Yeni Bir Hayat serisi devam ederken okurlardan aldığım yorumlarda özellikle sağ sol çatışmalarıyla ülkenin sürüklendiği kaos ortamının fazla bilinmediği, bu dönem hakkında yeterince kitap yazılmadığını fark ettim. ABD'nin ülkemizin geleceği olacak bir nesli birbirine düşürmek suretiyle tezgâhladığı 1980 darbesinden bu yana yaklaşık 40 yıldır gençlik cebren siyasetin dışında bırakıldı. Aklımda yer eden ve bizzat yaşadığım olaylar dışında yurdun değişik yerlerinden kahvelerin kaleşnikof tüfeklerle taranması, bombalı saldırılar, gazetecilere, yazarlara, siyasetçilere ve öğretim üyelerine düzenlenen suikast haberlerine alışmıştık. Evet, şanslıydım. Onca hengâmenin içinde bulunmama rağmen sağ duyu ile hareket etmek suretiyle ve elbette şansım sayesinde emniyet müdürlüklerinde işkence görmedim, göz altına alınmadım, neredeyse bütün öğrencilerin en az bir kez ifade vermek üzere götürüldüğü kampus içinde, bir tepenin üzerinde yer alan jandarma karakoluna dahi ziyaretim olmadı. Şimdi mektubuma dönelim, genç delikanlıya bakalım daha ne hiķâyeler anlatacağım.
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 5 ***
Ya evlât işte böyle. Biliyorum, zor günler yaşıyorsun ama evden ayrıldığına hiç pişman değilsin. Bahara doğru, yurdunuzun zemin kattaki odasında arkadaşlarınla beraber ders çalışırken pencerenizin önünde bir takım sesler gelecek kulağınıza. Afyon'lu arkadaşınla pencerenin dibinde, otlar arasında bir şeylerin kıpraştığını göreceksiniz. Hava karardığı için zorlukla seçeceksiniz aşk yapan bir çift kirpiyi. Afyon'lu tecrübeli bu konuda. Koş, leğeni getir derken anlamayacaksın ne yapmak istediğini. Diğer oda arkadaşlarınla hep birlikte pencereye üşüşeceksiniz. Birden pencereden atladığı gibi yakalayıp leğene koyduğu her biri birer kedi büyüklüğünde olan bir çift kirpiyi size uzatacak Afyon'lu. Ne olacak bunlar demeye kalmadan, "Yarına ziyafet var" diyecekler. Ya bu kirpiyi, nasıl kesecek, neresini yiyeceksin? diye soracaksın. "Göreceksin bak, kirpi çok lezzetli bir hayvandır" diyecekler. Her şeyin bir usulü varmış. Kirpinin kesilmesinin de. Kafasının kesileceğini anladığında başını içine çekip dikenli bir toptan farksız olacak hayvan. Afyonlu önce birini, sonra diğerini su dolu leğenin içine daldırınca zavallı hayvanlar nefes almak için can havliyle başlarını çıkaracaklar ve o anda canice kesecek kafalarını. Kanını akıttıktan sonra bir güzel yüzecek onları. Artık birer piliç büyüklüğündeler. Kocaman bir naylon torbaya koyup yurt kantinin soğutucu dolabına koyacaksınız.
Ertesi gün güneşli bir gökyüzü karşılayacak sizi. Tam bir piknik havası yani. Hafif serinden bir hava. Bana kimse kirpi yediremez diye inatlaşacaksın İstanbullu arkadaşınla. O diyecek yediririm, sen diyeceksin yediremezsin. Uzunca bir çubuğa geçirdikleri kirpileri yaktıkları ateş üzerinde çevirmeye başlayacaklar, İş Bankasının yanındaki ağaçlıklı yeşil alanda. Bir duman tütecek ateşin üzerinden, neredeyse itfaiye gelecek yangın var diye. Ne yağlı hayvanlarmış mübarek. İstanbullu bir parça koparıp gelecek üzerine. Sen kaçacaksın, o kovalayacak. Sonunda yere yatırıp sokacak boğazına. Yer misin, yemez misin? İşte böyle matrak anlarınız da olacak evlat. Ama sakın ola ağzından kaçırıp ben kirpi nasıl kesilir, nasıl yüzülür biliyorum diye boş boğazlık etme. Hani nereden biliyorsun derler de sen de elindeki mektuptan öğrendim der, ağzından kaçırırsın. Bak yine hatırlatayım sana. Eğer bu mektubumu ifşa eder başka birine söylersen, sihir kaybolacak ve sen burada okuduklarını asla yaşamayacaksın. Mektubumu senin dışında okuyanlar inanmayacaklar sana, Ne de güzel masal anlatıyorsun bize diyecekler.
