Kafası iyiden iyiye karışmıştı Kemal’in. Martin'in "İnsan ve hayvan sevgisinin önüne başka bir şey geçemez" cümlesine takıldı. Zaman zaman sinirleri bozulsa da yaptığı işi sevdiğini düşünüyordu. İnsan sevdiği işi yapmalıydı. Başarısını işini severek yapmasına borçluydu. Başarı mutluluk getiriyor muydu peki? Son bir yıldır yaşadıklarını hatırlamaya çalıştı. Evet, başarılıydı işinde. Oldukça genç yaşta iyi bir kariyer yapmıştı. Bunun karşılığında kendisini çok seven bir karısı olmasına rağmen geçmiş günlerine şöyle bir baktığında başarının mutluluk vermediğini ve onu yalnızlığa ittiğini fark etti. Oysa düne kadar kendini kandırıyor, mutlu olduğunu sanıyordu. Esther'le geçen ilk yıllarını özlemişti. Şimdi ise hayatında en çok sevdiği insanın derdine hastane köşelerinde çare arıyordu. Bu halde nasıl mutlu olsundu. Gözünün işten başka bir şey görmeyişi sevgili karısının bu duruma düşmesinin en önemli sebebiydi muhtemelen. Mutluluğa giden yolun Esther’i mutlu etmesinden geçtiğini anlamış ama geç kalmıştı. Martin’e hak verdi. "Hem körüm, hem de köle" diyerek hayıflandı. İşinden başka bir şey görmeyen, kör bir köle… Esther'i düşündü. Ne kadar şanslı olduğunu geçirdi aklından. Zavallı kadın ağzını açıp tek bir lâf etmemişti. Bütün sıkıntılarını hep içine atmıştı demek, sırf kocası işinden kalmasın, başarılı olsun diye bütün dertlerini biriktirmişti içinde. Ve sonunda delirmişti işte. Olanların tek sorumlusuydu kendisi. Canı yandı bunları düşünürken. Birden ağza alınmayacak küfürler sıralamak, arabayı kenara çekip avazı çıktığı kadar bağırmak istedi. Martin gibi hayata eğlenceli tarafından bakabilmek ne güzel bir şeydi. Aslında ilk gördüğünde onu yargılamış, kıyasıya eleştirmiş, yanında bulunmaktan bile utanmış, hatta ona muhtaç bıraktığı için kaderine, Tanrıya isyan etmişti. Otele varmaya az bir yolları kalmıştı. Her ikisinin de ağızlarını bıçak açmıyordu. Sessizliği ilk bozan Kemal oldu. Gözünü yoldan ayırmaksızın yanında oturan adama sadece lâf olsun diye sordu.
- Evli misin?
- Evet, diye cevapladı Martin neşeyle. Lilla, birazdan ufaklıkla
birlikte otelde olur. Vaktin varsa tanıştırayım seni bizimkilerle.
- Maalesef benim şimdi hemen hastaneye dönmem gerekiyor, ama ailenle tanışmayı çok isterim.
Kemal, Martin’le senli benli konuştuğunu fark edip bundan rahatsızlık duymamasına şaşırmıştı. Karısı da onun gibi yaşamı seven biri olmalıydı.
Oteline bırakıp hastaneye döndüğünde, çalışma koşullarına dair Martin'le aralarında hiçbir şey konuşmadıklarını hatırladı. Kavga etmekten fırsat bulup adama kaç para isteyeceğini soramamıştı. Ayrılmadan önce, Martin'e, ertesi sabah saat on buçukta kendisini evinden alacağını söylemişti sadece. Büyük olasılıkla Esther'i de evine getirmiş olurlardı o zamana kadar. Aniden kafasına dank etti. Saat on buçuk, tam da yarınki iş toplantısının saatiydi ve Feridun Bey bu toplantıda bulunmasını özellikle kendisinden istemişti. Yanında Martin olsaydı ona karını bu şekilde bırakıp nereye gidiyorsun derdi muhtemelen. Kafası o kadar karışıktı ki neyi nasıl yapacağı konusunda hiçbir şey düşünemiyordu. Belki de Martin, daha nahif davranır, hangisi senin için daha önemliyse onu yap, diğerini salla diyecekti. Fakat şu anda yapması gereken en önemli şey Esther’in çıkış işlemlerini başlatmadan önce son durumu Cevdet Bey’e aktarmak ve onun fikrini öğrenmekti.
