KATEGORİLER

18 Kasım 2019 Pazartesi

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 6


Çocukluğumdan alıp üniversiteye getirdim beni. Artık çocuk sayılmayacağı için aramızdaki yaş farkına binaen "evlat" diyorum ona. Bu hitap şekli sıcak geliyor bana. Tıpkı bir babanın oğluna seslenişi gibi. Bizim acemi çaylak iyice alıştı artık yeni yaşantısına. Fakat zor günler yolunu gözlüyor. Mektubumuzun yeni bölümüyle devam ederken yine çok sevdiğim bir parça eşlik etsin size. Amy Winehouse'dan Rehab. 

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 6 ***

Başka üniversiteleri kazanan arkadaşların üçüncü sınıfa başlarken senin bölümüne daha yeni kayıt yaptırman senin suçun değil evlat. Bir yılın öğrencilerin ders boykotları ile heba olurken ikinci yılını da hazırlık okuluna vereceksin. Her zaman olduğu gibi evden ayrılırken anneannen seni yaşlı gözlerle uğurlayacak, onun "belki bu seni son görüşüm olacak" demesi içine işleyecek fakat yüz yaşına kadar o bizleri bırakmayacak. Freshman dedikleri birinci sınıfa başladığında ülkenin durumu hayli karışık ama sen fazla umursamayacaksın bu durumları. Tek hedefin okulu bitirip ailene yük olmaktan kurtulman ve daha iyi bir hayat sürmen. Hazırlık okulunu bitirdikten sonra dersler ağırlaşacak. Gece gündüz demeden derslerini çalışacaksın bu yüzden. Senin onca çalışman karşılığında elde ettiğin başarılar bazıları için çocuk oyuncağı. Farklı sosyal statülerden gelen öğrenciler olacak etrafında. Robert Kolejliler, Ankara Fen Liseliler, TED Kolejlilerin yanı sıra memleketin en ücra köşelerinden aranıza katılan arkadaşların var. Sen Thomas'ın Calculus'u üzerinde kafa patlatırken Robert'liler onu lisedeyken çoktan yutmuş olacaklar. 

Yurdunu değiştireceksin, her odada dört kişinin kaldığı üçüncü yurda geçeceksin. Yeni oda arkadaşların olacak. Yine bir Antepli çıkacak karşına, kocaman teybiyle. Gece gündüz dinlerken Ercan Turgut'un, Ferdi Tayfur'un şarkılarını, her nasılsa rahatsız etmeyecek seni. Başka bir müzik kültürün olmayacak o zamanlar. Devletin radyo ve tv kanalında dinleyip izleyebileceğin yurttan sesler korosu dışında değişik gelecek bu Arap ezgileri. Düzinelerce kaseti birbiri ardına yerleştirecek teybe Antep'li. Bu ortamda ders çalışmak mümkün olamayacağı için inekhane dedikleri çalışma salonlarından çıkmayacaksın. Günler böyle geçerken bir muziplik gelecek aklınıza. Oda arkadaşlarından fizik bölümünde master'a başlayan Bursalı Orhan'ı işleterek biraz eğlenmek isteyecek canınız. Onun hakkında yeterince bilgi sahibisin. Ailesini, kardeşlerini, nerede oturduklarını hangi siyasi görüşe sahip olduklarını sadece sana anlatmış daha önce. Hemen iş bölümü yapacaksınız Orhan'ın olmadığı bir zaman. Sen bir metni hazırlayacaksın, Polatlılı Mustafa değme spikerlere taş çıkaran sesiyle haberi okuyacak, Antepli de onu kasede kaydedip gerekli düzenlemeleri yapacak. Orhan akşama doğru odanıza geldiğinde hemen masanın başına geçip çalışmaya başlarken Antepli teybin düğmesine basacak.

Hain planınız kusursuz işleyecek. Beş dakika kadar hafif müzik çaldıktan sonra Mustafa haberleri okumaya başlayacak. "Sayın dinleyiciler, şimdi haberleri veriyoruz. "Selamet Partisi lideri Necmettin Erbakan, kadayıfın üstü kızardı, artık kadayıfın altının kızarmasını bekliyoruz" dedi. Kadayıfın altı kızarmadan hükümetten desteğimizi çekersek ülkeye en büyük fenalığı yapmış oluruz diyen Erbakan, beklemekte yarar bulunduğunu sözlerine ekledi. Bursa'nın Çınar mahallesinde sağ görüşlü vatandaşların bulunduğu bir kahvehaneye silahlı saldırı düzenlendi. Olayda Mehmet Gürtaş hayatını kaybederken, üç kişi yaralandı. Yaralılardan Mustafa Paker'in durumunun ağır olduğu bildirildi. Polisin sıkı takibi sonucunda olaya karışan Selçuk Nalbant, Selami Uğur ve Naci Selen yakalanarak göz altına alındı. Seka Kağıt Fabrikasında işçiler greve başladı. Sendika sözcüsü, ücretler makul düzeye getirilinceye değin işçilerin işbaşı yapmayacağını ifade etti. Sayın dinleyiciler, yayınımız türküler ve oyun havalarıyla devam edecek."

Orhan başını kitabına gömmüş, ilgisiz görünürken, elindeki kitabı fırlatıp ayaklanacak birden. "Kardeşim, kardeşimin adını söyledi, duymadınız mı Selçuk Nalbant dedi" diyerek panikleyecek. O panikleye dursun Antepli teybi kapatacak. "Aç, açsana oğlum şu radyoyu, kardeşimi göz altına almış polis diyor." Merak etme bir yanlışlık olmuştur, ya da isim benzerliği falan deyip sakinleştirmeye çalışacaksınız arkadaşınızı. O arada saate bakacak. Saat başı olmaması dikkatini çekecek ama sizin ne iler çevirdiğinize dair en ufak bir kuşku duymayacak. "Benim hemen Bursa'ya gitmem lazım" derken bir yandan valizini toplamaya başlayacak. Onun işi bu kadar ciddiye alması korkutmaya başlayacak hepinizi. Ama kimse bunun bir şaka olduğunu söyleyebilecek cesareti bulamayacak kendinde. İş sana düşecek. "Dur, sakin ol bi, önce telefon edip durumu öğren, gerekirse gidersin sonra" diyeceksin. Her geçen dakikanın durumu içinden çıkılmaz hale getirdiğini görecek, arkadaşınızın tepkisinden korkmaya başlayacaksınız. Jet hızıyla zemin katına inip danışmadaki görevliye telefon yazdıracak. Sen de peşinden koşturacaksın. "Dur dur, diyeceksin ve hepsi bir şakadan ibaret." Bir yumruk yiyeceksin göğsüne okkalı, yaptığınız bu eşek şakasının karşılığı olarak. Sarılacaksın ağlayan koca adama, "Kusura bakma, bu kadar tepki vereceğini düşünemedik." Böylelikle bir daha eşek şakası yapmamayı öğreneceksin evlat, bir daha seninle konuşmayacak olan Orhan'ı, iyi bir arkadaşını, kaybedeceksin.

