Kumandanın düğmesine basmasıyla birlikte otomatik garaj kapısının panjuru sinir bozucu metalik bir ses çıkartarak yavaş yavaş yükselmeye başladı. Kontak anahtarını çevirip hareket etti, tam caddeye çıkmak üzereydi ki çalmakta olan telefonunun boğuk sesini duydu. Yan koltuğa attığı siyah deri çantasındaki cep telefonunu bulmaya uğraşırken sinirle "Bir sen eksiktin." diye söylendi kendi kendine. Gözünü yoldan ayırmaksızın el yordamıyla çantasındaki cep telefonunu bulup gözünü yoldan ayırmadan açma tuşuna bastı, bezgin bir ses tonuyla "Alo" dedi.
- Estherciğim, umarım zamansız aramadım.
Sesinden tanımıştı, Selma'yı. Telâşını olabildiğince gizlemeye çalışarak,
- Hayır canım sorun değil, dedi. Doktor Cevdet Bey'in randevusuna
yetişmeye çalışıyorum.
- Bak, istersen sonra arayım. Ya da işin bittiğinde sen beni ararsın. Bir yerde oturup biraz lâflayalım diyecektim sadece.
- Tamam canım, yoldayım şimdi, çıkar çıkmaz ben seni ararım.
Telefonu kapatıp çantasına attı. Güneşin bütün cömertliğiyle ışınlarını saçtığı güzel bir sonbahar sabahı, Esther'in kullandığı beyaz spor Mercedes sabah trafiğinin yoğunlaştığı cadde boyunca ağır ağır ilerliyordu. Aklına yazdığı adrese göre aracın navigasyonunu ayarladı. Yarım saat boyunca birçok kavşaktan, caddeden geçti. Ekranda beliren yönleri büyük bir dikkatle takip ediyor, hatalı bir yöne girip zaman kaybetmemek için büyük çaba sarf ediyordu. Artık iyice yaklaşmıştı. Son anda kırmızıya dönen trafik ışığını fark edip ani bir fren yaptı. Peşinden gelen arabanın çıkardığı lastik sesiyle irkildi. İç dikiz aynasından arkasına baktı. Bacaklarının titrediğini fark etti. Neyse ki, hiçbir sarsıntı hissetmemişti. Saatine baktı, yeşil yanar yanmaz gaza yüklendi. Her an bir aksilikle karşılaşacağını düşünüyor, karşıdan karşıya geçmeye çalışan bir yayaya çarpacakmış duygusuna kapılıyordu. Rengârenk güllerin düzenli olarak aralara serpiştirildiği çim kaplı bahçe içlerinde birbirine benzeyen iki katlı evlerin olduğu geniş bir sokağa girdi. Üçüncü bloğun önüne geldiğinde aracını kaldırımın kenarına park etti. Arabasından inmeden önce bir kez daha baktı saatine, trafikte harcadığı onca zamana rağmen randevusundan beş dakika önce geldiğini görünce derin bir oh çekti. Yan taraftaki bina giriş kapısının sağında aşağı doğru sıralanan dört daire zilinden üzerinde Prof. Dr. Cevdet Saran isminin yazılı olduğu en alttakine bastı. Otomatik demir kapının açılma sesini duyunca itip içeri girdi. Apartmanın oldukça geniş giriş holündeki büyük boy aynasının önünde kısa bir süre kıyafetini kontrol ettikten sonra önüne açılan daire kapısına doğru yaklaştı. Yaşamı boyunca komşu kapısı bildiği doktor muayenehanelerine, hastane koridorlarına aşina olmasına rağmen göğsünde hissettiği ağırlığın sebebini gittikçe sıklaşan kabuslarında, gördüğü halüsinasyonlarda arıyor, akıl sağlığını yitirmekten korkuyordu.
