KATEGORİLER

22 Kasım 2020 Pazar

THE ANIMATE AND THE INANIMATE - ENTROPİ


Sahip olmak fikri ya da duygusu insanda ilk ne zaman oluştu? 300.000 yıl öncesine kadar uzanan Homo Sapiens tarihinde en başından beri böyle bir duygu var mıydı? Avcı göçebe halimizden çıkıp mülkiyet kavramının doğduğu yerleşik tarım düzenine geçtikten sonra mı ortaya çıktı bir şeylere sahip olmak? Diğer canlılarda ne ölçüde var bu özellik? Erich Fromm, "Sahip Olmak ya da Olmak" isimli kitabında "İnsanlığın kurtulabilmesi için ilk ve tek şart, "sahip olmak" ilkesinden "olmak" ilkesine geçmektir" diyor. "Olmak" eksenli yaşadığında aktifleşen varlık, "sahip olmak" eksenli yaşadığında tüm yaşamını pasifleştirmiyor mu? Çiçeği dalından koparıp ona sahip olmak mı mutlu eder bizi, yoksa dalında güzelliğini seyredip onu koklamak mı? Her şeyin sahibi olabilir miyiz? Her hangi bir varlık buna sahip olabilir mi? Daha ötesi, varoluşun sırrını çözen bir anahtar gibi görünüyor aynı zamanda bu "sahip olmak ya da olmak" ikilemi. Sahip olmak belki de olmamaktır. O zaman William Shakespeare'in karakteri Hamlet'in kafatasına bakarken söylediği "Olmak ya da olmamak" aynı kapıya çıkmıyor mu?

Termodinamiğin ikinci yasası "entropi" nin mevcut evrenimizde her şeyi açıkladığına kanaat getirdiğimiz bir gerçek. Entropinin felsefe ve diğer sosyal bilimleri ilgilendiren ilişkileri konusunda yazacağımı fakat teknik yönüne pek değinmeyeceğimi ifade etmiştim. Ancak daha önce kaleme aldığım "entropi" konulu yazımda bana ilham kaynağı olan ve dünyanın en zeki insanı kabul edilen William James Sidis'in 1920 yılında (henüz yirmi iki yaşında) yazdığı "The Animate and the Inanimate" kitabını okuduktan sonra bu yazıyı yazmaktan kendimi alamadım. Adını "Canlı ve Cansız" olarak dilimize çevirebileceğimiz kitapta evren (the universe) ve ters evren (the reverse universe) kuramları açıklanırken canlı ve cansız tanımları tartışmaya açılıyor. Hayatın anlamı ne sorusuna cevap aradığımız bu dönemde Sidis'in yüz yıl önce düşündükleri ve yazıya döktükleri son derece sarsıcı.  Termodinamiğin ikinci yasasını bilmeden kitabı anlayabilmek hayli zor. Fakat "entropi" gerçeğini öğrendikten sonra her bölümü büyük bir merak ve ilgiyle okurken anlamadığım kısımların umduğumun çok altında kaldığını söyleyebilirim. Aslında kitabın çevirisini yapmayı düşündüm fakat konuyla ilgisi olmayanlara biraz ağır geleceğini dikkate alarak vazgeçtim. Şüphesiz yazarın değindiği konular her ne kadar bilimsel temele dayandırılsa da hepsi deneysel ya da gözlemsel sonuçlar değil. Zaten bütün bu konular bazen teorinin ötesinde hipotez olarak işlenip okurun değerlendirmesine sunulmuş. 

