KATEGORİLER

26 Ağustos 2016 Cuma

BOLONEZ SOSLU MANTARLI TAGLIATELLE

25/08/2016 Perşembe, Tire

Karşımda jandarma aracını gördüğümde avludaki havuzun kenarındaki masaya kahvaltı tepsisini daha yeni koyuyordum. Hüseyin içeri girebilsin diye demir kapıyı az önce açmıştım. Hüseyin gelmeden evvel Doğan Başçavuş ile yanındaki iki asker Taş Ev'in önüne kadar gelmişlerdi bile.

"Telefonun cevap vermedi" diyor başçavuş. Ben kapıyı açmaya giderken aramış olmalı. Odaya gidip telefonuma bakıyorum. Gerçekten arayalı beri tam on altı dakika olmuş.

"Yollarınız kötü ama manzaranız iyi." diye başlıyor anlatmaya. Yanındaki uzman çavuş son derece saygılı ve gözlerinin içi gülüyor. "Aç mısınız?" diye soruyorum. Hani bekliyorum ki, "Kahvaltınızı yarıda kesmeyin, lütfen devam edin." demesini, en azından nezaketen. Özenip bezenerek bakır sahanda hazırladığım peynirli menemen göz göre göre soğuyor. Hemen yandaki masaya oturuyoruz. Kimliğimi istiyor uzman, çıkarıp veriyorum. Çantasından çıkardığı kağıda bir şeyler yazıyor. Eşim çay suyu henüz ısınmadığından kahve yapıyor hepsine. Kahveler içildikten sonra üst salona çıkıyoruz merdivenlerden. Hayranlıkları gözlerinden okunuyor. "Epey masraf etmişsin buraya." deyip devam ediyor. "Ne gitti şimdiye kadar?" Son zamanlarda Taş Ev'e gelip de bu soruyu sormayan yok gibi. "Elimizde avucumuzda ne varsa hepsi gitti." diyorum şakayla karışık. Olumsuz bir durum yok denetlemenin sonunda. "Raporu ne zaman yazarsınız?" diye soruyorum. Basit bir soru sormuşum gibi cevap veriyor. "Yarın yazarız yaa."

Bu aralar maliyetlerin yüksek olması normal. Örneğin ekmeği kapımıza getirmiyorlar, getirsinler de istemiyoruz zaten. Tesis oturana kadar günde kaç ekmek ihtiyacımız olacak, hafta sonu ne kadar arttıracağız belli değil. Sırası geliyor ikinci kez ekmek almaya gidiyorum. Sırası geliyor sabah aldığımız elimizde kalıyor. Jandarmayı yalnız bırakamadığım için ekmek almaya da gidemiyorum. Hüseyin "Amca, ben gider alıp gelirim." diyor ama ileride bunu bize kullanmasın diye kabul etmiyorum. Neyse ki sabahın erken saatinde gelen giden de olmuyor.

Aşağı inmeden önce itfaiyeyi arıyorum. Ya birinci ya da ikinci sırada bize geleceklerini söylüyorlar. İlk ziyaretlerinde istedikleri her şeyi yaptığım için içim rahat. Onlar gelmeden ekmek işini halletmek üzere fırlıyorum. Ekmekle birlikte acil birkaç şeyi alıp dönmeye hazırlanırken eşim telefon ediyor. "İtfaiyeden geldiler, bekliyorlar."

Bu sefer sadece iki kişi gelmiş, verandada oturuyor. Rapor olumlu çıksın diye eşim ekibe benden sakladığı kahkeleri, tahinli kurabiyeleri ikram ediyor. Bir an itfaiyeci olmak için büyük bir arzu doğuyor içimde.

"Her şey güzel olmuş ancak..." diye başlayınca tadım kaçıyor. Şimdi neler isteyecekler acaba? Söylemişlerdi zaten. İtfaiyeden uygun görüş almak için aylarca uğraşıyorlarmış. Bana niye bir haftada versinler raporu? "Kaçak gaz detektörü koymuşsunuz ancak selenoid valf olması lazım bir de." "O ne oluyor?" diye soruyorum merakla. "Gaz kaçağı olması durumunda detektör sesli sinyal verirken selenoid valfe giden ikaz gazı otomatik olarak kesecek" Şaşkın vaziyette soruyorum. "Peki, geçen ziyaretinizde niçin sadece kaçak gaz detektörü istediniz de bu valfi istemediniz?" Biri diyor "Ben siyah bir şey görmüştüm, onu selenoid valf sandım ama şimdi yok." Bir diğeri "Bunu yazan arkadaş yeni, yazmayı atlamış." diyor. Soruyorum, "Başka?"

"Eşiniz sizin inşaat mühendisi olduğunuzu söyledi, bu çok iyi." Bakalım ne çıkacak arkasından diye bekliyorum. "Kat planlarını gösterir bir kroki üzerinde yangın söndürme tüplerinin, ışıldakların ve yönlendirme levhalarının yerlerini gösterip açık ve kapalı alanları yazdıktan sonra kaşeleyip imzalamanız yeterli olacak." İtfaiyecileri yolcu ediyoruz.

Hemen oturup sıcağı sıcağına krokiyi hazırlıyorum. Kaşem kim bilir nerede? Arabama atlayıp çarşıya iniyorum tekrar. Mühürcüden acil olarak bir kaşe hazırlamasını istiyorum. Bir saate hazırlayabileceğini söylüyor. Belediyeye gidiyor, jandarma ve itfaiye raporları dışında her şeyi tamamladığımı söylüyorum. Kontrol ediyorlar. Yan taraftan çevre temizlik vergi borcu yoktur yazısı almamı istiyorlar. Hemen alıp getireceğimi düşünürken memur alakasız bina alanları söylüyor. İtiraz ediyor, bir yanlışlık yaptıklarını söylüyorum. "O zaman size bilgi vermemiz mümkün değil, pazartesi arkadaşları gönderip ölçtüreceğiz." diyorlar.