Odasına girdiğinde Esther’i uyur vaziyette buldu. Sessizce
yanına yaklaştı. Uzun bir süre başında bekledi. Gözleri karısının üzerinde
gezinirken derin düşüncelere daldı. Affet beni sevgilim, seni ihmal ettim, biliyorum.
Yalnızlığın ıssız koridorlarında, hep beni aradın. Çaresizlik içinde
kıvrandığın uzun gecelerde sana sırtımı döndüm. Geç saatlere kadar uyku nedir
bilmedin, sabırla bekledin gelişimi. İşim olduğunda sen yoktun aklımda. Her
zaman işim vardı zihnimi kurcalayan. İşte o zamanlarda farkında bile olmadan hep yok saydım seni ben. Nasıl geldim bu hale
bilmiyorum. İçinde kaybolduğum, bakarken türlü hayaller kurduğum okyanus mavisi
gözlerini, dokunmaya kıyamadığım ipeksi tenini, ruhumu titreten güzel sesini,
içimi ferahlatan, vazgeçemediğim o yasemin kokunu hangi güç uzaklaştırdı
benden? Asaletinle bu gafil halimi hiçbir zaman vurmadın yüzüme. Üzgünüm bir
tanem, hem de çok üzgünüm. Artık aç gözlerini, konuş benimle. Söz veriyorum
sana. Artık ben o eski ben olmayacağım. Yeter ki bir an önce iyileş, göreceksin
bunu.
Esther’i kontrol etmek için içeri giren Selma’dan gözyaşlarını saklamaya
çalıştıysa da pek başaralı olamadı. Eliyle gözlerinin ıslaklığını alırken sırtını
sıvazladı, Selma.
- Sıkılma dedi, sessizce. Her şey eskisi gibi olacak. Onun
da kederliydi sesi.
- Hayır, Selma. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak...
Selma anlam veremedi bu sözlere. Hasan ve Jale’nin bekleme
salonunda olduğunu, Hasan’ın ona da yiyecek bir şeyler aldığını, gidip orada
karnını doyurabileceğini söyledi.
Kemal bu bitkin haliyle onlara görünmek istemedi. Merdivenlerden
inerek binanın dışına çıktı. Serin bir rüzgâr yaladı yüzünü. Sessize aldığı
telefonunu çıkardı cebinden. On iki cevapsız arama göründü ekranda. Arayanlar
listesine göz gezdirdi. İki tanesi hariç diğerleri işle ilgiliydi. Ne
kadar kaçarsa kaçsın yakasını bir türlü bırakmayan işlerinden kurtulmalıydı bir an önce.
Diğerleriyle ilgilendi. İş dışındaki numaralardan ilki Cevdet Bey’e aitti. İki saat kadar olmuştu arayalı.
Bir diğer arayan ise Selmin’di. Aslında bugün görüşüp merakını gidermişti onun. Muhtemelen kendisine cep telefonundan ulaşamayan Feridun Bey
aratmış olmalıydı. Bu yüzden Cevdet Bey’in numarasını tuşladı hemen.
İkinci çalışında açılmıştı telefon. Martin’le yaptığı görüşmenin sonucunu merak eden Doktor’a fazla detaya girmeden üç cümlede özetlemişti Martin'i Kemal. "Değişik bir tip" dedi önce. Sonra, "Ama zararsız biri..." dedi, arabasının ön konsoluna verdiği zararı yok sayarak. Son cümlesi ise "Belki de işimize yarayabilir" oldu, bundan artık neredeyse emindi.
