Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz tüm canlılığıyla devam ediyor. Önceki haftaların sohbet konularını ve konuları öneren arkadaşlarımızın isim listesini burada bulabilirsiniz. Bu haftanın konusunu sevgili Manxcat / Kuyruksuz Kedi belirledi. Güzel ve üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken bir konu. Öyle ki, yazacağım her cümlenin ayrı bir başlık altında yeniden ele alınması gerektiği hissine kapılıyorum. Konu şöyle: "Sanat, sanat için midir, toplum için mi? Sanatçı toplumu düşünerek mi bir eser ortaya koymalıdır yoksa toplumu görmezden gelerek sadece sanat için mi oluşturmalıdır eserini? Mesela yazarlar, eserlerini yazarken okunma/beğenilme endişesi duyarlar ve ona göre mi yazarlar? Yoksa hiç tereddüt etmeden içlerinden geldiği gibi mi yazarlar?"
Sanat ve toplumun geçmişten bu yana birbirini etkilediği bir gerçek. Sanatı, duygu ve düşüncelerin, hayal gücü ve yaratıcılığın ifadesi olarak tanımladığımızda bazı sanat dallarının toplumla daha yakın ilişki içerisinde bulunduğunu söyleyebiliriz. Edebiyat, resim, sinema, tiyatro ve müzik bunların başında gelir. Bununla birlikte bünyesinde yaratıcılık barındırmayan yazı, resim ya da müziğe sanat diyemeyiz. Sözgelimi ders kitabı yazmak, fotoğrafa bakıp tuvale aktarmak ya da bir müzik parçasını icra etmek sanat sayılamayacağı gibi herhangi bir yaratıcılığa gereksinim duymadan ortaya çıkan bu eserlerin sahibi de sanatçı değildir.
Sanatçı sanatını ortaya koyarken doğadan ve toplumdan ilham alır. Karşılıklı ilişkisinden dolayı sanat da topluma ilham verir aynı zamanda. Sanat, insanın özgür düşünmesini, kendini özgürce ifade etmesini, kendini ve çevresini tanımasını ve onunla ilişki kurmasını sağlar.
Sanat üzerine kurduğum her cümle derin düşüncelere sevk ediyor beni. Söz gelimi yaratıcılığın sanatın temel taşlarından biri olduğunu kabul ediyoruz. Nasıl bir yaratıcılık? Yoktan var etme, olmayanı ortaya çıkarma... Hayır, sanatta böyle bir yaratıcılıktan bahsedilemez. Böyle bir sıfat sadece teolojik alana mahsustur. Kainatı hiçbir şeyden etkilenmeden, elinde örneği olmaksızın yarattığı söylenir Tanrı'nın. O halde Tanrı evreni yaratırken sanatını göstermiştir diyemeyiz. Keşif, mevcut bir şeyin tesadüfen bulunması, icat ise benzeri olmayan bir şeyin ortaya çıkarılması ise, sanatın yaratıcılık özelliğini hangi tanıma sokabiliriz? Sanatta yaratıcılık bütün bu tanımların dışında kendine has bir yer tutmaktadır. Doğa ve toplumdan etkilenmesi sebebiyle Tanrısal bir yaratıcılıktan, tesadüfi olmayıp duygu ve düşüncelerin ifadesi şeklinde tezahür ettiği için keşiften, benzerlerinin olması bakımından da icattan farklılık gösterir. Bu yüzden Amerika'yı keşfeden Kristof Kolomb'a, ampulü icat eden Edison'a sanatçı demiyoruz.
Mesleğimle ilgili bana hayli tuhaf gelen bir terim var, sanat yapıları! Ulaşım ve su yollarını korumak, akışlarına yön vermek amacıyla yapılan, menfez, istinat duvarı, hendek, köprü, alt-üst geçitler, tünel vs. yapılar. İngilizce karşılığı "engineering structures" (mühendislik yapıları) olan ve belli hesaplara dayalı bu yapıların adı, Fransızca "ouvrage d'art", (sanat işi) sözcüğünden de feyz alınıp melez bir şekilde geçirilmiştir dilimize. Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak hiçbir yaratıcılığı olmayan, estetikten yoksun Köy Hizmetleri köprülerini, her yağmurda tıkanan kutu menfezleri, hendekleri sanat yapısı olarak nitelemek sanata karşı yapılan en büyük hakarettir.