Birkaç konudan bahsedecek olursam; Kitapta en çok "ters evren" üzerine kafa yoruluyor. Yazar, ters evrende, mevcut evrenimizde var olan her şeyin aksinin hüküm sürdüğünü iddia ediyor. Bunu şu anki algımızla değerlendirmek oldukça zor elbette. Fakat daha önceki entropi başlıklı yazımda değindiğim üzere kainatın toplam enerjisi değişmezken birbirine dönüştüğünde bir miktar enerji evrene dağılıyordu. Sidis, elimizden kaçan bu enerji için entropi sözcüğü yerine, buna "yedek enerji" diyor. Halen içinde yaşamakta olduğumuz evren (pozitif evren) enerji yaymakta ve yayılan bu enerji bir miktar fire verip birbirine dönüşebiliyor. Bu firelerin milyarlarca yıl birikmesi sonucunda canlı cansız varlıklar (madde, enerji) maksimum entropiye ulaşıyor, yani artık enerji yoksunu bir hal alıyor. Ters evrende ise durum tam tersine işliyor. Ters evren bir bakıma şu an içinde bulunduğumuz evrenin en son halini andırıyor. Yedek enerji, yani entropi had safhaya ulaşmış hale geliyor. Bu negatif evrende başlangıçta her taraf karanlık, ölü, madde ve enerji sıfır. Bu evrende maddelerin enerji yayma imkanları yok, toplanan yedek enerjiden emmeye yani maksimum entropilerini kullanmaya başlıyorlar. Yeni bir evren doğuyor bilinenin tersine çalışan. Burada bütün maddeler endotermik yani, etkileşim halinde ısı yaymayan tam aksine ısıya ihtiyacı olan (enerji yutan) cinsten. Mevcut evrenimizde de buzun erimesi gibi bu tür reaksiyonlar var ancak güneşin ekzotermik (ısı yayan) enerjisinin yanında minimal düzeyde kalıyor. Daha fazla kafaları karıştırmadan somut bazı örneklerle olayı gözümüzde canlandırmaya çalışalım:

Yaşadığımız evrende mevcut yer çekimi sayesinde merdivenin üzerindeki topa ufak bir kuvvet uyguladığınızda top merdiven basamaklarında zıplayarak alt kata iner. Ters evrende yer çekimi mevcut olmadığından topun hareketi merdivenin alt basamağından aldığı ısı enerjisi vasıtasıyla basamaklardan yukarı doğru çıkma yönünde olacaktır. Nehirlerin akışı denize doğru değil, adeta denizdeki tuzdan kaçarcasına kaynağına ulaşıp, oradan pınara, yağmur damlalarına ve nihayet su molekülüne, hidrojen ve oksijen atomlarına doğru bir seyir izlemekte. Bu olaylarda en önemli unsurlardan biri de zaman. Zaman da tersine işliyor ters evrende. Yani gelecek geçmiş, geçmiş ise gelecek oluyor. Mevcut evrende biz ve bütün varlıklar geçmişi hatırlarken gelecek hakkında kesin bir fikirleri yok. Oysa ters evrende bilinen şey gelecek, bilinmeyen ise geçmiş! 

Ayrıca evrenin şekline dair varsayımlarda bulunuyor yazar. Ona göre etrafında tuğlaya benzer ters evrenler döşenmiş oval şeklinde bir geometriye sahip evrenimiz. Benzer şekilde çevresi ters evrenlerle örülü sonsuz sayıda evren var. Her birinin başlangıcı ve sonu mevcut. Ancak ne zaman başladığı ne zaman sona ereceğine dair bir şey söz konusu değil. Bu düzen her zaman vardı ve daima olacaktır. Yani uzay dediğimiz, içinde evrenleri barındıran sistemin en başı ve en sonu diye bir şey yok, biteviye bir döngü sadece. Şaşırtıcı değil mi? Tanrı denilen şey bu mu yoksa? Sonsuz uzayın sonsuz döngüsü... 

