Teksas Eyalet Hapishanesine ilk geldiğim zamanlarda, ölüm hücrelerine gönderilenden daha fazla insan, seri bir şekilde infaz ediliyordu. Bu nedenle koğuşta her gün yeni
yerler açılıyordu. Karşımdaki ve solumdaki hücreler boşalmıştı. Akneli çocuk kapımı açarken, McKenzie, boş kalan hücrelerin kötüye
giden ekonominin göstergesi olduğunu söyleyerek bir espri yaptı ve bundan dolayı Amerikan Başkanını suçladı.
McKenzie, akneli çocuğun bu espriye kahkahayla karşılık vermesini boşuna bekledi. Lila gülmemek
için dudaklarını birbirine bastırdı. Beni hücreme koyup yanımdan ayrıldılar ve Taylor'la yeniden baş başa kaldık.
Biri ranzamın üstüne, Taylor’ın davasıyla ilgili makale bulunan eski bir gazete bırakmıştı. Hikâyeye göre, halen otuz sekiz
yaşında olan Taylor, hayatının yirmi bir yılını hapiste geçirmişti. İlk olarak
Dallas yakınlarında zencilerin gittiği bir kiliseyi ateşe vermek suçundan mahkûm
edilmiş, içerideyken, Aryan Kardeşler adında bir çete kurup KKK (Klu
Klux Klan) ile anlaşma yoluna gitmişlerdi. Kefaletle serbest bırakıldıktan sonra,
Doğu Teksas’ın Vidor kasabasında komşusu olan, iki zenci siyasetçiyi öldürdüğünden
şüphelenilen Taylor, bu suçtan dolayı hiçbir zaman ceza almamış, daha sonra annelerinin
rızası olmadan, beyaz Hristiyan bebekleri kürtajla aldıkları iddiasıyla varlıklı üç Yahudi doktoru, San Antonio mahallesindeki evlerinde öldürmekle
suçlanmıştı.
O gün öğleden sonra, Lila beni kontrol etmeye geldi,
servis penceresinin demir kapağını kaldırdı. Elimi kaldırıp "Buradayım" dedim.
"Mahkûm, Za-heater" dedi, "Bir ortak noktamız var seninle; o da komşunuzun benden nefret ettiği kadar senden de nefret etmesi."
Lila’nın yanındaki Forester lafa daldı.
"Şunu anlamanı istiyorum Mahkûm, bu adam, benim ve diğer gardiyanlardan çoğunun hiç umurunda değil, ancak eğer onun saldırısına uğrarsan, sizin yüzünüzden öğle
yemeğimi yarıda bırakmak istemem. Sen yine de bana bir iyilik yap ve bu tür şeylerin vardiyamda olmasına izin verme, biliyorsun bu işler benim için yığınla evrak demek."
Lila, "Bu
doğru." dedi.
"Sizlerden biri ranzama gazete bıraktı mı?" dedim. Cevap vermeden servis penceresinin kapağını çarptı. Taylor'ın sesini işittim.
"Alayınız yalancı
o.çocuğusunuz, hepiniz, hepiniz aynısınız şerefsizler." diye bağırıyordu.
O gece ilerleyen saatlerde Mors alfabesine
benzeyen ritmik vuruşlar duydum. Hücremin içindeki ses düzenine henüz hâkim
değildim. Sesler kapımın yanından, yukarıdan veya bir mil öteden gelmiş
olabilirdi. Dışarı doğru bağırdım,
"Eğer bu benim için gönderilen şifreli mesajsa bundan hiçbir şey anlamıyorum."
Sesler kesildi, sonra bir fısıltı duydum,
"Benim" dedi.
"Sen kimsin?" dedim.
"Benim işte pislik, komşun Taylor." dedi. Ne diyeceğimi bilmiyordum.
"Kahrolası sadist gardiyanlar, ortalığı karıştırmaktan hoşlanıyor." dedi ve devam etti.
"Hapishane
Müdürü, sizinle komşu olmak istemediğimi mi söyledi? Bunların hepsi saçma.
Ben ırkçı falan değilim. Onlara, sadece zenci komşum olmasın dedim, onlar da zaten benimle yaşamak istemezler. Bu, kişisel bir şey değil."
