Zilin sesini duyduğunda bütün korkularından arınmış içine bir ferahlık gelmişti Selmin’in. Sabah gelir gelmez çayı koymuş kahvaltıyı hazırlamıştı ama Esther’in odasına girmeye bir türlü cesaret edemiyordu. Göz deliğinden bakmaya bile gerek duymaksızın hemen açtı kapıyı. Adını unuttuğu komik adamın gelmesi inanılmaz ölçüde rahatlatmıştı kendisini. Yoksa söylediği hiçbir şeyi anlamayan hanımıyla nasıl anlaşacaktı. Ya o tuhaf bakışlarına ne demeli. Sabah eve geldiğinden beri hanımının her an odasından çıkıp boğazına sarılacağını düşünüyor, tedirgin oluyordu. Bir anda Martin'le göz göze geldi.
- Merhaba Fıstık!
Elinde büyükçe bir paketle içeri
daldı Martin. Selmin, gözlerini açıp bu adam da Esther’i hiç aratmıyor diye geçirdi aklından. Şimdiye kadar kimse kendisiyle bu kadar laubali tavırlar içinde olmamıştı. Kemal’in bu manyağı ciddiye almaması yönünde söylediklerini hatırlayıp kendini rahatlatmaya çalıştı. Doğruca salona geçen Martin, Selmin'in şaşkın bakışları altında rahat tavırları ve el kol hareketleriyle neşeli bir şekilde adeta dans ediyordu.
- E, nasıl bakalım prensesimiz?
- Siz gittiğinizden beri odasından çıkmadı efendim.
- Hanımefendi! Bizi dün tanıştırmayı unuttular mı yoksa? Adım Efendim değil, Martin. Sürekli yaptığı şirinlikler Selmin'i ilk zamanki kadar huylandırmıyordu ama yine de bu tuhaf adama alıştığı söylenemezdi.
- Peki, Martin Bey, benim adım da Fıstık değil, Selmin.
- Hayır Martin Bey de değil, sadece Martin. Ama ben sana
Fıstık demeye devam edeceğim. Selmin de neymiş, dilim dönmüyor ona.
- Esther Hanım’ın kahvaltısını odasına götürmem sizce uygun olur mu şimdi?
- Esther Hanım mı, o da kim?
- Prenses Nora demek istemiştim dedi, Selmin gülümseyerek.
- Ha evet, sen kahvaltıyı salona hazırla, üç kişilik servis aç, hep
birlikte yeriz.
- Yok yok, ikiniz için hazırlarım, ben kahvaltımı mutfakta yaparım diye
karşılık verdi, Selmin. Şimdiye kadar hanımıyla birlikte aynı masaya
oturmadığını ve asla böyle bir saygısızlık yapmayacağını düşündü. Selmin'in içinden geçenleri sezen Martin birden ciddileşti. Üstüne gidip talimat verircesine karşılık verdi.
- Ne diyorsam onu yapın lütfen. Prenses buna üzülür
sonra. Yine eski doğal haline dönüp Selmin’e göz kırptı. Esther Hanım geldiğinde siz yine mutfakta yaparsınız
kahvaltınızı!
- Kemal Bey yok mu? diye sordu Martin.
Selmin salondaki masaya beyaz bir örtü sererken başını kaldırıp cevap verdi.
- Sanırım işe gitti. Prenses Nora’ya bakmamı ister misiniz?
Geldiğinden beri yatak odasından en ufak bir ses duymadığı için hanımını
merak ediyordu. Aklına içerdeki pencere geldi. Birden hanımının pencereyi açıp oradan
kendini boşluğa bıraktığı korkunç bir sahne canlandı gözünde. Daha ne olduğunu
anlamadan sekizinci kattan yere çakılması ne kadar acı bir son olurdu.
- Önce masa hazırlansın, daha sonra kahvaltı için haber verirsin diyerek cevap verdi Martin. Koltuğun üzerine bıraktığı paketi gösterdi. Ama sen şunu Prenses’in odasına bırak istersen, bu arada ben de sana yardım edeyim.
