26/07/2016 Salı,
Tire
Kapalı
pencerelerin ardında geçen önceki gecenin sıcağından sonra dün gece kanatları
açtık. Ne kadar kanatlı arkadaş varsa odanın ve televizyonun ışığına üşüştüler.
En ufağından en büyüğüne uçangiller faunası adeta resmigeçit yapıyorlardı.
İçinde
mor renkli flüoresan ampullerle uçan haşereyi cezp edip üzerine çeken daha
sonra elektrik vererek onları imha eden cihazı kurduk pencerenin önüne. Fişini
takmamla birlikte çat çat sesleriyle sırası gelen düştü alttaki tablaya. Bütün
yaylanın böcekleri pencereye üşüştüğünde anladık bunun bir çözüm yolu
olmadığını…
İnsanoğlu
nelere alışmıyor ki? İlk günkü gibi tepki vermiyorum börtü böceğe artık. Onları
tanımaya başladım. Zamanla bütün huylarını da öğreneceğime inanıyorum. Öğrenmek
zorundayım. Aslına bakarsanız asıl yer sahipleri onlar. Bizim varlığımıza da
onlar alışmaya çalışacaklar. Şansımıza sinek, sivrisinek yok. Uçan böcekler
arasında bir belalım var benim. İsmini bilmiyorum. Koyu kahve hatta siyaha
yakın sert bir kabuğu var. Cızbız sinek öldürücü de kar etmedi ona. Beş
milimetreden otuz milimetreye kadar değişen boya sahipler. Bir anda üzerinizde
yürümeye başlıyorlar, kulağınıza girmeye çalışıyorlar. Hemen üzerimizden atıp
yere düşürüyor ayağımızla üzerine basıyoruz. Çıt diye bir ses çıkıyor. Tamam,
hallettik derken beş on santim yukarı fırlatıyor kendini. Yine yakalayıp
ezmeye çalışıyoruz. Yine bir çıt sesi, yine sıçrama… Bu sefer ayağımızla basıp
sürüklüyoruz. Bu daha etkili oluyor. Ama birini yok edince on tane arkadaşı
geliyor.
Dün
gecemiz böyle başlamıştı. Sinek kızartma makinesine takılan böceklerden çıkan
duman ve yanık kokusuna bile razıydık ama sonunda teslim olduk. Pencerenin
kanatlarını kapatıp cızbız makinesini içeri aldık. İçeride kalan böcekleri
nasıl olsa hallederdi. Hiç olmazsa yeni gelen olmayacaktı artık. Yine de önceki
gün kadar sıcak hissetmedik.
Bu
sabahki kahvaltı tecrübe amaçlı. Endüstriyel tost makinesini ilk kez
deneyeceğiz. Eşim müşteri oldu. “Tostunuzu nasıl istersiniz hanımefendi?
Sucuklu, kaşarlı, karışık?”
Sucuk,
kaşar karışık öneriyorum. Ekmeğimiz özel, nohut mayalı. Herkesin margarin sürdüğü
ekmeğe biz tereyağı sürüyoruz. Böyle yaparsak batar mıyız ki? Olsun varsın,
fiyata ekleriz. Halkımız üç kuruşun hesabını yapıyor. Yapacak bir şey yok,
kaliteden taviz veremeyiz.
Sucuklar
pişiyor, kaşarlar eriyor. İşte bak bu kötü. O kadar erimese iyiydi. Ekmeği
arasından tost makinesinin döküm tablalarına dökülüyor. Peyniri çok mu koydum
acaba? O neyse de döküm tablanın üzerine dökülen peyniri temizlemek en az yarım
saatimi alıyor.
İlk
iş olarak mermerciyi arıyorum. Dün gelip montaj yapacaktı "İnşallah". Bir işte
“İnşallah” varsa o iş yattı demektir. Tahminimde yanılmadım. Dün montaja
gelmediği gibi sabah telefonuma da cevap vermiyor. Alışık olmadığım bir diğer
özelliği bu bölgenin. Söyleyecek lafı yoksa karşınızdakinin özellikle açmıyor
telefonu. Ben de onu taciz edeceğim her saat başı aramak suretiyle.