Yıllar çabuk geçecek. Ekonomik kriz ülkeyi yaşanılmaz kılacak. Her şey karaborsaya düşecek, margarin, şeker, hatta ampul bile. Suikastler, grevler, bombalar, silahlı baskınlar birbirini kovalayacak. O günlerde Hacettepe Üniversitesinde okuyan Hikmet ile ara sıra buluşup efkar dağıtacaksın. İlk rakını içecek, çiğ köftenin tadına ilk kez o zaman bakacaksın. İlk kez sarhoş olacaksın, Ankara sokaklarında şarkılar söylerken sallana sallana son servis otobüsüne yetişmeye çalışacaksın. Hikmet, bir hafta sonu yeni açılan Beytepe yurtlarına davet edecek seni. Yurdun girişinde onun bir arkadaşının kimliğini göstererek odalarına çıkacaksın. Niyetiniz, kuracağınız çilingir sofrasından sonra geceyi orada geçirmek. Arkadaşlarla eğlencenin dibini vurmuşken radyoda dinlediğiniz bir haber neşenizi kaçıracak. Kahraman Maraş'ta yüzden fazla insanın öldürülmesi, yüzlerce ev ve iş yerinin yakılması ile sonuçlanan olayların başladığını öğreneceksiniz. Kulaklarınızı transistörlü radyolardan ayırmayacak, Maraş'tan gelecek son haberlere odaklanacaksınız. Diğer taraftan böyle büyük olaylarda yurtlarda kesin arama yapılır diyecek arkadaşların. Gecenin bir yarısında yurttan ayrılsan da şehre gitmen mümkün değil. Beytepe dediğin henüz ağacın bile olmadığı dağ başı. Korku içinde sabahı sabah edeceksin. Gece jandarma bassa yurdu ne diyeceksin? Arkadaşlara iki tek atmak için ziyarete geldim mi diyeceksin. Neyse ki şansın yine seninle beraber, baskın falan olmadan sabahın ilk ışıklarını karşılayacaksın. İlk servis ile terk edeceksin Beytepe'yi.

Bir üst sınıfa geçeceksin zayiat vermeden. İlk meslek derslerini almaya başlayacaksın. Sınıfında kimler var böylelikle çıkacak ortaya. Çünkü o ana kadar ortak mühendislik derslerini almışsın. Bölümünde gördüğün on kadar kız öğrenci kafanı karştıracak, şaşıracaksın. Kızların da inşaat mühendisi olabileceğine ilk kez şahit olacaksın. Sadece kızlar değil bölümünde ve yurtlarda bir sürü milletten öğrenci göreceksin. Pakistanlı, Ürdünlü, İranlı, Filistinli arkadaşların olacak. Nijeryalıları komik bulacaksın. Anlamakta zorlandığın şiveleri bir tarafa özel günlerinde giydikleri rengarenk milli kıyafetleri ilgini çekecek. Bir de kendine has ağır kokularını ve diş fırçalama tarzlarını unutamayacaksın. Siyahi arkadaşların dişlerini fırçalamaya başladığında elindeki fırçayı sabit tutarken kafalarını sağa sola sallamalarına çok güleceksin.

Sınıfta yarıdan fazla öğrencinin döküldüğü statik dersinden sen de çakacaksın ve bu okulunu bir dönem uzatmana sebep olacak. Üzüleceksin, hem de çok, ama elden ne gelir. Öğrencilik hayatında ilk kez yaşadığın bir kayıp bu. İlk kez sınıf farkını idrak edeceksin, hem de buna karşı mücadele veren bir okulda. Kolej bebeleri seni almayacaklar aralarına. Uzaydan gelmiş gibi, bulaşıcı hastalık mikrobu taşıyorcasına uzak duracaklar senden ve senin gibi olanlardan. Belki de sana öyle gelecek, bu yüzden yaklaşmayacaksın yanlarına. Ama içlerinden birisi var ki o başka. Sadece o sana diğerlerinden farklı davranmıyor.

Hatırlayacak olursan evlat, bir de lise arkadaşın Ayfer vardı aynı bölümü kazanan. Çok sık olmasa da onunla birlikte bir kaç yere gideceksin, bazen yalnız, bazen diğer arkadaşlarınla birlikte. Bir gün hadi gidelim diyecek, kafaları çekmeye. Nereye gideceğine dair hiçbir fikrin yok. Kızılay'da bir yer biliyorum diyecek, Şeytanın Mağarası. Kararlaştırdığınız gibi buluşup mağaraya gidecek, sayısız bira içeceksiniz birbiri ardına. Onca saat neler konuşacaksınız tam hatırlayamadım ama oradan çıktıktan sonraki halinize hala gülerim. İki kafadar birbirinize dayana dayana düşerken yola, Ayfer ağzı yamulmuş diyecek ki sana "Bak, sakın bana aşık falan olayım deme." Sen de aynı vaziyette dönüp ona "Yok başka işim sana aşık olayım." Kahkahalar atarak onu evine yolcu ederken sen yurduna döneceksin.

(Devam edecek)

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 1 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 2 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 3 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 4 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 5 ***

16 Kasım 2019 Cumartesi

TATLI ACI

Yabancı bir dilden çeviri yaparken bazı sözcük ya da sözcük gruplarının Türkçe karşılıklarını bulmakta zorlanırım. Geçenlerde yaptığım "Notalarla Yolculuk" miminde bu konuya biraz değinmiştim. Daha sonra sevgili Deep yorumunda "Douce Souffrance" nin karşılığı olarak daha önce aklımdan geçirdiğim ama garipsediğimden dolayı tercih etmediğim "tatlı acı" sözcüklerini kullanmış. Bu birbirinin zıddı iki sözcükle anlatılmak istenen aşkın ta kendisi. Fakat "tatlı acı" denilince ilk anda algılanan onun yenilecek bir şey olduğu. Dolayısıyla gerçek karşılığını bulmuyor. Diğer taraftan yine Deep tarafından şirinlik olsun diye kullanılan "tatliş acı" TDK'da karşılığı bulunmasa da yiyecekten ziyade insanın hoşuna giden acıları hatırlattığı için hedefe daha yakın duruyor.

Tehlikeli sulara girmek istemiyorum ama okuduklarım beni destekler mahiyette aşk konusunda. Aşık, kendisini her şeyden yoksun, tamamen bir hiç olarak kabul ederken, kendisinde olmayanları yani her şeyi sevdiğinde görüyor.

Örneğin yazılarını zevkle takip ettiğim Sevdiğim Günlük 'ün sayfasındaki Ümit Yaşar Oğuzcan'ın Ayten'e olan aşkını anlattığı ünlü şiirinde, bu patolojik duygu muhteşem bir dille mısralara dökülmüş.

Konumuza dönecek olursak, acısını çekerken aşkın, tadından büyük mutluluk duyacak, onu hakkını vererek anlatabilecek uygun bir tabir arıyorum. Acı yemekten hoşlananlar bilir. Zehir gibi acı biberleri kütür kütür yer bazıları, ağızları, boğazları yanar, dilleri şişer de ondan vazgeçemezler yine. Fiziksel bir acıdır o duyulan. Ne var ki, acı çekmek acı yemekten çok daha zordur.

Sonuç olarak en çok sevdiğim şarkının adı olan "Oh ma douce souffrance"ın içime sinecek, bende aynı duyguları uyandıracak bir karşılığı hâlâ yok ne yazık ki...

