Güzel bir etkinlik önerisi de Kırmızı Ruh'tan geldi. Adı Kelime Oyunu. İlk kelimeler Deniz, Kayıkçı, Simitçi, Araba ve Dede. Bütün blog yazarlarına açık bu etkinlikte organizasyon yine sevgili DeepTone'da. Kırmızı Ruh, ilk haftanın kelimelerinden güzel bir öykü türetmiş. (TIK TIK)
Dedemle arkadaş gibiydim. Yaz tatillerinde onlarda kalır, onunla birlikte aylak aylak şehri dolaşırdık. Yine bir gün Konak İskelesinden biletlerimizi aldıktan sonra vapura binip Karşıyaka'ya doğru yola çıktık. Denizin kokusu hoşuma gitmişti. Güvertedeki seyyar simitçiden aldığımız gevreği küçük parçalara ayırıp bizimle yarışan martılara attıkça mutluluktan havalara uçuyordum. Yarım saat kadar sonra vapur iskeleye yanaştı. Yalı boyunca bir süre yürüyüp gördüğümüz ilk çay bahçesinde oturduk. Anneannemin bize niye "aptaliko" dediğini sordum. Dedemin bir anda gözleri derinlere daldı, sonra kendini toplayarak gülümsedi.
- Çok eskiden kapı komşumuzun bir kızı vardı, ona sadece anneannen değil herkes "aptaliko" derdi.
- Girit'teyken mi?
- Evet. Gerçek adı Zehra'ydı. Bir Rum gencine aşık olmuştu.
Merakım iyice artmıştı. İlginç bir aşk hikayesi anlatacağa benziyordu.
- Peki niçin ona "Aptaliko" diyorlardı?
- Esmer güzeli, ince belli, endamlı bir kızdı Zehra. İyi okullarda okutmuştu ailesi. Çok güzel keman çalıyordu. Ancak liseyi bitirdiğinde kader ona sırtını dönmüş, birkaç ay içinde anne ve babasını kaybedince hayatta hiç kimsesi kalmamıştı. O vakitten sonra yalnızlığını ve acılarını kemanının tellerinde seslendirmeye başlamıştı. Hiçbir geliri olmadığı için çağrıldığı düğün ve türlü eğlencelerde verilen üç beş kuruşla ayakta durmaya çalışıyordu. Onun kemanıyla en güzel yorumladığı oyun havasının adı "aptaliko" ydu. Günden güne bir parçası haline gelen müzik aletini eline alıp "aptaliko" yu dillendirmeye başlar başlamaz çevresindeki bütün gençler yerinde duramaz danslarıyla kendilerinden geçerdi. Bir süre sonra herkes onu "Aptaliko" diye çağırmaya başlamış, gerçek adı neredeyse unutulmuştu.
- Peki, Rum gencine nasıl aşık oldu?
- Yine çağrıldığı bir düğünde kemanının canlı ezgileriyle gençleri coştururken Nikos isminde yakışıklı bir delikanlı çıktı meydana. Müziğin ritmine kendini kaptırmış, "Aptaliko" havasını öyle güzel oynuyordu ki, bütün genç kızlar kendine hayran kalmıştı. Zehra da bu yakışıklı çocuktan etkilendi doğal olarak. Narin eliyle tuttuğu yayı kemanının tellerinde gezdirirken tüm hünerlerini ortaya dökmeye çalıştı. O günden sonra Nikos, "Aptaliko" nun peşinden hiç ayrılmadı, ta ki ölene kadar.
- Nikos öldü mü, neden?
- Birbirlerine sırılsıklam aşık olmuşlardı. Nikos kendini yetiştirmiş, hem Rumcayı hem de Türkçeyi çok iyi konuşan bıyıklı, uzun boylu bir gençti. Ancak her ikisinin de çevreleri bu ilişkiye hep kem gözle bakıyorlardı. Biri Hristiyan, diğeri Müslüman iki kişi birbirlerine nasıl aşık olabilirlerdi. Bazen karanlık bastığında Nikos'un arkadaşı Kayıkçı Hristo onları alıp denize açılır iki aşığı gözlerden ırak ıssız koylara götürürdü. Aptaliko, bütün aşkını, duygularını kemanın sesiyle Nikos'a aktarırken, Nikos da ona Sappho'dan şiirler okurdu o güzel sesiyle.
