11/08/2016
Perşembe, İzmir
Günce
yazmak artık bir tutku haline dönüştü bende. Hatta ondan da öte… Yemek yemek,
su içmek kadar zorunlu bir ihtiyaç. Mesela şu satırları yazdığım sıralar
insanların çoğu uykularının en güzel yerinde. Telefon unutmalarım vurdu güne
damgasını. Geç kalmamak için kahvaltı etmedik. Yolda bir şeyler atıştırmaktı
düşüncemiz.
Zeytin’in
kahvaltısını hazırladıktan sonra yola çıkmamamız için bir engel kalmamıştı.
Telefonumu biraz daha şarj etmesi için prize taktım. Zeytin’i serbest bıraktık rahatça gezinsin
diye. Demir kapıyı dıştan kilitleyip şehre indik. Yönümüzü
İzmir’e çevirdiğimiz anda elim cebime gitti. Her zaman sol cebime koyduğum telefonu
yerinde bulamıyorum. Gerisin geriye yaylaya dönmekten başka yapacak bir şey
yok. Dönüp telefonumu alıyor ve tekrar çıkıyoruz yola. Belki de bu unutkanlık başımıza gelecek kötü bir kazayı engelledi diye avutuyorum kendimi.
Eşim
kahvaltı etmeden duramaz. Nasıl olsa gecikmişiz bir kere. Şehirdeki
pastanelerden birine girip bir şeyler atıştırıyoruz. Eşim bir poğaçanın yanında
çay, ben ise boyoz ve yanında cola light ısmarlıyorum. Vitrinde neler var, kaça
satıyorlar merak ediyoruz doğal olarak. Gözümüze sol tarafta bir trileçe
ilişiyor. Kalkmadan bu tatlının da bir tadına bakmak istiyoruz. Çok başarılı
bulmuyoruz. Eşimin yaptığı trileçe bambaşka oluyor.
Hazır
gıdadan kaçmaya çalışıyoruz mümkün olduğunca. Gel gelelim ilçemizle özdeşleşmiş
bir sucuk markası var burada. Öyle ki, Ankara'dan her geldiğimizde kangal kangal Tire’nin
Ege marka sucuğunu beraberimizde götürür ve kış boyunca tüketirdik. Bu işletme
şimdi yeni bir satış yeri açmış. Eşime önce oraya gitmeyi öneriyorum. Çalışanlar
yakın ilgi gösteriyorlar. Büyük bir olasılıkla sucuk bağlantısını bu firma ile
yapacağız.
İzmir’den
aydınlatma direği alacaktım. Aslında özel bir şey değil. Elli ya da altmış
milimetre çapında siyah boru. Sanayide profil demir satan bir işyerinde buluyoruz
aradığımızı. Önemli bir işi buradan çabucak halletmiş oluyoruz.
Nihayet
İzmir yoluna çıkıyoruz. Önce Yücel Usta’yı arıyorum. Hidrofor ve tüplere dolap, çay ocağına davlumbaz montajını yapmak üzere bugün gelecekti. Zaten boyanın
kurumasını bekliyormuş. Yarın geleceğini söyledi. Ben de bugün gelmemesi için
aramıştım zaten.
Mustafa
Bey’i arıyorum sonra, meşrubat dolapları için. Yarın gelmesini istiyorum.
“Pazartesi hazır olur dolaplarınız.” diyor. “Pazar günü açıyoruz işyerini”
deyince “Tamam o zaman cumartesi günü getiririz.” demek zorunda kalıyor.
Yola
devam ederken çocukluk arkadaşım Mustafa’yı arıyorum. Ona da sormak istediğimiz
bazı şeyler olacak. Şarküteri ürünlerini nereden kaça aldığını öğrenmek istiyoruz. Gün
boyunca marketteymiş. Bu bizi rahatlatıyor. Gaziemir’de Metro AVM’ ye
giriyoruz. Vergi levhamız var ya, artık kurumsal müşteriyim. Bir de kart
çıkartıp veriyorlar. Yüklüce bir alışveriş yapıyoruz buradan. Dünden beri gözüm
arka sağ lastikte. Her gün biraz daha iniyor sanki. Metro’dan çıktıktan sonra
bir lastikçide duruyorum. Lastiğe küçük bir çivi girmiş. Lastikçi çiviyi
çıkarıp lastiği tamir ediyor ve diğer lastiklerin havasına bakıyor.
Hedefimiz
gıda çarşısı. Daha önce elektrik malzemelerini aldığımız yere uğruyoruz.
Kovanlı fener tipi aydınlatma lambası alacağız. Ellerinde hazır yokmuş. Hemen
karşı dükkândan alıyoruz biz de. Bir peynir imalatçısı ilişiyor gözümüze. Fatih
isminde şeker bir delikanlı karşılıyor bizi. Peyniri tattırıyor. Pazarlığa
girişiyoruz. Biraz sıkıştırınca “Patron bilir daha fazlasını” diyor. Patronu
merak ediyoruz. “Annem” diyor ve devam ediyor “Hanım Ağa”
Hanım
Ağa yakınlardaymış Az sonra geliyor dükkâna. Eşimi orada bırakıp fener
lambaları ve diğer malzemeleri arabaya koyuyor, arabayı peynircinin dükkânının
önüne çekiyorum. Sıcak bir sohbet doğuyor aramızda. Anlaşıyoruz sonunda.
Kızım
telefon ediyor. Arkadaşının doğum gününü kutlamak için Çeşme’ye gideceklerdi.
İptal olmuş. Birlikte balık yemeyi öneriyor. Biz ise bir an önce yaylaya dönmek
istiyoruz. Malum artık Zeytin’imiz var. Yemek ister, su ister.
Kızımızla
kayınvalidemin evinde buluşuyoruz. Yarım saat kadar oturuyor, ısmarladığımız
özel bulgurumuzu, koruklarımızı alıyoruz. Telefonumda Zeytin’in resimlerini
gösteriyorum kızıma. Elimden alıyor telefonu rahatça bakabilmek için. Aceleyle
kalkarken telefon kalıyor yine. Gaziemir’i geçiyor, havaalanı kavşağında
farkına varıyorum. Telefon önemli. Biz çıkar çıkmaz farkına varmış kayınvalidem
ama eşimin telefonunun şarjı bittiğinden bize ulaşamamış ve beklemekten başka
yapacak bir şey bulamamış o da. Geriye dönüp telefonumu alıyor ve yeniden yola
çıkıyoruz. Gece yarısını geçiyor yaylaya çıkmamız. Zeytin bizi bekliyor.
Acıkmış çok. Hemen ona bir şeyler hazırlıyorum.
Günün konusu olmuş:) ben telefona yapışık gibi bir şeyim sanırım:) her saniye elimde sadece başım ağrıdığında uzağa koyarım o günde aramayan kalmaz aksi gibi:)
YanıtlaSil