KATEGORİLER

24 Mayıs 2016 Salı

KİRAZ ZAMANI

24/05/2016 Salı, Tire

Uzunca bir aradan sonra nihayet  Tire'deyiz bu salı.  Her seferinde bir işimiz çıkıyor, pazarı kaçırıyorduk. Artık iyice özletmişti kendini. Bu nedenle pazar alışverişini listenin başına koyup günlük planımızı ona göre yaptık. Servisin eksper çağırmak üzere istediği ehliyet, trafik sigorta poliçesi, ruhsat fotokopileri ile banka iban numarasını hazırlayıp pazar sokaklarını dolaşmaya başladık. Pazar her zamanki pazar, rengarenk, cıvıl cıvıl. Ah, bir de park sorunu olmasa...



Yurdumuzun en büyük pazarlarından biri olan Tire Salı Pazarı, geniş bir alana yayılan sokak aralarına kuruluyor. Yakın bir yere araba park etmek imkansız. Çarşının dar arka sokaklarında biraz ilerledikten sonra fazla uzağa düşmeyen bir park yeri bulabildik kendimize.  Alınacak bir şey olmasa dahi bu pazarın sokaklarında dolaşmaktan büyük zevk alıyorum. Tezgahlarda sergilenen baklalar artık iyice iç vermiş, arakalar bollanmış. Derin dondurucuya atmak için yirmi kiloya yakın bakla aldık. Oğlumun çarşıda birkaç işi daha vardı. Ben de elektrikçi Ali'ye uğradım. Birkaç gün ayrılınca benim arkamdan Kamil de bırakmış çalışmayı. Hidroforu kurup suyu şebekeye bağlaması gerekiyordu şimdiye kadar.









Pazar alışverişinden sonra servise bıraktık belgeleri. Yaylada kiraz ve erikler toplanmaya başlandı. Gel gelelim yevmiyeler ağaçlar kadar yüksek olunca hasadın hiçbir anlamı kalmıyor. Tesis bir açılsa gelen misafirlere satarız ya da ikram ederiz. Çarşı pazar işlerini bitirdikten sonra aldıklarımızı eve bırakıyoruz. İnşaat malzemelerini tedarik ettiğimiz yerden süs havuzuna döşenecek cam mozaikleri alıyor, arabaya yükleyip yaylaya çıkıyoruz. Baki Usta bugün çalışacağını söylemişti. Bahçe kapısı açık. İçeride çalışıyor olmalı... 


Yağmurun damar damar oyduğu toprak yolda arabanın altını sürtmemek için olabildiğince dikkatli bir şekilde taş eve kadar içeri sokuyoruz arabayı. Baki Usta bizi karşılıyor ve cam mozaik kutularını içeri taşıyor. Boya işleri hala devam ediyor. İkinci kat kirişlerinin dış yüzü ile salon söveleri boyanacak daha.


Yarın çalışmayacak, bir arkadaşlarıyla tekneyle denize açılıp balık tutacakmış. Dönünce birkaç gün içinde boya işlerini tamamlayacağını söylüyor. Boyanacak yüzeyler oldukça ustalık isteyen dar yerler olduğundan her ustanın harcı değil. Ortalığı batırmadan, boyayı ahşap yüzeylere bulaştırmadan yapılması lazım. Öte yandan tek kişi çalışınca işin süresi de uzuyor tabii.

Ustayı işiyle baş başa bırakıp bahçeye, kiraz ağaçlarının bulunduğu yere yöneliyoruz. Ağaçlar bol kiraz vermiş bu sene. Oradan erik ağaçlarına geçip biraz da erik topluyoruz. Saat beşte geçen sene oturduğumuz evin mutfak dolaplarını yapan Ünal Usta ile buluşulacak. Aynı dolabın bir benzerini yayla evine yaptıracağız.










Dönüş yolunda bir sürü sincap çıkıyor önümüze. Her biri fare kadar, minnacık. Her yıl bizim cevizleri yiyerek kedi kadar oluyor. Fotoğrafını çekmeye çalışıyorum ama hemen gözden kayboluyorlar. Birini kaçırınca diğeri çıkıyor ama bir türlü istediğim pozu yakalayamıyorum. Zaten küçücük şeyler...