15 Kasım 2019 Cuma

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 12


Ağaç Ev Sohbetleri başlayalı beri her toplantıya katıldım. Bazı konular işte tam bana göre dediğim cinsten olurken bazı konularda ise tek cümle yazamayacakmışım gibi geldi bana. Ama  her seferinde yazmaya başladığımda, takıldım sözcüklerimin peşine, onlar alıp beni bir yerlere götürdü. Özellikle konu sıkıntısı çektiğim dönemlerde epey işe yaradı bu sohbetler. Hatta konulara ev sahipliği yapan bazı arkadaşlar konukseverlik gösterip pasta bile ikram ettiler. Taha Akkurt ve Edischar tarafından başlatılan ve onların mazereti dolayısıyla Deeptone ile İrem Can tarafından yürütülen Ağaç Ev Sohbetleri 12. haftaya girerken bu kez Sessiz Gemi'nin misafiriyiz. Arkadaşımızın seçtiği konu itiraf etmeliyim ki benim için en zorlarından biri olacak. Konumuz şöyle; 

"İnsanların ruhlarının rengi ve bir formu olduğunu düşünüyor musunuz? Örneğin, gün ışığı gibi veya pembe kiraz çiçeği gibi. Öyleyse sizin ruhunuz nasıl forma, renge sahip olurdu?"

Önce ruhun ne ve nasıl bir şey olduğunda anlaşalım belki daha sonra rengine karar verebiliriz. Ruhun bedene can veren bir şey olduğu kabul edilir. Ama o şeyin nasıl bir şey olduğunu ne gören var, ne de tanıyan. Var olduğunu da herkes bilir üstelik. Hani yok desen, ruhsuz diye yapıştırırlar cevabı, altında kalırsın. Sadece insanda mı olur ruh? Hayvanlar, bitkiler ruhsuz mudur? Madem bedene can veriyor, canlıların hepsinde olmalı.

İnanç açısından bakılırsa ruh Cebrail'in ta kendisi. Cebrail'i gören var mı? İnsan tanımak istiyor, erkek mi, dişi mi, sarışın mı esmer mi? Tanrı'ya göre ruh, insan aklının yetmeyeceği bir şey. Boşuna karıştırmayın o konuları, ruh, sizin bilinmeziniz olarak kalacak diyor kutsal kitap. Hepsi bu. Daha sonra insanlar bir sürü görev ve sorumluluk yüklemişler ruhlara. Ruhum daraldı demişiz içimize ufunet basınca. İçimizde bir şey olmalı ama neremizde? Eğer ruhuma bedenimde yer seçme imkânım olsaydı onu beynimin en ücra bir köşesine oturturdum. Madem o çıkartıyor böyle tuhaf şeyleri, bakmasını da bilmeli.

İyi beslemeli meselâ, bol oksijenli bir ormana, ya da yosun kokulu bir deniz kenarına götürmeli. Ruh deyip geçmeyin, onun da ihtiyacı var gezip tozmaya, ruhdaşlarıyla bir masada kadeh tokuşturmaya.

Bazen, kafanıza bir şey takıldığında dinlendirmeniz lâzım ruhunuzu, sevdiğinizin kucağında. Hep dünya işleri ile uğraşıp bunalıma sokmamalısınız onu. En çok hoşlandığı şeylerle beslemelisiniz. Müzik meselâ. Sakin bir deniz kenarında, ay ışığı altında, sevdiğiniz yanında, parmaklarınız dolaşırken gitarın tellerinde, hafiften esen bir meltem eşliğinde, okşamalısınız onu.

Suyuna gitmez, ihmal ederseniz ruhunuzu, ne çoraplar örer başınıza bilseniz. Hatta çıkar beyninizden, çeker gider, terk eder sizi. Değme doktorlar çare bulamaz derdinize, aklınızı yitirirsiniz. Böyle bir şeydir işte benim de ruhum. İyi kötü geçiniriz, bazen neşeli, bazen melankolik bazen de hüzün verir bana. Vefalıdır da aynı zamanda. Onu aç bıraktığım, ilgisiz kaldığım, dünya işlerine dalıp umursamadığım günlerde sabırla beklemesini bilmiş, terk etmemiştir beynimi.

Benim ruhum ebruli. Bazen kararır katran rengine, dünyaya geldiğime pişman eder, bazen süt gibi beyazlaşır güzellikler limanında. Bazen mavileşir uçar gökyüzüne, ayaklarım yerden kesilir, bazen sararır, karışır hazan yapraklarına. Gün gelir kızarır utancından göstermez yüzünü, ama her zaman yeşillenir bahar gelişlerinde. Evet, evet tam da böyle. Benim ruh rengim ebruli.

Hiçbir şekle sokamam ki ben ruhumu. Sanırım gaz halinde. Yoksa sıvı mı desem, bulunduğu kabın şeklini alan. Yok, yok her kaba giremez ruhum benim. Benim ruhum  bir su buharı gibi gökleri deler, gök gürültüleri, şimşeklere aldırmadan yere süzülüp, besler ırmakları, denizleri...

14 Kasım 2019 Perşembe

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 5


Yeni Bir Hayat serisi devam ederken okurlardan aldığım yorumlarda özellikle sağ sol çatışmalarıyla ülkenin sürüklendiği kaos ortamının fazla bilinmediği, bu dönem hakkında yeterince kitap yazılmadığını fark ettim. ABD'nin ülkemizin geleceği olacak bir nesli birbirine düşürmek suretiyle tezgâhladığı 1980 darbesinden bu yana yaklaşık 40 yıldır gençlik cebren siyasetin dışında bırakıldı. Aklımda yer eden ve bizzat yaşadığım olaylar dışında yurdun değişik yerlerinden kahvelerin kaleşnikof tüfeklerle taranması, bombalı saldırılar, gazetecilere, yazarlara, siyasetçilere ve öğretim üyelerine düzenlenen suikast haberlerine alışmıştık. Evet, şanslıydım. Onca hengâmenin içinde bulunmama rağmen sağ duyu ile hareket etmek suretiyle ve elbette şansım sayesinde emniyet müdürlüklerinde işkence görmedim, göz altına alınmadım, neredeyse bütün öğrencilerin en az bir kez ifade vermek üzere götürüldüğü kampus içinde, bir tepenin üzerinde yer alan jandarma karakoluna dahi ziyaretim olmadı. Şimdi mektubuma dönelim, genç delikanlıya bakalım daha ne hiķâyeler anlatacağım.

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 5 ***

Ya evlât işte böyle. Biliyorum, zor günler yaşıyorsun ama evden ayrıldığına hiç pişman değilsin. Bahara doğru, yurdunuzun zemin kattaki odasında arkadaşlarınla beraber ders çalışırken pencerenizin önünde bir takım sesler gelecek kulağınıza. Afyon'lu arkadaşınla pencerenin dibinde, otlar arasında bir şeylerin kıpraştığını göreceksiniz. Hava karardığı için zorlukla seçeceksiniz aşk yapan bir çift kirpiyi. Afyon'lu tecrübeli bu konuda. Koş, leğeni getir derken anlamayacaksın ne yapmak istediğini. Diğer oda arkadaşlarınla hep birlikte pencereye üşüşeceksiniz. Birden pencereden atladığı gibi yakalayıp leğene koyduğu her biri birer kedi büyüklüğünde olan bir çift kirpiyi size uzatacak Afyon'lu. Ne olacak bunlar demeye kalmadan, "Yarına ziyafet var" diyecekler. Ya bu kirpiyi, nasıl kesecek, neresini yiyeceksin? diye soracaksın. "Göreceksin bak, kirpi çok lezzetli bir hayvandır" diyecekler. Her şeyin bir usulü varmış. Kirpinin kesilmesinin de. Kafasının kesileceğini anladığında başını içine çekip dikenli bir toptan farksız olacak hayvan. Afyonlu önce birini, sonra diğerini su dolu leğenin içine daldırınca zavallı hayvanlar nefes almak için can havliyle başlarını çıkaracaklar ve o anda canice kesecek kafalarını. Kanını akıttıktan sonra bir güzel yüzecek onları. Artık birer piliç büyüklüğündeler. Kocaman bir naylon torbaya koyup yurt kantinin soğutucu dolabına koyacaksınız. 