Güzel bir kadındı Esther. Omuzlarına dökülen dalgalı sarı saçları, kalkık burnu, hafif çıkık elmacık kemikleri, ortanın üzerinde boyu ve ideal vücut ölçüleriyle bütün kadınları kıskandıracak özelliklere sahipti. Hafif bir makyaj yaptığında, koyu mavi gözleriyle bütün dikkatleri üzerinde toplardı. Bugün yine son derece şık beyaz pantolon ve ceketinin içine siyah ipekli kumaştan güzel bir bluz giymişti. Siyah, yüksek topuklu rugan pabuçları ile kıyafetini tamamlamış, duru güzelliğiyle gözleri kamaştırıyordu. Oysa bütün bu özellikleri genç kadının iç dünyasıyla tam bir tezat içindeydi. Dağınık, kararsız, suçluluk duygusu içinde yalnız başına kıvranan tutkulu ruh hali, karanlık bir okyanusun içinde kopan fırtınada gemisini ayakta tutmaya çabalayan çaresiz bir kaptanı andırıyordu sanki. Her şeye rağmen Kemal'i çok seviyor, bir an olsun onsuz bir hayat düşünemiyordu. Kemal'in de onu sevdiğinden emindi. Birbirlerine bu derece âşık olmalarına karşılık yanlış giden bir şeyler olduğunu düşünüyordu. İçine düştüğü ikilemi aşamıyordu. Bir türlü peşini bırakmayan geçmişi miydi buna sebep, yoksa kocasının ihmali, gözünü ve gönlünü işten başka her şeye kapatması mı? Ah bir bilebilseydi doğrusunu. Aradığı cevap ne olursa olsun bunu öğrenirse çektiği bütün sıkıntıları bitecek, gördüğü kâbuslar bir anda sona erecekti sanki. Belki uzun zaman önce yaşadıklarını gömdüğü toprak kabarmış, geçmişin bütün acılarını kusuyordu. İçine düştüğü bu girdap, sevdiği insanı kendinden uzaklaştırmasının başlıca sebebi miydi? Gördüğü düşler, hayaller, kâbuslar... Artık dayanma gücünü iyiden iyiye kaybetmiş, sonunda bir can simidine sarılırcasına Selma'ya dökmüştü içini. Ama yine de kendini tutmayı başarmış, hayatını kâbusa çeviren geçmişine dair bir söz çıkmamıştı ağzından. Buna rağmen sıkı sıkıya tembihlemişti Selma'yı, onunla paylaştıklarını Hasan'a ve Kemal'e söylememesi için kesin söz almıştı. Ona sadece uzun zamandır psikolojik yardım aldığından, yıllarca bir sürü doktorun kapısını aşındırdığından bahsetmişti. Çocukluğundan beri görmüş olduğu kâbuslar, hayatını değiştiren o talihsiz kazadan sonra artarak devam etmiş, adeta yaşamının bir parçası olmuştu. Öncekiler kadar sık olmasa bile son bir yıl içinde haftada en az bir kez başka âlemlere gidiyor, bazen neşe, bazen huzur içinde, nadiren korkuyla, çığlık çığlığa geri dönüyordu. Her zaman olduğu gibi yine sessizdi çığlıkları, aynı çocukluğundaki gibi. Kan ter içinde kendine gelip avazı çıktığı kadar bağırmasına rağmen sinek vızıltısı kadar bir sesin çıkmadığı cinsten. Bu sayede gördüğü kâbusları Kemal'den saklamayı başarabildiği için şanslı görüyordu kendini. Onu esas korkutan gördüğü kötü düşlerden ziyade yaşadığı ve içine gömdüğü kazadan haberdar olmasıydı Kemal'in. Belki de çocukken başına gelen o talihsiz kazadan sonra geçirdiği travmanın beyninde bıraktığı bir mirastı bu yaşadıkları. Taşıması günden güne ağırlaşan bu miras sebebiyle Kemal'i kaybederim korkusu... Geçen hafta Selma vermişti doktorun ismini. Konusunda ihtisas sahibi, iyi bir doktor olduğunu söylemişti.
Devam edecek