Belli ki ruhsat işi önümüzdeki haftaya kaldı. Neyse ki zaman kaybı dışında olumsuz bir durum yok. Yaylaya dönüyorum. Eşime güzel bir Bolonez Soslu Tagliatelle hazırlıyor, yanına da soğuk bir bira açıyorum. Biramı yudumlarken bir ses geliyor kulağıma. Motosikletiyle Şükrü çıkageliyor. Bugün gelmem mümkün değil demişti oysa. Hemen selenoid valf montajına başlıyor.

Oğlum arıyor Umman'dan. Geliş tarihi yaklaştıkça ailecek heyecanlanıyoruz. Onunla uzun uzun konuşuyoruz. Bu arada Şükrü işini bitirip verandaya geliyor. Hava o kadar güzel ki, hiç kalksın istemiyor. İki çay içtikten sonra onu da yolcu ediyoruz. Artık iyice karanlık bastı. Kapıyı kapatmaya hazırlanırken bir başka motosiklet içeri giriyor. Gelen yeni bir sıcakçı adayı. Zamansız bir geliş bu ama hayırdır deyip buyur ediyoruz. Komşu restoranlardan birinin sahibi bizimle konuşmasını önermiş. Görüşme olumlu geçiyor.

Geç saate kadar eşimin uykusu gelmiyor. Sıra dışı bir durum. Sohbet ediyor, hayaller kuruyoruz. Bir şeyin farkına varıyorum. Bazı anların fotoğraflarını çekmeyi unutuyorum. Mesela Bolonez Soslu Tagliatelle'nin bir fotoğrafını çekebilseydim ne iyi olurdu. Böylece benim yaptığıma en çok benzer olanı google amcadan aramazdım. 

24 Ağustos 2016 Çarşamba

TAŞ FIRIN


05/08/2016 Cuma, Tire



Zaman çabuk geçiyor bu aralar. Hiç boş kalmıyoruz. Her günün ardından bazı işlerin yapılmış olması mutlu ediyor insanı. Benzer bir muhasebeyi emekli olmadan önce de yapardım. Günün sonunda hiçbir işin sahibi olamamışsam eğer içime bir sıkıntı düşerdi. Genel olarak işler düzgün gidiyor diyebilirim. Geriye kalan tek sorunumuz eleman. Belki de sorunların en büyüğü…

Sabahın yedisinde haber vermelerini bekliyordum. Yukarı yaylaya çıkıp su şebekesinin nasıl çalıştığını, hangi vananın nereye hizmet ettiğini gösterecektim Fikret Beyin adamlarına. Geçen sene sular bol iken su vereceğimize dair söz verdiğim bir arkadaş. Kendi arazisine bir tank yaptırmıştı suyu depolamak için. Benden habersiz ana vanayı açınca depolarına su gitmeyince boruların tıkandığına hükmetmişler. Oysa arada bilmedikleri bir başka vana vardı. Sorsalar söyleyeceğim. Elemanlar kafalarına göre gidince hem kendilerine hem bana zarar veriyorlar.

Saat dokuz buçuğu geçiyordu aradıklarında. Hemen geliyorum dedim. İlk kez dün reglajını yaptırdığım yoldan arabayla çıkacağım. Orta yaylanın girişinde inip demir kapının asma kilidini açıyorum. Yol güzel olmuş ama satıh oldukça gevşek. Sağa ilk virajda arabanın tekerleği boşluğa düşüyor. Geri gelip sağlama oturmayı düşünüyorum ama kalkış için yaptığım her hamle boşa çıkıyor. Patinaj yapan teker altında çukur açıyor. Camdan geriye bakıyorum. Arka tarafta yol kenarına iyice yaklaşmışım. Endişelenmemek için bir neden kalmıyor. Son kez şansımı deniyorum. Araç sarsılarak dikiş tutturuyor bu kez. Durmaksızın virajı alıyorum. Yukarı yaylaya kadar oldukça dik yokuşlar ve keskin dönüşlerde başka sorun yaşamıyorum.

Yukarı çıktığımda havuz başında Fikret Beyin iki adamı görünüyor. Sistemi anlatıyorum onlara. Ana vana ve bir tali vanayı kırmışlar. Kırılanları değiştirmek için malzeme bekliyorlar. Bir daha müdahale etmeden beni aramaları konusunda ikaz ediyorum.

Aynı yoldan aşağı iniyorum. Niyetimiz bir an önce pazara gitmek. Bugün küçük pazar kuruluyor. Zeytin’i veterinere götürüp aşılarını yaptırmak istiyoruz. İşin içine pazar alışverişi ve diğer işler girince o kadar saat arabada duramayacağını düşünüyoruz, vazgeçiyoruz. Kapı pencereyi kapatıp çıkıyoruz yola. Yarı yoldan geri dönüp şarjda unuttuğum telefonumu alıyorum.

Pazar alışverişimizi yapıyoruz. Közlemek için bir çuval kapya biber daha alıyoruz. Eşimdeki hazırlık hevesine şapka çıkartıyorum. Yorulmaması için engel olmaya çalışıyorum.

