Şarap kırmızısı suratı ve patlıcan burnuyla insanda gülme hissi uyandıran komik bir tipi vardı Kenan Bey'in. Küçük gözleri, kepçe kulaklarına tam bir tezat oluşturuyordu. Doktor olduğunu gösteren tek işaret üzerindeki beyaz önlüktü. Önlüğünü çıkarsa karşısına çıkan herkes onun bir palyaço olduğuna bahse girebilirdi. Kırık bir ses tonuyla "Hoş geldiniz." diyerek selamladı
genç kadınları.
Cevdet Bey, eliyle Esther’i işaret ederek,
- Bu zarif hanımefendi size sözünü ettiğim Esther ve onun yakın arkadaşı... Doktorun adını hatırlamadığını fark eden Selma çekingen tavırlarla Kenan Bey'e uzattı elini.
- Selma, diye tamamladı Cevdet Bey'in cümlesini.
- Peki, hanımlar, çaylarınızı bitirdiğinize göre bir an önce başlayalım
isterseniz, dedi Kenan Bey.
Selma, Esther’e baktı. Kenan Bey'i gözü hiç tutmamıştı. Esther'e fikrini söylemek, onu uyarmak istiyordu ama bunu doktorun yanında yapamayacağını biliyordu.
- Ben hazırım, dedi Esther. Kalp atışları hızlanırken Selma, arkadaşının sakinliğine anlam veremiyor, onu endişe içinde izliyordu.
- Esther Hanım, dedi Kenan Bey, genç kadına gözlerini dikerek. O zaman, buyurun odama geçelim. Selma Hanım, siz burada bekleyebilirsiniz, arzu ederseniz televizyonu kullanabilirsiniz, kumanda karşı duvarda asılı. Başka bir isteğiniz olursa danışmadaki görevliler size yardımcı olacaklar, diyerek odanın kapısını açtı ve geçmesi için Esther’e yol verdi.
Selma, Kenan Bey'e nezaketen teşekkür ettikten sonra merakına yenik düşüp seslendi arkalarından.
- Affedersiniz Doktor Bey, seans tahminen ne kadar sürer?
Kenan Bey, gözlerini kısarak gülümsedi. Selma’ya dönüp,
- Bu biraz da arkadaşınıza bağlı hanımefendi, umarım fazla sürmez, dedi.
Cevdet Bey'e son kez yalvarırcasına baktı Selma. Cevdet Bey, yüzündeki tebessümle "Merak etme, işler yolunda" dercesine elini yumruk yapıp baş parmağını Selma'ya doğru yukarı kaldırdıktan sonra diğerlerinin peşine takıldı. Selma, odada televizyon, duvardaki tablo ve yalnızlığıyla baş başa kalmıştı.
***
Toplantı boyunca rahatsız edilmemeleri hususunda sıkı sıkıya tembih edilmesine rağmen, ısrarla çalıyordu toplantı salonundaki kırmızı telefon. Ümit Bey sessizce yerinden kalktı, evrak dolabının üzerindeki cihazın yanına gidip ahizeyi kulağına dayadı, kısık sesle "Toplantıdayız." dedikten sonra karşı taraftakine konuşma fırsatı vermeden yüzüne kapattı telefonu. Nalân, toplantıyı bölmenin nelere mal olacağını gayet iyi biliyordu elbette. Feridun Bey'in katıldığı koordinasyon toplantıları, bütün personel için tam manasıyla bir kâbustu. Sabahın erken saatlerinden itibaren salonunun hazırlanması ve her türlü ihtiyacın karşılanması Nalan'ın sorumluluğundaydı. Her zaman olduğu gibi toplantının başlamasına saatler varken, temizliği denetleyerek işe başlamış, ışıkların yanıp yanmadığını teker teker kontrol etmişti. Kontroller sırasında herhangi bir arıza tespit etmesi halinde derhal teknisyene haber verir, toplantıdan önce bütün eksikliklerin giderilmesini sağlardı.
Yirmi kişilik beyaz örtü serilmiş oval masanın etrafında, katılımcıların her birinin önüne gelecek şekilde ince bir bloknot, birer kalem ve birer su bardağı olurdu. Nalan, büyük bir titizlikle toplantıya katılacak müdürlerin uzanma mesafesinde olacak şekilde kuru pasta tabaklarının sayısını ayarlar, kapının hemen yanındaki beyaz renkli yazı tahtasının alt tarafındaki kutucukta renkli keçe kalemleriyle silgiyi eksik etmezdi.
Ayda bir kez yapılan ve zaman zaman Feridun Beyin başkanlık ettiği koordinasyon toplantılarına kısım şefleri, bölge müdürleri, şirketin mali ve hukuk müşavirleri katılırdı. Bu toplantılarda şirketin aylık ve yıllık performansı değerlendirilir, yeni stratejiler belirlenir, gerekli olan revizyonlar yapılır, karşılaşılan sorunlar masaya yatırılırdı. Bugünkü toplantıya Feridun Beyin katılması, sadece toplantıya katılan müdürleri değil başta Nalân olmak üzere ofisteki bütün çalışanları iyiden iyiye germişti.