Yine günlerden bir gün okuldan çıkıp kafeteryaya doğru giderken üçlü anfinin önünün kalabalıklaştığını göreceksin. ÖTK temsilcileri önünü kesecek. "Nereye gidiyorsun hocam, miting var." diyecekler. Böylelikle öğreneceksin mitingin Tariş olaylarını protesto etmek amacıyla yapıldığını. Baban ve erkek kardeşinin çalıştığı fabrikada olaylar olmuş, bir sürü insanın işine son verilmiş. Onlardan biri de kardeşin. Kalabalık büyüyünce jandarma da gelmiş sinsi sinsi yaklaşıyor olacak. Bir öğrenci lideri heyecanla konuşmaya, Tariş'te yapılan kıyımı anlatmaya başlayacak. Konuşması bitmeden jandarmanın bir hilâl şeklinde bütün kalabalığı kuşattığını fark edeceksin. Konuşmacının yanında bir genç belinden silahını çıkarıp ardı arkasına havaya ateş etmeye başlayacak. Beş altı kez silah sesinden sonra kalabalık panik halinde alttaki çevre yoluna, oradan bayır aşağı ormanlık bölgeye kaçışırken jandarma peşlerinden kovalayacak. Yakaladıklarını karakola götürmek üzere cemse dedikleri askeri taşıma araçlarına bindirecekler. Bu arada sen ne mi yapacaksın evlat? Şanslısın dedim ya. Üçlü anfinin önünde kızlarla muhabbet eden iki askeri öğrencinin yanına yamanacaksın. Onları tanımadığın halde bozuntuya vermeyecekler. Jandarma da seni onların arkadaşı sanıp önünden geçecek, askerlerden bir kısmı kaçanları yakalamaya çalışırken, diğer bir kısmı üçlü anfide kapana giren diğer öğrencileri toplayacaklar.
Evlât, biliyorum kafanı meşgul eden bir şeyler var senin. Dedeni düşünüyorsun. Seni iyi bir müslüman olarak yetiştirmişti. Kuran'ı okumayı teşvik etmiş, hatimler indirmiştin ona sevgini göstermek için. Henüz on yaşında camilerde müezzinlik yaparken ne de çok gururlanmıştı hatırlarsın. Ta yukarılardan onun hâlâ seni izlediğini sanıyorsun değil mi? Ama burada sana anlatılan başka başka şeyler. Üstelik söylenenler boş da değil. Kafandaki bu karışıklığı çözmen için bir şeyler yapman lâzım. Her fırsatını bulduğunda koşacaksın. Spor yapmak değil amacın. Koşarken düşünecek, düşüncelere kapılınca koşacaksın ayakların seni taşımaz hale gelinceye dek. Önce hâlâ silemedikleri, basamaklarında "Devrim" yazan stadyumun çevresini turlayacaksın. Bir, beş, on kez değil sütçü beygiri gibi en az elli kez tur atacaksın. "Allahım bana doğru yolu göster diye"
Daha sonra başka bir güzergâh keşfedeceksin. "Hayat Yolu Parkuru" denilen, yurtların üzerinden başlayıp vişne bahçelerinin içinden terk edilmiş bir köye ulaşan toprak bir koşu yolu bu. Ramazan ayına girmiş olacaksınız yaza doğru. Üç ayrı gazetenin ekinde verilen Kuran'ın Türkçe meallerini büyük bir dikkatle okuyup notlar alacaksın. Bu senin ders kitapları ve Kuran'ın arapçası dışında okuyacağın ilk uzun metin olacak. Okudukça kafan daha çok karışacak. Delirmek üzere olduğun anlar yaşayacaksın. Hayat yolu parkuru seni biraz olsun rahatlatacak. Koşacaksın, düşünürken. Ne olduğunu, kim olduğunu, tanrının ağzından çıkmaması gereken sözlerin kutsal kitabımıza nasıl girdiğini düşüneceksin uzun uzun. En az yarım saat koştuktan sonra, terk edilmiş köye varacaksın. Hüngür hüngür ağlayacak, tanrıya yakaracaksın, bir yol göstermesi için. Ondan cevap alamayınca, biraz kırgın, biraz küskün döneceksin yurduna. Günlerce bu devam edecek böyle evlât, günlerce. Ve sonunda rahatlayacaksın. Bu kitap tanrının kitabı olamaz, mutlaka birileri olmaması gereken şeyleri koymuş içine...