Martin mutfaktan aldığı servis tabaklarını taşımaya başladığında Selmin, heyecanla içinde ne olduğunu bilmediği paketi alıp yatak odasına doğru yürüdü. Kapıyı hafifçe tıklatıp içeri girdi. Hanımını yatağında huzurlu bir şekilde uyur vaziyette görünce rahat bir nefes aldı. Paketi sessizce masanın üzerine bıraktığı anda Esther’in gözlerini açtığını fark etti. Pencereyi kontrol ettikten sonra az önceki kuruntularının ne kadar yersiz olduğunu düşündü. Yeniden eline aldığı paketi yatağında doğrulmakta olan Esther’in ayak ucuna bıraktı ve hiçbir şey demeden arkasını dönüp kapıya yöneldi. Donuk gözlerle pakete bakan hanımından tedirgin olmuştu. Korku içinde odanın kapısını çekip salona attı kendini.
***
Arabasına bindiği anda Kemal’in ilk gözüne takılan torpidonun üzerindeki derin çizik oldu. Esther'i düşündü. Kim bilir ne durumdaydı şimdi. Galibi belli olmayan bir savaşın içinden çıkmış gibiydi. Az önce işini kaybetmişti ama giderayak lâf yemediği için teselli ediyordu kendini. İzin isteyeceğini tahmin edebilseydi Ümit’e sarf ettiği kaba sözlerin çok daha fazlasını çekinmeden ona da söylerdi Feridun Bey. İşini kaybetmiş olması umurunda değildi artık. Sırtından büyük bir yük kalkmış, hafiflemiş hissediyordu kendini. Hatta bu duruma içten içe seviniyordu bile. Eşinin gerçek rahatsızlığını gizleyip önemsiz bir hastalığı var diyerek işten ayrılacağını söylemek göründüğü kadar kolay değildi. Belki de işini bırakmak için geçerli bir sebep bulamadığı için Feridun Bey’e yeniden teslim olacaktı. İzin konusunda ısrarcı olması işini kolaylaştırmış, amacına ulaşmasına vesile olmuştu. Bundan sonra gerisini Feridun Bey düşünsün artık dedi içinden. Aklından Cevdet Bey’e uğramak geçiyordu fakat son anda bundan vazgeçti. Şimdi bir an önce eve dönüp Esther’i görmek istiyordu sadece.
Cevdet Beyin numarasını tuşladı. Esther’in dün gece odasından
çıkıp yanına geldiğini ve “Son Dans” şarkısını dinlerken hıçkırarak ağladığını,
daha sonra tekrar odasına döndüğünü anlatacaktı. Ayrıca Doktor'a tatil projesinden bahsedecek, onu eşiyle birlikte yanlarında görmekten ne kadar mutlu
olacağını söyleyecekti.
Konuşmanın bitiminde Esther’in odasından çıkıp yanına gelmesini
iyiye yoran Doktor, yaptığı davet için Kemal’e teşekkür ettikten sonra eşiyle konuşması ve
randevularını ayarlaması için Kemal'den biraz zaman istedi.
Yatak odasının kapısını hafifçe tıklattı Selmin. Kapalı kapının önünde bir süre bekledi. Tam kolu çevirip içeri girmeyi düşünüyordu ki, Martin’in getirdiği paketin içinden çıkan kıyafetleri giyen Esther kapıyı açıp nazlı adımlarla çıktı dışarı. Kenarları siyah işlemeli uzun lacivert kostümü ile birlikte topuz yaptığı siyah saçlarını toplayan hennini* üzerinden omuzlarına dökülen beyaz ipek şal genç kadına çok yakışmıştı. Salona girdiğinde Martin’in Esther’i her gördüğünde yaptığı gibi "Matmazel" deyip önünde diz çökmesinden sonra zarifçe kendisine uzanan eli öpme seremonisini ilgiyle izleyen Selmin hemen sıvışıp mutfağın yolunu tuttu. Esther’e nazik bir şekilde yemek masasında kendisi için hazırlanan yeri gösterdi Martin, rahat oturabilmesi için sandalyesini çektikten sonra tam karşısındaki sandalyeye geçti. Selmin, çay servisini henüz tamamlamıştı ki, kapının zili duyuldu.
- Geldim Kemal Bey, diyerek hemen koştu kapıya Selmin. Kapının önünde bekleyen Selma ve Jale’den başkası değildi. Hanımının arkadaşlarını bir anda karşısında görünce çok şaşırmıştı.
- Affedersiniz Kemal Bey geldi sandım, içeri buyurun efendim.
İki kadın salona girdiklerinde masada prenses kıyafetleriyle kahvaltıya oturmuş Esther
ile onun karşısında Martin’i görünce birbirlerinin yüzüne anlamsızca bakıp ne diyeceklerini bilemediler.
