KATEGORİLER

5 Kasım 2019 Salı

MUTLULUĞA KAÇIŞ (2)


Çukurlara girdikçe takır tukur sesleri, siren seslerine karışıyor. Hiç mi amortisörü yok bu aracın? Arkadaşlarımdan biri ambulansın önüne oturmuş ben arkada hoplarken. Yok canım hemen ölecek değilim ya daha yaşım çok genç.

Hacettepe acil ilk gittiğimiz yer. Yer yokmuş, kabul etmiyorlar. Belki de geldiğimiz okul mimli, ondandır. Neyse, ondan sonra bir başkası Numune'ydi sanırım, o da yer olmadığından bahisle geri çeviriyor. Tangır tungur seslerine karışan siren sesleriyle birlikte Ankara hastanelerini dolaşırken kendimizi bu kez Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi hastanesinde buluyoruz.

Hemen acil servise alıyorlar sedyemle birlikte. Genç bir doktor hanım ilgileniyor. Kardiyografi filmleri çekiliyor, sorular peşpeşe gelirken koluma serum bağlıyorlar. Ne zamandan beri bu durumdasından, büyük abdestimin rengine varıncaya kadar ahret sualleri. Nereden bileyim rengini. Memlekette hiçbir şey yok, her şey tezgâh altından karaborsa satılıyor. Tuvaletlerde ampul bile yok, el yordamı ile hacet gideriyoruz. "İstifra ettiniz mi?" diye soruyor doktor hanım. Evet, sabaha karşı. "Nasıldı?" Aynı kahve telvesi. Birkaç doktor toplanıyorlar. Doktor hanım arkanı dön, pantolonu sıyır aşağıya diyor. Utanıyorum ama elden gelen bir şey yok.  Ameliyat eldivenini geçiriyor eline. Yok daha fazla anlatmayacağım.

Şimdi bana refakat eden arkadaşa dönüyor doktorlar. "Arkadaşınız çok kan kaybetmiş, derhal tam teşekküllü bir hastaneye transfer olması lâzım." diyorlar. Demek ki yolculuk bitmemiş. Keza kamyonetten bozma ambulans kapıda bekliyor. Doktorlar sıkı sıkı tembihliyorlar arkadaşı, "Hayati tehlikesi var, bir an önce..."

Kolumda serum olduğu halde ambulansa biniyoruz yeniden. Sevindirici haber geliyor, A.Ü yoğun bakım kabul edecekmiş, oh nihayet. Hiç unutmam, Serpil Yıldız adında bir başhemşire karşılıyor bizi. Kısa boylu, sarışın, renkli gözleri ışık saçan, neşeli biri. Tekerlekli sedyem ambulanstan daha konforlu. Koridorlardan geçiyoruz, asansörlere binip iniyoruz. Artık emin ellerdeyim. Yedi ya da sekiz yataklı bir yoğun bakım ünitesine götürüyorlar beni. Yatakların hepsi dolu.

Ne zamandan ne saatten haberim var. Bir kolumdan serum, diğerinden kan zerkediliyor damarlarıma. Kanımın son damlasına kadar mücadele etmişim demek. Geriye bir damla kanım kalmamış. Gece hemşiresi geliyor. Esmer güzeli, makyajlı, mankenlere taş çıkartırcasına arzı endam ediyor. Hiç kıpırdamamam gerektiğini söylüyorlar. Yarım saat arayla tansiyon, ateşımi ölçüyor.

Sol çaprazımda genç bir kadın bağırıyor, ortalık inliyor sesinden. "Suuu, su verin bana" Hemşire geliyor, "Su içemezsiniz, doktor kesinlikle su içmemenizi tembihledi." Hemşire çıkıyor salondan, kadın başlıyor, kaldığı yerden "Suuuu, su verin, bir damla olsun su veriiin."