Sanatta estetik olmazsa olmaz bir zorunluluk mu? Bu soruya Güzel Sanatlar için evet cevabını verebiliriz. Başlangıçta resim, heykel, mimarlık, müzik ve şiirden oluşan beş sanat dalı Güzel Sanatlar başlığı altında toplanmış. Daha sonra bunlara tiyatro, dans ve sinemanın eklendiğini görüyoruz. Edebiyatı da aynı kategoriye sokanlar var. Güzel Sanatların kendine has yaratıcılığının yanı sıra topluma hitap etmek ve insanların duygu ve düşüncelerini etkileyip onların beğenisini kazanmak gibi bazı özellikleri olduğundan söz etmek mümkün görünüyor.
Tam bu noktada koli bandıyla duvara yapıştırılan bir muzdan sanat eseri olur mu diyebilirsiniz. İtalyan heykel sanatçısı Maurizio Cattelan'ın, Miami Sanat fuarında sergilenen "Komedi" adını verdiği eserine tam 120.000 USD değer biçildi! Sanat, işte böyle bir şey, yeri geldiğinde son derece basit bir şekilde, yaratıcılığını kullanarak bir şamar gibi toplumun yüzüne vurabilir gerçeği! Elbette anlayana...
Sanat üzerine yapılan bütün bu değerlendirmelerin hepsi felsefenin konusuna giriyor. Sanat felsefesi başlığı altında düşünürler bu konuları masaya yatırıp uzun uzadıya tartışmaya devam ediyorlar. Elbette bu tartışmaların sonucunda bir yere varmaları mümkün değil. Kesin bir yargıya varılamadığı için bilim olarak kabul edilmez felsefe, fakat ona "düşünce sanatı" diyebiliriz.
Sanatın sanat için mi yoksa toplum için mi olduğuna karar vermeden önce sanattan ne anladığımı ifade etmek istedim. Lâfı uzatmamın sebebi bu. Sanatın ne anlam taşıdığına ondan ne beklendiğine dair görüş farklılıklarının olması tabidir. Yukarıda belirttiğim üzere sanat ister istemez doğadan ve toplumdan etkilenmektedir. Gerçek sanatçı, topluma önderlik edecek yaratıcı eserler ortaya çıkarmalı, ticari kaygılardan ve sadece toplumun beğenisini kazanmak hedefinden uzak durmalı, toplumun baskısından kendini yalıtarak özgürce kendini ifade edebilmelidir. Ne yazık ki, bu manada "gerçek sanatçı" kimliği taşıyan insan sayısı yok denecek kadar az. Gerçek sanatçılar eserleriyle varlıklarını ortaya koyarken büyük bedeller ödemiş, yoksulluk çekmiş, bazen bu uğurda canlarını vermişlerdir. Bu bağlamda "sanat sanat içindir" diyorum ve sanatı bu kapsamda icra eden gelmiş geçmiş tüm sanatkârların önünde saygıyla eğiliyorum.
Mustafa Kemal Atatürk'ün dediği gibi "Sanatsız kalmış bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir." Sanatın lâyıkıyla icra edilebilmesi için her şeyden önce özgür bir ortamın olması gerekir. Ülkemizde sanat, maalesef, toplumun talepleri doğrultusunda, hakim güçlerin denetimi altında ve ticari kaygılarla yapılabilmektedir. Bu yüzden toplumumuzun gelişmesinde sanatın lokomotif gücü son derece sınırlı kalmıştır.
Hepimizin bu platformda yazmış olduğu yazılar da birer sanattır aslında. Çünkü duygu ve düşüncelerimizi kendimize has yaratıcıklarımızı katarak (kendi üslûplarımızla) ifade ediyoruz. Bu bazen sohbet, bazen öykü, deneme, şiir ya da diğer edebi türlerden biri olabiliyor. Toplum baskısı yazılarımızı kısıtlıyor, her istediğimizi özgürce yazamıyoruz. Kutsallarımız var sözgelimi, şehitlere kader kurbanı demek istiyorum fakat tutmak zorunda kalıyorum kendimi çoğu zaman. Özellikle toplumun önünde olan sanatçıların işi kat be kat daha zor. Şimdi desem ki bütün dinler bir efsane, vay kutsalımıza saygısızlık ettin diyerek tepki verir toplumun büyük bir kısmı. Duygu ve düşüncelerimizi özgürce ifade edememek sanata yapılan en büyük zulümdür.
Gelişmiş toplumlarda düşünce özgürlüğü ülkelerin gelişmesini sağlamış, refah düzeyini arttırmış ve bu durumu besleyen sanatın kapılarını sonuna dek açmıştır. Gelişmemiş toplumlarda yazarlar ve sanatkârlar eserlerini korku içinde, beğenilme arzusuyla ya da ticari kaygılarla üretmeye çalışırlar Elbette istisnası vardır aralarında ama onlar ya bir kenara sinmiş kendilerini gizlemekte, ya bir imkânını bulup yurt dışına kaçmış, ya da cezaevlerinde çile çekmektedirler.