Önce belediye emlak servisinden Taş Ev’in emlak değerini gösterir belgeyi alıyor daha sonra muhasebecimize uğrayıp eşimle yaptığım sözleşmeyi veriyoruz. Bugün itibarıyla eşimin resmen kiracısı oluyorum. Maliyeden bir görevliyi alıp durum tespiti için yaylaya çıkıyoruz. Taş Ev’e o da bayılıyor. Mutfak ekipmanlarının faturasını soruyor. Bulamıyoruz. Belki de fatura kesmeyi unuttu şirket. Yarın muhasebecileri ile yine görüşeceğiz. Maliyeci bol bol resim çekip Taş Ev’i arkadaşlarına tavsiye ediyor.

Burak Beyin ustası arıyor. Yarın öğleden sonra havuzun cam mozaiği için geleceğini söylüyor. Bugün beklediğimiz prefabrik binalar vinç ayarlayamadıkları için yarına kalıyor. Çay ocağının davlumbazı için Torbalı’dan gelen Yücel Usta yarın sabah ölçü almaya gelecekmiş. Son olarak İtfaiye tarafından istenen bakır boru tadilatı ve gaz detektörü montajı işini yapacak Şükrü’yü arıyorum. Pazar günü gelip işleri yapacağını söylüyor.

Tabelacıya uğrayıp menü, broşür, kartvizit, bilgi levhalarını görüşüyoruz. Pazar günü onlar da yaylaya gelip fotoğraf çekecekler.  

Dönerken Kadir’in dedesi Cambaz Ali’nin bahçesine uğruyoruz. Cambaz Ali’den başka annesi ve anneannesi var bahçelerinde. Üç gün önce askerliğini yapmak üzere Mardin’e gitmişti Kadir. Bir yönden “Allah kavuştursun” a gitmişken diğer niyetimiz köy tipi taş fırında tavuk pişirmesini öğretmelerini istemek. Kadir bunu yapıyorsa dedesi daha güzelini yapar herhalde. Pazartesi gününe taş fırında yapılacak öğle yemeği için sözleşiyoruz.

YOL İNŞAATINA DEVAM


04/08/2016 Perşembe, Tire

Bugün verandada kahvaltı yaparken geldi taş ekibi. Biraz geç kalktığım için Zeytin’i çözüp girişteki demir kapıyı açmıştım. Dün geç vakit gelen TIR beton kilit taşlarını kapının önündeki alana boşaltmıştı. Dolayısıyla ekibin dün kaldıkları yerden işe başlamaları için hiçbir engel kalmamıştı.

Prefabrik üniteler için bir miktar daha dolgu yapmak gerekiyor. Ayrıca giriş kapısının önü ve yukarı yayla yolu tesviye edilecek. Çarşıda işim olduğu halde makinenin başından ayrılamıyorum.

Dün istendiği gibi İtfaiye Müdürlüğünü arıyorum. Telefona cevap veren kişi bugün programlarında bizim olmadığımızı söylüyor. Kaplan suyu almaya giderken eşim arkamdan sesleniyor. “Telefon”

Açıp cevap vermesini rica ediyorum. Arayan İtfaiye Müdürlüğüymüş. Az önce programda olmadığımızı söyledikleri halde bu kez yola çıktıklarını ve az sonra yanımızda olacaklarını söylemişler. Beş kişilik bir ekip geldi. Ufak tefek bazı eksiklikleri söylediler. Genelde tavırları yapıcıydı. Teşekkür edip gönderdik. 

Öğlen oldu ama parke döşeme işi bitmedi. Yol gerçekten Taş Ev’e çok yakıştı. Eşimle parke sınırlarını genişletmeyi tartışıyoruz. Eğer ellerinde fazla parke taşı kalırsa Taş Ev’in önündeki yaklaşık otuz metrekarelik bir alanı da kapatsınlar istiyoruz. Hatta giriş kapısının önündeki alanı da sayarsak en azından bir TIR yükü parke taşı daha gerekecek. Ne yazık ki mevcut taş ancak yola yetti. Bu vakitten sonra yeni iş ilavesi yüklenicinin de pek hoşuna gitmeyecektir.

Öğlen yemeği veriyoruz ekibe. Yemekten sonra hemen çarşıya inip muhasebecinin açılış için istediği belgeleri veriyorum. Resmi açılış yarın olacak. Maliyeden iş yerini görmeye geleceklermiş. Hala eleman konusunda bir gelişme yok. Herkes vergi levhasını soruyor.

İşlerim bitince yanıma bir tanıdığı alıp yaylaya dönüyorum. Kepçe prefabrik ünitelerin yerleştirileceği alanı düzenlemiş. Yukarı yayla yolunun reglajına başlıyor.

Kepçe yukarı yayla yolunu da bitirdikten sonra girişi düzenlemeye başlıyor. Eğer zamanında çakıl ve kum gelseydi akşama kadar bir eksik kalmayacaktı. Ama öyle olmuyor. Malzemeyi getiren traktörün lastiği patlamış. Ekip uzun bir süre traktör bekliyor. Ali Usta yarın ve yarından sonra gelemeyeceklerini ama pazar günü işi tamamlayacaklarını söylüyor

Elif Hanımı arıyor, prefabrikleri gönderebileceklerini söylüyorum. Yarınki programa koyabilirse haber vereceğini söylüyor.

Ekip mesaiden sonra ayrılıyor. Misafirimizle verandada oturuyor, biraz sohbet ediyoruz. Hava kararmadan yukarı yaylaya çıkıp vanayı açmak istiyorum. Daha yeni taktırdığım koca vanayı kırmışlar. Aşağıda su verdiğim komşumun elemanlarından biri yapmış olmalı. Yarın sabah erkenden tamirat için ekip gelecekmiş. "Bana haber verirseniz ben de yanınızda bulunmak istiyorum." diyorum. Borunun tıkandığını söylüyorlar. Aslında tıkanan boru değil. Aşağıda ikinci bir vana olduğunu bilmiyorlar. Bu durumda sadece ana vanayı açmanın hiçbir önemi yok.