Sağ yanımdaki ihtiyarın içi kaldırmıyor kadının yakarışlarını. Kendi kendine söyleniyor. "Niye eziyet edip duruyorlar kadına, bir yudum sudan ne olacak." Kadın adamdan aldığı cesaretle daha yüksek perdeden bağırmaya başlıyor. "Suuuu, bir bardak su verin, öldürecek bunlar beni susuzluktan." Yaşlı adam daha fazla dayanamıyor. Yanı başındaki konsoldaki sürahiden bardağına yarıya kadar su boşaltıp titrek bacaklarla kadının yanına gidiyor. " Al bacım, al iç de sus artık"

Sesin aniden kesilmesinden mi yoksa bir tesadüf eseri mi bilinmez, tam o esnada kat hemşiresi salona giriyor. "Neee, su mu verdiniz yoksa buna? İhtiyar yarı memnun, yarı mahcup ama fırçaya razı bir şekilde " Ne yapayım doktor hanım, çok fena bağırıyordu."

Hemen yanımda on iki, on üç yaşlarında bir oğlan çocuğu. Hemşireden hastalığının siroz olduğunu öğreniyorum. Bu yaşta olur mu hiç bu hastalık. Çocuk henüz içki koymamıştır ağzına. Karnı davul gibi şişmiş. Kendinde değil, ağzından kan geliyor. Ertesi gün onu görüp moralim bozulmasın diye aramıza bezden bir portatif paravan çekiyor hemşire. Birkaç saat sonra koridordan yükselen ağıtlar, ağlama sesleri, bağrışmalar. Sessiz bir şekilde yanımdaki yatak boşalıyor, artık paravana gerek yok.

Arada tekerlekli sedyeyle gezdiriyorlar beni. Filmler çekiliyor, hortumlar yutturuluyor. Gözlerimden yaşlar boşalıyor. Teşhis karta işleniyor. "Aspirine bağlı Akut Gastrointestinal Sistem Kanaması" yani, Aspirine bağlı mide kanaması" Bu şartlar altında kim mutlu olabilir? Tabii ki ben. Benden mutlusu yok. Şartlar ne olursa olsun bir haftadır hastanenin yoğun bakımındayım. Ölsem ne gam. Ne dersleri düşündüğüm var, ne de sınavları. Nümerik analiz benden en az bir sömestre uzak. Doktorun her sabah uğrayışında içimde bir heyecan. Acaba beni taburcu edecekler mi? Her seferinde bugünü de yırttık, bir kaç gün daha kalabilsem heyet raporunu kesin verirler. Kolumda hala serum var. Altı ünite serum dört ünite kan vermişler. Beni hastaneye getiren arkadaş yurtta anons ettirmiş. Onlarca arkadaş kapıya yığılmış. İlk kez öğrendim. Bana kan vermeye gelenlerin kanlarını bağış olarak kabul edecekler ama bana verdikleri kan ve serumu parayla satacaklar. Arkadaşlar durumu öğrenince isyan ediyor. Gerisin geriye dönüyor çoğu. 

Serpil Hemşire çok seviyor beni. Tıp fakültesi öğrencisi olduğumu söyleyip kan ve serumlar için bana ödeme yaptırmıyor ayrılırken. Yoğun bakım normal bir insan için epey can sıkıcı olmalı. Benim için bir kurtuluş, hiç ayrılmadan aylarca kalabilirim burada. Duyacağım en kötü haber, doktorun beni taburcu edeceğini söylemesi. Gün boyu beyaz önlüklü stajyer hemşireler dolanıyor etrafımda. İlk kez birinden kan alacaklar. Uzatıyorum kollarımı, kanı gören elini yüzüne bulaştırıyor. Gülümsüyorum onlara. Bir daha denesinler. Bende öğrensinler mesleklerinin inceliklerini. Sonsuz bir şevkat ve toleransla bütün bedenimi teslim edebilirim. Geceleri esmer hemşire geliyor. Bir haftadan beri yattığım halde çorbayı elleriyle içiriyor. Hafiften utanıyorum. 

