Yaylada
yaşamaya alışıyoruz. Sadece arada bir ihtiyaçlarımızı karşılamak üzere şehre iniyoruz.
Bugün Cuma Pazarı, ben ona Küçük Pazar diyorum. Yola çıkmadan önce bir ihtiyaç listesi
hazırladık. Belediyeye uğramak istiyorum. Şimdiye kadar belediyeden hiç kimse
gelmedi. Aybaşında gelin, Fen İşleri
Raporu elimizde olur o zamana kadar demişlerdi. Gidip bir hatırlatmamız mı
lazım?
Eşim
geç kaldık diye söylenirken telefon geldi. Belediye Fen İşlerinden arıyorlar.
Yaylada olup olmadığımızı soruyorlar. Kendilerini beklediğimizi söylüyorum. Zaten onlar
da Kaplan köyündeymiş. Telefon ettikten birkaç dakika sonra geliyorlar. Gelenler üç kişi, hepsinin
de suratları asık. Sanki gülümseseler görevlerini suiistimal etmiş olacaklar. Taş Ev’i gezdiriyoruz.
İçlerinden biri video çekimi yapıyor. Kısa süren bir denetlemeden sonra raporun
olumlu olduğu sinyalini veriyorlar.
Belediyecilerin gelişleri iyi oldu. Geliş zamanı belli olmadığından ha şimdi gelir, ha şimdi gelir diye gün boyu
bağlanıyor insan. Kapıları kapatıp çıkıyoruz. İlk adres Pazar. Kurutmak için
bol miktarda biber ve domates satın alıyoruz.
Şofbenin
yanına bir dolap bakacaktık. Ölçülerini almıştım. İlk girdiğimiz mobilyacıda
aradığımız ölçülere çok yakın bir dolap buluyoruz. Kısa bir pazarlık sonucunda
güzel bir indirim yapıyor dükkân sahibi. Oradan çıkıp birkaç yer daha
dolaşıyoruz. Bir yerde hamak görüyorum. Hemen onu da alıyoruz. Eşim telefonunu
soruyor. Bana vermediğini söylüyorum. Her zamanki pratik çözüm yoluna
başvuruyoruz. Numarasını çevirip sesi dinliyoruz. Arabanın içinden ses
gelmiyor. Birden panikliyoruz.
Ne
kadar dükkân ve pazar tezgâhı varsa gün boyu uğradığımız, teker teker gezip
telefonu çaldırıyoruz. Telefon çalıyor fakat cevap veren yok. Esnaf moral
veriyor. “Çaldığına göre henüz çalınmamış.” Peki, niye açmıyorlar o zaman?
Kendimize moral veriyoruz. “Belki de açmasını bilmiyorlardır...”
Bütün yerler gezilip tekrar arabanın yanına
dönüyor, telefonun kaybolduğuna ve onu artık bulamayacağımıza kendimizi iyice
inandırıyoruz. Yine de bir ümit arabanın arka bagaj kapağını kaldırıp telefonu
bir kez daha çaldıralım diyoruz. Derinlerden belli belirsiz bir ses duyuyoruz. Büyük
bir rahatlama duygusu içinde bagajdaki eşyaları eşeliyoruz. En sonunda bagajda,
eşyaların altındaki küçük bir poşetin içinde buluyoruz aradığımız telefonu.
Eve
uğrayıp birkaç parça eşya alıp yaylaya dönüyoruz. Akşam saatlerinde eşim
yorgun olurken bende tam tersi olur. Bu yüzden o öğlene kadar bütün işlerini
bitirsin isterken benim günüm akşam saatlerinde başlar. Altmış beş kilo
domates, on kilo biber nasıl kurutmaya hazırlanır? Pazarcı kasaları da
bırakmamış, domatesleri kalın naylon torbalara boşaltmış. Eşime istirahat
etmesini söyleyip işe girişiyorum. Az sonra eşim geliyor yanıma. Uyuyamamış. Israrla
dinlenmesini istememe rağmen bir bıçak da o alıp domatesleri kesmeye başlıyor.
Gece geç vakitlere kadar işin üçte ikisi bitiyor, domatesler terastaki
ızgaralara seriliyor. Biberlerin bir kısmını da o yattıktan sonra ipe
diziyorum.
Hayırlı olsun ruhsat konusu.Kurutulmuş domatesler, biberler, sebzeler afiyetle sofraya gelsin. Taş Ev artık canlanmış, günlük hayatına az kalmış. Telefonu şakası da oluyor kimileyin.
YanıtlaSilTeşekkür ederim. Rüya gibi geliyor bana:) Telefon işi yüreğimizi hoplattı gerçekten. Kalın sağlıcakla.
SilYazın iki, iki buçuk ay yaylada yaşadığımız için o koşturmacalara alışığım. Yayla hayatının çok güzel yönleri var. Ama yorgunluğu da çok.
YanıtlaSilİş hiç bitmiyor.Öğleden sonra biraz dinlenmek harika.
Kurutulmuş sebze meyveler uğraştırıcı ama emeğe değiyor.
Sağlıklı günlerde mutlulukla.
Gerçekten de yorgunluğu çok. Umarım işler düzene girdiğinde biraz dinlenme imkanı buluruz :)Sizlerin de sağlıklı ve mutlu günleriniz olsun.
Sil