Ertesi gün güneşli bir gökyüzü karşılayacak sizi. Tam bir piknik havası yani. Hafif serinden bir hava. Bana kimse kirpi yediremez diye inatlaşacaksın İstanbullu arkadaşınla. O diyecek yediririm, sen diyeceksin yediremezsin. Uzunca bir çubuğa geçirdikleri kirpileri yaktıkları ateş üzerinde çevirmeye başlayacaklar, İş Bankasının yanındaki ağaçlıklı yeşil alanda. Bir duman tütecek ateşin üzerinden, neredeyse itfaiye gelecek yangın var diye. Ne yağlı hayvanlarmış mübarek. İstanbullu bir parça koparıp gelecek üzerine. Sen kaçacaksın, o kovalayacak. Sonunda yere yatırıp sokacak boğazına. Yer misin, yemez misin? İşte böyle matrak anlarınız da olacak evlat. Ama sakın ola ağzından kaçırıp ben kirpi nasıl kesilir, nasıl yüzülür biliyorum diye boş boğazlık etme. Hani nereden biliyorsun derler de sen de elindeki mektuptan öğrendim der, ağzından kaçırırsın. Bak yine hatırlatayım sana. Eğer bu mektubumu ifşa eder başka birine söylersen, sihir kaybolacak ve sen burada okuduklarını asla yaşamayacaksın. Mektubumu senin dışında okuyanlar inanmayacaklar sana, Ne de güzel masal anlatıyorsun bize diyecekler.

Yine günlerden bir gün okuldan çıkıp kafeteryaya doğru giderken üçlü anfinin önünün kalabalıklaştığını göreceksin. ÖTK temsilcileri önünü kesecek. "Nereye gidiyorsun hocam, miting var." diyecekler. Böylelikle öğreneceksin mitingin Tariş olaylarını protesto etmek amacıyla yapıldığını. Baban ve erkek kardeşinin çalıştığı fabrikada olaylar olmuş, bir sürü insanın işine son verilmiş. Onlardan biri de kardeşin. Kalabalık büyüyünce jandarma da gelmiş sinsi sinsi yaklaşıyor olacak. Bir öğrenci lideri heyecanla konuşmaya, Tariş'te yapılan kıyımı anlatmaya başlayacak. Konuşması bitmeden jandarmanın bir hilâl şeklinde bütün kalabalığı kuşattığını fark edeceksin. Konuşmacının yanında bir genç belinden silahını çıkarıp ardı arkasına havaya ateş etmeye başlayacak. Beş altı kez silah sesinden sonra kalabalık panik halinde alttaki çevre yoluna, oradan bayır aşağı ormanlık bölgeye kaçışırken jandarma peşlerinden kovalayacak. Yakaladıklarını karakola götürmek üzere cemse dedikleri askeri taşıma araçlarına bindirecekler. Bu arada sen ne mi yapacaksın evlat? Şanslısın dedim ya. Üçlü anfinin önünde kızlarla muhabbet eden iki askeri öğrencinin yanına yamanacaksın. Onları tanımadığın halde bozuntuya vermeyecekler. Jandarma da seni onların arkadaşı sanıp önünden geçecek, askerlerden bir kısmı kaçanları yakalamaya çalışırken, diğer bir kısmı üçlü anfide kapana giren diğer öğrencileri toplayacaklar.

Evlât, biliyorum kafanı meşgul eden bir şeyler var senin. Dedeni düşünüyorsun. Seni iyi bir müslüman olarak yetiştirmişti. Kuran'ı okumayı teşvik etmiş, hatimler indirmiştin ona sevgini göstermek için. Henüz on yaşında camilerde müezzinlik yaparken ne de çok gururlanmıştı hatırlarsın. Ta yukarılardan onun hâlâ seni izlediğini sanıyorsun değil mi? Ama burada sana anlatılan başka başka şeyler. Üstelik söylenenler boş da değil. Kafandaki bu karışıklığı çözmen için bir şeyler yapman lâzım. Her fırsatını bulduğunda koşacaksın. Spor yapmak değil amacın. Koşarken düşünecek, düşüncelere kapılınca koşacaksın ayakların seni taşımaz hale gelinceye dek. Önce hâlâ silemedikleri, basamaklarında  "Devrim" yazan stadyumun çevresini turlayacaksın. Bir, beş, on kez değil sütçü beygiri gibi en az elli kez tur atacaksın. "Allahım bana doğru yolu göster diye"

Daha sonra başka bir güzergâh keşfedeceksin. "Hayat Yolu Parkuru"  denilen, yurtların üzerinden başlayıp vişne bahçelerinin içinden terk edilmiş bir köye ulaşan toprak bir koşu yolu bu. Ramazan ayına girmiş olacaksınız yaza doğru. Üç ayrı gazetenin ekinde verilen Kuran'ın Türkçe meallerini büyük bir dikkatle okuyup notlar alacaksın. Bu senin ders kitapları ve Kuran'ın arapçası dışında okuyacağın ilk uzun metin olacak. Okudukça kafan daha çok karışacak. Delirmek üzere olduğun anlar yaşayacaksın. Hayat yolu parkuru seni biraz olsun rahatlatacak. Koşacaksın, düşünürken. Ne olduğunu, kim olduğunu, tanrının ağzından çıkmaması gereken sözlerin kutsal kitabımıza nasıl girdiğini düşüneceksin uzun uzun. En az yarım saat koştuktan sonra, terk edilmiş köye varacaksın. Hüngür hüngür ağlayacak, tanrıya yakaracaksın, bir yol göstermesi için. Ondan cevap alamayınca, biraz kırgın, biraz küskün döneceksin yurduna. Günlerce bu devam edecek böyle evlât, günlerce. Ve sonunda rahatlayacaksın. Bu kitap tanrının kitabı olamaz, mutlaka birileri olmaması gereken şeyleri koymuş içine...

(Devam edecek)

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 4

10 yaşındaki Ben, sekiz yıl sonra, ülkedeki siyasi durumun en karanlık döneminde üniversiteye başlamış ve hayalini dahi kuramayacağı, önceki yaşantısından tamamen farklı bir ortamın içinde bulmuştu kendini. Önce altı sonra dokuz ay süren öğrenci boykotları nedeniyle bir yıldan fazla bir süre gecikmeli başlayan eğitim süreci, şükürler olsun ki bir daha büyük bir kesintiye uğramadı. Ne var ki, kaybolan yılı telafi edebilmek için yazları bile eğitime ara verilmezken en baba tatil süresi on beş günden fazla değildi.  İkinci bölümde küçük Ben'e üniversite sınavında yapacağı tercih sıralamasında bir değişiklik yapmasını önermiştim. Onun hayatını değiştirecek bu önerimi kabul etmedi. Bu bölümde benim yıllar önce yaşadığım, onun da sırası geldiğinde yüzleşeceği maceralarımızdan bahsetmeye devam edeceğim.