Bir hafta önce geldiğim yer cehennemse burası cennet olmalı. Geldiğim yerden ne kadar mutsuz ayrıldıysam burada o kadar mutluyum. Keşke kadrolu yoğun bakım hastası olsam burada. Eve haber vermiyorum. Verip ne yapacaktım ki. Üzülecekler sonra. Nerede kalacaklar, bir sürü telaş. Önceki sene babam trafik kazası geçirdiğinde bir ay yatmıştı hastanede. Bana haber vermemişlerdi derslerimden kalmayım diye. Bir de bunun rövanşı var aklımda. Sayılı günler çabuk geçiyor. Kara haberi veriyor doktor. "Artık kalmana gerek yok, seni taburcu edelim, evde istirahat edersin." Tüh diyorum içimden, sevineceğim yerde. Buraya kadarmış. Okula dönüp izin işlemlerine başlıyorum. Yattığım hastane sorun çıkarmadan bir aylık heyet raporu veriyor. Sömestre izni tamam. İzmir'e eve dönüyorum, elimde bavulum. Kapıyı çalıyorum. Annem açıyor, şaşkın. Hayırdır, diyor. "Pek hayır değil." diyorum. "Attılar okuldan." Yüzünün rengi değişiyor. Fazla uzatmadan başlıyorum anlatmaya... 

Birinci bölüm için tıkla...  

12 yorum:

  1. Tüylerim diken diken olarak gözlerim dolu dolu okudum her bir satırı. Yazdıklarınızın gerçek olduğunu hissediyorum, gerçek mi? Bu kadar yoğun duygular hissetmemin sebepleri hemşire olmam, hastanede birkaç ölüm görmem, hastalar stajyer olduğumu öğrenince hiçbir müdahaleme izin vermediğinde oluşan hissiyatımı hatırlamam, 8 yıl yurt hayatı yaşamam, son olarak da özellikle gençlerin ve çocukların hasta olmasına hala alışamamam olabilir. Hiç bilmiyorum inanın. Ama yazınızın beni çok derinden sarstığını söylemeliyim. Duygu silsilesinde esir kaldım. Yüreğinize sağlık, ne söylesem yetmez

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, tamamıyla gerçek bir anım. Sağlık mensupları zamanla çok şey görüyor ve alışıyorlar. Bu yüzden olaya farklı bakış açıları var. Öyle de olması lazım zaten. Zor bir meslek, kutsal bir görev. Arada her meslekteki gibi işi ticarete dökenler de var. Hastanelerde her gün öyle olaylar yaşarsınız ki her biri ayrı bir romanın konusu olur. Ameliyathanede arabesk dinlemeden eli neştere gitmeyen cerrahların bulunduğu bir ülke burası:)
      Samimi yorumunuz için teşekkürler ayrıca:)

      Sil
  2. Dört yıldır başka bir şehirde okuyan oğlumun da başına böyle şeyler gelip de bize söylememişmidir acaba,diye yüreğim daralarak okudum.Evinize döndüğünüzde bir nefes aldım. Çok içten bir anlatım olmuş,emeğinize sağlık.Yine de doktorlar ve hastaneler var iyi ki,ne eksik olsunlar ne muhtaç olalım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şimdi yine cep telefonu, internet gibi iletişim araçları var. O zamanlar normal telefon bile yoktu. Önce yazdırılıyor, hat yoğunluğuna bağlı olarak bazen bir iki saat sonra görüşme sağlanabiliyordu. Mektupla haberleşiyorduk ailelerimizle. Zor günlerdi ama yine de güzel günlerdi. Haklısınız, ne muhtaç olalım, ne de eksik olsunlar. Oğlunuza sağlık ve başarılar diliyorum. Dediğim gibi, şartlar çok değişti. İstediğiniz zaman anında görüntülü iletişim kurabiliyorsunuz, endişeye mahal yok:) Yorum için teşekkürler:)

