Pazar gününün yorgunluğunu atmış olarak başlıyoruz haftanın ilk gününe. Bugünün nispeten sakin geçeceğini bekliyorum. Kahvaltı, üstelik yöresel tatlarla zenginleştirilmiş serpme kahvaltı bu bölgede ilgi topluyor toplamasına ama Taş Ev tam manasıyla keyif yeri. Öyle ayaküstü tıkınılacak bir yer değil. Şehrin sıcağından kaçmak, ağaçların gölgesinde eşsiz manzaraya karşı tadına vara vara kahvaltı etmek isteyenlerin yeri.
Gün içinde yaşananları gecenin geç vakitlerinde yazıyorum. Singapur'dan aldığımız "Rüzgar Çanı" (Adını merak ediyordum, internetten buldum.) veranda kapı kasasında şıngırdıyor zaman zaman. Bu sesi her zaman duymak istiyorum. Rüzgar olmasa da şehre göre ağaçların verdiği serinlik var ama deniz tarafından esen rüzgar pek güzel oluyor.
Her zamanki gibi kahvaltımızı bu sabah da aynı saatte yaptık. Ruhsat için ne gerekliyse tamamladık sanıyorum. Eksik olan itfaiye raporu ama o da hazır sayılır. İtfaiyeden gelen yetkililerin tutanağa döktükleri eksiklikleri harfiyen yerine getirdik. Bir yangın söndürme tüpümüz vardı, ikincisini aldık, alt ve üst katlarda çıkışları gösteren ışıklı bilgilendirme levhalarını, elektrikler kesilince çıkışları aydınlatan ışıldakları yerlerine taktırdık. Bize manasız gelse de taş duvarda bıraktığımız boru içinden geçirdiğimiz bakır tüp borusunu cânım ahşap pencere doğramasında matkapla açılan deliğin içine aldık. Dışarıdaki tüpleri dolap içine sokup, içeriye gaz detektörü koyduk. Aşağı inip kontrol için itfaiyeyi davet edeceğim ev ödevlerini yapmış bir öğrenci misali.
Misafire nohut mayalı ekmeğin yanı sıra beyaz ekmek sunuyoruz. Halkımızın temel gıdası olan ekmek taze olmalı. Bir sonraki güne kalan ekmek Zeytin'in oluyor. Garibim tazesine bayatına bakmıyor. Kızımın aldığı hazır mama vitamin içeriyormuş, kemikleri güçlenmesi gerekirmiş. Ama ondan da bıktı. Ekmek en sevdiği yemek onun için. Sabahları gidip taze ekmek getirmek yeni üstlendiğim bir görev. Belli bir zaman sonra fırıncıların kapımıza kadar ekmek getirmeye can atacaklarını biliyorum. Ama çok yeni olduğumuz için her gün kaç ekmek gider kestirmek çok zor. Bazen sadece ekmek almak için ikinci kez çarşıya indiğim oluyor. Domates, salatalık stoklarımız da kalmamış. Pazartesi, salı ve cuma günleri pazar kuruluyor. Bugün toplu konutun içinde kurulan pazardan alıyorum nevaleyi. Tam itfaiyeye doğru yola çıkacakken eşim arıyor. "Hemen ekmeği yetiştir, misafirimiz var."
Ekmekleri alıp hemen yukarı çıkıyorum. Bir öğretim üyesi, öğrencisinin daveti üzerine yurdun ta öbür köşesinden buralara kadar gelmiş, bizi bulmuş verandanın en güzel köşesine oturmuşlar. Masayla ilgileniyorum. Buyur ediyorlar. Sohbet koyulaşıyor. Ne memleketin hali kalıyor konuşmadığımız ne de manzaranın güzelliği. Tereyağına, balımıza ve reçellere hayran kalıyor hoca.
Daha sonra gelenler olunca öğlene kadar aşağı inmem mümkün olmuyor. Sonra bir fırsatını bulup itfaiyeye gidiyorum. Görevli notunu alıyor, dört iş günü içinde geleceklerini söylüyor. Sabahları programa alınıp alınmadığını öğrenebileceğim bir telefon numarası veriyor.
Hijyen kursu sertifikamı almak üzere Halk Eğitim Müdürlüğüne gidiyorum. Henüz müdür imzalamamış belgeyi. Görevli hoca çok sevdiğim bir insan. "Eşimle birlikte Taş Ev'e gelirken getireceğim belgenizi." diyor. Halk Eğitimin çok sayıda kurs düzenlediğine ve halkın eğitilmesinde etkin bir rol oynadığına ilk kez şahit oluyorum.
Eleman konusunda arayanlar oluyor ancak biraz seçici davranıyoruz. Bölge itibarıyla sahildeki otel ve restoranlarda sezonluk çalışanları uygun görmüyoruz. Onlar göçmen kuşlar gibi ilk fırsatta sahillere göçecekler doğal olarak. Müracaat edenlerin bir kısmı da servis olup olmadığını soruyor. Tamam, Taş Ev yaylada ama şehre uzaklığı topu topu beş kilometre. Buraya çalışan düzenli bir toplu taşıma aracı da yok lakin yediden yetmişe herkesin altında bir motosiklet var. İlk gördüğümde şaşırmıştım. Kaynana motoru kullanıyor, arkasına gelini almış aralarına da torunu sıkıştırmış trafikte gidiyorlar.
