Çamaşır odasında Kemal Bey’in son gömleğini de ütüleyip askıya özenle yerleştirdi Selmin. Sabahtan beri ortalığı silip süpürmüş, camları parlatmış, mobilyaların tozunu almıştı. Hanımının başına ne geldiğini merak ediyordu etmesine ama Kemal’i arayıp öğrenmek için kendinde o cesareti bulamıyordu. Önceki akşam Kemal’in ağzından "Esther Hanım, biraz rahatsızlandı, bugün gelmeyecek" cümlesi dışında hiçbir şey çıkmayınca senaryolar üretmeye başladı kafasında. Biraz düşününce "Umarım ciddi bir durum değildir." dedikten sonra Kemal’in ona verdiği "Umarım" şeklindeki tek kelimelik cevabı hatırladı. "Bugün gelmeyecek" demesinden yarın gelecek anlamını çıkartmakta zorlandı. Muhtemelen hanımının ne zaman eve dönebileceğini Kemal Bey de tahmin edemiyordu. Ciddi bir durum yok diyeceği yerde ciddi bir durumun olmadığını ümit etmek, Esther Hanım’ın rahatsızlığının büyük olması demekti. Sabah Kemal Bey’in yaptığı telefon konuşmalarına kulak kabartınca Esther’in hastanede yattığını öğrenmişti. Şimdiye kadar hiç kimsenin telefonunu merak edip dinlemek gibi bir huyu yoktu oysa. Birden ateş bastı yüzüne. Nasıl anlamadım ki durumun bu kadar ciddi olduğunu ben diyerek sorgulamaya başladı kendini. Henüz kalp krizi geçirecek yaşta olmadığını düşündü hanımının. Trafik kazası mı geçirmişti yoksa? İçin için kızıyordu Kemal Bey’e. Pes yani, insan bu kadar da ketum olmaz yani. Belki acil kana ihtiyacı olacak, tesadüfen kan grupları da tutacaktı. Seve seve koşar, verirdi kanını hanımına. Dayanamadı, bastı cep telefonunun tuşlarına. Birkaç kez çaldıktan sonra karşıdan telefonun açıldığını anladı.
- Kemal Bey, ben Selmin. Kusura bakmayın rahatsız ediyorum. Ama Esther Hanım’ı çok merak ettim, bu yüzden arıyorum sizi.
Heyecandan elleri titriyordu Selmin'in. Yanlarında çalışmaya başlayalı beri ilk kez Kemal'i telefonla rahatsız ediyordu. Mesai saatlerinde Esther Hanım bile cesaret edemezdi buna. Yine de sesini titretmeden arayabilmişti işte.
Kemal emektar kadına hak verdi. Öyle ya, o da merak
ediyordu hanımının başına ne geldiğini. Fakat telefonda ona ne anlatacaktı ki şimdi. Bir iki kez tıksırıp söyleyeceklerini tasarlayacak zaman buldu kendine.
- Selmin Hanım, şu anda yoldayım. Hastaneye Esther Hanım’ın
yanına gidiyorum.
- Kaza falan mı geçirdi sakın? diye heyecanla sordu, Selmin.
Kaza geçirmesinden de kötüydü belki karısının durumu ama neyi nasıl söyleyeceğini kestiremiyordu Kemal.
- Yok, kaza falan değil ama değişik bir durum, doktorlar
anlamaya çalışıyorlar. Hadi merak etme, geç kalırsam sen çık, beni bekleme.
- Peki, Kemal Bey deyip telefonu kapattığında yine bir şey anlamamıştı Selmin.
***
İkinci katın bekleme salonu boştu geldiklerinde. Hasan odanın kapısını açtığında gözlerine inanamadı Kemal. Selma ile Jale, sandalyelerini Esther’in yatağının yanına çekmişti. Esther yatağında, sırtını arkasındaki yastıklara dayamış kendi başına önündeki tabaktan bir şeyler atıştırıyordu. Üçü birlikte sohbet ediyorlardı sanki. Hasan ve Martin’in arkasına gizlenip ürkek adımlarla yanlarına yaklaşan Kemal, Esther’in dikkatinden kaçmadı. Onu görür görmez birden asıldı suratı ama bağırıp çağırmadı bu kez.
- Merhaba kızlar! dedi, neşeyle. Martin kendine özgü bir tavırla selamlamıştı odadaki hanımları.
Önce Selma, hemen arkasından Jale toparlanıp
kalktı ayağa. Boşalan sandalyeleri aynı anda seri bir hareketle kenara çeken Martin,
boşalan alanda kollarını açıp ahenkli bir hareketle kendi ekseni etrafında
döndükten sonra yatağın yanına eğildi ve sağ diziyle yere çöküp nazik bir şekilde elini Esther’e
doğru uzattı. Esther, önüne uzanan açık elin üzerine bıraktı elini kuğu
zarafetiyle.
- Matmazel! diyerek seslendi saygıyla Martin, Esther’in
gözlerinin içine bakarken yumuşak hareketlerle üç parmağı arasına aldığı elinin üzerine küçük bir
buse kondurdu.