      Sil
  3. Ah nasıl da bilmişim ilk bölümden :D Çevremdeki doktor fazlalığından benimle dalga geçerlerdi "sen de hiç okumadan tıp 3. sınıftan terk" diye. Ama ben hikayenin sonunda "neyse bu şekilde raporla atlattım numerik dersini, seneye de çok başka çok daha iyi öğreten bir hoca geldi, anlayamadıklarımı bile anlatır hale geldim" gibi bir beklenti içine girmiştim, ona üzüldüm. Tek dersten? 3. bölümü olmalı bu hikayenin..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir kez yaşayınca, ya da yakınlarından biri yaşadıysa eğer, işin profesörü oluyorsun:)
      Yok, iyi hoca geldi falan değil. Aslında hocalarla alâkalı değil. Kafa basmayınca hoca ordinaryüs olsa kaç yazar?
      Ben sana sonrasını anlatayım bak. Öyle üçüncü bölüme gerek kalmasın. İzinli olduğum sömestre tatilinden sonra bayağı yüklü dersler aldım. Onlardan biri de nümerik analiz. Geçen sömestreden bir kulak dolgunluğum var tabii. Ama nümerik hiç anlamadığım bir ders olarak kaldı aklımda. İşte hayatta karşılaştığım mucizelerden biridir bu. Anlamadan çalışıyorum sınava, sınavdan çıktıktan sonra ne yaptığım konusunda zerre fikrim yok! Sonuçlar okunduğunda hep yüksek notlar alıyorum bu sefer. Birinci, ikinci sınavlar, final hep aynı şekilde. O sömestre tazelenmiş olarak döndüğüm için olsa gerek bütün derslerim iyiydi. Hatta honour öğrencisi oldum 3,44/4,00 dönem ortalamasıyla. Demek mide kanaması zihni açıyor:))))

      Sil
  4. Gerçekten atıldınız mı okuldan? rapor almanızı kabul etmediler mi? ne güzel anlatmışsınız:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yok canım, okuldan atılmam söz konusu değildi. İki dönem üst üste 2,00/4,00 dönem ortalamasının altında kaldığınızda o yıl aldığınız derslerin tamamından kalmış kabul ediyorsunuz.İki prob bir repeat yani:) Benim derdim arızalandığım dönemi tekrardan okuyarak bir sömestre, yani yarım yıl kaybedeceğim diye dert ediyordum kendime. Aileme bir sömestre daha yük olmak çok ağır geliyordu. Nerede şimdi böyle düşünceli çocuklar:))) Biraz ayrıntılı olarak yukarıda anlattım sonrasını.
      Teşekkürler:)

      Sil
  5. alla alla aspirinden mi ne ilginç yaa aspirin mi dokunmuş yaniiii :) yani anneni kandırdın. ama sen tıp okumadın ki heee hemşire sana kıyak geçmiş yaniii :) nümerik he :) devyol devsol filan mı.ay deniz gezmişin yurt odası de miii. ikinci yurtmuydu yaaa :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bak blogger'lığın bir faydası daha. Sen sen ol boş mideye aspirin içme. Hatta içeceksen eritip öyle iç illa içeceğim dersen. Mide duvarına yapışıp mide kanamasına yol açıyor. Hele canın da sıkkın, stresli bir durumun varsa daha tehlikleli. Annemi kandırdım, onlar da beni kandırmıştı çünkü. Bir de gelip ser sefil olmalarını istemedim Allah'ın Ankara'sında. Serpil başhemşire bana büyük iyilik yaptı ya, hayatımı ona borçluyum. Belki de yoğun bakımda bana yer ayarlayan oydu. Benim iyilik meleğim:) Deniz Gezmiş'in kaldığı ikinci yurdun yanındaki birinci yurtta kalıyordum o zamanlar. Sen nerden biiliyorsun bunları, yoksa sen de mi ödtü'lüsün?:))

      Sil
    2. :) yok odtülü diyelim ama kızkardeşim odtülü. kamu yönetimi ve uluslararası okudu. ben de ankara hukukta ab hukuku eğitimi aldım ingilizce tabii. ankara ve odtüyü çok severim. yüzmeye tenise doğa yürüyüşüne gittim çok. konsere seminere filan da. deniz gezmişi kim sevmez bilmeez o bir efso :)

      Sil
    3. Harikasın:) Deniz Gezmiş'le ilgili düşüncelerin özellikle. Ben okurken yeni açılmıştı kamu yönetimi. O aralar mezunların kaymakamlık falan yapabilecekleri söyleniyordu. Güzel bir bölüm. Cuma günleri CSO'ya giderdik, biletsiz. Yer yoksa merdivenlerde oturur dinlerdik. Ne güzel günlerdi:))

      Sil