Dönüşüme Zeytin çok seviniyor. Bir ara üzerime sıçrayor. Pantolonuma dişi takılıp cırt diye bir delik açıyor. Bir tuhaf davranıyor bugün. Alıp ağacın dibine bağlıyorum.

İNSANCIKLAR

03/08/2016 Çarşamba, Tire


Saat sekizde kalktım bu sabah. Yarım saat sonra ekip gelecek. Çay suyunu koyduktan sonra ilk işim Zeytin’in zincirini çözüp bahçenin demir kapısını açmak oldu. Zeytin türlü maskaralıklar yapıyor önümde. Belli ki dünkü kırgınlığını unutmuş.

Hemen kahvaltı sofrasını hazırlıyorum. Dündarlı'dan aldığımız katıksız sütle yaptığımız yoğurt o kadar güzel oldu ki eşim de benimle birlikte sabah akşam bir kâse yoğurt yemeye başladı. Veranda sabah güneşini alıyor. Bu nedenle avlu tarafında yapıyoruz kahvaltıyı.
Kahvaltıdan sonra ekibin sesleri duyuldu. Hemen işe koyuldular. Traktör kepçe filler malzemesini kilit parke taşlarının altına ustalıkla sererken bir yandan ustalara beton parkeleri taşıyor.
Reklamcıya telefon ediyorum. Bilgi tabelalarını monte etmek üzere yola çıkmışlar. Onları Kaplan köy girişinde karşılıyorum. İlk tabelanın yerini gösterdikten sonra temel çukurunu kazıyorlar. Çukura beton dökmeden önce beş yüz metre ilerideki diğer tabelanın yerini gösteriyorum. Yolun çatallaştığı noktadaki mevcut iki levhayı kapatmayacak şekilde ikisinin arasına temel çukurunu kazmaya başlıyorlar. Levhalardan sol tarafta karayollarının hız sınırını gösteren ikaz levhası, sağ tarafta ise Dağ Restoranı gösteren bilgi levhası bulunuyor.
Ekibi tabelalarıyla baş başa bırakıp çarşıya iniyorum. Biraz alışveriş yaptıktan sonra araya öğlen tatilinin girmesi nedeniyle yaylaya geri dönüyorum. Sekiz kişilik ekibe menemen hazırlayacağım. Gelir gelmez kolları sıvıyorum. Eşim de bir yandan pişi hazırlıyor. Tam düşündüğüm saatte yemekler hazır oluyor.

Yemekten sonra tekrar çarşıya iniyor, itfaiye müdürlüğüne gidiyorum. Oldukça iyi karşılıyorlar. Bir haftaya kadar Taş Ev’i görmeye gelecekler. Meslek odasına kayıt olmak için vergi kaydını soruyorlar. Vergi Dairesine gidip müracaat dilekçesini alıyor, oradan muhasebecimize uğruyorum. Maliyeye müracaat etmeden önce ruhsat işlemlerine başlayın demişti muhasebeci. İşyerine dönüşümde problem olmadığını görünce hemen vergi dairesine kayıt yaptıralım.” diyor Sema Hanım.

Belediye emlak servisinden emlak emsal değerini alacakmışız. Benimle eşim arasında yapılacak kira sözleşme bedeli emlak emsal değerinin yüzde beşinden az olmayacakmış. Komediye bakar mısınız? Ben eşimin kiracısı oluyorum. “Kirayı ödemezsem beni mahkemeye verir misin?” diye takılıyorum eşime. TMMOB üyeliğimden sonra bu sene resmen çiftçilik belgemi almıştım. Ruhsat işlemleri kapsamında bir de esnaf olacağım şimdi. Hadi bakalım hayırlısı. Komik geliyor bazen bu işler bana.
Muhasebeci Sema hanıma son durumu anlattıktan sonra tekrar yaylaya çıkıyorum. Ekip çalışmasını bitirmiş gibi ama bir terslik seziyorum. Parke taşı kalmamış. Bütün ekip yatıyor. Ali Usta parke taş getiren TIR’ın kaza yaptığını söylüyor. İlk defa işler tıkır tıkır giderken bu aksilik olmasaydı keşke diyorum. Ekip avludaki masaya oturup çay içerken operatör Ferhat’ı alıp yukarı yaylaya çıkarıyor ona tesviye edeceği yolu gösteriyorum. Oğlum yaşında olmasına rağmen sigara içtiği için kesiliyor. Yukarı yaylada kazacağı pınar gözünü gösteriyorum daha sonra.

Aynı yolu takip ederek aşağı yaylaya iniyoruz. Önce Yakup Ustayı arıyorum. İşim var gelemem diyor. Ben onun zorunu çok iyi biliyorum. Eğer parkeyi ve filleri alıp bir de makine kiralasaydım, Yakup Usta yanına iki işçi alıp döşemesini yapacaktı.  Bu durumda yüzde elli daha fazla para harcamış olacaktım. Ama kimin umurunda? Ben işi götürü olarak bir inşaat mühendisi meslektaşıma verdiğim için bozuldu efendi.

Salih Ustayı arıyorum. Acaba o da diğerleri gibi mi? Yakup Ustaya da iyi diyordum bir zamanlar. Ama buranın suyunu içenlerin hepsi kişilik erozyonuna uğruyorlar sanki. Bu yüzden işletme ve eleman konusu canımı sıkıyor. Salih Usta iki kişi ile konuşuyor ama pınarın kapitaja alınması işine yarın zaman ayıracak bir usta yok. Yarın sabah makinenin patlattığı borunun tamiri için ekip gönderecek.