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 4 ***

Neyi merak ediyorum biliyor musun evlat? Sana bu imkan sunulmuşken tercihlerini değiştirmeyip benimle birlikte aynı yolu sürdürmekle iyi mi ettin? Yoksa daha mı iyi olurdu hayatın, önerimi kabul etseydin? Mektubum eline geçtiğinden bu yana geçen zaman içinde yazdığım her şeyin doğru çıktığını görmüş olmalısın, bundan sonra da şüphesiz birebir yaşayacaksın bütün anlattıklarımı. Neler yaşayacaksın biliyorum, çünkü aynılarını yaşadım ben yıllar önce. Eğer doktorluktan yana olsaydı tercihin, Hangi şartlarda yaşardın hayatı, nerede olurdun, kimlerle karşılaşırdın, işte bunları bilmem mümkün değil. 

Bizim hazırlık sınıfına üniversitenin balayı derler. Bunun ne kadar doğru olduğunu göreceksin. Dersler ağır değil, hatta "Keşke sınava girip atlasaydım da, doğrudan birinci sınıfa başlasaydım" dediğin günler olacak, bunun için hiç zorlanmayacaksın hazırlıkta. Bolca vaktin olacak. Ah bir de okumaya merakın olsa. Artık yavaş yavaş alışmaya başlayacaksın Ankara'ya. Hafta sonları, Akün ya da Batı sinemalarından birine gidecek, vizyondaki filmlerden birini izledikten sonra Batı pasajında ya da Tunalı Hilmi caddesindeki birahanelerden birinde oturup patates kızartması eşliğinde bir ya da iki bira içecek biraz olsun kafanı ve yalnızlığını dağıtacaksın. 

Yurtta aynı odada kaldığın arkadaşlarınla yakınlaşacaksın zamanla. Öğrenci abilerinin cuma akşamları eğitim seminerleri devam edecek. Bir gün yurtta yine öyle bir eğitim semineri sonrasında ÖTK'nın kat sorumlusu sana ve diğer bütün oda arkadaşlarınıza görev verecek. Bunu sakın çömezlikten kurtuluş olarak algılama. Bazılarınıza kuş denilen, üzerinde slogan yazılı şerit şeklinde deste deste kağıtlar, bazılarınıza bina cephelerine slogan yazmak için kırmızı boya ve fırça takımları falan teslim edilecek, ertesi gün sabah Kızılay meydanında diğer gruplarla buluşacağınız söylenecek.

Odanıza döndüğünüzde hepiniz ne yapacağız şimdi diye birbirinizin yüzüne bakacaksınız, anlamsız ifadelerle. Hiç beklemediğiniz bir iş bu. Şimdi biz anarşist mi olacağız? diye kalbiniz güm güm vuracak. "ÖTK kat sorumlusu arkadaş ne dedi bize, ne olmuşuz, ne olmuşuz?" diye soracak arkadaşlarından biri, gırgırına, alaycı bir gülümsemeyle. Diğer bir tanesi cevap verecek ona, "Artık olgunlaşmışız, hee" bir kaç saniye sonra sesini yükselterek, "La oğlum, armut muyuz biz, olgunlaşalım, gitmiyoruz bir yere" diyecek.

Bütün odadakiler, hep birlikte katıla katıla gülmeye başlayacaksınız. Biraz zaman geçtikten sonra sakinleşecek, gitmemenin daha tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini düşünecek, ertesi sabah erkenden ineceksiniz Kızılay Meydanına. Meydan kalabalık, çevrenizde tanımadığınız bir sürü insan olacak. Sen farkında olmayacaksın ama senin en yakınındaki yeşil parkalı, kirli sakallı tip polis. Onun gibi onlarcası aranıza karışmış, hiçbirinden haberin olmayacak. Miting başlar başlamaz polis toplananları dağıtmak için üzerinize doğru gelmeye başlayınca büyük bir panik dalgası kalabalığı hareketlendirecek. Elindeki kağıtları kimseye çaktırmadan bir köşeye bırakacaksın. Emniyet güçleri etrafınızı çevirmeye başlarken kontrolünün dışında hiç tanımadığın bir gruba karışacak, sokak aralarına dağılacaksın.

Grupta yer alan kişi sayısı gittikçe azalırken iyice korkmaya başlayacaksın. "Ne işim var benim burada, yanımdakilerin hepsi yabancı, tanıdığım bütün arkadaşlarım kim bilir nereye dağılmışlar?" diyeceksin düşüncelerinde. İçinde bulunduğun grup çöp konteynırlarını sürükleyerek polise barikat oluşturacak. Daha sonra gözlerini kestirdikleri bir otomobili sürükleyip yolu kapatmaya çalışacaklar ama başaramayacaklar. Sen bütün bunları uzaktan seyretmeye çalışırken bir pundunu bulup gruptan ayrılacaksın. Ortalık iyice karışık, bir tarafta sloganlar atılıyor, diğer tarafta polis kalabalığa gaz sıkıyor. Bu sefer Kızılay Meydanı yakınlarında daha kalabalık bir grubun içinde bulacaksın kendini. Onlarla aynı okuldan olman biraz olsun içini ferahlatacak. Maltepe yönüne doğru yürümeye başlayacaksınız. Tanımadığın biri yanına gelip üç direkli pankart taşıyan birinden nöbeti devralmanı isteyecek. Taşıdığın devasa pankartın üzerinde ne yazdığını dahi bilmeyeceksin. Canın çıkacak o ağırlığı taşımaktan ama sesin çıkamayacak. Korkacaksın. Çünkü köprünün üzerindeki polislerden birinin elindeki kamerayı görüp bütün korteji filme çektiklerini anlayacaksın. Yürüyüş kolunun en başında olan da sensin. "Belki de akşam televizyonda gösterecekler, o zaman anneme, babama ne diyeceğim?" diye aklından geçirirken huzursuzluğunu artıracak bu düşünceler. Mecalin kalmadığı bir anda yanına gelen biri "Ver bana yoldaş, sen dinlen biraz" deyince sevinçten havalara uçacaksın. Tam bir yol ağzına geldiğinizde grup geniş bir alana yayılacak. Nereden geldiği belli olmayan lastikler yolun ortasına çekildiktem sonra üzerine benzin dökülüp ateşe verilecek.

Yaklaşık elli metre önündeki durakta sessiz, sakin bekleyen belediye otobüslerinin kapıları bir anda açılır açılmaz bir sürü polis ellerine aldıkları beyaz kasklarını başlarına geçirip göstericilerin üzerine saldıracaklar. Sen onlardan kaçmak yerine sakin bir şekilde biraz ötede yolun kenarındaki bakkal dükkanına yürüyüp bir meşrubat söyleyeceksin. Mucizevi bir şekilde bütün polisler senin önünden geçip kaçanları kovalayacak, sen ise sakinliğini bozmadan polislerce yakalananların otobüslere doldurulup götürülmesini locadan seyredeceksin.

