş. Son haftalarda diğer bilgisayarımı yanımda taşımıyorum. Müzik olmazsa olmaz burada.

Hemen şehre inip bir şeyler yapmam lazım. Daha önce bazı müzik listelerinin bilgisayarımda yüklü olduğunu biliyorum ama onları ayıklamam gerek. Alelacele hazır bir liste buluyorum. Bu geceyi atlatırsam yarına daha iyisini düşünürüm.

Eve girer girmez eşimin istediği malzemeleri bırakıyorum. O kadar insan varken bazı spesiyal çeşitleri kimseye bırakmıyor, yoruyor kendini.

Yaylaya dönüyorum. Ekip güneşi arkasına almış ceviz kırıyorlar. Ne var ki ilerleyen saatlerde hava birden soğuyor. Adnan Şef şömine sobayı yakarken Aşkın Şefle birlikte yukarı yayladan bir araba odun getiriyoruz.  

Yanımda getirdiğim bilgisayardan müzik yayınına başlıyoruz. Yabancı müzik yerli müzik birbirine karışıyor. Arada sevmediğim müzikler de olsa yapacak bir şey yok. Tam otuz dokuz saat kesintisiz çalabileceğini düşünüp en azından bu geceyi kurtardım diyorum. Mutfakta Aşkın Şef ile konuşurken panik halinde Aydın Şef geliyor yanıma. "Müzik, müzik" diyor. Diğer müziklerin arasında garip bir müzik parçası başlamış çalmaya. "Ağrı dağının eteğinde..." Karizmayı çizdik şimdi işte. Koşup durduruyorum. Birkaç dakika sonra yeniden başlıyor müzik yayını. Yukarıdakiler anlamıyorlar bu durumu. Gece misafirleri geç saatlere kadar oturuyorlar.

18 Ocak 2017 Çarşamba

TUVALET ADABI

17/01/2017 Salı, İzmir

Bugün yaşadığım olağan dışı durum sebebiyle pazar alışverişini Aşkın Şef yapıyor. Son zamanlarda hayatı daha fazla sorgular oldum. Çok okumak, çok yazmak istiyorum. Nedenini bilemediğim bir güç alıkoyuyor beni. Bilgisayarımı yanıma alsaydım yazardım belki de. Sanki onu açmaya fırsatım olmayacakmış gibi geldi. Oysa o kadar çok zamanım varmış ki.

Saçma sapan, bölük pörçük şeyler takılıyor kafama. Mesela üniversiteye ilk başladığım yıllar... Henüz hazırlık sınıfındayım. Yurda güç bela atmışım kapağı. Ne kadar konforlu gelmişti gözüme, çeşmelerden hem sıcak hem de soğuk suyun akması. Çamaşır odalarında çamaşır makinesi, Hoover miydi neydi markası. Bir gözünde bir o yana bir bu yana dans ederek yıkanan çamaşırlar daha sonra yanındaki silindirik hazneye alınır yüksek hızla döndürülerek kurutulurdu. Oyun gibi gelirdi bana bu işler o zaman. Her perşembe akşamı çamaşır günümdü. Bilmezdim o zamanlar renklilerle beyazların birbirinden ayrı yıkanacağını. Bütün beyaz iç çamaşırlarım lacivert eşofmanımdan bir ton daha hafif mavi renge bürünmüştü.

Ütüyü danışmaya kimlik bırakarak alırdık. Ütü masasında gömlekleri pantolonları ütülerdim. Çamaşır yıkamak gibi zevk vermezdi bu iş. Bir an önce bitsin isterdim. Yurdun tuvalet ve banyoları güzeldi. Bütün tuvaletler alafrangaydı. Akşamları eğitim veren abilerimiz bizi her konuda bilgi sahibi yaparlardı. Siyasi konularda hele siyaset felsefesinde beyin damarlarım henüz açılmamıştı. Yarı korkarak yarı ürkerek abileri dinler görünürdüm. Emekçiler, sömürü, kapitalizm konularında yine de bir şeyler kapmaya başlamıştım ama önerdikleri Marx, Engels gibi Rus yazarların  kitaplarını ne kadar okumaya çalışsam da anlayamazdım. Tam bir şeyler anlamaya başlamıştım ki 12 Eylül darbesi oldu. Aldığım bütün kitaplar sobalarda yakıldı yine korkudan.

En komiği de tuvaletlerin kullanılmasına yönelik eğitim çalışmalarıydı. "Arkadaşlar, gavurun bu icadı son derece sağlıklıdır. Oturduğunuz zaman bağırsaklarınız alaturka tuvalette olduğu gibi büzüşmez. Hacetinizi zorlanmadan çok daha sağlıklı ve konforlu bir şekilde görürsünüz." Yurdun muhtelif yerlerinden gelen gençler hayatında ilk kez gördüğü bu gavur icadı tuvaletlere alışmakta çok zorlanıyorlardı. Pek çoğu klozetin üzerine tavuk gibi tüner her tarafı berbat ederdi. Kimisi alt kapağını açar kimisi açmazdı. Abiler kırsaldan gelen bu gençleri hor görmezler alafranga tuvaletin nasıl kullanılması gerektiğini temsili olarak gösterirlerdi. Zaman içinde tuvalete tüneyenlerin sayısı hızla azaldı ve yurttan ayrılırken artık herkes usulünce kullanmayı öğrenmişti.