Başını çelik kapının dibine dayamış, sanki hücresinde yere uzanmış gibiydi. Yüzükoyun yattım, ona doğru uzandım ve "Ben de o tür komşulardan birini seveceğimden emin değilim." dedim.
"Burada kalan zenci var mı?" diye sordum.
"İnsanlardan ve zencilerden sana ne?" dedi.
İnsanlar derken ne demek istediğinden emin değildim.
"Gerçekten ne demek istiyorsun, hiçbir şey anlamadım." dedim.
"Anlamanı beklemiyordum zaten." dedi, Taylor. "Bunun için bir
yıl devamlı benimle konuşman gerek, tabii eğer hala burada kalabilirsek."
Birkaç dakika geçti.
Uyuklamaya başladığını sanıyordum. Günlüğüme, onunla sohbetimiz hakkında bir şeyler
yazmaya başladım fakat on beş dakika aradan sonra seslendi,
"Kâğıt mı oynuyorsun?"
"Hayır" dedim.
"Oynamak istersen sana öğretebilirim." dedi. "Diri
kalman için bir şeyler yapmalısın. Şınav çek ya da kâğıt oyna, uzun ömrün sırrı
bu." dedi.
"Dalga mı geçiyorsun?" dedim.
"Neden ki?"dedi.
Cevap vermedim. "Tavsiyen için teşekkürler." dedim sadece.
Taylor’u tanıdıktan sonra onun hakkındaki endişelerimden biraz olsun kurtuldum. Biz burada hücre hapsindeyiz. Komşumuzdan hoşlanmadığımız zaman onu öldürme şansımız yok. Yanı başımızdaki dinlenme salonlarına giremeyiz,
duşa giden yol üzerinde volta atamayız, ellerimiz kelepçeli, önü kalın demir
çubuklarla tecrit olmamız size gülünç gelebilir, bizimle eğlenebilirsiniz, gardiyanlar sabrımızı sınayabilir ama burada karşılaşabileceğimiz en
kötü şey birinin bize tükürmesidir.
Ölüm hücrelerinde sadece gardiyanlar suç işler. Haftanın bazı günleri, ellerinde kalkan ve bayıltıcı sprey
olduğu halde, kask ve yüz maskelerini takıp haber vermeden hücrelerimizi basarlar. Sözde kaçak eşya aradıklarını söylerler – onların
aradıkları, yere fırlatılmış bir diş fırçası sapı ya da yemek tepsisinin köşesinden
kırılmış bir plastik parçası değildir elbette. Gardiyanların kaçak eşya sınıfına soktukları, genellikle, Houston'daki caz istasyonunu çekmek üzere ayarlanmış transistörlü bir radyo, bir
koli limonata ya da kuru üzümden damıtılmış bir galon ev yapımı
içkiden başka bir şey değil. Eğer aramalar sırasında uyuşturucu bulunmuşsa, onu, mahkumlara satan mutlaka gardiyanlardan
biridir.
İkinci hafta kapım ilk kez çalındığında
çavuş, ateş yakmak için Sports Illustrated dergime ihtiyacı olduğunu söyledi. Dışarı çıkıp dergide gördüğü motosiklet yarışlarıyla ilgili bir makaleyi okumaya
başladığında, yanında bulunan görevliler şişman parmaklarını kahve kavanozumun içindeki bayat tuzlu krakerlere daldırdılar ve anında içini boşalttılar. Hep birlikte yanımdan ayrılmadan önce,
infaz memurlarından biri,
"Akşam yemeğine kadar ortalığı temizle, Za-heater,
yoksa kıçını kaldırmasını biliriz." dedi.
Benden sonra Taylor’ın hücresine geçtiler. Taylor,
içini idrarıyla doldurduğu plastik meyve suyu şişesini hücre kapısından dışarı
fırlatarak onları selamladı. Memurlar, onu dört saat boyunca pislik içinde bıraktı
ve bir hafta tecrit cezası verdi.
Müslüman Kardeşler'den birinin gardiyanlara "Kuş beyinli faşistler çetesi" diye seslendiğini duydum. Birbirinden
nefret eden mahkûmları, sadık müttefikler haline dönüştürmek için, onlara ulu orta ceza vermekten daha iyisi yoktur.
(Devam edecek)
(Devam edecek)