Olayların ardı arkası kesilmeyecek. Kampustan dışarı çıkmadıktan sonra emniyettesin gibi bir hisse kapıldığın sırada yanıldığını anlayacaksın. Anneannenin dul maaşının üzerine bir de kredi ve yurtlar kurumundan (mezun olduktan sonra geri ödemek üzere) kredi almaya başlayacaksın. İşte bu, önemli bir olayın öznesi olmaktan korumuş olacak seni belki de. Bir cuma sabahı yurttan çıkıp Tunus Ziraat Bankası şubesine gideceksin. Bankadan parayı çektikten sonra kampusa dönmek üzere servis otobüsüne binip okulun yolunu tutacaksın. Nizamiyeye geldiğinde büyük bir kalabalık, gelişi güzel park edilmiş araçlar, sıraya dizilmiş onlarca mavi servis otobüslerini görünce bir şeyler olduğunu anlayacaksın. Otobüsten iner inmez kapıdan geçip içeri girmek isteyince görevliler müsaade etmeyecek. Rektörlüğün önüne bomba atıldığını, çok sayıda ölü ve yaralı olduğunu öğreneceksin. Yüzlerce öğrenci ailesi kapıda endişeyle içeriden gelecek haberleri bekliyor olacak. Dört beş saat sonra yurtta kalanlar için izin çıkacak. Otobüslerle yurda gidilecek. Yurtlar tıklım tıklım. Sadece yurt sakinleri değil, kampus içinde kim varsa yurtlara sığınmış. Öğrenciler, onların yakınları, öğretim üyeleri, herkes orada, kulaklar transistörlü radyolarda olacak. Radyo ve tv lerin ilk haberi olacak ODTÜ'de öğrencilerin üzerine atılan bomba, bir öğrenci öldü, tam otuz sekiz öğrenci yaralı. Yaralılar arasında durumu ciddi olanlar var. Evlat, öğlen yemeklerinden sonra, her kafeterya çıkışında hazırlık okuluna giderken sen, rektörlüğün önündeki mitinge katılıp, o öğrenci kalabalığının arasına karışırken, senin tam da o gün bankadan para çekmeye gidecek olman büyük şans. Rektörlüğe sağ görüşlü Hasan Tan atandıktan sonra iki yüz kadar sağcı (size göre onlar faşist olacak) işçi alacak. Devrimciler kaleyi kolay teslim eder mi? Farklı bölümlere dağılmış, gelişlerindeki misyonu belli olan sağcı işçileri teker teker temizleyip kurtaracaksınız, sonunda rektörlüğe sıkışacaklar. Artık orada da barındırılmayacaklarını anlayınca, size veda seremonisi düzenleyip üzerinize parça tesirli tahrip gücü yüksek bir bomba atacaklar. İbrahim Baloğlu adındaki bir öğrenci arkadaşınız can verecek, onlarca yaralı hastanelere taşınacak. Elbette ailene haber verebilmek, onları merak ve endişeden kurtarabilmek için çırpınacaksın. Yurdun telefonuna yazılacaksın, ya sıra gelmeyecek, ya hatlar düşmeyecek. Baban güç bela yurdun telefon numarasını bilmem kaç kez denedikten sonra düşürecek, bir haber alırım umuduyla. Yurt görevlisi başından savmak için "O isimde biri kalmıyor yurtta" diyecek. Ertesi sabah cumartesi günü ilk otobüsle Kızılay'daki PTT ofisine koşacaksın. Hemen bir telgraf çekip ailene durumu bildireceksin birkaç sözcükle, "Ben iyiyim, merak etmeyin. Stop."

(Devam edecek)
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 1 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 2 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 3 ***

12 Kasım 2019 Salı

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 11

Taha ve Edischar tarafından başlatılan Ağaç Ev Sohbetlerinin on birinci haftasında ev sahipliğini sevgili Momentos yapıyor. Arkadaşımızın hazırladığı bu haftanın sohbet konusu şöyle:

Ergenlik döneminizde rol model aldığınız biri var mıydı, kimdi? Yetişkin biri olduğunuzda bu rol model hakkındaki fikriniz aynı mıydı?

Önce bu sorulara cevabımın olmadığını düşündüm. Çünkü kişi olarak değil fakat genel anlamda mesleğinde başarılı olmuş herkes benim rol modelim. Ancak daha önceki mimlerden birini cevaplarken meslek seçimiyle ilgili bir soruya verdiğim cevap geldi aklıma. Belki aynı cevap bu soruya da karşılık gelebilirdi. Henüz ergenlik dönemine bile girmeden, çocukken gördüğüm beyaz takım elbiseli, beyaz peugeot marka arabası olan otuz beş, kırk yaşlarındaki mühendis benim rol modelim oldu diyebilirim. Daha o zaman kararımı vermiştim. Ben de onun gibi olacağım ve onun arabası gibi arabam olacak. Beyaz bir peugeot (!)

Etik davranış özellikleri bakımından ise annemi gösterebilirim rol model olarak.

Yetişkin biri olduğumda çocukken sadece bir kez gördüğüm rol modelim gibi ben de inşaat mühendisiydim. Onun hakkındaki fikrim değişmişti. O zamanlar inşaat mühendislerinin sadece konut yaptığını sanıyordum çünkü. Okul bittiğinde konut yapımını mühendislik olarak görmedim ve büyük alt yapı proejelerinde çalışmayı hayal ettim, hayallerimi de gerçekleştirdim üstelik. Araba mı? Yok hala bir peugeot'm yok, o zamandan beri olsun diye bir gayretim de hiç olmadı zaten.

Kısa bir sohbet oldu ama bu seferlik böyle olsun. Hadi bana müsaade, pastamı ayırırsınız artık. 

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 3

Mektubun bu bölümünde artık on yedi yaşında bir delikanlıya sesleniyorum. Önceki bölümlerde çocukluğuma verdiğim öğütlere pek kulak asılmadı, böyle olunca kaderimizi değiştiremedim. Son bölümde geçmişteki Küçük Ben'e üniversite sınavı tercih sıralamasında küçük bir değişiklik yapmasını önermiştim.  Bir ihtimal önerimi kabul edecek. Böylelikle kısa süre sonra farklı bir yaşam yolunda ilerleyecek. Bu tercihinin ona ne getirip ne götüreceğini bilahare göreceğiz. Ancak şimdi mektuba devam etmemiz gerekiyor. Çünkü geçmişteki Ben, "Hayır dostum, ben değiştirmem tercih sıralamamı" diyebilir. Laf aramızda inatçıdır biraz kendisi. Bu durumda, onunla ortak serüvenimiz devam edecek demektir. Ta ki bir sonraki dönüm noktasına kadar...

*** BÖLÜM 3 ***    

Demek önerimi dinlemedin ufaklık. Ne diyeyim şimdi, hayırlısı olsun bakalım. Hem artık sana ufaklık dememem lazım genç bir delikanlı oldun. Sınav sonuçları gelmeye başlayacak. Postacının yolunu gözleyeceksin. Sınavı kazanıp kazanmadığını daha önce öğrenme imkanın olmayacak. Sınavdan çıktığından beri kafan boşalmış, soruların kaçını doğru, kaçını yanlış cevapladığına dair bir fikrin yok, biliyorum. Genel yetenek sorularında başarılı olduğun için bir şeyler yapmış olmalısın. Nihayet postacı zarfı eline verdiğinde heyecanla açıp ODTÜ İnşaat Mühendisliği bölümünü kazandığını öğrenecek, çok sevineceksin. Hikmet de Hacettepe Matematik bölümünü kazanacak. ODTÜ Ankara'da mı yoksa İstanbulda mı, eğitim dili Türkçe mi yoksa İngilizce mi diye soracaksın sağına soluna. Kimse cevap veremeyecek sana. Birkaç gün sonra Hikmet'le buluşacaksınız. "Ben araştırdım biraz" diyecek, "ODTÜ İstanbul'da, eğitim, Türkçeymiş." Yine de emin olmadığını söyleyecek. ODTÜ deyince nerede olduğundan ziyade öğrenci olaylarının merkezi olduğu bilinecek çevrende, bir de iyi okul olduğu. Birden mahallede herkesin parmakla gösterdiği bir çocuk olacaksın. Babanın çalıştığı Tariş'teki müdür bile yemeğe davet edecek seni.