Yukarı yayladan dönüyoruz.  TIR önündeki otomobil aniden durunca arkadan çarpmış. Bugün gelmesi mümkün değilmiş. Operatör bir bardak çay içtikten sonra hep birlikte kalkıyorlar. Kapıyı onların arkasından kilitleyip Taş Ev’e dönüyorum. Eşim biberleri közlemek için ızgarayı yakmamı istiyor. Ayağa kalktığımda telefonum çalıyor. Arayan geçen sene tanıştığım İstanbullu Levent Bey. Kaplan köyüne yerleşmiş, hayata farklı bir açıdan bakan bir arkadaş. Bodrum Yalıkavak dahil birçok yerde yaşadıktan sonra en çok yaşanılası yer olarak seçmiş Kaplan köyünü. Arkadaşı İngiliz George’a da bir taş ev aldırmış buradan. İkametgâhlarını bile buraya aldırmışlar. Kapıyı kapalı görünce içerde olmadığımızı düşünerek köye inmiş. Telefonum cevap vermemiş. Arayıp kendisini buyur ettim. Gidip kilitlediğim kapıyı yeniden açtım. Arabasını kapıda bırakıp içeri geldi. Verandada oturup hoşça vakit geçirmeye ve sohbet etmeye başladık. On dakika geçmemişti ki TIR’ın şoförü girdi bahçeye. Manevra yapabilmesi için misafir aracının alınmasını istiyor. Levent Bey kalkıp arabayı bahçe içine aldı. Uzunca bir süre sohbet ediyoruz, kahvelerimizi içiyoruz. Geç vakit olmasına rağmen o gittikten sonra ızgarayı yakıyorum. Biberleri közlerken sucuk ekmek yapıp yiyoruz. Hayat bize güzel… Biber işi bittikten sonra terasta kuruyan domatesleri ızgaralardan topluyorum. Üç kasa domatesten o kadar az kuru domates oluyor ki…

TATİL GÜNÜMÜZ

24/08/2016 Çarşamba, Tire

Taş Ev'in tatil günü bugün. Haftada bir güne ihtiyacımız var. Neden çarşamba derseniz şöyle anlatayım; pazartesi ve perşembe Kaplan köyünde kaliteli hizmet veren komşu restoranların tatil günleri, hafta sonları yani cumartesi ve pazar özellikle dışarıdan gelen misafirlerimiz için en fazla tercih edilen günler, salı günü yurdumuzun sayılı pazarlarından biri kuruluyor burada, sadece pazarı görmek için turlar düzenleniyor ki bugünlerde Kaplan'da bir öğlen yemeği turistler için iyi bir alternatif sunuyor. Geriye çarşamba ve cuma günleri kalıyor. Cuma gününü hafta sonuna hazırlık için çalışma günü olmak zorunda. Böylelikle sadece geriye kalan bir gün yani çarşambaları Kaystros Taş Ev ailesinin dinlenmesine kalıyor.

Yaylada kaldığımız günden bu yana ilk kez bu sabah saat dokuzda kalktık. Önce Zeytin'e baktım. Dün akşam kabına koyduğum mamayı bitirememiş. Muhtemel odur ki yaylaya geldiğinden beri hazır gıdaya o da mesafeli yaklaşıyor. Su kabını devirmiş hemen gidip suyunu yeniledim.

Tatil günümüz olmasına rağmen boş durmuyoruz elbette. İlk olarak şehre inip et mamullerini alacağımız yerle anlaşma sağlıyoruz. Evde bir takım işlere koyuluyor eşim. Keyfimiz yerinde. Çocukluk arkadaşım Mustafa'yı arıyor ve bu keyifli hallerimizden bahsediyorum ona. Ozan arıyor bir ara. Elemanlarının müsait olduğundan bahsederek ses sistemini öğleden sonra kurabileceklerini söylüyor. Ona bugün tatil günümüz olduğunu bildiriyorum.

Akşam üzeri yaylaya döndüğümüzde hava kararmaya başlıyor. Gök gürültüleri ve şimşekler aklımıza terasta güneşe bıraktığımız biberleri getiriyor. Hemen çıkıp biberleri içeri alıyoruz. İlk yağmur damlaları düştüğünde şansın bizimle birlikte olduğunu düşünüyoruz.

Hava gittikçe kararıyor ancak yine beklediğim kadar yağış düşmüyor. Sadece beş dakika yağan yağmurun yaprakların üzerine düşerken çıkarttığı yoğun sesi dinliyor ve ardından ortaya çıkan buram buram toprak kokusunu ciğerlerimize çekiyoruz. İşte bu anlarda veranda bir başka güzel oluyor. Yağmur bulutlarının rüzgarı arkasına alıp Bayındır üzerine doğru ilerlediği net bir şekilde gözleniyor buradan. Veranda kapısında asılı rüzgar çanı hiç susmadı. Eşim üşüyünce içeri kaçıyor.

Yarın yoğun bir gün olacak. Hem jandarmadan hem de itfaiyeden denetlemeye gelecekler. Şehirde Taş Ev'i duymayan kalmamış. Kaliteyi yüksek kılmak için kalifiye eleman çalıştırmalıyız. Her şeyden önemlisi temiz olmalı, ahlaklı olmalı ailemize katılacak olanlar. Arandığı zaman cevap verecek, cevap vermez durumda ise en kısa zamanda geri dönmesini bilecek...  