Martin, neşe içinde ellerini havaya kaldırdı.
- Buyurun, sizler de buyurun bayanlar! Prenses Nora’mızın masası şenlensin diye bağırdı. Salonun girişinde ayakta kalan Selmin’e seslendi.
- Hadi, iki tabak kap sen de gel
Fıstık dedi gülerek. Hanımının arkadaşları önünde Martin’in ona hitap
şeklinden utanan Selmin kızararak mutfağa geçti. Esther’in sağına Jale, soluna da
Selma oturdu. Esther belli belirsiz başını sallayıp selamladı yeni gelen
misafirleri. Halinden oldukça memnun görünmesine karşılık Esther'in güzel mavi
gözlerindeki şişlik ve kızarıklık, bir kez daha dikkatinden kaçmadı Selma’nın.
Üzerinden büyük bir yük kalkmıştı. Esther iyileştikten sonra kendine zaman ayırabileceği bir iş nasıl olsa bulurdu. Garaj kapısını açmak için uzaktan kumandanın tuşuna basarken onca yolu nasıl geldiği, hangi caddelerden, sokaklardan geçtiği zihninden silinmişti. Aklında kalan son görüntü Feridun Bey’in arkasını dönüp masasına doğru yürümesiydi. Sanki görünmez bir el onu almış, arabasına koyup garajın önüne getirmişti. Torpidonun üstündeki derin çiziği görünce bu kez Martin geldi aklına. Bu saate kadar eve çoktan gelmiş olmalıydı.
Salona girdiğinde gördüğü manzara karşısında küçük dilini
yutacaktı. Başındaki hennin ve büyüleyici lacivert kostümüyle gerçek bir
prensesten farkı olmayan Esther, arkadaşlarıyla birlikte salonda kahvaltı
ediyordu. Martin'in icadı olmalıydı bu yine. Şaşkın gözlerle etrafına bakıp
gülümsedi.
- Merhaba, hepiniz hoş geldiniz dedi masadakilere.
Martin Kemal'i görünce
masadan fırlayıp yanına geldi.
- Patron, bak iyi adam lâfın üstüne gelir. Kaynanan seviyormuş seni, hadi geç sen de otur şöyle. Mutfağa doğru seslendi. Fıstık, bir servis daha getir, büyük patron geldi.
- Şimdi, neler yumurtlayacaksın bakalım dedi, Kemal. O da
Martin’le nasıl konuşulması gerektiğini öğrenmişti sonunda.
- Biliyor musun patron, Prenses Nora hep senden bahsediyor bana. Kim bu kibar beyefendi diye sorup duruyor durmadan.
Esther’in üzerindeki bakışlarını kaçırmadı Kemal,
- Peki sen ne cevap verdin ona?
Bir kahkaha patlattı Martin, salondaki herkes büyük bir sessizlik içinde onun ne
diyeceğini bekliyordu.
- Prens Kemal dedim, Osmanlı Hanedan’ından. Hepsi birlikte gülmeye
başladılar. Esther de bir kahkaha kopartarak katıldı onlara.
- Peki nereden buldu bu kıyafetleri?
- Evden getirdim, kıyafet balosu için eşim Lilla almıştı bir
zamanlar. Ha, o da çok selâm söyledi sizlere. Şaşırdın değil mi?
- Evet, ama benim sürprizim daha çok şaşırtacak sizi dedi,
Kemal gülerek.
Martin duraksadı,
- Patron, hadi söyle de meraklandırma bizi.
- Hemen pasaportlarınızı hazırlayın, eşlerinizle birlikte bir
haftalığına Macaristan’a gidiyoruz. Peşin peşin söyleyeyim, kimse mızıkçılık yapmasın
yerleriniz ayırtıldı.
Martin Esther’in yanına gidip hemen müjdeyi verdi. Selma
Hasan’ı, Jale de Ayhan’ı aradı. Kemal kapının önünde sessizliğini koruyan
Selmin’in yanına gitti.
- Sen de bizimle geliyorsun tamam mı dedi. Hiç beklemediği
bu davet Selmin’in de çok hoşuna gitmişti.
* Hennin: Orta Çağ sonlarında Avrupa'da kadın soylular tarafından giyilen koni, çan kulesi veya kesik koni şeklindeki başlık.
Devam edecek