(Devam edecek)
Dün gece, tam mutfağın önünde su içerken kocaman bir kirpi gördüm :) Hiç aklıma yenilebileceği falan gelmedi, ben hayran hayran izledim onu. O yurtta ben olsam, kesin bir iki parmak ve bol arkadaş kaybını göze alır yine de atlardım o kirpileri geri koymaya. Düşünsenize, bir an çiftleşiyorsun, ikini an suya sokulmuşsun, üçüncü an kafan kesilmiş, dördüncü an mangaldasın... Bu ne biçim kader.
YanıtlaSilAynı şeyleri düşündüm! Neden biri de çıkıp yav biz n'apıyoruz dememiş aklım almadı. Bir an çiftleşiyorsun, bir an sonra 2 gr etin için acımasızca öldürülüyorsun!
SilDenize Bakan Ev,
SilŞu andaki aklımla böyle bir caniliğe elbette müdahale ederdim. Kirpileri leğene aldıklarında onları besleyecekler mi, oynayıp salacaklar mı diye aklımdan geçirirken bir anda Afyonlunun niyeti bozduğunu anladım. Dürüst olmak gerekirse, o zaman arkadaşlarımın yaptıkları eğlenceli bile gelmişti bana. Karşı çıkan tek kişi yoktu. Ne yapacaklarını merak ediyordum.
Kirpilere gelince; hakikaten dünyanın en bahtsız yaratıklarıymış. Kaderleri onları en olunmayacak yere sürüklemiş. Yine de Afyonlu olmasa kimse kalkışmazdı o işe.
Manxcat/Kuyruksuz Kedi,
SilDüşününce aynı şeyleri düşünüyoruz ama o zaman hiçbirimizin aklına n'apıyoruz demek gelmemiş işte:( Haklısın, acı bir son onlar için.
Aslında kirpi metaforu ile sizin durum arasında da benzerlikler var, şimdi tekrar düşününce, abiler tarafından eline bildiri tutuşturulup kızılaya yollanan, gitse bir türlü gitmese bir türlü 18 yaşındaki gençler çocuklar.. Ona hayır diyememekle kirpinin pişirilmesine hayır diyememek de insan olmanın sonucu, bir sonraki adımı ya da sonuçları önceden görsek zaten dediğiniz gibi, belki de hiç bir iş yapmaz, kovuğumuza çekilirdik hayat boyu..
SilO dönemde çok farklı bir düşünce yapısına sahip, karakteri henüz oturmamış, eğriyi doğruyu ayırt etmekte acemi bir çaylaktım. Evlerimizde kurban, adaklık horoz kesilirdi. Kadınlara caiz olmayan bu adak işinde bir gün anneannem bıçağı elime verip horozu önüme yatırmıştı. Öyle bir yerinden kesmiştim ki hayvanı elimde bir karış boğazı kalmıştı. Tabii o ilk ve son oldu. Şimdi ne kurban ne de adak, hiçbir hayvana kıyamam. Resmen canilik bu. O zamanlar bu işler gayet doğal geldiği için tepki göstermemiş olabilirim zavallı kirpiye yapılanlara.