MENEMEN DE KAYSTROS

23/08/2016 Salı, Tire

Kahvaltı sonrası itfaiyeye telefon ediyorum. Bugün gelmeyeceklerini, ekibin Tire dışına gideceğini söylüyor karşımdaki ses. "Yarın gelme durumu var mı?" diye soruyorum. Yarın da İzmir'de toplantıları varmış. Buna seviniyorum doğrusu. Çarşamba günlerini kendimize ayırmaya karar vermiştik eşimle çünkü. Ya perşembe ya da Cuma geleceklermiş.

Sabah ekmeğini almak üzere arabayla aşağı süzülürken yolun solunda motorundan inip sigarasından derin nefesler çeken birini görüyorum. Bu bizim Hüseyin olmalı. Dikilmiş manzarayı seyrediyor. Derin düşüncelere dalmış görünüyor. Dün yediği fırçadan sonra yolun yarısında durmuş gitsem mi yoksa dönsem mi muhasebesini yapıyor gibi. Görmeyip yanından geçseydim belki de geri dönecekti. Zira işe başlama saatini çoktan geçirmiş olduğunun farkında olmadığını söylemek aşırı iyimserlik olurdu. . Yanında durdum.  "Uykunu alamadın galiba Hüseyin." diye seslendim. Beni görünce önce şaşırdı sonra elindeki sigarayı atıp motosikletine atladı. "Ben de şimdi gidiyordum." Çalışanların eğitimi yapacağımız işin en önemli bölümü.

Belediye binasının önünde kocaman bir park yeri görünce gözlerime inanamadım. Hiç bir şeyi düşünmeden araya girip park ettim arabayı. O zaman ilk olarak belediyeden başlayalım bari. Ruhsat Müdürü yerinde yok ama diğer memurlar ilgilerini esirgemiyorlar. "İtfaiye raporu dışında her şey tamam ruhsat için." diyorum. Aslında o da tamam ama raporu eksik, sadece gelip görecekler istedikleri işlerin yapıldığını. Jandarmaya yazdıkları yazıyı soruyorum. Memurlardan biri "Oradan cevap geç gelir her zaman." diyor. Kaymakamla mı yoksa komutanla mı konuşsam daha iyi diye soruyorum. Önce komutanla konuşmamın daha iyi olacağını söylüyorlar.

Yan taraftaki ilan bürosuna uğrayıp "Eleman aranıyor" anonsunu belediye hoparlörlerinde tekrarlamalarını rica ediyorum. Ama bu kez anonsa sıcakçı aradığımızı da ilave ettiriyorum.

Belediyeden çıkıp pazar meydanına doğru ilerlerken Ozan'a uğruyorum. Dün yazar kasa ve pos cihazını alabileceğimizi söylemişti. Ozan yerinde yok. Elemanlarından biri ona telefon ediyor. Konuşma bittikten sonra eleman pos cihazını teslim ediyor.

Arabamın yanına gidip jandarmaya doğru yola çıkıyorum. Yolun karşı tarafında park edip yaya olarak karşı tarafa geçiyorum. Cephedeki büyük kapı kapalı görünüyor. Dikkatli bakınca ziyaretçi girişlerinin yan taraftan yapılacağının yazıldığı bir not okuyorum.  Yan taraf da hangi yan taraf. İlk kez geldiğim bu binanın girişini bulmak üzere sağ tarafa doğru yürüyorum. Uzun bir duvar boyunca yürüdükten sonra tercihimin yanlış olduğunu anlıyorum. Meğerse girişler sol yandaymış. Nefes nefese bahçeye giriyorum. Nöbetçi asker hemen yanıma koşuyor. Üzerimde kesici alet olup olmadığını soruyor, istediği cevabı alınca önce başçavuşla görüşürsün, yeri şurası diye yol gösteriyor.

Başçavuş müracaatımızı hatırlıyor hemen. Ancak dilekçe ellerine daha dün geçmiş. Yarın geliriz diyor ama kapalı olduğumuzu söylüyorum. Gelişleri perşembe gününe kalıyor.

Yukarı çıkıyorum. Eşim bütün hazırlıkları tamamladığı için çok rahat. Dün geç vakit beni arayan bir kadın tekrar arıyor. Adres sorup işyerinde olup olmadığımı soruyor. Köye geldikten sonra bir daha arıyor. Hüseyin'le yukarı yaylaya çıkacağız ama kadını bekliyorum. Bu sefer ben arıyorum beni aradıkları numaradan. Köyde mola verdik kusura bakmayın, geliyoruz diyorlar. Bekle bekle yine yok. Sinirleniyorum. Bunlardan gelecek hayır olmaz olsun. Tekrar arıyorum. Bu sefer telefona çıkmıyor.

Hüseyin'e dün söz vermiştim ona menemen pişireceğim diye. Yanına şöyle bol zeytinyağlı ve limonlu bir de çoban salatası yapıyorum. Yemeği yerken dünkü kırgınlığını üzerinden atıyor.  "Hadi gidiyoruz."  diyorum. Motorla gidelim diyor. Arkasına binip yokuş yukarı toprak yolda tırmanıyoruz. En dik kısımda motorun gücü ikimizi taşımayınca yirmi metre kadar yürüyorum. Havuz yarıya kadar bile dolmamış. Yukarıdaki kaynağı göstermek istiyorum. Telefonum çalıyor. Genç bir ses, eşiyle Taş Ev'e gelmek istediklerini söylüyor yarım saate kadar. Beklediğimizi söylüyorum. Toprak yolda motorun arkasına binme cesaretim yok. Ben patikadan inerken Hüseyin yoldan motorla iniyor. Henüz gelen kimse yok.