Şehre inince Alaybey parkında bir çay içelim diyoruz. Parkın havuzunda yüzen ördekler güzel görüntü veriyor. Ustaya yetişeceğimizden tavla oynayacak zaman kalmıyor, hemen kalkıyoruz. Evde Ünal Ustayla buluşuyor aynı dolaptan bir tane daha yapmasını istiyoruz. Yaylada yapılacak başka işler daha var  Yarın Selim Ustayı yanına alıp yukarı gelecek. Orada buluşup detayları konuşacağız.

  




HAYAT DEVAM EDİYOR

23/05/2016 Pazartesi, İzmir

Bugün artık dönüyoruz evimize. Kızım en erken kalkanlarımızdan biri . "Babişko, hadi çıkıyorum ben." deyip yanağımdan öpüyor yattığım yerde . İki gün süren hafta sonu tatilinden sonra nöbet tutacak bu gece. "Güle güle kızçem." Çocukluğundan beri o bana "Babişko", ben ona "kızçem" derim.

Güzel günler çabuk geçiyor. Eşim ve oğlumla neşeli bir kahvaltıdan sonra kızımızın evinden çıkıyoruz. Hatay poligon durağındaki şarküteriden lor peynirimizi alıyor ve yolumuza devam ediyoruz. İzmir'e her geldiğimizde buradan lor peyniri almadan yapamaz eşim. Gerçekten bu peynirin tadına doyum olmuyor.

Yaylanın masa ve sandalye işini bugün sonuçlandırmak istiyoruz. Karabağlar'a yaklaştığımızda sandalye masa imalatçılarına son bir kez daha bakıyoruz.  Bölgedeki mağazaları üç ya da dört kez teker teker dolaşmıştık daha önce. Artık gerek fiyat gerekse kalite ve model konusunda söylenenlerin hepsi birbirine karışmaya başladı. Hangi modeli nerede gördüğümüz, ne fiyat verdikleri bir tarafa bizim hangilerini uygun bulduğumuz bile net değil zihnimizde. Sadece bir yer vardı ki hem model, hem sağlamlık hem de fiyat bakımından diğerlerinden bir adım önde. Bir iki yer daha gezip doğrudan oraya gidiyoruz.

Mağazadaki yetkili üçüncü kez karşısında görünce bizi, gülerek yanımıza geliyor. İçerideki masanın başında oturan iş yeri sahibini görüyoruz. Hemen yerinden kalkıp o da ilgileniyor bizimle. Oturmamız için yer gösterip çay söylüyor. Sıkı bir pazarlıktan sonra teras ve salon için oturma gruplarını belirleyip peşinat bırakıyoruz. Oradan ayrılırken karar vermiş olmanın rahatlığı yüzümüze yansıyor.

Evden çıkarken bütün eşyalarımızı yanımıza almışız ama bir süre sonra bir eksiklik fark ediyoruz. Dün sabah halden aldığımız balığı kızımın evinde unutmuşuz. Mecburen geri dönüyoruz. Öğlen vakti oldu. Yoldan geçerken Torbalı İlçe Emniyet Müdürlüğünden kaza raporunu alacaktık. Öğle tatilini geçirmek ve karnımızı doyurmak için biraz daha oyalanıyoruz.

Yemeğimizi yedikten sonra İzmir'den ikinci defa yola çıkıyoruz. Kısıkköy'ü geçip Oğlananası mevkii yakınlarında prefabrik ev imalatı yapan bir yerde duruyoruz. Bakıcılık ve bekçilik için devamlı yaylada kalacak genç bir çift almak var kafamızda. Elbette onların kalabileceği bir yer de lazım. Ayrıca yağ, kuru gıda, ceviz ve kestane gibi ürünleri depolayacağımız bir de konteyner gerekecek. Örnek binaları gezdiriyorlar bize, fiyatları öğreniyoruz.