Hastalandığından beri ilk kez Esther’in gülümsediğini fark eden Kemal
gibi odadaki herkes gördükleri manzara karşısında şok olmuşlardı.
- Prenses Nora! dedikten sonra bir adım geri çekildiği esnada sağ elini
kalbinin üzerine götürüp saygıyla eğilerek takdim etti kendini.
- Martin Sándors, Matmazel. Gülümseyen suratına yayılan ağzı
neredeyse küçük burnunu yutacaktı.
Odadakiler donup kalmış, şaşkın gözlerle birbirlerine bakıyorlardı.
Gerilerden bir adım atıp Selma’nın kulağına fısıldadı Kemal.
- Konuştu mu sizinle?
- Evet, bir sürü şey söyledi ama hiçbir şey anlamadık dediklerinden.
Yüzü aydınlanan Esther, birden dağıttı odanın kasvetli
havasını. Yatağın yanına çektiği sandalyeye oturup karısıyla samimi bir sohbete
dalan komik adamı kıskanacağı hiç gelmemişti aklına Kemal’in. Zsofia bile bu
kadarını yapamazdı diye geçti bir an aklından. Jale, tek başına ayakta dikilmiş, merakla Esther
ablası ile anlamadıkları bir dille konuşan tuhaf adamı izliyordu. Hasan, gidip
Martin’in omzuna elini koyup arkasına döndü.
- Bu kabiliyetli genç arkadaş büyük şef Martin Sándors. Yanındaki kadınları teker teker eliyle işaret ederek Martin'e takdim etti. Eşim Selma ve aile dostumuz Jale.
Kemal’e artık eskisi gibi nefretle bakmıyordu Esther. Derin bir
sohbete dalmış görünen Martin’i gösteren Kemal, Hasan'a seslendi.
- Neler anlatıyor ki bu herif yine?
Sesi duyan Martin, başını geri çevirdi. Yüzünden eksilmeyen gevrek gülüşüyle dalga geçercesine ukala bir tavır içinde,
- Prenses hazretleri sıkılmış buradan, artık evine dönmek istiyor.
Martin, yeniden Esther’e dönüp ona bir şeyler söyledikten sonra kalktı ayağa. Kemal’e yaklaştı. Sol ayağını yarım adım ileri uzatırken her iki elinin başparmaklarını pantolon kemerinin içine sokup saçlarını savurdu geriye.
- E, Patron, dedi Kemal’e muzipçe. Karınıza beni kabul edip
etmediğini sormayacak mısınız?
Esther’e kaydı gözleri Kemal’in. Karısına nasıl sorabilirdi
ki bunu? Eli mahkum Martin’i kabul etmek zorunda olduğunu anlamıştı. Cevdet
Bey’in söyledikleri geldi aklına. Yapılacak ilk iş karısıyla iletişim kurmaktı.
Bu tipsiz soytarının oyuncağı olmak her ne kadar zoruna gitse de onu kabul etmek
dışında yapılacak bir şey görünmüyordu. Çaresizlik içinde derin bir iç
geçirdi. Bakalım bu zibidi daha ne çoraplar örecekti başına.
- Tamam, dedi. Sormaya lüzum yok. Görünen köy kılavuz istemez. Hadi seni otele bırakayım, yolda neyi nasıl yapacağımızı konuşuruz. Hasan’a döndü.
- Sen yanlarında kal, ben Martin’i bırakıp döneceğim.
Çekingen tavırlarla Esther’in yanına yaklaştı Hasan. Diğerleri de altlarına birer
sandalye çekip genç kadının hareketlerini takip etmeye başladılar. Hasan daha
fazla tutamadı kendini. Esther'in gözlerinin içine bakıp gülümsedi.
- Yenge nasılsın?
- Esther, hafifçe başını sallayıp anlamadıkları dilden bir şeyler söyledi.
- Bakın dedi, Hasan sevinçle. Gördünüz mü, dediğimi anladı. Öğlen yediği bir parça
langos dışında ağzına bir şey koymamıştı. Selma’ya döndü.
- Bir şeyler yediniz mi siz?
- Birkaç bisküvi attık ağzımıza, işte hepsi o kadar dedi,
Selma
- Durun o zaman size bir şeyler hazırlatıp geleyim.
Hasan kadınlara göz atıp dışarı sıvıştı hemen. Hastanenin önüne indiğinde Kemal'in arabası hareket etmek üzereydi. Onlara görünmeden caddenin karşısındaki kafeye doğru yürüdü.
- Öyle asma suratını be patron dedi, Martin arabaya bindiğinde. Bak ben senin gibilerini iyi bilirim, işten başını kaldırmazsınız siz. Şimdi beni iyi dinle. Ne bu güzel araban, ne yakışıklılığın, ne başarıların ne de kariyerin yeter mutlu olmana bu hayatta.
Sözünü bitirir bitirmez yandan bir bakış attı Kemal'e. Ani bir hareketle elindeki anahtarlığın sivri ucuyla torpido kapağının üzerindeki deri kaplamaya derin bir çentik attı.