Jandarmaya gitmeyi düşünüyordum ama yukarıdan çağırıyorlar yine. Bir fırsatını bulup demir kapının yanında girişi daraltan kestane dallarını kesiyorum. Daha sonra yol boyu geçişi ve görüşü engelleyen dalları budaya budaya aşağı iniyorum. İstanbullu olduğu her hallerinden belli bir hanımefendi ve bir beyefendi arazi aracı içinde giriyorlar bahçeye. Tereddütlü bir halde açık olup olmadığımızı soruyorlar. Açık olduğumuzu öğrenince araçlarını park edip Taş Ev'e doğru geliyorlar. Hüseyin onları karşılarken gidip üzerimi değiştiriyorum. Ödemiş'in kebabını yedikten sonra Tire'nin şiş köftesini denemek üzere bir yer arıyorlarmış. "Tam yerine geldiniz buyurun" diyoruz. "Yanına bir de çoban salata istiyoruz." diyor beyefendi. Bizde yok yok. Eşim geçiyor şiş köfteleri tereyağında çevirmeye. "Çoban salatası bende." diyorum. Her şey taze ve katıksız. Ortalığı mis gibi tereyağı kokusu sarıyor. On dakika sürmüyor hazırlık. Salatanın zeytinyağı az geliyor. Halbuki epey yağ dökmüştüm üzerine. Yağın kaynağı bizde nasıl olsa. Size özel yağ getireyim diyorum. Bir tabağa kendimize ait zeytinyağını döküp üzerine bahçeden topladığımız kekik ve pul biber serpiyorum. Hanımefendi soruyor "Soğuk sıkım mı?" "Evet" diyorum "Halis muhlis."
Bu arada üniversiteden arkadaşım Ali sürpriz bir ziyaret yapıyor ailecek. Büyük oğlunun düğününe davetiye getirmiş. Bugün telefon etmiş ama geleceklerinden bahsetmemişti. Onları da verandada ağırlıyoruz. İstanbullu misafirlerimiz üst katı gezmek istiyorlar. Taş duvarlar gibi ahşap çatının mimarisi de çok ilgi topluyor. Muhabbet koyulaşıyor. Önceleri tepeden bakan hanımefendi bizleri tanıdıkça açılıyor. Telefonlar veriliyor, alınıyor. İşte benim hayalini kurduğum şeyler bunlar.
İstanbulluların arkasından Ali müsaade istiyor. İkimizin ortak düşüncesi aynı. "Şu içki ruhsatı bir alınsın, daha da güzelleşir burası."
Hüseyin'le birlikte Zeytin'i alıp bahçenin sınırlarını gösteriyor, damlama şebekesi hakkında onlara bilgi veriyorum. Aslında ikisi de araziden hoşlanıyor. Camları silmek Hüseyin için kadın işi. Belki de hayatında ilk ilk kez camları silip yerleri paspaslıyor. Alttaki borulardan biri ek yerinden çıkmış, su boşuna akıyor. Daha önce bahsettiğim gibi vana açılınca ağaçlar sulanmıyor. Devamlı kontrol şart.
Zeytin borunun birine dişini geçiriyor. Borudan tazyikle fışkıran su delirtiyor onu. Kah ağzını açıp içiyor, kah suyun etrafında yuvarlanıp oynuyor. Bugün yıkamayı düşünürken, bizden evvel davranıp kendi banyosunu kendisi yapıyor.
Akşam saatlerinde gelenler Ankara'dan. Onlar da açık olduğumuzu bilmeden gelmişler. Oturup Ankara muhabbeti yapıyoruz. Biraz siyaset, biraz ticaret sohbet uzuyor, kahveler içiliyor ve günü noktalıyoruz.
Oğlum Whatsapp 'tan mesaj çekmiş. "Neredesiniz yaw" Hangsouts üzerinden uzun uzun sohbet ediyoruz ta Ummanlardan. Artık yurda dönmeye kesin karar vermiş. Arkasından kızım arıyor. Onunla da uzun konuşuyoruz. Taş Ev'i ve Zeytin'i merak ediyor. Bir de benim blog yazısında yaptığım hataları söylüyor. Gülerek, "kusura" bakmayın diyeceğine "kurusa" bakmayın demişsin" diyor. Kelime hatası vermiyor imla kontrolü ne yapayım. "Kaçmış gözümden diyorum."
En duyarlı olduğum, üzerine titrediğim konulardan biri Türkçe. Kızınıza çok teşekkür ederim bu konuda gösterdiği incelik için.
YanıtlaSilBlog yazılarımın okunduğunu bilmek hem hoşuma gidiyor hem de üzerime daha fazla sorumluluk yüklüyor. Hele oğlumun ve kızımın yoğun iş yaşamları arasında zaman ayırıp yazılarımı okuması beni çok mutlu ediyor. Önemli olan anlatmak istediğinizi, duygu ve düşüncelerinizi karşı tarafa doğru aktarabilmek. Kolay gibi görünen bu iş bazen o kadar zorlaşıyor ki siz bunu en iyi bilenlerdensiniz. Ben şahsen Türkçenin doğru kullanımı söz konusu olduğunda her türlü eleştiriyi iltifat kabul ederim.
SilBu aralar yoğun bir dönemden geçiyorum. Hatalarım olabilir. Bir de üç haftadır biriken günlük yazılarının gözden geçirilip yayımlanması çok zaman alıyor.
Sözleriniz eminim kızımın hoşuna gidecektir :)