"Savunma Mekanizmaları bireyler için bir ihtiyaç mıdır? Yoksa daha gerçekçi çözümler bulunabilir mi? Siz de zaman zaman kullanıyor musunuz?"
İnsan davranışının temel nedeninin libido (cinsel içgüdü) olduğunu savunan Sigmund Freud'un bu görüşü zaman içinde etkisini kaybederken bilim insanları onun ortaya koyduğu Yapısal Kişilik Kuramı temelinde yeni teoriler üretmeye devam ediyor. Soyut kavramlar üzerinde karmaşık bir hâl alan insan davranışını sınıflandırmak hayli güç. Freud'un Kişilik kuramında kişilik, Makbule Hocam'ın yazısında tarif edildiği üzere id (alt ben), ego (ben) ve süper ego (üst ben) den oluşuyor. Yazıya yaptığım yorumda id'in yani alt ben'in hayvansal dürtülerle hazları içeren, doğuştan gelen bir davranış biçimi olduğunu belirtirken tartışmalı bir kavram olan "ego" nun da aynı "id" gibi genlerle taşınan bir özellik olduğunu belirtmiştim. Oysa Freud kuramında insanda "ego" nun doğuştan değil de bazılarına göre 6 ay - 1,5 yaş, bazılarına göre ise 5,5 - 6 yaşlarında oluşmaya başladığını zaman içinde gelişme gösterdiğini öğrendim. Değerli Hocam kibarlığından dolayı bu konuda yanıldığımı yüzüme vurmamış. Freud ile uzun yıllar birlikte çalışıp daha sonra fikir ayrılığına düşen Carl Gustav Jung'un ortaya koyduğu kişilik tanımı bana biraz daha inandırıcı geldi.
Jung'a göre "ego" bilinçtir, persona hafızalardan (hem geri çağrılan hem bastırılan), kolektif bilinç ise doğduğumuzdan beri bizimle olan bilgileri, deneyimleri oluşturur. Jung, insan ruhunu bilinç, kişisel bilinçdışı ve kolektif bilinçdışı olmak üzere üç bölümden oluşan bir yapı olarak tanımlıyor.
İnsan davranışlarını farklılaştıran "ego" ve "süper ego" dur. Her insan acıkınca yemek yemek ister ancak bazı insanlar tatlı sever bazıları baharattan hoşlanır. Bir insanın tatlı sevmesi Jung'un teorisine göre doğuştan gelen kişisel bilinçdışı ve kolektif bilinçdışı özelliklere bağlıdır. Bu tür kişisel özellikler zaman içinde evrimleşir. Tamamen aynı ortamda büyüyen, yaşları birbirine yakın iki çocuğun farklı davranışlar göstermesini başka türlü açıklayamayız. Kendi çocuklarımdan örnek vereyim, kızım doğuştan vegan iken oğlum etsiz sofraya oturmaz. Ne kızımızı et yememesi konusunda yönlendirdik ne de oğlumuzun sadece et yemesini istedik.
"Süper ego"yu bazıları vicdanla eş tutar ama ben aynı fikirde değilim. Bence vicdan ego'nun bir bileşenidir. Süper ego'nun da etkisi büyüktür ancak insanın genleri yoluyla taşıdığı davranış özellikleri, yani ego'su onu iyi ya da kötü, vicdanlı ya da vicdansız yapar. Bilinç, akıl her zaman iyiye yöneltmez insanı. Bencil davranışlar, insanın türlü hileler ve entrikalarla başkalarını düşünmeksizin devamlı kendine çıkar sağlaması hem içten gelen, akılla harmanlanan motivasyonlar hem de çevre koşullarının etkisiyle ortaya çıkan özelliklerdir. İnsanın doğasında bu kötücül davranış ve düşünce biçimleri var oldukça toplumların sürekli bir huzur ve refah ortamı yaratması imkânsızdır. Özetle id olmasaydı açlıktan ölürdük, ego olmasaydı gerçek yüzümüz ortaya çıkardı (belki de hiç fena olmazdı). Süper ego olmasaydı, birbirimizi yerdik. Uzun bir girizgâhtan sonra konumuza dönelim:
"Ego" muzun kişisel savunma mekanizmaları olarak sevgili Makbule Hocamızın yazısında gayet güzel açıkladığı gerileme, yansıtma, inkâr, mantığa bürüme, kaçma, bilinç altına bastırma, yadsıma, telâfi, dönüştürme, hayal dünyasına kaçma gibi olumsuz; özdeşleşme, yüceltme ve mizah gibi olumlu davranışlara bilinçsizce az ya da çok başvurduğumuz bir gerçek. Ben bu tür savunma mekanizmalarının yine insanın doğuştan gelen özellikleri olduğunu ve aklımızı kullanarak değiştiremeyeceğimizi düşünüyorum. Bu tür davranışlar belli sınırlar dahilinde tutulabiliyorsa sorun teşkil etmeyeceğini söyleyebiliriz. İhtiyaç mıdır sorusu bir bakıma havada kalıyor bence. Çünkü yaradılıştan gelen ve ortadan kaldırmaya gücünün yetmediği bu özellikler konusunda insan söz sahibi değildir. İnsanın savunma mekanizmalarına ihtiyacı yok desem bu fikrim onları ortadan kaldırmaya ya da değiştirmeye muktedir olmayacaktır. Yukarıda bahsi geçen savunma mekanizmalarını kullandığımızı genellikle inkâr ederiz. Fakat bir süre sonra gerçeklerin farkına varıp iç dünyamızda kendimizle hesaplaşırız.