Mevcut evrene pozitif, ters evrene negatif sıfatını yükleyen yazar her iki evrenin birbirine dönüşmeye meyilli olduğunu ifade ederken zaman boyutu içinde bu dönüşümü sinüzoidal bir grafikle sembolleştiriyor. Grafiğin tepe noktaları evrenin oluşumu yani, entropinin minimum olduğu büyük patlamanın (big bang) meydana geldiği evre, grafiğin çukur noktaları ise evrenin sonu yani entropinin maksimum olduğu ölüm anları. Büyük patlamadan sonra yeniden evrenin oluşumu... Evrenimizde gözlenebilen 18.000.000 yıldız var deniyor, toplam yıldız sayısı ise bunun on katı civarında. Her yıl en az bir kez bir galaksinin doğuşuna ve bir başkasının ölümüne şahit oluyoruz. Biz bütün enerjimizi Samanyolu Galaksisinin bir yıldızı olan güneşten alıyoruz. Evrenimizin yok oluşu güneş gibi 180 milyar yıldız sisteminin enerjisini tüketmesi anlamına geliyor. İnsanın hafızası almıyor. Sidis, "yaşam teorisi" bölümünde canlı ve cansız tanımlarında yapılan hataları dile getirirken, ters evrende de yaşamın olabileceğini ancak bunun bilinenden çok farklı özellikler taşıyacağını savunuyor ve bu konudaki düşüncelerini kitabın "yalancı yaşam organizmaları" (pseudo living organisms) bölümünde açıklıyor. 

Neyse uzun hikaye. Benim burada kafama takılan tek soru kaldı ki, bunu yazımın başında belirttim. Tesadüfler bir yana başı sonu olmayan böyle bir düzenin sahibi yok mu? Yoksa sahip olma duygusu sadece biz insanların yarattığı bir şey mi? Belki de kainatın sahibi diye de bir şey hiç yok. Her şey baştan beri vardı ve sonuna kadar olacak. Sonsuzdan gelip sonsuza gideceğiz, bu paradoks mevcut algımız ve aklımızla bizi tam olarak tatmin ediyor mu, hayır! 

24 yorum:

  1. gelirim sonraaa daaa, erich fromm un sahip olmak ya da olmak adlı kitabı insanı alt üst eden bir kitap yaaaa :) hatta yarınki yazımda adı geçecektii, tesadüf olmuş, okuyup blogumda yazmıştım, ne derler, hayat değiştiren kitaplardan biridir oooo :) to have or to be :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hadi gel:) Ben seviyorum alt üst olmayı. Yeter ki masal anlatmasın:) Fromm bu kitapta çok ciddi şeylerden bahsediyor. Bakış açımızı değiştirmiş olabilir ama maalesef hayatımızı değiştirmiyor. Çünkü biz insanlar çok egoistiz. Neden dersen bu ayrı bir yazı konusu:))

      Sil
  2. Erich Fromm benim de ilgimi çeken bir yazar. Psikanaliz ve Zen Budizm kitabını okuduktan sonra değerlendirmeni bekliyorum:)
    "Sahip olmak" ve "olmak" gerçekten müthiş bir fark yaratıyor. Bu sözcükleri derinlemesine düşündüğümde sahip olduğum şeylerden ve olamadığım şeylerden utandım.

    Sevgili İlkay, ilk yazımı okumanı öneririm. Çünkü o, bu yazının temelini teşkil ediyor. Belirttiğim üzere "entropi" konusunda daha çok yazı yazacağım sanırım, ve hepsinin başında o okumadığını söylediğin yazıyı temel almış olacağım.
    Sıkı bir instagram kullanıcısı olmasam da Evrim Ağacını biliyorum, önerin için yine de teşekkürler.
    Kitabın çevirisini yapmayı hâlâ düşünüyorum. Sanırım bugüne kadar dilimize çevrilmemiş. Daha önce iki roman çevirip blogta yayınlamıştım, sorun olmaz. Zaten aradan neredeyse yüz yıl geçmiş telif hakkı muhtemelen sona ermiştir. Fakat yazarın yüz yıl önce söylediklerini okuyunca onun uzaydan insanlara mesaj vermesi için gönderilmiş biri olduğunu düşündüm. Ortaya koyduğu iddiaları bilimsel temele oturtmasa bile bu hayal gücüyle muazzam bir bilim kurgu yapmış. Arzu ederseniz yazımda linkini verdiğim kitabı elektronik ortamda copy paste yapıp google translate de çevirebilirsiniz. Tabii orada yapılan çevirilerde çok büyük hatalar yapılıyor. Fakat yazarın dili konuyu dikkate aldığımda şaşılacak derecede basit geldi bana.

