Kitabın Adı: SATRANÇ
Yazar: Stefan ZWEIG
Çeviren: Ahmet Cemal
Sayfa Sayısı: 83
Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları
Stefan Zweig'ın bu kitabını ilk kez Umman'a yaptığım uçak yolculuğu esnasında okumuştum. En keyifli yolculuklarımdan biriydi, kitap bittiğinde zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. Şimdiye kadar yaptığım kitap değerlendirmelerinde kapak dizaynından hiç bahsetmedim. Önce biraz buna değineyim. Romanda bütün olaylar bir yolcu gemisinin güvertesinde kurulan satranç masasının etrafında geçiyor. Kapakta aralanan kırmızı perde oyuncuların iç dünyasını, kara bulutlar, yüzünü kapatan insan figürü gerilimi yansıtıyor olmalı. En azından bende bıraktığı izlenim böyle, daha detaylı yorumlar da yapılabilir elbette. Bu yüzden kapağı başarılı bulduğumu söylemeliyim.
Karakter sayısının azlığı nedeniyle kitabın türüne uzun öykü demek mümkün. Oldukça üretken bir yazar olan Stefan Zweig (1881-1942) Viyana'da doğdu. Yaşamı boyunca pek çok ülke gezen yazar iki dünya savaşını da gördü. Satranç birçok yönden muhteşem bir eser. Yahudi, zengin bir aileye mensup Zweig, Hitler'in zulmünden kaçarak geldiği Brezilya'nın Petropolis kentinde düştüğü bunalım neticesinde karısıyla birlikte intihar ederek yaşamına son verdi. Veda mektubunun son cümlesi şöyle:
"Bütün dostlarımı selâmlarım! Hepsine uzun geceden sonra gelen tanın kızıllığını görmek nasip olsun! Ben, her zamanki sabırsızlığımla önden gidiyorum."
Yazar, ölümünden sadece birkaç ay önce tamamladığı bu son kitabında, II. Dünya Savaşı'nın yol açtığı insan kıyımı nedeniyle ruhsal baskılara maruz kalan bir insanın yaşam mücadelesini satranç oyununa benzetiyor.
New York'tan çıkıp Buenos Aires'e doğru yol alan bir yolcu gemisinde dünya satranç şampiyonunun bulunduğu haberi üzerine yaşanan gelişmeler ve anlatılan birkaç satranç karşılaşması heyecanlı bir aksiyon ve gerilim ortamının içine çekiyor okuru. Satranç tahtasının başında oturan kişilerin karakter tahlilleri ve psikolojileri büyük ustalıkla ele alınmış. Babasını kaybettikten sonra bir papaz tarafından yetiştirilen dünya satranç şampiyonu Mirko Czentoviç romanın ana karakterlerinden biri. Öğrenim hayatı boyunca anlamak, konuşmak ve iletişim kurmakta zorlanan şampiyonun tesadüf eseri satranca olan kabiliyeti keşfedilir ve kısa sürede çevrede nam salar. Ne var ki, elde ettiği başarılar onu insanlara yukarıdan bakan, bir insana dönüştürür, Mirko Czentoviç'in egosu ve kibri yükselmiştir. Yan karakterlerden anlatıcı rolündeki şahıs satranca ilgi duyan biridir. Diğer yan karakter ise yine satranç tutkunu, bahis oynamayı seven varlıklı bir kişi. Romanın esas kahramanı ise, aynı gemide yolculuk yapmakta olan, Naziler tarafından hapsedildiği odada yalnız bırakılarak işkenceye uğramış Dr. B.'den başkası değildir. Hiçlikle mücadele eden bu adamın sorgulandığı sırada askıda gözüne takılan bir paltonun cebinden şans eseri aşırdığı kitap onu yeniden hayata bağlamıştır. Satranç ustalarına ait 150 gösteride yapılan hamleleri anlatan bu kitabı defalarca okuyan Dr. B, bütün oyunları ezberler, yapılan hamleleri adeta hafızasına kaydeder.