Bir kaç gün sonra uzun boylu bir adam, takım elbiseli, hafiften kırlaşmış saçları. Bülent Çağdaş, yağ kombinaları müdürü karşılayacak kapıda. Hayatında ilk kez adam yerine konulduğunun haklı gururunu hissedip, sevineceksin. Baban yaşındaki adamla karşılıklı oturup yemek yiyeceksin ama baban olmayacak yanında. Yemekten sonra baban seni alıp arkadaşları ile tanıştırırken koltukları kabaracak. O da araştırmış olmalı, ODTÜ'nün hangi şehirde olduğunu söylemelerinin yanı sıra belli ki başka şeyler fısıldamışlar kulağına. Bir anda sevincin kursağında kalacak. "ODTÜ, Ankara'daymış, ama göndermem seni oraya." Ardından bir kez daha kırılacak kalbin babana. Babana bir sonraki ziyaretin Hikmet'le beraber olacak. "Hacettepe de Ankara'daymış, madem, o zaman onunla birlikte gidebilirsin." diyecek. Yani sana değil değil de seninle aynı yaştaki arkadaşına güvenecek. Üzülme, haklıdır kendine göre belki, kim bilir nelerle doldurdular adamın kafasını. 

Liseden sınıf arkadaşlarının çoğu bir yere kapağı atmış olacak. Onlardan birisinin, yeşil gözlü bir kızın, yani Ayfer'in seninle aynı bölümü kazandığını öğrenecek ve çok şaşıracaksın. Yani istesen yapamazsın. Birbirine yakın puan alacak olsanız bile tercih sıralamanız aynı değil ki. Mucize gibi bir şey. Sınıfın en başarılısı Erdal, Hacettepe Tıp'ı kazanacak. 

Çok sevdiğin dedeni kaybettiğinden bu yana anneannen sizinle beraber aynı evde yaşayacak. Deden kadar seviyorsun onu biliyorum. Üç ayda bir aldığı dul maaşının üçte birini sana vereceğini söyleyecek. Ne kadar para lazım okumak için, ne sen ne de ailen bilecek. Haberleri takip edeceksiniz. Kayıtların açıldığı ilan edilecek. Baban, Hikmet ve babası ile birlikte Pamukkale otobüsüne binip Ankara yollarına düşeceksiniz. Bu senin İzmir'in dışına ilk çıkışın, çok heyecanlanacaksın.

Bütün arkadaşların üniversiteye başlayacak ama senin okulunda eğitime geçilemeyecek bir türlü. Öğrenci boykotları nedeniyle dersler yapılamayacak, ta ki aralık ayının yirmisine kadar.

Hikmet senden şanslı, hem onun okulunda eğitime başlanacak hem de o yurtta yer bulacak. Ama senin o kadar şansın yok. Puan sıralamasında yurt hakkı kazanabilmen için senden daha kötü durumda arkadaşların olduğu için, tabii bir de torpil yapacak kimse bulamadığınız için bekleyeceksin. Hamamönü'nde genellikle doğuluların kaldığı bir otele yerleştirecek baban seni. Hava çok soğuk, "Banyo yapacağın zaman haber ver" diyecek otel görevlisi, ona göre ortak banyonun termosifonunu yakacakmış.  Koca şehirde kaybolma korkusuyla uzun bir süre huzursuz hissedeceksin kendini. Bellediğin otobüs servislerinin kalktığı durak yerinden başka otel çevresinden uzaklaşamayacaksın. Öğlen yemeklerini okulun kafeteryasında yiyecek, akşamları pideciye gidip karnını doyuracaksın. İlk karı göreceksin bir kaç gün sonra. Annenle birlikte Kemeraltı çarşısından aldığınız yakası siyah kürklü yeşil parkanın içine annenin ördüğü boğazlı kazakları giyeceksin. Birkaç gün sonra yılbaşını karşılayacaksın otel odasında. Sana şunu söylemek isterim ki delikanlı, hayatının en berbat yılbaşı günün olacak bu, üstünden yıllar geçse de unutamayacaksın. Canın sıkılacak, yalnızsın, hiçbir arkadaşın yok ki daha. Otelin TV salonunda biraz oyalandıktan sonra odana çıkıp uyumaya çalışacaksın, ama içinde bulunduğun durumu, gelecek günleri düşünüp uykuların kaçacak. Kötü bir başlangıç olacak bu senin için. Çok fazla problem haline getirme yakında yurtta sıran gelecek ancak bunu bile görmeden okul boykot nedeniyle kapanacak bir altı ay daha. Pılını pırtını toplayıp çaresiz döneceksin İzmir'e, ailenin yanına.

Konak'ta bir büfede çalışmaya başlayacaksın. Yaz gelip geçecek. Arkadaşların üniversite ikinci sınıfa geçtikleri halde sen henüz hazırlık sınıfına başlamamışsın bile. Yeniden sınava girecek, daha yüksek puan alacaksın, bir an okulunu değiştirmeyi düşünecek ancak çabuk vazgeçeceksin. Bir sene kayıptan sonra, eğitime yeniden başlanacak ve yeniden Ankara'ya gideceksin. Kısa bir süre daha otelde kaldıktan sonra yer sıkıntısından dolayı koğuş haline çevrilen 6. yurdun çalışma salonunda kırk kişiyle birlikte kalmaya başlayacaksın. Yine de evinden daha rahat bir ortam olacak bu senin için. Artık banyo için su ısıtmaya gerek kalmayacak. Ortak banyo da olsa çeşmelerinden 24 saat sıcak su akacak. İlk kez kaloriferli bir mekanda yaşayacaksın.

Hazırlık okuluna gitmek için epey bir yol yürüyeceksin kampus içinde. Julia adında Amerikalı siyahi bir hocan girecek derslere. Çikolata renkli bu hocanın boyu senin boyundan en az bir karış daha yüksek. Devamlı gülen bir yüzü, sevecen tavırları olacak. ÖTK adında öğrencilerden oluşan bir örgüt var. Bütün kampus onların kontrolünde. Ülkenin her yerinde sağ sol çatışmalarında bir sürü gencin ölüp yaralandığı bir dönemde kampus en güvenli yer. Sağcı sinek dahi kampustan içeri başını sokamıyor. Hepsi sol görüşlü olan öğrenci abilerin, canı sıkıldığında birbirleriyle kavga edecekler sadece. İlk kez Lenin, Marx, Che, Mao gibi ünlülerin adını duyacaksın. Sana bir sürü kitaplar satacaklar, sosyalizm temalı. Biraz meraktan, biraz da yanlış anlaşılmasın diye satın alacak, ders kitaplarının yanına koyacaksın. O tür kitapları okumaya çalışacak, hiçbir şey anlamayacaksın.

