Sevgili DeepTone tarafından yürütülen Ağaç Ev Sohbetleri'nin 67. Hafta konusu sevgili Makbule Abalı' dan. Geçen haftanın konusu gibi bu haftanın konusu da çok güzel. Arkadaşımıza katkısından dolayı teşekkür ediyorum. İşte haftanın konusu:
TOPLUMDA GÜVEN DUYGUMUZU KAYBETMENİN NEDENLERİ...
İnsan ilişkilerinde aranılan en önemli ve kapsayıcı özellik kişilerin birbirine güvenmesidir. Aksi durumda sağlıklı bir ilişki tesis edilemez. Güven duygusu, endişe, şüphe ve tereddüt hissetmeksizin karşımızdakine teslim olmak ve ona kayıtsız şartsız inanmak şeklinde ifade edilebilir. Güven duyduğumuz kişiye duygu ve düşüncelerimizi tüm açıklığıyla sunar, her şeyimizi paylaşırız. Güvenin olduğu yerde dürüstlük, samimiyet ve katıksız bir inanç vardır.
Şimdi, işin teorisine girmeksizin, somut bazı örnekler vererek şahsi görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Evet, toplum geneline yansıdığı gibi ben de başkalarına karşı güven duygumu ciddi oranda kaybetmiş durumdayım. En başta devletime güvenmiyorum, toplumun bütün kesimlerine, arkadaş çevreme, ilişkide bulunduğum kurum ve şahıslara tam manasıyla güvenmiyorum. Toplumda oluşan bu güvensizlik ortamında başkalarının da bana güven duymamasını son derece doğal karşılamama rağmen böyle bir ortam yine de canımı yakıyor. Peki güven duygumun böylesine kaybolmasına yol açan nedenler neler? Maddeler halinde ifade etmeye çalışayım:
1. Adaletin olmadığı bir toplumda yaşıyoruz.
Başta siyasetle uğraşan ve devleti yöneten kişilere güven duymuyorum. Çünkü anayasa ve kanunlar iktidar sahiplerinin, güçlü olanın ya da birilerine rüşvet verenin lehine eğilip bükülüyor. Hani yargı reformu falan diyorlar ya, bütün bu sözlerin toplumda adaletin tecelli etmesinde zerre kadar fayda sağlayabileceğine asla inanmıyorum. Çünkü sözde demokrasi dediğimiz sistem, güvenebileceğimiz kişilerin yönetime gelmesine engel. Siyasiler halkı düşünmek yerine tamamen kendi çıkarlarını düşünüyorlar. Daha da önemlisi görevini ve makamını kötüye kullanmalarından ötürü herhangi bir bedel ödemiyorlar. Yapılan haksızlıklar yapanın yanına kar kalıyor. Diğer taraftan adaletin terazisi doğruyu göstermediği için her türlü ilişkilerinde mağdur ediliyor insanlar çoğu zaman. Yargı bağımsız değil, hakkınız olanı alamıyorsunuz, haklı olduğunuz davalarda haksız çıkıyorsunuz, ya da büyük mücadelelerden sonra ve gecikmeli olarak adalet yerini buluyor ama atı alan Üsküdar'ı çoktan geçmiş oluyor. Bu nedenle hiç kimseye, hiçbir kuruma kayıtsız şartsız güven duymam mümkün değil.
2. Çevrenin neden olduğu olumsuz insan davranışlarına karşı güven duygumuz azalıyor.
İlk bakışta doğuştan geldiğine inandığımız mizaç özelliklerimiz aslında çevre koşullarının ürünü. Mevcut kaynaklar incelendiğinde bazı insanların kötü doğduğuna yani kötülüğü genlerinde taşıdığına dair herhangi net bir bilgi mevcut değil. Tam aksine insan doğduğunda "Tabula Rasa" yani yoğrulmamış bir hamur. Çevre onu yoğurup şekillendirmekte. Özellikle yerleşik düzene geçtikten sonra mülkiyetin değer kazanması insan neslinin bazı kötü özellikler kazanmasına neden olmuş.