"Oysa kendime karşı oynamayı denediğim andan itibaren bilincinde olmaksızın kendime meydan okumaya başlamıştım. İki ben'imden her biri, yani siyah ben ve beyaz ben, birbiriyle rekabet etmek zorundaydılar ve her biri kendi adına galip gelmek, kazanmak için kendini bir tutkuya, bir sabırsızlığa kaptırıyordu; siyah ben olarak yaptığım her hamlenin ardından hararetle beyaz ben'in ne yapacağını bekliyordum. İki ben'den her biri, öteki bir yanlış yaptığında bir zafer sevinci yaşıyor ama bununla eş zamanlı olarak da diğeri, kendi beceriksizliğinden ötürü öfkeye kapılıyordu."
Bu işe kendini öylesine kaptırmıştır ki sonunda adamın ruhsal dengesi bozulur ve doktor tarafından kendisine beyin humması teşhisi konur. Bir süre sonra özgürlüğüne kavuşan Dr. B'nin yeniden nöbet geçirmemesi için satrançla ilgilenmemesi gerekmektedir.
Dünya satranç şampiyonu Czentoviç'in para karşılığında yolcularla yaptığı simultane bir gösteri esnasında tesadüfen yanlarından geçmekte olan Dr. B, yolcuların yanlış bir hamle yapmak üzere olduğunu fark edince kendini tutamaz, onları sert bir şekilde uyarıp hatalı hareketi önler. Artık bundan sonraki mücadele şampiyonla Dr. B arasında geçecektir.
Şampiyon Dr. B'ye yeni bir maç önerir. Ancak, Dr. B önce bu teklifi geri çevirir. Yolculardan anlatıcı rolündeki adam Dr. B'yi ikna etmeye çalışır. Dr. B, ona yaşadıklarını ve teklifi kabul etmemesine neden olan Nazi'ler tarafından hapsedildiği tecrit odasında yaşadığı trajediyi tüm detayıyla anlatmaya başlar.
"Bir aşağı bir yukarı yürürdü insan, düşünceleri de onunla birlikte bir aşağı bir yukarı, bir aşağı bir yukarı yürüyüp dururdu. Ama ne kadar soyut görünürlerse görünsünler, düşünceler de bir dayanak noktasına gereksinim duyarlar, yoksa kendi çevrelerinde anlamsızca dönmeye başlarlar; onlar da hiçliğe katlanamaz. İnsan sabahtan akşama kadar bir şey olmasını bekler ve hiçbir şey olmaz. Bekleyip durur insan, hiçbir şey olmaz. İnsan bekler, bekler, bekler, şakakları zonklayana dek düşünür, düşünür, düşünür. Hiçbir şey olmaz. İnsan yalnız kalır, yalnız, yalnız..."
Stefan Zweig'ın Satranç kitabı çok katmanlı. Dünya satranç şampiyonu Mirko Czentoviç, yaşadığı bunalımlı çocukluk yılları ve satranca olan yeteneğinin anlaşılmasından sonra çevresine karşı takındığı kibirli tutumu ve acımasızlığı nedeniyle Hitler'i çağrıştırırken, Dr. B karakterine yazar kimliğini verip kendi psikolojik durumunu yansıtıyor. Sonunda intihar yolunu seçen yazarın veda mektubunda itiraf ettiği üzere sabırsızlığının kurbanı olduğuna inanıyorum Zira iki yıl daha sabretseydi, Hitler'in mağlubiyetini görüp bu fikrinden vazgeçebilirdi. Kitabın sonlarına doğru Dr. B'nin hırsına mağlup olup şampiyonla son kez masaya oturmayı kabul ettiğini görüyoruz. Ne var ki, müsabaka esnasında nöbet geçiren Dr. B, rakibi dünya şampiyonuna karşı yenilgiyi kabul etmek zorunda kalır. Yani bir bakıma Hitler'in zulmüne boyun eğip kaderine razı oluyor. Oysa iki yıl daha sabredebilseydi eğer, kitabın sonu bu şekilde bitmezdi muhtemelen.