Uzun boylu, iri gövdeli, ağarmış saçları ve kocaman pabuçlarıyla bastığı yeri titreten altmış yaşlarında dev gibi bir adamdı Feridun Bey. Metal çerçeveye tutturulmuş kalın camdan gözlükleri, açık mavi gözlerini olduğundan iri gösteriyor, onu daha korkunç hale getiriyordu. Kocaman göbeğini toplaması için kemer yeterli gelmediği, gömleğini pantolonun içine sokmakta zorlandığı için daima bir çift askı kullanırdı. Sahibi olduğu diğer şirketleri tek merkezden yönettiği ayrı bir ofisinin olması hem Kemal hem de çalışma arkadaşları için büyük bir şanstı. Feridun Bey, koordinasyon toplantıları dışında ayda bir kez uğrardı Kemal’in ofisine, o da habersiz olurdu genellikle. Kemal’in gönderdiği aylık ilerleme raporlarının son sayfasındaki gelir gider hanesine bakardı sadece. Kemal’in sonradan keşfettiği tuhaf bir özelliği vardı Feridun Bey'in. Önüne aldığı raporun sayfalarından birini rastgele açar, orada yazılı bilgilerden yola çıkarak bir soru hazırlardı. Fakat nasıl yapıyorsa, onca sayfanın arasından en can alıcı noktaları eliyle koymuşçasına bulup çıkarırdı. Bazen toplantı sırasında bazen de toplantıdan birkaç gün sonra müdürlerden birini, çoğu kez de Kemal’i, telefonla arayıp o bulduğu tek konu üzerinde iyice sıkıştırırdı. Bu huyunu bildiği için Kemal, raporda yer alan bütün konuları en ince ayrıntısına kadar inceleyip bilgi sahibi olmak zorundaydı.
Deveye hendek atlatmak Feridun Bey’i memnun etmenin yanında çocuk oyuncağıydı. Her şey yolunda görünse bile eleştirecek bir konusu mutlaka olurdu Feridun Bey'in. İşte bu yüzden onun başkanlık ettiği toplantıda sinirler iyice gerilmişti yine. Nalân, telefonla Kemal'e ulaşmanın imkânsızlığını anlamıştı, bütün cesaretini toplayıp toplantıyı bölmekten başka çaresi kalmadığını düşünmeye başladı. Üstüne çeki düzen verdikten sonra toplantının yapıldığı salonunun kapısına geldi. Feridun Bey'in gür sesi dışarıya taşıyordu, belli ki müdürlerden birini fırçalamakla meşguldü. Derin bir nefes aldıktan sonra her şeyi göze alıp kapı kolunu çevirdi.
Bir anda salona büyük bir sessizlik çöktü, bütün başlar, senkronize bir şekilde kapıyı çalma tenezzülünde bile bulunmadan içeri giren sekretere çevrildi. Nalân’ın yüzü kırmızıya döndü,
kalbi küt küt atmaya başladı. Beyaz yazı tahtasına bir şeyler yazmakta olan muhasebe
müdürünün eli havada donup kalmıştı. Feridun Bey’in ateş saçan mavi gözleri gözlüğünün
önüne fırlamıştı adeta.
- Çok özür dilerim, toplantıyı böldüm ama Kemal Bey’e ileteceğim çok önemli bir notum var, dedi Nalan kekeleyerek.
Feridun Bey’in bulunduğu toplantıyı bölmenin çok sağlam
bir gerekçesi olmalıydı. Kemal’in kafasında en kötü ihtimaller birbiri ardına sıralandı. Annesi
ya da babasının ölüm haberi miydi bu önemli not?
İlk şoku atlatan Nalân, doğruca Kemal’in yanına yürüdü. Kemal, merak içinde çoktan ayağa fırlamıştı.
- Ne var? dedi, fısıltıya benzer bir sesle.
- Kemal Bey, dışarıda konuşsak daha iyi, dedi Nalân.
Kemal, Feridun Bey'den göz temasıyla sessizce müsaade alıp Nalan'ın peşine takıldı, toplantı salonundan apar topar dışarı çıkıp arkasından kapıyı çekip kapattı. Koridorda ilerlerken her zaman sakinliğiyle tanınan Nalân büyük bir telâş içinde yerinde duramıyordu,
- Kemal Bey, Hasan Bey telefonunuzu bekliyor, çok önemli
olduğunu söyledi. Israrla önemli bir toplantıda olduğunuzu söyledim ama ne yap, ne yap onunla görüşmemi sağla, dedi bana. Suçüstü yakalanmışçasına ezilip büzülürken sıkıntı içinde ellerini kavuşturdu. Konuşmakta zorlanıyordu. Yerden alamadığı gözlerini güçlükle Kemal'e yükseltti, sanırım Esther Hanım’la ilgili, dedi.
Devam edecek