    Paralel evren, ters evren sanırım birbirine yakın kavramlar. Bilim özünde felsefeden doğar. Ben varoluş konusunda hâlâ arayış içindeyim. Hoş, aslında bütün insanlık bunun peşinde. Her insanda olması gerektiğini düşündüğüm bir merak bu. Teşekkür ederim:)

    YanıtlaSil
  3. Yazınızda geçen bir çok kavramı ilk defa duydum, bazı yerleri iki defa okudum. Ufkumu açtınız desem yeridir, teşekkür ederim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim. İnanın ki bir şeyler öğrenince daha ne kadar fazla bilmediğimiz ortaya çıkıyor. Bilginin ucu bucağı yok. Detaya girmeye kalksam içinde boğulurum, bu yüzden fırsat buldukça parça parça öğrenmeye çalışacağız. Bir de eğitim sistemimizin ne kadar kötü ve ezbere dayalı olduğunu anladım. Öğrencilere neden nasıla dayalı bilgi verilebilse eminim eğitim bambaşka bir hale gelir:)

      Sil
  4. Teşekkürler, ben de merak ediyorum. Sizin kitabı okuyup değerlendirmenizi bekleyeceğim. Size de iyi günler:)

    YanıtlaSil
  5. Puslu Kıtalar Atlası kitabında şöyle bir durum vardı.

    "Düşünüyorum, o halde ben varım. Düşünen bir adamı düşünüyorum ve onun, kendisinin düşündüğünü bildiğini düşlüyorum. Bu adam düşünüyor olmasından varolduğu sonucunu çıkarıyor. Ve ben, onun çıkarımının doğru olduğunu biliyorum. Çünkü o, benim düşüm. Varolduğunu böylece haklı olarak ileri süren bu adamın beni düşlediğini düşünüyorum. Öyleyse, gerçek olan biri beni düşlüyor. O gerçek, ben ise bir düş oluyorum."

    Gerçeklik algisinin böyle ustaca yerle bir oluşunu okumak etkileyici gelmişti.Ters evren mevzusuna dair ister istemez bu geldi aklıma. :)

    Mevzu ağır, yeni şeyler öğrenmekle birlikte herhangi bir çıkarım yapma konusunda yetersizim açıkçası.

    Sahip olma ve olma kısmı ilginç sahiden.Sonsuz olmayan yasam döngüsünde sahip olma hissi beyhude aslında.Nihayetinde o çiçeği alıp koparıp alsak bile çiçek bize ait olmadığını, onun sahibi olmadığımızı solup yiterek kanıtlıyor aslında:) İnsan da böyle degil mi? Bu sahip olma hali yüzünden birçok insan yitip gitmiyor mu çevrelenmiş ellerin arasından.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Düşünme ile düşlemenin birbirinden farklı şeyler olduğunu düşünüyorum. Düşünme belli bir akıl yürütme ve kendini bu yoldan ikna etme fiili. Düşlemenin sanırım çerçevesi çok daha geniş, hesaba kitaba gelen şeyler de olabilir, tamamen fantastik ve hayal ürünü bazı şeyler de olabilir. Fakat her düşüncenin çıkış yolu düşlemek diyebiliriz. Mesela uçmak bir insan için bir zamanlar düştü, daha sonra düşünceye ve nihayet gerçeğe dönüştü. Yukarıda bahsettiğim kitap düşünceyle düşün harmanlandığı bir eser. Belirttiğim konu, yani kainatların sahibi kim, sonsuzluk nasıl bir olgu, yaşamın anlamı, gayesi gibi soruların kesin cevabını vermiyor. Sadece akıl ve bilim çerçevesinde düşüncelerini dile getiriyor ve konuların tartışmaya açık olduğunu net bir şekilde ifade ediyor. Net bir çıkarıma varabilseydi, evet bu bir düşünce denilebilirdi belki ama hipotez olarak kalıyor. Yani halen biri bunları çürütmüş ya da ispatlamış değil. Aslında Tanrı fikrinin doğuşu da bu yüzden.
      Diğer taraftan Tanrı'nın kâinatın sahibi olduğu dile getiriliyor. Sahip olmak, "olmak" ın yanında içinde Tanrı'ya atfettirilemeyecek bazı özellikler taşıyor. O zaman Tanrı denilen bu sistemin kendisi, bizler de onun en küçük parçalarından biri miyiz sorusu geliyor akla. Ben sahip olmak düşüncesini bu boyutta ele almak istedim. İnsan için kötü olan Tanrı için iyi olabilir mi? Eğer bu olursa sistemle bunu açıklayabiliriz belki. Çünkü sistemin iyi ve kötü tarafları var. Sahi iyi ne kötü ne? Kıme göre, neye göre? Uzar gider bu böyle:)))