Şu kısacık kitapta insanın hayata bakış açısını değiştirebilecek çok sayıda düşünce var. Satranç oyunu yaşamın ta kendisi bence, alanı sınırlı, bileşimleri sınırsız... Alıntı yapmaya doyamayacağım.
"İnsanoğlunun düşünüp bulduğu oyunlar arasında, rastlantının her türlü despotluğuna karşı koyan ve zafer kupalarını yalnızca akla ya da daha çok tinsel yeteneğin belirli biçimine veren tek oyun. Ama satranca oyun demekle haksız bir kısıtlama yapmış olmuyor mu insan? Satranç aynı zamanda bir bilim, bir sanat değil mi, yerle gök arasında süzülen Muhammed'in tabutu gibi bu iki kategori arasında gidip gelmiyor mu, bütün karşıt çiftlerin bir kerelik bileşimi değil mi? Hem çok eski hem de yepyeni, düzeneği hem mekanik hem de düş gücüne bağlı, hem sabit geometrik bir alanda sınırlı hem de bileşimleri sınırsız, hem sürekli gelişen hem de kısır, hiçbir şeye görünmeyen bir düşünme, hiçbir şeyi hesaplamayan bir matematik, yapıtları olmayan bir sanat, maddesi olmayan bir mimari, bununla birlikte varlığıyla bütün kitap ve yapıtlardan daha dayanıklı olduğu su götürmez, bütün halklara ve bütün zamanlara ait olan tek oyun; can sıkıntısını öldürmesi, zihni açması, ruhu canlandırması için hangi Tanrı'nın onu yeryüzüne gönderdiğini kimse bilmez. Başlangıcı ve sonu nerededir? Her çocuk onun temel kurallarını öğrenebilir, her acemi onda şansını dener, ama yine de bu değişmez dar karenin içinde özel ustalar yaratır satranç, öteki insanların hiçbiriyle karşılaştırılamaz bunlar, yalnızca satranca yönelik bir yeteneği olan insanlar; görüş, sabır ve tekniğin tıpkı matematikçiler, şairler ve müzisyenlerdeki gibi belirli oranda, ama farklı katman ve bağlamlarda etkin olduğu, özgül dâhiler."
Yaşam, satranç oyununda olduğu gibi rastlantının her türlü despotluğuna karşı koyabilir mi gerçekten? Sadece aklımızla ve tinsel yeteneğimizin belirli biçimi sayesinde bizleri arzu ettiğimiz başarıya, mutluluğa ve huzura kavuşturabilir mi? Bundan çok emin değilim. Ayrıca yazar tinsel yeteneğimizin belirli biçimi derken neyi kastediyor? Her şeye rağmen, içinde yaşadığımız dünyanın satranç tahtasında olduğu gibi sınırlarının belli olduğu ve satrançta mevcut taşlarla belli kurallar dahilinde nasıl sınırsız hamle yapma imkânımız varsa, çevremizi kuşatan yasalar, adet, gelenek ve göreneklerle sınırlı olmak kaydıyla alacağımız pek çok kararın önümüze iyi ya da kötü sınırsız sayıda farklı kapılar açacağı tartışma götürmez bir gerçek.
"Satrancın çekiciliği tek bir şeyden kaynaklanır; stratejinin farklı beyinlerde farklı biçimlerde gelişmesinden."
Yukarıdaki cümlede satrancın yerine hayatı koymak mümkün.
"Hayatın çekiciliği tek bir şeyden kaynaklanır; stratejinin farklı beyinlerde farklı biçimlerde gelişmesinden."
Gerçekten hayat budur işte!