Kemal şaşırmış, ikinci bir çiziğe hazırlanan Martin’e sağ eliyle mani olmaya çalışırken, az kalsın yolun kenarındaki içi simit dolu camekânlı dolaba bindiriyordu.
- Ne yapıyorsun sen, manyak mısın, kafayı mı yedin be adam? diyerek öfkeyle bağırdı. Arabayı hemen sağa çekti. İpek gibi yumuşak derinin üzerinde gezdirdi elini. Berbat olmuştu canım araba.
- Beğendin mi bu yaptığını? Ne yapmaya çalışıyorsun, deli misin nesin sen? diyerek vurdu
hırsla torpidoya elini.
Martin’in hiçbir şey olmamış gibi sakince gülümsemesi daha da
çıldırtmıştı Kemal’i. Ağzına geleni söylemiş, daha geride söylenecek laf
bırakmamıştı. Hani eline düşmüş olmasa, hemen dışarı atacaktı arabadan.
- Bitti mi? diye sordu Martin, bu kez gülmeyi kesmiş, ciddi bir havaya bürünmüştü.
- Hayır dedi, Kemal. Ancak yeni bir söz çıkmadı ağzından. Arabayı hareket ettirdi ya sabır çekerek. Bir süre sonra,
- Hadi, şimdi sıra sende dedi, Martin. Ben sana bir zarar verdim, şimdi sıra sende. Sen de bana
bir zarar ver!
Kan beynine sıçramıştı Kemal’in. Ani bir manevrayla yolun
sağındaki benzinliğin önündeki boş alana kırdı direksiyonu. Arabayı durdurup
aşağı indi. Arabanın önünden dolaşıp sağ tarafa geçerken Martin de sakince
kapıyı açıp çıktı dışarı. Yakın mesafeden birbirlerinin yüzüne bakıyorlardı. Kemal’in
gözlerinden kıvılcımlar çıkarken Martin tam aksine son derece sakin
görünüyordu.
- Aklından geçeni biliyorum, fakat onu bile yapamıyorsun dedi, Martin. Şimdi suratıma yumruğunu yapıştırsan bile bu seni rahatlatmayacak. Arabanın çizilen derisi eski haline dönmeyecek. Bunun yanı sıra yakıştıramayacaksın
kendine bana vurmayı. Esther’i düşüneceksin, itibarını düşüneceksin. Kuvvetli
birisin. Atacağın yumruk rahatlıkla çenemi dağıtabilir elbette. Muhtemelen canım
yanacaktır bir süre. Ama sonra unutacağım bu acıyı. Ama senin biraz gözünün
açılmasına sebep olma ihtimalim dahi beni mutlu etmeye yetecektir. Fakat sen kendine hakim olamayıp aklından geçeni yaptığın takdirde yıllarca vicdan azabı çekeceksin.
Martin konuştukça sıkılmış yumruğu yavaş yavaş gevşiyor, elleri
çözülüyordu Kemal’in. Martin, sözlerine devam etti.
- Eminim ki, şu an tek düşündüğün arabandaki ufak bir çizik! Ona kaç
para masraf edeceğini düşünüyorsun. Çok sevdiğin karını kafandan atmış onun yerine bir deri parçasını koymuşsun. Senin adına üzülüyorum dostum. Gerçekten de senin bu halin Esther Hanım’dan da vahim. Allah yardımcın olsun!
Şaşırmıştı Kemal. Uzun bir süre kendine gelemedi. Düşüncelere dalıp dolaştı arabanın önünden, kapıyı açıp boş bir çuval gibi bıraktı kendini koltuğa. Nasıl bir adam bu? Söyledikleri hiç de yabana atılır şeyler değil.
Kontağı çevirip çalıştırdı arabayı.
- Bak dedi, Martin. Gerçek mutluluk sevgidir. Ondan başka hiçbir şey mutlu etmez insanı. İnsan ve hayvan sevgisinin önüne başka bir şey geçemez. Sevdiğini göstereceksin her fırsatta. Sevginin önüne hiçbir engel koymayacaksın mutlu olabilmen için. Sevdiğin ölçüde güçlüsün. Ne para, ne kariyer ne de lüks arabalar, yatlar… Bunların hepsi düşündüğünün aksine zayıflatır insanı. Kölesi olursun paranın, başarının. Gözün görmez artık bir şeyi. Çalışır, çalışırsın daha çoğuna ulaşmak için. Öyle çalışırsın ki başka bir şey görmez gözün. Kariyer desen, o da paranın kardeşi gibidir. Öyle bir hırs kaplar ki içini yükselmek için. Ne kendini ne çevrendeki dostlarını fark edersin. Arabana ufak bir çizik atılması dahi bak ne kadar üzdü seni. Hiçbir şeye değer vermemeli insan sevgiden öte. Hayat güzel, dalganı geçecek, tiye alacaksın hayatı. Ve seveceksin, her şeyi...
Devam edecek