      Sil
    2. İlk paragrafınızda belirttiğiniz mevcut hal üzerine aldım sahip olmak halini aslında. Cismen,fiziken sahip olma halinin her ne kadar peşine düşmüş olsada insan, bunun mümkün olmayışı gerçeği.illüzyondan başka bir sey değil bu.

      Aşık kişinin aşk'a sahip olması farklı bir sahip olma halini karşılar.Mümkünlüge kapı aralar ama o aşk'ın varlığının asıl sebebinin ne olduğu konusu açmaza düşürebilir.Benzer sekilde bir fikrin,düşüncenin sahibi olma halide farkli bicimde tezahur eder.sonra dönüp dolaşıp sonsuzluk ve zamansizlik halinde akibetleri degisir yine.

      Ortada farklı farklı sahip olmalar var.Muhtemelen daha fazlası da vardır.Bildigimiz birkaç hal ile bilmedigimizi anlamlandirma çabasına girerken , aynı argümanları ,aynı eksikleri kullanıyor olmak belki de açmaza sokuyordur bizi.

      Misal Zamansızlığı anlamlandırmak için zamanı kullanıyoruz.Baska alternatifimiz de yok aslinda.Bunu yaparken zamanın sahip oldugu! her hali araç gereç olarak kullaniyoruz. Bu algiladigimiz seye zamansizlik diyebilirmiyiz peki ? Bilmiyorum.Ufak bir şablon , belki.


      Bu arada ben her seyi birbirine pekala karıştırmış olabilirim :)) o yüzden çok da seey etmeyin :) isin sonunda düşünmemek en iyisi noktasına gelmiş olabilirim bunca entropi, ters evren mevzularinda :)




      Sil
    3. Öncelikle geç dönüşümden dolayı özür dilerim. Evi taşıma telaşı, internet problemi vs. biraz uzak kaldım bloguma. Sahip olmak konusunu mikro (insan) ve makro (Tanrı) boyutlarında ele almaya çalıştım. Her iki durumda da üzerinde hayli tartışılacak ve fikir üretilecek konular var.

      Aşk konusuna girersek içinden çıkamayız:) Aşk bana göre sahip olmaktan ziyade teslim olmak. Fikir sahibi olmak, eğer bağnazlık derecesinde tutucu olmak, yani sabit fikirli olmak derecesindeyse yine hoş bir durum değil. Fakat fikirsiz olmak da o derece kötü:) En iyisi değişime açık ve ikna olma pencerenizi açık tutarak herhangi bir konuda söyleyecek kadar bilgi sahibi olmak. Yani bunu iyi ayarlamak lazım:)

      Zamanın yetmemesi normal olarak pozitif bir durum bana göre. Demek ki bir şeyler yapıyorsunuz. Zamanım var demek, yeterince meşgul olmadığınızı gösterir. Böylelikle zamana sahip olmak da arzu edilen bir durum değil.