Cuma günleri çalışma salonuna abilerin gelecek. Eğitim çalışması altında kaptalizm, emperyalizm, sosyalizm nedir anlatacaklar senin gibi yeni gelenlere. Eğitim bittikten sonra abilerinin bazılarıyla aranızda daha samimi sohbetlere gireceksiniz. Kafana takılan soruları soracaksın onlara. İş dönüp dolaşıp dini konulara gelecek. Kapitalizmin halka bedava verdiği uyku ilacıdır din dediğin diyecekler. Bütün dünyan yıkılacak. Sana bunları anlatan abilerine derslerini vermek isteyeceksin engin bilgilerinle. Dedenin arkadaşlarından dinlediğin bir sürü kıssa, arapça okuduğun Kur'an, indirdiğin hatimler bir işe yaramayacak. Kur'anda kadını dövmek var, kadın erkek eşit değil mirasta, bir erkeğin şahitliği iki kadının şahitliğine eşit dediklerinde abilerin, inanmayacaksın onlara. O kadar kendilerinden emin konuşacaklar ki içine kurt düşecek. Bir sürü kitap okumuş onların her biri, ne Kur'anı kalmış, ne İncili ne de Tevratı. Said-i Nursi'nin Risale-i Nur'unu bile ezberlemişler. İçinden çıkamayacağınız sorular sorup sıkıştıracaklar siz çömezleri. Bir gün içlerinden bir tanesi soracak: İlk insan kim? Hemen atılacaksın, Adem Aleyhisselam. Ya ilk kadın? Havva anamız. Peki çocukları olmuş mu? Olmuştur her halde diye cevaplayacak birileri, senin fikrin yok. E, peki ondan sonra nasıl türemiş insanlar? Havva ile erkek çocukları mı şey yapmışlar, yoksa Adem'le kız çocukları mı? Tövbe estağfurullah! Belki de kardeşler kendi aralarında... Şaşırıp kalacaksınız bütün çömezler, herkes birbirinin yüzüne bakacak. Doğru ya, nasıl oldu bu iş? O an karar vereceksin, Arapçasından defalarca okuyup hatmettiğin Kuran'ın bir işine yaramadığını. Hemen Türkçesini okuman gerektiğini anlayacak, seni kandırdıklarını ümit edeceksin.

Hazırlık sınıfında bir gün ortalık karışacak, sınıfındaki bir kız öğrenci hocalarınızın yanına sığınıp abilerin, ablaların elinden zor kurtulacak. Elektrik mühendisliği bölümü öğrencisi bu kız arkadaşını bir daha göremeyeceksin. Sonradan öğreneceksin ki, şüpheli görülen öğrencilerin mektupları okunuyormuş ÖTK tarafından. Nursel'in ablasının Bursa'dan gönderdiği mektup da açılıp okunmuş. "Komünistlere uyma, onlardan uzak tut kendini" diyormuş ablası mektubunda. O da sağda solda  ileri geri konuşup vermiş yakayı ele. Bu olay sana da ders olacak, daha ürkek, daha çekingen olacaksın. Bir yandan da rahatsın, sana öyle bir mektup yazacak kim olabilir ki?

Gece, karanlık basınca, hatta sabaha karşı jandarmanın yurtları basıp yasak yayınları topladığını, arama yaptığını söyleyecekler sana. Artık sen de ayda bir nöbet tutacaksın mecburen, bazen kat nöbeti, bazen çatı nöbeti. Gözlerin karanlığın içlerinde olacak, en ufak bir kıpırtıyı kaçırmayacaksın. Ola ki jandarma yurtlara yaklaşmaya, çevrenizi sarmaya başladı ıslıklarla, bütün yurdu ayağa kaldıracaksın. Bütün milleti uyandıracaksın ki bütün yasak kitaplar pencerelerden aşağı atılsın, silahlar en bilinmez yerlere saklansın.

İlk baskın günüyle bir cumartesi sabahı karşılaşacak, büyük korku yaşayacaksın. Kulakları tırmalayan ürkütücü ıslık sesleriyle yatağından fırlayacaksın. Allah kahretsin, ellerin mürekkep içinde. Koşup lavaboya, çıkartmaya uğraşayacaksın suçlanacağın izleri. Bir gece önce sırf eğlence olsun diye arkadaşının slogan yazmak için getirdiği harfleri dizdiğin şablonla defterlerine baskı yapmışsın adını. Arkadaşın, jandarma yurdun etrafını sarmadan önce bir naylon poşete koyduğu matbaa harfleri, ıstampalar ve mürekkeplerle şablonları pencereden aşağı fırlatacak. Aksilik bu ya, o da gidip ağacın dallarına takılacak. Tam bir suç üstü, elindeki mürekkep izleri, defterlerindeki baskıların hepsi birer delil. Çaresiz pencereden aşağıya bakacaksın. Binanın bütün çevresine yüzlerce kitap, bildiri yayılacak. Bir sürü asker ve subay sarmış olacak yurdun etrafını. Şişmanca bir astsubay ağaca takılan poşedi fark edecek. Askere talimat verirken dikkat et bubi tuzağı olabilir diye ikaz edecek. Poşetin içinde bomba yerine matbaa teferruatını görünce rahatlayacaklar. Az sonra odalara girip didik didik arama yapıldığında elinden bir türlü çıkaramadığın mürekkep izlerini askerlere göstermemek için cebinden çıkarmayacaksın ellerini. Şans gülecek yüzüne bir kez daha evlat, eğlence olsun diye yapacağın bu saçmalıklar az kalsın başını belaya saracaktı. Fakat sen yine de içini rahat tut, şansın bu konuda hep senin yanında olacak.

Arkadaşlığı o yurtlarda öğreneceksin delikanlı. Karakterin orada olgunlaşacak, dünyaya bakışın, her şeyin. Gaziantep'li bir oda arkadaşın elektrik mühendisliği bölümünden, sınavı var o gün. Senden saatini isteyecek. Evden çıkarken sana yapılan tembihler gözünün önüne gelecek. "Kimseden bir şey alma, kimseye bir şey verme." Vermeyeceksin sen de kol saatini. Sonra bu yaptığından öyle utanacaksın ki. Hiç insan oda arkadaşına sadece sınavında kullanmak için senden istediği kol saatini vermez mi?

Akşamları hava karardıktan sonra sık sık odanızın kapıları çalınacak, herkesi mitinge çağıracaklar. Binlerce öğrenci yurtların ortasındaki meydanda toplancak. Büyük ateşler yakılıp sloganlar atılacak, marşlar söylenecek. O gün hangi devrimcinin öldürüldüğü gün ise onun kahramanlıkları anlatılıp sol yumruklar havada saygı duruşunda bulunacaksınız. Hep bir ağızdan kahramanlık marşları söylerken kalabalığın heyecanına ortak olacaksın. "Gün doğdu, hep uyandık, siperlere dayandık, bağımsızlık uğruna al kanlara boyandık" nidaları yukarıda, tepedeki jandarma karakoluna kadar ulaşacak fakat askeri salamayacaklar o ateşli kalabalığın üzerine. Benim yaşıma geldiğinde hüzünle yadedeceksin o günleri evlat. Hepsi birer güzel anı olarak kalacak hafızanda.

(Devam edecek...)   

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 1 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 2 ***