Yukarı
yaylaya kızılcık toplamaya çıkıyorum. Havuzun üzerinde iki büyük kızılcık ağacı
var. Aşağı yaylaya gelen su da azalmış. Çıkmışken ona da bakarım. Artık hızlı
adımlarla, hiç dinlenmeden yukarı yaylanın havuzuna kadar çıkabiliyorum. Yukarı
çıkmak gözümde büyümüyor şimdi. Oysa yeni geldiğimde çok kiloluydum. Üstelik
sigara da içiyordum. Bir ölümdü yukarı çıkmak benim için. Havuz tam dolmamış.
Akşama yine çıkar meyve fidanlarına veririm suyu. Hemen yukarıda sepete
doldurmaya başlıyorum kızılcıkları. Çok yüksek dalların yanı sıra yerlere kadar
yatan dallar var. Her yıl güzel bir şekilde budanması lazım ağaçların. Ancak
birkaç tane olsa neyse. Gelişi güzel büyüyen ağaçların altında gezmek ayrı bir
hüner. Ya kuru dallardan biri gözüne girer kör eder, ya kulağına girer
sağır olursun. Şükürler olsun ne gözüme ne kulağıma girdi şimdiye kadar ama başımdan
çok yaralandım. Ağaçların üzerinde kızarmayı bekleyen çok meyve var. Olanları
topladıktan sonra tam ayrılmak üzereydim ki başımı yine bir budağa çarptım.
Elimi dokununca kanadığını anladım. Bayağı şiddetli vurmuştum aslında. Bir an
dengemi kaybeder gibi oldum. Topladığım yeter deyip aşağı indim. Eşim başımın
halini görünce telaşlandı. Gülümseyerek “İş kazası” dedim.
Taşeronun
yolu yapamayacağını söylemesinden sonra tek ümidim Burak Bey’di. Yola beton
dökmek yerine kilit parke yapılmasına karar verdik. İşin tamamı için anahtar
teslimi güzel bir fiyat verdi. Burak Bey benim meslektaşım. Verandada oturup
uzun uzadıya sohbet ettik. Eşim misafire kahve ikram etti. Taş Evi gezdirdim.
Çok beğendi. Böyle bir işletmeye Tire’de ihtiyaç olduğunu söyledi. Bir hafta,
on gün içinde yolumuzun tamamlanacağı sözünü aldık. Bu işin hallolmasına çok
sevindim. İnşallah son anda bir aksilik çıkmaz.
Eşim
elma reçeline ayırdı bütün zamanını. O bir ara dinlenirken ben de aşağı yaylayı
dolaşmak istedim. Kümesin yanındaki ağaçlarda iki çeşit (mor ve sarı) erik
toplanmayı bekliyor. Kızılcıkları kuşlar yemiş ya da yere dökülmüş. Ağaçların
etrafını dikenler ve kuru otlarlar sarmış olduğundan yanaşamadım. Güzel pembe
bir yabani çiçek takılıyor gözüme. Adeta gel benim fotoğrafımı çek diyor.
Kırmıyorum onu. Asmalarda üzüm görmem mümkün olmayacak. Kuşlar üzümlerin
saplarını bırakıyor sadece. Bağcılık yapanlar üzümlerini kuşlardan nasıl
korurlar merak ettim şimdi. Dallardaki korukları topluyorum ben de. Nasıl olsa
üzümü bize kalmayacak (!)
Taş
Ev’e döndüğümde eşim de geliyor yanıma. Ben korukların tanelerini ayırırken o
da son kalan elmaları soyuyor. Hava kararmadan yukarı yaylaya çıkmam gerek.
Hemen fırlıyorum. Havuzun çıkış vanasını açıp suyu fidanların damlama borularına
veriyorum. Aşağı yayladaki havuza çok az su geliyor. Yukarıda bir problem yok
görülüyor. Bir yer tıkanmış olmalı, ama neresi? Vakit kaybetmeden aşağı
iniyorum.
Akşam
yemek yerken sohbet ediyoruz. Konu Taş Ev. Eleman konusu şans işi. Dışarıdan
bir aile bulmak lazım bir an önce. Şöyle incir zamanı, kestane zamanı, ceviz
zamanı bizi zorda bırakıp gitmeyecek…
Anladığım kadarıyla yardımcıya ihtiyacınız var. Bir karıkoca olsa işinizi mükemmelen görür ve rahatlatır sizi.
YanıtlaSilDoğru anlamışsınız sayın Profösör :) Hani bir bulabilsek...
YanıtlaSil