Torbalı'ya geldiğimizde şehir içinde birilerine Emniyet Müdürlüğü'nün yerini soruyoruz. İç kısımlarda bir yerdeymiş. Neyse ki Emniyet kaza raporunu hazırlamış. Bayan polis memuru "Maddi hasarlı zincirleme kaza mıydı?" diye soruyor. Böyle ufak yerlerde öksürsen herkesin haberi olur zaten. "Evet, o" diyerek onaylıyorum. Fotokopi çekmek dışında yapacağı başka bir şey yok aslında yan odada. Ancak hanımefendinin gevezeliği yüzünden iki dakikalık iş yarım saati aşıyor. Arkadaşlarından birinin doğuya tayini çıkmış. Bu yetmezmiş gibi talihsiz karısına da kanser teşhisi konulmuş. Efendim, eşiyle araları çok iyiymiş. Anlatıyor da anlatıyor... Fotokopi çekeceği kağıtları makineye koyuyor koymasına ama bir türlü düğmeye basmak aklına gelmiyor. Teker teker salonda oturan her memurun yanına gidip arkadaşının başına gelenleri "Yazık, ya" diye diye iç çekerek anlatırken çevresindekilere cep telefonundan onlara ait resimleri göstermeye başlıyor. "Hanım, hanım sen ver şu kağıtların fotokopisini bana, daha sonra istiyorsan sabaha kadar anlat arkadaşının başına gelenleri bütün arkadaşlarına." diyemiyor, sabırla sıranın bana gelmesini bekliyorum.

Cep telefonuma bir mesaj geliyor, merak edip bakıyorum. Mesajda son iki aylık internet ücretini ödemediğimi hatırlatarak üç gün içinde ödeme yapmazsam bağlantıyı keseceklerinden bahsediliyor. Daha önce eşimin telefonu kesildiğinde yaşadığımız şaşkınlığı yaşamadık bu sefer. Bütün ödemeler verdiğimiz talimat üzerine banka tarafından yapılıyordu. Kredi kartının kaybolması üzerine bir önlem olarak ödemeler durdurulmuş, eskisi iptal edilip yeni kredi kart verilmişti. Bu durumla karşılaşınca otomatik ödeme için bankaya yeniden talimat verilmesi gerekiyormuş. Tire'ye varır varmaz servise kaza raporunu bırakacağım. Daha sonra internet faturasını ödemeyi koyuyorum kafama. 

Eşimi ve oğlumu evde bırakıp hemen servise gidiyorum. Servise yanımda getirdiğim kaza raporunu ve kasko sigorta poliçesinin bir kopyasını bırakıyorum. Ehliyet, trafik sigortası, banka iban numarası gibi ilave bazı belgeler istiyorlar. Yarın bir ara bırakacağımı söylüyorum. Kaza yaptığımız arabanın içinde kalan eşyalarımızı alıyor ve oradan ayrılıyorum. 

Çarşıda uğradığım bütün ödeme noktalarının ya kotaları dolmuş, internet fatura ödemelerini kabul etmiyorlar ya da erkenden kapatıp gitmişler. Yarına kalıyor bu iş ister istemez.

Alışveriş faslından sonra pazartesi günleri evimizin yanında kurulan toplu konut pazarına uğruyorum. Yarın salı pazarı olduğundan burada fazla oyalanmama gerek yok aslında. Yine de bir baştan bir başa yürümek, pazarı solumak hoşuma gidiyor.

23 Mayıs 2016 Pazartesi

BALIK GÜNÜ

22/05/2016 Pazar, İzmir

Bu sabah biraz keyif yapmayı düşünürken eşimin sesine uyandım. "Biraz daha uyursan geç kalacağız!" Gözlerimi açmaya çalıştım. Bu sabah balık haline gidecektik ama çoktan unutmuşum bunu. Aslında çok daha erken çıkmak gerekirdi ama daha pazar günleri halin açık olduğundan bile emin değildik. Hemen hazırlanıp çıktık evden. Yolun başında çektim arabayı kenara, internetten halin pazar günleri açık olmadığına dair bir bilgi aradım. Balık halinin resmi sitesinde bu konuda bir bilgi göremediysem de balık çeşitlerinin gün bazında asgari ve azami satış birim fiyatlarını gösteren bir liste buldum. Geçen hafta pazar gününün tarihini girdim. Eğer pazar günü kapalı ise listede fiyat yazmaması gerekirdi. Neyse ki geçen haftanın pazar günü balık satışı varmış halde. Liste öyle gösteriyordu. O halde pazar günleri hal açıktır deyip yolumuza devam ettik.