      Hayır, gayet güzel bir şekilde fikrinizi paylaşıyorsunuz::) Şey etmem ben:) Düşünmek güzeldir:) Entropi derin mevzu:)

      Sil
  6. dikkat çekici bir konu ve farklı bir yaklaşım, geçmişi bilmemek ve geleceği bilmek fikri hoşuma gitti:)

    YanıtlaSil
  7. Delirtici paradoks, en iyisi hiç düşünmemek sanırım :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kesinlikle:) Biliyorum bu işin sonu deliliğe kadar çıkar. Ancak yaşam hallerinden dolayı şimdiye kadar düşünecek zaman bulamadığımı düşünüyorum. Şimdi düşünmekten gayrı yapacağım çok bir şey kalmadı sanırım. Yakın zamana kadar hep başkaları (işverenler) için çalıştım. Şimdi kendime ait bütün zamanımı düşünmeye ve yeni şeyler öğrenmeye veriyorum. Bu benim için en büyük eğlence:))

      Sil
  8. "Olmak" eksenli yaşadığında aktifleşen varlık, "sahip olmak" eksenli yaşadığında tüm yaşamını pasifleştirmiyor mu? Çiçeği dalından koparıp ona sahip olmak mı mutlu eder bizi, yoksa dalında güzelliğini seyredip onu koklamak mı? Her şeyin sahibi olabilir miyiz? Her hangi bir varlık buna sahip olabilir mi?

    Buraya bayıldım. Bu kitabı listeme ekliyorum Mr. Kaplan, teşekkürler. Tam da "Mülkiyet, sahiplik mi kölelik mi?" konulu yeni Ağaç Ev Sohbeti'ne denk gelmesi çok güzel olmuş :)

    Ters evren önermeleri de çok ilginç, tam sci-fi öykülük konu :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, dikkatimizden kaçan bir konuyu gözümüze sokması bakımından oldukça ilginç.
      Bu hafta biraz yoğunum Mrs. Kedi. Yine ev taşıdık, telaş, interneti taşımalar, yerleşme... Laptop ta yazmayı seviyorum. Telefon bana işkence.
      Bu nedenle Ağaç Ev Sohbetlerinin bu haftaki konusunu dahi sizden öğrenmiş oldum, kim önermiş bu konuyu henüz bakamadım. Fakat kim önerdiyse harika bir konu, dediğiniz gibi son yazımdaki sahip olmak konusuyla birebir örtüşüyor. Geç de olsa bu konuda yazarım. Erich Fromm un değerlendirmelerinden sonra mülkiyet sahipliktir demek cesaret ister ama aklıma "Evim evim güzel evim" sözü de gelmiyor değil:)))

      Sil
    2. O zaman yeni evinizde güle güle oturun, birbirinden güzel günleriniz olsun ailenizle Mr. Kaplan :) Taşınma telaşınız bitince tekrar görüşmek üzere kolay gelsin :)

      Sil
    3. Çok teşekkürler:) Çok naziksiniz. Görüşmek üzere.

      Sil
  9. Protonun ve elektronun karşıtının var olduğuna dair bilimsel çalışmalar yapıldığını duymuştum belki Sidis ters evren fikrinde yanılmıyordur. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kesinlikle bir bildiği var. Bana adam uzaylı gibi geldi:)

      Sil
  10. Merhaba , blogunuzla yeni tanıştım .Sizinle de öyle tabi.Sizi takip etmekten keyif alacağım . Benim dünyama da beklerim Sevgilerimle :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim:) Sizin dünyanıza giremiyorum, çünkü blogunuzu kaldırmış görünüyorsunuz:(

      Sil
  11. işlerin kolaylandı herhaldeee :) eveet bekliyosss seniiiii :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Zor iş taşınmak ama biz şerbetliyiz:) Çok yazılar, yorumlar yazılmış, bakalım nasıl üstesinden geleceğük:)))

      Sil