İnternette vaktinizi nasıl geçiriyorsunuz?
İnternetin yeni yeni evlere girdiği yıllarda Andromeda henüz ilkokula yeni başladığını yazmış. Dinozorluğum ortaya çıkacak ama ben ilkokula başladığımda TRT'nin Ankara Mithatpaşa Caddesindeki stüdyosundaki deneme yayınlarına başlaması için daha iki yıl geçmesi gerekecekti! Yıllar sonra Ankara'da, üniversitede o zamanlar "computer" dediğimiz bilgisayarları tanıdık. Yine Andromeda bu cihazdan "kocaman bir kasa, klavye, mouse" olarak bahsetmiş. Gülümsetti beni tabii. Çünkü tam da onun yaşlarına denk gelen kendi zamanımda üniversitenin diğer mühendislik departmanlarına hizmet veren "Computer Sciences" adı altındaki bölüm, Bilgisayar Mühendisliği bölümüne dönüştürülmeye daha yeni başlamıştı. Ve o zamanın bilgisayarları, bölümün giriş katını dolduran gürültülü devasa makinalardı. Her biri birer dikiş makinesini andıran klavyeli "punching machine" lere kartlarımızı yerleştirir, her bir program komutumuz kartlarda açılan birer delikle karşılık bulurdu. Bazen elli bazen beş yüz kart delmek için bu odalarda yarım saatlik rezervasyon yaptırır, işimiz bitince gidip ana makineye okutur, çıktı almak için bir numara alır ve sonucun çıkması için yarım gün kadar beklerdik. Sonra bir bakardık ki, sonuç yok! 3 warning, 2 error. Hadi kalk, yine "punching machine" lerde rezervasyon yaptır, hatalı komut kartlarını düzelt, yine git ana makineye yüklet ve çıktı almayı bekle.
Derken pc'ler, cep telefonları, ve internetle birlikte akıllı telefonlar birbiri ardına arz-ı endam ettiler hayatımızda. Bir zamanlar derslerden geri kalmayalım diye ebeveynlerimiz tarafından kabinlere kilitlenen TV'lerden sonra biz de çocuklarımızı bağımlısı haline geldikleri dijital oyunlardan kurtarmaya çalışıyorduk. Özellikle oğlumun ortaokul ve hatta lise yıllarında müptelası olduğu FIFA isimli oyunun, derslerini son derece olumsuz etkilediğini hatırlıyorum. Bir yakınımın çocuğu hala bu tür oyunların pençesinden kurtulamıyor, ODTÜ'den atılmak üzere!
Gelelim asıl konumuza. Bugünün çocukları bilgisayar ve internetle doğdukları için bizden şanslılar. Bizim kuşak her zaman onlara yetişmeye çalıştık. Çalışma hayatımda telefondan sonra en çok kullandığım iletim aracı e-mail olmuştu. Sosyal medya fenomenini her zaman uzaktan takip ettim. Facebook, Twitter, Instagram gibi sosyal ortamları benimsediğimi söyleyemem. Fakat bu araçların muazzam bir güce sahip olduğunun farkındayım. Düşünebiliyor musunuz, istendiğinde birkaç dakika içinde milyonları sokağa dökebilecek bir güçten bahsediyorum. Kimse elinden akıllı telefonlarını düşürmüyor, iletişim araçlarından en popüler olanı bu alet. Dünyanın bir köşesinde deprem mi oldu, artık ilk haberi radyo ya da TV den değil, sosyal medyadan alıyoruz. Kontrollü darbemizi önlemek için bile sosyal medya avantajımızı kullandık. Saygıdeğer cumhurbaşkanımızın kayınbiraderinden darbeyi öğrenmesinden çok daha önce, camilerde "sela okuyun" mesajının birkaç saniye içinde 90.000 imam, müezzin ve vaizin cep telefonlarına ulaşması sosyal medya gücünün açık bir göstergesi.
Bunun yanı sıra İnternet, sosyal medya üzerinden toplumda nefret, bölünmüşlük, ahlaksızlık, hakaret zirve yapmıştır. Fake hesaplar başta olmak üzere birilerinin yüzünü bile görmediği başka kişilere hakaret ve küfür dolu mesajlar göndermesi toplumda nefret tohumları saçmaya devam etmekte. Türkçemizi katleden yeni iletişim dilleri, emojiler sosyal ilişkilerimizi olumsuz yönde etkilemekte. Diğer taraftan tüketime dönük alışveriş siteleri ve reklamlar gerekli gereksiz harcamalar yaparak insanları zor durumda bırakmakta. Özetle, bu yönleriyle sosyal medya ortamından uzak kalmayı yeğliyorum.
Her şeye rağmen yoğun bir internet kullanıcısı olduğumu söylemek isterim. Bilgiye kolaylıkla erişim inanılmaz bir konfor sağlıyor elbette. İstediğim her türlü sanat etkinliği elimin altında. Yanlış bildiklerimi düzeltip bilgi dağarcığımı genişletiyorum. İnternet bu bakımdan devasa bir kütüphane, müzik dolabı, sergi salonu, müze, spor salonu ve pek çok şey benim için. İsteyen yeni bir dil öğreniyor, isteyen yeni bir enstrüman çalmayı. Sınırsız bilgi kaynağı. Blog yazarlığı, bloglar arasında gezip yeni şeyler öğrenmek hem eğlenceli hem de bilgilendirici. Düşüncelerin saygı çerçevesinde özgürce dile getirilmesi, karşıt fikirlerden faydalanmak, ihtiyacım olan pek çok şeyi sağlıyor bana. Oyun oynamıyorum, boşa geçen bir zaman çünkü bu. Bunun bir hastalık olduğunu biliyorum, eğer başlarsam kesinlikle kendimi kaptıracağımdan eminim.
Blog yazarlığı ve blog okuyuculuğumun yanı sıra, youtube kanalını, wikipedia sözlüğünü, ekşi sözlüğü, Qoura platformunu takip ediyor, özellikle artık yandaş medyaya ciddi bir alternatif oluşturan bireysel haber kanallarını, Turgay Yıldız, Bahadır Tokmak gibi eski hiciv ustalarını, Flu TV, Nevşin Mengü, Özlem Gürses gibi güncel olayları değerlendiren gazetecileri, sokak röportajlarını, bazen mutfak konulu videoları izliyorum.
Sözlerimi bitirmeden önce, internetin seviyeli ve birbirine saygılı insanların meydana getirdiği bir özgürlük platformu olan blog aktivitesine olanak vermesi, bence en büyük avantajlardan biri. Eğer sosyal medyada boy gösteren camia blog dünyasına girebilmiş olsaydı, en azından günlük olarak yaptıklarını, düşüncelerini, hayallerini yazabilselerdi, ilgi alanlarına göre diğer blog yazarlarıyla ilişki kurabilselerdi bugün çok farklı bir yerde olurduk sanırım. Ne bileyim, belki de böylesi daha iyi. Çünkü bu kişiler blog dünyasına girseydi, belki bizler kaçmak zorunda kalacaktık. Bu konuda sizlerin de fikirlerinizi öğrenmek isterim. Ağaç Ev Sohbetleri ailesi genişlesin, yeni sorular gelsin.