Şimdi umumi ve kurumlara ait tuvaletlerin tamamı alaturka. Pek çoğu pislikten geçilmiyor. Alafranga tuvaletin kullanılmasını günah olarak görüyorlar. Zaman ülkemizde geriye doğru işliyor.      

YAĞMUR

16/01/2017 Pazartesi, Tire

Yağmurun ardı arkası kesilmiyor. Ekibi yukarı bıraktıktan sonra eşimin MR neticesini almak üzere yeniden indim şehre. Bu arada ekibe ayrı ayrı sordum ve bütün ihtiyaçları bir kağıda yazdım.

Eşimi evden alıp hastaneye gittim. Ankara'daki doktorumuz ayağı için oldukça zor bir ameliyat önermişti. Adeta bir heykeltıraş gibi topuk kemiğini kesip ayağın bilmem kemiğinin yanına yapıştıracakmış (!)

Daha doktoru dinlerken tansiyonum düşmeye başlamıştı. Başarı oranının ne olduğunu sorduğumda ise yüzde seksen olduğunu söylemişti. Yani yüzde yirmi sakat kalacak öyle mi? Bu nedenle hiç taraftar olmadım bu ameliyat işine. Bu sefer ayağıyla ilgili ameliyattan bahsetmediler hiç. Ayakta kalmamasını söyleyip bir sürü ağrı kesici, kas gevşetici ilaç yazdılar. Eşim bütün bunların pansuman tedavi olduğunu söylüyor.

Eşimi eve bıraktıktan sonra günlerdir arabamda taşıdığım motorlu testereyi gösterdim aldığım yere. Şu yağmur bir dursa yakacak odun hazırlığı yapacağım. Yetkiliye motorun çalışmadığını söylüyorum. Meğer 2T yağı benzinle karıştırmak içinmiş. Oysa bana bıçkı yağı olarak verildiğini hatırlıyorum. Artık bu tür konularda çok ısrarcı olmamayı öğrendim. Zihnim fazlasıyla dağınık. Esas önemlisi elimdeki diğer bıçkı yağını benzine karıştırıp kullanmış olmammış. İşte bu hareketim çok vahim sonuçlar doğurabilirmiş motor için. Hemen benzin deposu tamamen boşaltıyorlar. Yeniden benzin ve uygun motor yağı karışımı ile depo dolduruluyor. Bir iki denemeden sonra alet homurdanarak çalışmaya başlıyor.

Yaylaya döndüğümde yağmur hala hız kesmeden devam ediyor. Ekip içeride ceviz kırıyor. Gündüz saatlerinde pek gelen giden yok, hele bir de hava yağmurlu ise. Böyle günler bizim ceviz kırma günümüz oluyor. Hem sohbet ediyoruz hem de hoşça vakit geçiriyoruz. Yemeklerde, mezelerde veya krokan olarak ya da kurabiye çeşitlerinde bolca ceviz kullanıyoruz. Yine de o kadar çok ki. İç ceviz olarak satmamız iyi olacak bir kısmını.

Kasvetli bir hava. Artık bir an önce yazın gelmesini istiyor, avluya yayılıp taş fırınımızı yakmayı hayal ediyorum.

Çoktandır yukarı bilgisayar taşımıyorum. Bazen o kadar çok istememe rağmen blog yazmaya ve okumaya fırsatım olmuyor. Günlük gecikince tadı kaçıyor. Aynı gün yazabilirsem yaşadıklarımı daha canlı aktarma imkanım oluyor.  Akşam rezervasyonlu misafirlerimizi beklerken bir haber geliyor. Haber endişelendiriyor beni. İlk kez Taş Ev'i bırakmak durumundayım. Şeflere durumu anlatıyorum. Kısa süre içinde ayrılıyorum. Acilen İzmir'e gitmem gerekiyor. Aşağı inerken arabanın ikaz ışıklarından biri yanıyor. Bu tür sıkıntılar en olmadık zamanda çıkar zaten. 

Neyse ki İzmir'de beklediğim kadar sıkıntılı değil durum. Gecenin geç saatlerinde Adnan Şef arayıp durumu rapor ediyor.  


17 Ocak 2017 Salı

CEP DIARY

15/01/2017 Pazar, Tire

Yağmurlu günlerden biri daha. Kışa girerken geciken yağış biraz korkutmuştu ama son bir aydır yağan kar ve yağmur toprağa yaradı. Yaz ayları gibi olmasa da hafta sonları hava şartlarına bakmaksızın kahvaltı için gelen misafirlerimiz oluyor yine.

Havanın kasvetli hali gün boyunca devam etti. Yağış kah arttı kah kesildi. Gelen giden çok oldu. Neyse ki öyle geç vakitlere kadar kalmadık. Eve vardığımızda iki günün yorgunluğuna dayanamayan vücudum uykuya yenik düştüm. Bu satırlar büyük bir mücadelenin sonunda döküldi kalemimden. Cep telefonumdan günlük yazmanın zorluğunu yaşıyorum.