Yazımın yukarıdaki bölümünü düşünerek ve araştırarak yazdım. Şimdi bakalım fark etmeden hangi savunma mekanizmalarım çalışmış! Bu iş, bana hayli heyecanlı ve eğlenceli gelmeye başladı.
İnkâr: İnsanın hatalı davranışlarını ve kusurlarını redderek geçici rahatlama sağlaması. Evet kısmen buna başvurmuş olabilirim. Şöyle ki, sevgili Makbule Hocamızın yazısına yaptığım yorumda ego'nun doğuştan gelen bir özellik olduğunu belirtmiştim. Daha sonra yaptığım araştırmaların neticesinde Freud'a göre ego'nun çocukluk yıllarında gelişmeye başladığını öğrendim. Demek ki yanılmış, araştırmadan fikir beyan ettiğim için hataya düşmüştüm. Sonraki aşamada kendimi temize çıkarmak için araştırmalarımı ileri safhaya taşıdım. Bana daha mantıklı görünen ego'nun doğuştan gelen bir özellik olduğuydu. Bunu öngören, beni bu konuda destekleyen başka birileri yok muydu? Jung imdadıma yetişti. Birlikte uzun yıllar çalıştığı Freud ile son dönemde fikir ayrılığına düşmüştü Jung. Ego'nun bilinç olduğunu ileri süren İsviçreli bilim adamı, insan ruhunu üç ayrı katmanda (bilinç, kişisel bilinçaltı, kolektif bilinçaltı) ele alıyordu. Bunu görünce kendimi biraz rahatlamış hissettim. Jung, ego'yu bilinçle eş değer tutuyordu. Madem bilinç dediğimiz şey, çevreyi, olan biteni sezgi ve algılarımızla kavrama ve fark etme yetisi, bu doğuştan gelen bir özellik olmalıydı. Hayvanların da alt düzeyde bilince sahip olduğunu öne süren bilim insanları olduğunu keşfettim araştırmalarım sırasında. Bu sonradan öğrenilen bir şey olamazdı.
Ego'nun başvurduğu savunma mekanizmalarının da genel olarak doğuştan kazanılan aygıtlar olduğu kabul ediliyordu bazı bilim insanları tarafından. Savunma mekanizmaları çevreyle uyum sağlamanın yanı sıra yetişkinlerde ruhsal sağlığın korunmasında önemli rol oynadığı ileri sürülüyordu. Karşılaşılan olumsuzluklarla baş etmede etkin rol oynayan savunma mekanizmaları; ego'nun acı veren deneyimlerle daha kolay başa çıkmasına olanak sağladığı dile getiriliyordu.
Benim ego'yu doğuştan gelen bir özellik olarak görmemde iyilik ve kötülük kavramı etkili olmuştur. İnsanın, taşıdığı genler vasıtasıyla doğuştan iyi ya da kötü özelliklere sahip olacağı kanaatini taşıyordum. Şimdi kafam biraz daha karıştı. Ümiversitede aldığım psikoloji dersinde "Tabula Rasa" terimini ilk kez duymuştum. Bu görüşe göre, insan ilk doğduğunda yoğrulmamış bir hamur halindedir, çevre koşulları onu yoğurur, şekillendirir. Diğer bir ifadeyle insan doğuştan gelen bir kişilik özelliği taşımaz. Yani kolektif bilinç onu yönlendirerek iyi ya da kötü insan yapar. Bu durumda insanın bütün iyi ve kötü davranışlarının sebebini topluma yükleyerek bireyi tamamen aklamış olmuyor muyuz bu durumda?. Kader ve özgür irade kavramlarını çağrıştırıyor bu bende. Fakat konuyu dağıtıp içinden çıkılmaz hale getirmeyeyim. Sonuçta geldiğim noktada "ego" nun, hem doğuştan gelen hem de çevrenin etkisiyle şekillenen bir kişilik unsuru olduğuna karar veriyorum. Bilmem fark ettiniz mi? Makbule Hocamın blogunda yaptığım yorumdaki hatamı fark ettiğimde inkâr yoluna sapıp kendimi haklı çıkarmak için kaç dereden su getirdim. Rahatladım mı, evet.
Mantığa bürüme: Evet, bu yolu da kullandım. Açıklamalarıma mantıksal çözümler üreterek haklılığımı kanıtlamaya çalıştım. Bu da kullandığım ikinci savunma mekanizmasıydı. Fakat bütün bunları biliçdışı yani düşünüp taşınarak değil, fark etmeden yaptım. Rahatladım mı, evet.
Uzun bir yazı oldu, buraya kadar okuyabilenlere bir şirinlik yapayım ve aşağıya Freud ile Jung'un ilişkisini anlatan güzel bir animasyon filmini ekleyeyim. Filmin sonunda Freud'un savaşı kazandığı gibi bir izlenim edinilse de filmle ilgili yapılan pek çok yorumda insanların bu fikre katılmadıkları, Jung'un kuramının daha gerçekçi olduğu belirtiliyor. Anladığım kadarıyla kişisel özellikleri sadece libidoya bağlamak ve "çocukluğuna inelim" deyip insanın yaşam sürecinde gelişen davranış biçimlerini çocukluk döneminden başlatıp tamamen cinsellik ve çevreyle sınırlandırmak tarih oldu gibi.