Kitabın Adı: HUZURSUZLUK
Yazar: Ömer Zülfü LİVANELİ
Sayfa Sayısı: 154
Yayınevi: Doğan Kitap
Son sözümü baştan söyleyeyim, Livaneli yazdığı bu kitabı değil, adını satışa çıkarmış. Kapakta büyük puntolarla göze çarpan "Livaneli" sözcüğü bunu adeta kanıtlıyor. Doğal olarak Livaneli adını görünce beklentiler yüksek oluyor. Huzursuzluk, sanırım bu yüzden beni hayli sukutuhayale uğrattı.
Romanın konusu şöyle; İbrahim, İstanbul'daki bir medya kurumunda çalışmaktadır. Kısa bir süre önce Amerika'da yaşamaya karar veren çocukluk arkadaşı Hüseyin'in ölüm haberini alınca, cenazeye katılmak ve konuyu araştırmak üzere memleketi Mardin'e gider. Mardin'de bir üniversitenin sağlık bilimleri bölümünü bitiren Hüseyin, nişanlı olmasına rağmen gönüllü olarak görev yaptığı göçmen kamplarından birinde yaşayan Ezidi kızı Meleknaz'a görür görmez aşık olur. Türlü işkencelere maruz kalan genç kadının uğradığı tecavüz sonucunda gözleri görmeyen bir bebeği olmuştur. Genç kadını, bebeğiyle birlikte evine getirir. Hüseyin'in ailesi, Meleknaz'ın Ezidi mezhebinden olduğunu öğrenince onları yanlarında barındırmak istemez. Bunun üzerine genç kadın çocuğunu alıp evden kaçar. Hüseyin kızın peşine düşer ancak gerek çevresi gerekse örgüt tarafından tehdit edilir. Zorlukla Meleknaz ve bebeğini bulan Hüseyin ve onları İstanbul'a göndermeyi başarır. Bunun üzerine Işid'çiler tarafından saldırıya uğrar. Canını zor kurtaran Hüseyin, ailesinin baskısıyla Amerika'ya yerleşir. Gel gelelim kader orada peşini bırakmaz. Çıkan bir gösteride Müslüman karşıtları tarafından bıçaklanarak öldürülür. Yaşanan bu olayları adeta bir dedektif gibi iz sürüp ortaya çıkaran gazeteci İbrahim'in aslında merak ettiği çocukluk arkadaşı Hüseyin değil Meleknaz'dır. Romanın son bölümünde İstanbul'da onun izini bulsa da devamı gelmez.
Romanda "harese" öyküsünü ilginç buldum. Ortadoğu'nun kana doymayan coğrafyasını güzel yansıtıyor.
"Harese nedir, bilir misin? Develerin çölde çok sevdiği bir diken var. Deve, dikeni yedikçe ağzı kanar. Tuzlu kanın tadı dikeninkiyle karışınca bu, devenin daha çok hoşuna gider. Kanadıkça yer, bir türlü kanına doyamaz... Ortadoğu'nun adeti budur, tarih boyunca birbirlerini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kanının tadından sarhoş olur."
İkinci olarak yazarın Suriye'de kendi halinde hayata tutunmaya çalışırken Işid zulmüne uğrayan Ezidi topluluğunun bilinmeyen ya da yanlış bilinen yönlerini anlatması bende merak uyandırdı. Oldukça garip adetleri olan bu insanların yasak listesi hayli kabarıkmış. Romanda onlardan bahsederken maruldan korktukları bana biraz abartılı gelmişti. Gerçekten de marul ve bazı sebzelere karşı alerjileri! varmış bu kardeşlerimizin. Araştırıp öğrendim; Ezidiler, bir din aliminin adını çağrıştırdığı için marul yemiyor, marul yetiştirilen yerlere yaklaşmıyor, mavi renkten uzak duruyorlarmış!
Bunlar dışında olumsuz olarak eleştireceğim hususlar var. Kurgu zorlama, ifadeleri yüzeysel ve basit geldi bana. En dramatik olayları okurken dahi heyecan vermedi. Eksik bir şeyler olduğu kesin. Betimlemelerden yoksun, edebi bakımdan yetersiz bulduğumu söylemeliyim. Kitabın yazıldığı yıllarda gündem olan Işid terör örgütünün medyaya düşmüş, herkesçe bilinen vahşi eylemlerinden yola çıkılarak yazılmış, ısmarlama bir kitap hissi uyandırdı bende. Bütün bunların üstüne tüy dikercesine Angelina Jolie'nin Mardin'e yaptığı mülteci ziyaretini hikayeye dahil etmesi ve onun memelerinden bahsetmesi bu kadar da olmaz dedirtti. Romanı seven ve hatta okurken her sayfasında gözyaşı dökenler var, fakat...
Yukarıda bahsettiğim iki konu hariç haberlerden öğrendiklerimizin dışında yeni bir şey yok romanda. Evet, Işid kafalar kesen, kadınlara tecavüz eden kirli bir İslâmi terör örgütü. Tanınmış bir yazarın kitabını okurken karakterleri, kişileri, mekânları ve olayları yeterince tasvir ederek zihinlerde canlandıran, kelime oyunları ve edebi sanatlarla zevk veren bir üslûp beklerim.
"Ertesi gün hiçbir şey rüyamdaki gibi olmuyor. Angelina Jolie'yi getiren özel jet akşam saat 20.00'de ıssız tarlaların arasındaki Mardin Havaalanı'na iniyor. Vali yardımcısı ve resmi bir heyet karşılıyor onu ve yanındaki Birleşmiş Milletler temsilcilerini. Gazetecilerin yaklaşmasına izin verilmiyor, bir polis kordonunun arkasında herkes birbirinin sırtına çıkarak bir kare fotoğraf alabilmek için çırpınıyor."
Issız tarlaları çıkar, devrik cümleleri düzelt, olsun sana gazete haberi. Evet, terörün acımasız yüzüne ışık tutuluyor, dini ve kültürel baskılara dikkat çekiliyor ama okura verilen bu mesajlar doğallıktan uzak, ısmarlama duruyor. Yani oturup bir roman yazayım da, biraz Işid'e giydireyim, farklı mezheplere mensup insanların arasındaki çelişkiden bahsedeyim denmiş adeta. Romanda aşk var ama aşktan hiç söz edilmiyor. Hüseyin canını tehlikeye atıp Ezidi kızı Meleknaz'a nasıl tutuldu birden, neyini beğendi, aralarında ne geçti bilen yok. Damdan düşmüş, aşık olmuş, üstelik gül gibi nişanlısını bir kalemde silerek. Yok, bu kitapta pek çok şey eksik. Üzgünüm Livaneli, biraz aceleye gelmiş, bence olmamış...