Pırıl pırıl genç bir çift geliyor az sonra. Yemekler söyleniyor. Eşime mutfakta yardım ediyorum. Hüseyin servis açıyor. Kısa zamanda yemekler masaya geliyor. Gençlerle sohbete başlıyorum. Çocuk bana laf yetiştirecek diye yemeğini zor yiyor. Eşim gelip beni kaldırıyor yanlarından usulca. Haklı da. Onlar genç belki baş başa yemek yemek istiyorlar... Ama onlar davet etti masalarına. Dönüp yanlarına açıklama yapıyorum. Size afiyet olsun ben fırçamı yedim siz yemeklerinizi rahatça yiyin. Gülüyorlar. Yalnız bırakıyoruz çifte kumruları. Yemek faslından sonra çaylar içilirken sohbet koyulaşıyor. Eşim burada yaşayan hemen herkesle bir bağlantı yakalıyor.

Misafirler kalkınca Hüseyin'le Zeytin'i şampuanlarla bir güzel yıkıyoruz. Telefonum yine çalıyor. Arayan kişi aşçı namzediymiş. Muhtemelen belediye anonsunu duymuş. Az sonra eşiyle geliyor. Uzun uzun konuşuyoruz. Aşçıyı bulduk gibi. Akşamın sürprizi oluyor bu. Yarın tatil günümüz. Bunca yorgunluktan sonra iyi gelecek.

23 Ağustos 2016 Salı

RÜZGAR ÇANI

22/08/2016 Pazartesi, Tire
Pazar gününün yorgunluğunu atmış olarak başlıyoruz haftanın ilk gününe. Bugünün nispeten sakin geçeceğini bekliyorum. Kahvaltı, üstelik yöresel tatlarla zenginleştirilmiş serpme kahvaltı bu bölgede ilgi topluyor toplamasına ama Taş Ev tam manasıyla keyif yeri. Öyle ayaküstü tıkınılacak bir yer değil. Şehrin sıcağından kaçmak, ağaçların gölgesinde eşsiz manzaraya karşı tadına vara vara kahvaltı etmek isteyenlerin yeri.

Gün içinde yaşananları gecenin geç vakitlerinde yazıyorum. Singapur'dan aldığımız "Rüzgar Çanı" (Adını merak ediyordum, internetten buldum.) veranda kapı kasasında şıngırdıyor zaman zaman. Bu sesi her zaman duymak istiyorum. Rüzgar olmasa da şehre göre ağaçların verdiği serinlik var ama deniz tarafından esen rüzgar pek güzel oluyor.  

Her zamanki gibi kahvaltımızı bu sabah da aynı saatte yaptık. Ruhsat için ne gerekliyse tamamladık sanıyorum. Eksik olan itfaiye raporu ama o da hazır sayılır. İtfaiyeden gelen yetkililerin tutanağa döktükleri eksiklikleri harfiyen yerine getirdik. Bir yangın söndürme tüpümüz vardı, ikincisini aldık, alt ve üst katlarda çıkışları gösteren ışıklı bilgilendirme levhalarını, elektrikler kesilince çıkışları aydınlatan ışıldakları yerlerine taktırdık. Bize manasız gelse de taş duvarda bıraktığımız boru içinden geçirdiğimiz bakır tüp borusunu cânım ahşap pencere doğramasında matkapla açılan deliğin içine aldık. Dışarıdaki tüpleri dolap içine sokup, içeriye gaz detektörü koyduk. Aşağı inip kontrol için itfaiyeyi davet edeceğim ev ödevlerini yapmış bir öğrenci misali.

Misafire nohut mayalı ekmeğin yanı sıra beyaz ekmek sunuyoruz. Halkımızın temel gıdası olan ekmek taze olmalı. Bir sonraki güne kalan ekmek Zeytin'in oluyor. Garibim tazesine bayatına bakmıyor. Kızımın aldığı hazır mama vitamin içeriyormuş, kemikleri güçlenmesi gerekirmiş. Ama ondan da bıktı. Ekmek en sevdiği yemek onun için. Sabahları gidip taze ekmek getirmek yeni üstlendiğim bir görev. Belli bir zaman sonra fırıncıların kapımıza kadar ekmek getirmeye can atacaklarını biliyorum. Ama çok yeni olduğumuz için her gün kaç ekmek gider kestirmek çok zor. Bazen sadece ekmek almak için ikinci kez çarşıya indiğim oluyor. Domates, salatalık stoklarımız da kalmamış. Pazartesi, salı ve cuma günleri pazar kuruluyor. Bugün toplu konutun içinde kurulan pazardan alıyorum nevaleyi. Tam itfaiyeye doğru yola çıkacakken eşim arıyor. "Hemen ekmeği yetiştir, misafirimiz var."

Ekmekleri alıp hemen yukarı çıkıyorum. Bir öğretim üyesi, öğrencisinin daveti üzerine yurdun ta öbür köşesinden buralara kadar gelmiş, bizi bulmuş verandanın en güzel köşesine oturmuşlar. Masayla ilgileniyorum. Buyur ediyorlar. Sohbet koyulaşıyor. Ne memleketin hali kalıyor konuşmadığımız ne de manzaranın güzelliği. Tereyağına, balımıza ve reçellere hayran kalıyor hoca.

Daha sonra gelenler olunca öğlene kadar aşağı inmem mümkün olmuyor. Sonra bir fırsatını bulup itfaiyeye gidiyorum. Görevli notunu alıyor, dört iş günü içinde geleceklerini söylüyor. Sabahları programa alınıp alınmadığını öğrenebileceğim bir telefon numarası veriyor.