SilO günleri yaşamaz olur muyuz. O zaman doğru paradigmalar eğri okunuyor, eğri okumalar işte bu doğrudur deniyor. Harflerin, sembollerin birbirine girmiş kelimelerin ve cümlelerin seni çıkmaz sokağa sokuyor. Bizim en büyük savaşımız insani aşırılıklarımız. İşte nefsin taşkınlıkları bizi bitiriyor. Çünkü bencilleşiyoruz. Bencilleştikçe tanrılaşıyor ve yanlızlaşıyoruz. Put oluyoruz ve puta tapıyoruz. Şuna inanıyorum ki insan iyilik yaptıkça yüceliyor ve olgunlaşıyor. Toplumun bireyi olarak bilinçlendikçe toplmun bilinçlenmesinde bir maya oluyoruz. İşte o zaman insan oluyoruz. İşte o zaman ilk yaratılışımızdaki gibi fıtrata uygun bir varlık oluyoruz. masumiyetimizi koruyoruz. Dost oluyoruz, kardeş oluyoruz, arkadaş oluyoruz vesselam!..
YanıtlaSilŞimdi anlıyorum ve inanıyorum ki en sağcısından en solcusuna idealleri uğruna canlarını ortaya koyanların pek çoğu inandıkları değerlere sıkı sıkıya bağlı iyi insanlardı. Onların tek kusurları birbirlerini anlayamamaktı. Birbirini anlamak yerine kendileri gibi düşünmeyenleri düşman gördüler. Bilindiği üzere dış güçler yerli işbirlikçileri ile birlikte ülkeyi kaosa sürükleyecek senaryonun mimarlarıydı. Toplumda bireylerin bilinçlenmesi bağımsızlığı, sosyal adaleti getirir. Ne yazık ki küresel sermaye ve kurulu düzenin istemediği şeylerdir bunlar. Onlar halkın kanını emmek için her zaman bir şeyler bulup ortalığı karıştırır, kardeşi kardeşe düşman eder. Bu bazen sağ-sol çatışması, bazen de alevi-sünni, laik-dinci, Kürt-Türk ayrışması olarak sahneye koyulur. Ne yazık ki yaşadıklarımız ve korkarım yaşayacaklarımız bundan ibaret vesselam.
SilCanım kirpiiii :(( Güzel miymiş tadı bari :) Ama yurtta kalan öğrencilere herşey mübah olsun ya nolur ki, hafta içi beş günün beşini de nohut ve kıru fasulye yrmeği arasında gidip gelerek geçirdiğimi hatırlıyorum valla😄
YanıtlaSilBu hikayemi öğrenenin içi burkuluyor. Bilmiyorum ki tadını, İstanbullu ağzıma tıktı ama ben tükürdüm. Zavallı hayvancıklar. Yurtta kalırken biz okulun kafeteryasında yiyorduk yemeklerimizi. O zamanlar birinci sınıf bir restorandan farkı yoktu. Evde yemek seçtiğim için anneme çok çektirmiştim. Ağzıma koymadığım yemekleri ilk kez orada yemiştim. Tatlısından tuzlusuna hepsi enfesti:)
Silmasal mı annatıyon seeeen hehehe :) kirpi yeniyomuş demekki ay insan zorda kalsa yer herhaldee, hımmm yani sen o dönemde politik olmamışsın, yani solcu olmamışsın, ilginç yaa, odtüde hiç karışmadan valla bravooo :) bayağı da bi sorgulamışsıın :) din siyaset filan yaniii :)
YanıtlaSilMasal değil deep, aynıyle vaki:) Yok ya yenilecek bir tarafı yok zavallıların. Çok yağlı, ben et diye bir şey görmedim. Diğerleri bir şeyler bulup yedi ben onlara bakamadım bile. İğrençti yani.