Doktor da bu arada Zsofia’nın kendisini telefonla aradığını ve onun Martin’in
karısı Lilla ile birlikte üç yıldır konsoloslukta çalıştıklarını söyledi Kemal'e. Zsofia'nın Martin hakkındaki görüşlerini de eklemeyi ihmal etmedi. Biraz çatlak görünmesine rağmen özünde çok iyi bir insanmış dedi.
Bunları konuşurken Esther’i eve getirme konusunda görüşünü sormak silinip gitmişti aklından. Şu dalgınlığı iyice canını sıkmaya başlamıştı. Esas sorup öğrenmesi gereken buydu oysa. Telefon kapanmıştı.
Bir kez daha aynı numarayı aradı. Telefonu açan Doktor, Esther'in evine dönmesinde bir mahsur olmayacağını ancak hastaneden
çıkarken yanında Martin’in bulunmasının isabetli olacağını söyledi Kemal'e. Klinikteki ilk karşılaşmalarında, karısının kendisine gösterdiği o korkunç tepkiyi
düşününce son derece mantıklı gelmişti bu öneri. Hayal dünyasında yeri olmayan
bir sürü şeyle bir anda karşılaştığında Esther'in nasıl bir tepki vereceğini kimse bilemezdi. Evet, çıkış işlemlerini biraz ağırdan alıp Martin’in yanlarında bulunmasını sağlamak iyi olacaktı.
Sabahtan beri Esther’i yalnız bırakmayan dostlarını evlerine bıraktığında iyice karanlık basmıştı. Selmin’i aramayı unuttuğunu hatırladı. Önemli bir şey olsaydı yine arardı diyerek rahatlattı kendini.
Eve dönüp salonun ışıklarını açtı. Masanın köşesinde kalın bir klasör duruyordu. Eline aldığı klasörün mavi kapağının üzerinde bir şey göremeyince klasörün sırtını çevirdi, büyük puntolarla "REYNOLDS Machinery" yazıyordu. Yarınki toplantıya hazırlık yapması için hangi işgüzar göndermiş olabilirdi bunu. Klasörün kapağını kaldırdığında küçük bir kâğıda elle yazılmış not gözüne takıldı. "Yarınki toplantıdan önce göz atmanız için Feridun Bey bunu size göndermemi istedi. Selamlar, Ümit"
Elinde klasör olduğu halde attı kendini koltuğa. Sayfaları karıştırmaya başladı. Yazışmalar, değişik makine parçalarının resimleri, teknik özellikleri, teknik şartnameler, firmanın katıldığı fuarları gösteren bir yığın doküman… Sabaha kadar oturup incelemeye kalksa yine de zamanın yetmeyeceğini düşündü. İki günden beri e-mail’lerine bakmıyordu. Kim bilir kaç mail gönderilmişti okunup cevaplaması gereken.
Canı sıkılarak kalktı ve üzerinde dizüstü bilgisayarının bulunduğu
çalışma masasına doğru yürüdü. "Yarınki toplantıya katılmam mümkün değil" diye
mırıldandı. Keşke, arayıp gelmesinin mümkün olamadığını söylemiş olsaydı Feridun Bey’e. Yahut en
azından sekretere bir not bırakabilirdi. Bir ara Feridun Bey'i aramak aklına gelmişti ama Martin
kafasını allak bullak etmişti. Arabanın konsolundaki derin çizik canlandı gözünde. Olacak şey değildi. Aklı başında bir insan bilerek, isteyerek nasıl kalkışabilirdi böyle bir şeye.
Sonra tuhaf adamın söyledikleri geldi aklına. Fakat o kadar lâfın arasında kendisine en çok dokunanı, "Çok
sevdiğin karını kafandan atmış, yerine bir deri parçası koymuşsun." cümlesi
olmuştu. Elleri farkında olmadan bilgisayarın üzerine dokundu. Zihnini
kurcalayan türlü konuların arasında ne yapacağını unutmuştu yine. Unutkanlığı iyice sinirini bozmaya başladı. Bir süre duraksadı. Sakin olması gerekiyordu. Sonra hatırladı, evet, gelen e-maillerine
bakacaktı.
Devam edecek