Hijyen kursu sertifikamı almak üzere Halk Eğitim Müdürlüğüne gidiyorum. Henüz müdür imzalamamış belgeyi. Görevli hoca çok sevdiğim bir insan. "Eşimle birlikte Taş Ev'e  gelirken getireceğim belgenizi." diyor. Halk Eğitimin çok sayıda kurs düzenlediğine ve halkın eğitilmesinde etkin bir rol oynadığına ilk kez şahit oluyorum.

Eleman konusunda arayanlar oluyor ancak biraz seçici davranıyoruz. Bölge itibarıyla sahildeki otel ve restoranlarda sezonluk çalışanları uygun görmüyoruz. Onlar göçmen kuşlar gibi ilk fırsatta sahillere göçecekler doğal olarak. Müracaat edenlerin bir kısmı da servis olup olmadığını soruyor. Tamam, Taş Ev yaylada ama şehre uzaklığı topu topu beş kilometre. Buraya çalışan düzenli bir toplu taşıma aracı da yok lakin yediden yetmişe herkesin altında bir motosiklet var. İlk gördüğümde şaşırmıştım. Kaynana motoru kullanıyor, arkasına gelini almış aralarına da torunu sıkıştırmış trafikte gidiyorlar.

Jandarmaya gitmeyi düşünüyordum ama yukarıdan çağırıyorlar yine. Bir fırsatını bulup demir kapının yanında girişi daraltan kestane dallarını kesiyorum. Daha sonra yol boyu geçişi ve görüşü engelleyen dalları budaya budaya aşağı iniyorum. İstanbullu olduğu her hallerinden belli bir hanımefendi ve bir beyefendi arazi aracı içinde giriyorlar bahçeye. Tereddütlü bir halde açık olup olmadığımızı soruyorlar. Açık olduğumuzu öğrenince araçlarını park edip Taş Ev'e doğru geliyorlar. Hüseyin onları karşılarken gidip üzerimi değiştiriyorum. Ödemiş'in kebabını yedikten sonra Tire'nin şiş köftesini denemek üzere bir yer arıyorlarmış. "Tam yerine geldiniz buyurun" diyoruz. "Yanına bir de çoban salata istiyoruz." diyor beyefendi. Bizde yok yok. Eşim geçiyor şiş köfteleri tereyağında çevirmeye. "Çoban salatası bende." diyorum. Her şey taze ve katıksız. Ortalığı mis gibi tereyağı kokusu sarıyor. On dakika sürmüyor hazırlık. Salatanın zeytinyağı az geliyor. Halbuki epey yağ dökmüştüm üzerine. Yağın kaynağı bizde nasıl olsa. Size özel yağ getireyim diyorum. Bir tabağa kendimize ait zeytinyağını döküp üzerine bahçeden topladığımız kekik ve pul biber serpiyorum. Hanımefendi soruyor "Soğuk sıkım mı?" "Evet" diyorum "Halis muhlis." 

Bu arada üniversiteden arkadaşım Ali sürpriz bir ziyaret yapıyor ailecek. Büyük oğlunun düğününe davetiye getirmiş. Bugün telefon etmiş ama geleceklerinden bahsetmemişti. Onları da verandada ağırlıyoruz. İstanbullu misafirlerimiz üst katı gezmek istiyorlar. Taş duvarlar gibi ahşap çatının mimarisi de çok ilgi topluyor. Muhabbet koyulaşıyor. Önceleri tepeden bakan hanımefendi bizleri tanıdıkça açılıyor. Telefonlar veriliyor, alınıyor. İşte benim hayalini kurduğum şeyler bunlar.

İstanbulluların arkasından Ali müsaade istiyor. İkimizin ortak düşüncesi aynı. "Şu içki ruhsatı bir alınsın, daha da güzelleşir burası."

Hüseyin'le birlikte Zeytin'i alıp bahçenin sınırlarını gösteriyor, damlama şebekesi hakkında onlara bilgi veriyorum. Aslında ikisi de araziden hoşlanıyor. Camları silmek Hüseyin için kadın işi. Belki de hayatında ilk ilk kez camları silip yerleri paspaslıyor. Alttaki borulardan biri ek yerinden çıkmış, su boşuna akıyor. Daha önce bahsettiğim gibi vana açılınca ağaçlar sulanmıyor. Devamlı kontrol şart.

Zeytin borunun birine dişini geçiriyor. Borudan tazyikle fışkıran su delirtiyor onu. Kah ağzını açıp içiyor, kah suyun etrafında yuvarlanıp oynuyor. Bugün yıkamayı düşünürken, bizden evvel davranıp kendi banyosunu kendisi yapıyor.

Akşam saatlerinde gelenler Ankara'dan. Onlar da açık olduğumuzu bilmeden gelmişler. Oturup Ankara muhabbeti yapıyoruz. Biraz siyaset, biraz ticaret sohbet uzuyor, kahveler içiliyor ve günü noktalıyoruz.

Oğlum Whatsapp 'tan mesaj çekmiş. "Neredesiniz yaw" Hangsouts üzerinden uzun uzun sohbet ediyoruz ta Ummanlardan. Artık yurda dönmeye kesin karar vermiş. Arkasından kızım arıyor. Onunla da uzun konuşuyoruz. Taş Ev'i ve Zeytin'i merak ediyor. Bir de benim blog yazısında yaptığım hataları söylüyor. Gülerek, "kusura" bakmayın diyeceğine "kurusa" bakmayın demişsin" diyor. Kelime hatası vermiyor imla kontrolü ne yapayım. "Kaçmış gözümden diyorum."