SilPolitik olmadığım doğru. Çünkü ben oraya dar gelirli bir ailenin imkansızlıklar içinde okumaya çalışan bir çocuğuydum. Siyasete girmem demek dersleri aksatmam demekti. Ülkeyi kurtarmadan önce kendimi kurtarmalıydım. Bunu kendim için değil ailem için yapmalıydım. Bir dersten kalıp bir sömestr uzatınca kahroldum, buna ne hakkım var, bana bir dönem daha para göndermek zorunda kalacaklar diye. Ha, diyeceksin ki politikler zengin çocukları mıydı? Hayır, hepsi gariban çocuklarıydı ama demek ki ben aileme karşı daha sorumluluk sahibiymişim. Bugün aynı durumda olsam yine aynısını yapardım.
Gelelim solcu olmamışsın sözüne. İşte bu bana ağır gelir. Hiçbir zaman kendimi sağcı görmedim, hala da öyle. Renksizlik de bana göre değil. Evet, sol görüşlüydüm. Dindar bir ailem vardı dedemlerden gelen ama onlar da oldum olası CHP'liydiler. Sol görüşlü olmak her zaman anarşizm yanlısı olmak değil sanırım. Biraz ileri görüşlü olmak lazım. Gereksiz ve zamansız kahramanlıklara gerek olmadığını düşünüyorum. Biliyor musun, bizim hızlı devrimci abilerimiz bir toplantı olduğunda ya da yürüyüş yapılırken en ön safa civcivleri koyarlar, bir olay çıktığında copu, gazı yiyen, polisin jandarmanın toplayıp götürdüğü hep o civcivler olurdu. Esas ele başılar duruma göre bir anda ortadan kaybolurdu. Ben o civcivlerden biri olmadım sadece. Yine de olmak istemem. Bana kısaca salon solcusu diyebilrsin kabul ama solcu olmamışsın deme:)
Doğru dini çok sorguladım ve hala sorguluyorum. Milyarlarca insanı peşinden sürükleyen dinin bir sömürü aracı olarak kullanılmasını ve bunu göremeyen insanları sorguluyorum. Uzun oldu cevabım ama en korktuğum şey yanlış anlaşılmak. O kadar kitabın, filmin arasından bir de bu uzun yazıyı çıkarttığım için üzgünüm:))
sıkıntı yok anlıyom seni biliyooom seniiii :)
SilOk, bunu duyduğuma sevindim:))
SilKirpileri unutmaya çalışarak yazıyorum. Ben de üniversite yıllarımda başlamıştım koşmaya. 5 yıl kaldığım yurdun bahçesinde koşardım. Okul bitince koşular da bitti. Ta ki anne olana dek. Bakırköy Mazhar Osman Akıl ve Ruh Sağlığı hastanesinin bahçesinde koşmaya başladım. Hastaneye girmeden bahçede iyileşiyorum diye diye koştum. Şimdi de Hopa'da koşuyorum. Koşabiliyorsam her şeyi yapabilirim, koşuyorsam özgürüm diye diye koşuyorum.
YanıtlaSilHakikaten kirpileri unutalım. Gençlik veya çocukluk hatası diyelim. Koşmak güzel bir deşarj yöntemi. Genel olarak iki işi aynı anda yapma özürlüyüm. İstisnai hallerden biri koşarken düşünmek. Evet, özgürlük hissi de veriyor. Stadyum etrafında koşarken bir de farkına vardığım bir şey vardı. Yirminci turdan sonra ayaklarım açılıyor, sanki sonsuza kadar koşabilirmişim gibi geliyordu. En sonunda saate bakıp geç oldu artık bitireyim diyordum, yorulduğumdan dolayı asla kesmiyordum koşmayı:)
Silİşte bu kadar !!!
YanıtlaSilHer düşünen canlı önünde sonunda bu yargıya varır haklı olarak. Benim de vardığım gibi ve kendime akılla ve babamdan öğrendiklerimle sorgulayarak açtığım yolda yürümeyi seçtiğim gibi.
Düşünmekle başladı her şey:) Akıl kullanmak için.
Sil