Otoyol girişinde, tam gişelerin bulunduğu yerde hali uzaktan görürdük. Bir keresinde oradan hale geçmeye bile çalışmıştık ama etraf çitle çevrili olduğundan içeri girememiştik. Pasaport durağındaki çocukluğumun balık halini hatırlıyorum. Orası şimdi Pasaport Pier adında güzel bir alışveriş merkezi oldu. Yeni balık hali Buca Kaynaklar'da. Daha önce Güzelbahçe Balık Haline gitmiştik ama buraya ilk gidişimiz.

Otoyoldan çıktığımızda su ürünleri ve balık haline gitmek için yeterli sayıda yönlendirme levhası mevcut. Halin kapısına geldiğimizde kararsız bakışlarımız nizamiyedeki görevlilerin dikkatini çekiyor. Kızımın arabasını aldığımız için Ankara plakası taşıyoruz. Biraz da plakanın etkisi ile olsa gerek hemen bariyer kaldırılıyor ve sıcak bir ilgi görüyoruz. Araçla hal binasının önüne kadar gelinebiliyormuş. Arabayı binanın yanına park ediyoruz ancak girişi bulmakta zorlanıyoruz. Meğer park ettiğimiz yer halin arka cephesiymiş. Sonradan Ağrı'lı olduğunu öğrendiğimiz orta yaşlı ve doğu şivesi ile konuşan temizlik işçisine soruyoruz hale nereden gireceğimizi. Adam işini gücünü bırakıp gidene kadar bize mihmandarlık ediyor. Saat 07.30 olmasına rağmen balıkların çoğu sahibini bulmuş. İnce bir kasa kaya barbunu alıyoruz. Yanımızdaki adam yine kasayı bana taşıttırmıyor ve arabaya kadar getiriyor kasayı. Bir yandan terörden dert yanıyor. "Kardeşiz biz, kız alıp kız vermişiz ne bu düşmanlık..." diye söyleniyor. Hak veriyoruz ona. Verdiğim bahşişi zor kabul ettiriyorum. Almamakta çok ısrar ediyor. Düzgün adamlardan biri işte. Hala varlar, tek tük de olsa. 

Balıkları ayıklayıp temizlemek benim ihtisas alanım oldu emeklilikte. Zevkle temizledim ama üç dört saat ayakta kaldım. Akşama kızımın mezeleri ile güzel gidecek. Ben balıklarla ilgilenirken eşim ve çocuklar alışverişe çıktılar. Döndüklerinde güzel bir masa kuruldu, hep birlikte keyifle balığımızı yedik. Kalan balıklar derin dondurucuya yerleştirilecek. 

Yemekten sonra bir blogger arkadaşımızın tavsiyesi üzerine güzel bir film izlemeye başlıyoruz. Yarın nöbeti olduğu için kızım erken yatıyor. Oğlum ise daha önce aynı filmi seyrettiğinden dolayı odasına çekiliyor. Onun seyretmediği film çok az. Eşimin uyku saati yakın. Tek başıma oturup filmi sonuna kadar seyrediyorum. Filmin adı "Gurur ve Önyargı". 2005 yılında çevrilen filmdeki Bay Darcy'yi pek yakışıklı bulmadım. Ama 1995 yılında dizide oynayan hakikaten yakışıklıymış. Bu arada beni bu filme çağıran "Bücürük ve Ben" e bir selam göndermiş olayım.

22 Mayıs 2016 Pazar

BUCA GÖLETİ, İZMİRİN GÖBEĞİ

21/05/2016 Cumartesi, İzmir

Aslında bugün Tire'ye dönmekti düşüncemiz.  Kaza raporunu Torbalı Emniyet Müdürlüğü'nden pazartesi günü alacağımızdan dolayı hafta sonunu İzmir'de, oğlumuzla birlikte kızımızın yanında geçirelim dedik. Değişken bir hava vardı bugün. Bazen güneş tepemizde parladı, bazen yağmur yağacakmış gibi karardı. Güneş ışınlarını üzerimize gönderirken bir de baktık yağmur çiseliyor.