Tolumda bencilliğin (egoizm) hayatta kalabilmenin koşulu olduğu algısı oluşmuş durumda. Doğal olarak ilk olarak kendimizi ve daha sonra ailemizin çıkarını düşünüyoruz. Yakın zamanda okuduğum bir blog yazısında eğer on bin kişinin kurtulması için bir kişinin feda edilmesi gerekiyorsa hepimizin o bir kişiyi ölüme göndermeye rıza göstereceğinden bahsediliyordu. Fakat o kişi ailemizden biri olduğunda durum tamamen değişiyor. Yani çıkarımız söz konusu ise tarafsız kalmak oldukça zor. Günümüz şartlarında kişisel menfaatlerimiz her zaman öncelikli olduğundan haklarımızı korumak için her yola başvurmak zorunda kalıyoruz. Herkesin bu doğrultuda davrandığını hesaba katınca başkalarına olan güven duygumuz zedeleniyor.
Kıskançlık, yüzüne gülme, arkadan laf etme gibi insanların kötü özellikleri, güvenimizi sarsmakta etkili davranış biçimleri. Arkadaşımıza ya da bir yakınımıza güvenip sırrımızı paylaştığımızda, onun gidip güvenimizi suiistimal etmesi bizi zor durumda bırakır. Toplumda güvensizlik doğuran bu tür özelliklere yalancılık, dolandırıcılık, sahtekarlık, çıkarcılık gibi birçok neden ekleyebiliriz. Bukowski'nin dediği gibi "Güvensiz kalplerimizi karaktersiz insanlara borçluyuz."
3. Kendimize olan güven duygusunu kaybediyoruz.
Çevremize karşı güven duygumuzu yitirmek bizi ister istemez yalnızlığa mahkum etmekte. Yaşamım boyunca topluma olan güven duygusunun günden güne eridiğini düşünüyorum. Eski komşuluk ilişkileri artık yok. Esnaf sözünde durmuyor, işini doğru yapmıyor, kalitesiz malzeme kullanıyor. Pazardaki köylü bile tereyağına hile karıştırıyor. Manav müşteriyi yanıltmak için sebzenin, meyvenin iyisini tezgahın en üstüne koyup el çabukluğu ile poşete çürük çarık olanları sokuşturuyor. Marketlerde yeni gelen malzeme rafın en arkalarına saklanıyor. Aldanmamak için büyük çaba sarf etmek zorunda kalıyoruz. Her ne kadar artık insanlara güvenmiyorum desem de çoğu kez ister istemez güvenmek zorunda kalıyoruz. Bu durum geriyor bizi. Aldandığımız zaman kızıyoruz kendimize. Güvenmekle hata ettim diyerek huzursuz oluyoruz. Başkasının hatasının bedelini ödemek zorunda kalıyoruz. Ender de olsa güvenebileceğimiz kişileri aramaya devam ediyoruz ama içimizdeki şüpheyi asla yok edemiyoruz. Bu durum kendimize karşı saygı ve güven duygumuzu kaybetmemize yol açıyor, mutsuz oluyoruz.
Dost sohbetleri zevk vermiyor. İnsanlar sosyal medya üzerinde kendilerini bambaşka kişiler olarak gösteriyorlar. Bütün ilişkiler paylaşmak, yardımlaşmak üzerine değil karşılıklı çıkara dayanıyor. Çıkar çatışmaları en sıkı dostluklarda birbirimize olan güveni sarsıyor. Sahte dostluklarla kendimizi aldatıyoruz.
Ne yazık ki karamsar bir tablo çizdim. Toplumda güven duygumuzu kaybedince daha dikkatli davranıyoruz. Arkadaş ve dost seçerken daha dikkatli, daha seçici oluyoruz. Bir bakıma yaşama ayak uydurmaya çalışıyoruz. Ayakta kalmamızın tek yolu bu. Diğer taraftan güvenmediğimiz yönetime karşı son derece aciz kalıyoruz.