"Hiç uyarmadan nasıl sökerse
Kasırga meşeleri kökünden,
Öyle sarsıyor yüreğimi aşk."
***
"Denizcilerdir, diyor, yeryüzünde
Göze en görünen şey; bense
Kişi kimi seviyorsa, diyorum odur
En güzel.
Denizi çok severdi Sappho'yu sevdiği kadar. Belki şair Sappho'nun denize olan tutkusu çekmişti onu kendine. Nikos, denizden de çok sevdiği "Aptaliko"ya vurulmuştu vurulmasına ama esas vurgunu denizden yedi.
- Nasıl yani?
- Denizden kazanıyordu ekmeğini. Sık sık derinlere dalar sünger çıkarırdı. Sonunda bir gün baygın çıkardılar Nikos'u denizden. Kulaklarından kan geliyordu. Nefes alamıyordu. "Aptaliko" haberi alır almaz koştu sahile, gözü yaşlı. Akşama doğru narin kollarında verdi son nefesini Nikos. Canından çok sevdiği Nikos'u da terk etmişti artık onu.
Gözleri dolmuştu dedemin, adeta yaşıyordu o günleri. Sanki o da içini dökmeye susamıştı dillendirirken bu destansı hikayeyi. Başka soru sormak, onu üzmek istemiyordum ama o kendini tutamıyordu, anlatmaya devam etti.
- Bir arabaya yüklediler cesedi. Kilisede kısa bir tören yapıldıktan sonra birkaç kişiyle birlikte mezarlığa kadar sevdiğine eşlik etti "Aptaliko". Bir kez daha yalnız kalmıştı. Üstelik bu kez daha kötüydü durum. Komşuları hiç yüzüne bakmaz oldu. Hatta Nikos'un ölümüne sevindiler bile. Senin anneannen de oh olsun diyenlerdendi. "Hadi Müslüman olsa neyse, utanmadın mı o gavurla düşüp kalkmaya" diye yüzüne karşı çıkışmıştı bir keresinde. Yemeden içmeden kesildi "Aptaliko". Kemanını alıp dağlara vurdu kendini. Elini tutan hiç kimse olmadı ne Türklerden ne de Rumlardan. Ama eğlenceye gelince yine çağırıyorlardı onu kemanıyla. Sonra birden tuhaf bir şekilde gülmeye, neşelenmeye başladı. Herkes artık acılarını unuttu diye düşünürken onun aklını kaçırdığı kimsenin aklına gelmedi. Her önüne geleni Nikos sanıp adanın Rum gençleriyle birlikte olmaya başladı. Yunan askeri adaya geldiğinde biz Türklerin orada yaşama imkanımız kalmamıştı. Bizi Türkiye'ye götürmek için gemilerin biri geliyor biri gidiyordu. Her gemi geldiğinde rıhtımda "Aptaliko" elinde kemanı olduğu halde beklerdi. O zamanlar canını kurtarmanın derdine düşmüştü herkes. Ne yanına çağıran vardı onu, ne de o adadan çıkmak istiyordu.
- Adadan ayrılmadı mı hiç?
- Bildiğim kadarıyla hep orada kaldı. Ama ben ona daima saygı duydum. Kemanıyla çaldığı "aptaliko" nun ezgileri kulağımdan çıkmıyordu. İzmir'e geldiğimizde ilk kez Atatürk Lisesi'nin halk müziği koluna çaldırdım bu parçayı. Onlar da "Kordon Zeybeği" diye repertuarlarına aldılar. Sonra çok meşhur oldu tabii. Hala bir yerlerde Kordon Zeybeği çalındığını duysam hep Zehra'yı yani bizim "Aptaliko" yu hatırlarım.
Tesadüfün bu kadarı olurdu. Kulaklarıma inanamadım. Çay bahçesinde Kordon Zeybeği çalıyordu.