Bir sürü mezeler hazırlamış kızım bize. Bu mezelere evde yapacağımız balık güzel giderdi aslında ama ani bir kararla dışarı çıkmaya karar verdik. Burnumuzun dibi olmasına rağmen hiç gitmediğimiz bir yere gittik. Buca-Kaynaklar...
Kocaman bir gölet, ortasında fıskiyeler, hallerinden son derece memnun görünüp suda neşeyle yüzen ördekler, yemyeşil bir çevre, serpme kahvaltı veren salaş mekanlar, lokantalar...
Karnımız da acıkmıştı hani. Bilmediğimiz bir yerde yemek şans işi. Ya yeni bir yer öğrenmiş olacaktık ya da kötü bir deneyimin sahibi. BucaMar adında bir restorana girdik. Buca Belediyesine ait bir işletmeymiş. Menülerine bakılırsa yok yok. Deniz ürünlerinden et ve tavuk çeşitlerine kadar geniş bir seçenek sunuyorlar. Balık, et ve tavuk olmak üzere hepimiz farklı yemek siparişi verdik. Genel olarak beklentilerimizin üzerindeydi yediklerimiz ama yemekten çok daha fazla ilgimizi çeken başka bir şey vardı burada...

 
Yediklerimizi bırakıp restoranın bahçesinde oynaşan en az on tane köpek yavrusuyla oynaştık. Hepsi o kadar güzel, o kadar oyunbazdı ki!






Eve döndüğümüzde kızım yine gösterdi hünerini. Ev yapımı waffle'dan dondurma külahı yaparak içine dondurma doldurdu. Biz de afiyetle götürdük. Her şey iyi güzel de benim kızımın yanına bu kadar sık gelmemem lazım. Azat ettiğim kilolar tekrar dönmeye başladı. Of, offf.

21 Mayıs 2016 Cumartesi

GÖRÜNMEZ KAZA!

20/05/2016 Cuma, İzmir
Sabah kahvaltısından önce telefon etti, Kamil.  "Ben yukarı çıkıyorum ağabey!"
"Baki Usta orada, sen git ben de birazdan gelirim." diyorum!

Arabaya dün akşam yüklediğimiz boya, astar ve diğer malzemelerin yukarı çıkarılması gerekiyor. Baki Usta umarım sözünde durmamazlık etmez. Yoksa Kamil kapıda kalacak. Hemen telefon edip Baki Ustanın yaylada olduğunu öğrenince rahatlıyorum. Anahtarlarımı dün ona bırakmıştım. Bahçeye vardığımda Kamil'i Baki Ustayla konuşurken buluyorum. Arabadan malzemeleri indiriyorlar birlikte. Kamil'e hidrofor koyulacak yeri gösteriyor, depo ile hidrofor arasında düşündüğüm boru güzergahını tarif ediyorum. İzmir'e gideceğimiz için fazla oyalanmamam gerekiyor. Çıkarken kapıları kilitlemeyi unutmamalarını tembih edip ayrılıyorum yanlarından. 

Eşim ve oğlum yayladan dönüşümü bekliyorlar. Eve gelir gelmez vakit kaybetmeden çıkıyoruz yola. Torbalı'yı geçtikten sonra önümüzde akan trafik duruyor birden. O kadar tuhaf ki yaşadığımız, anlatmam mümkün değil. Her şey göz açıp kapanana kadar desem değil aslında. Tam tersine, nefesimizi tutup önümüzdeki araçların sırayla birbirlerine çarpmalarını yavaş devirli bir film izler gibi seyrediyoruz. Üçüncü araçtan sonra sıra bize geliyor. Hızımızı epey düşürmüşüz düşürmesine ama önümüzdeki araca çarpmaktan kendimizi alamıyoruz biz de. Yapacak bir şey yok. Derin bir nefes alıyorum. Aşağı inip tutanaklar tutulacak, araç tamir için en az bir hafta serviste kalacak, eşimin arabasını kullansam onun da servis zamanı geldi her an yolda bırakabilir... Bu düşünceler o kadar hızlı geçiyor ki aklımdam, çok daha güçlü bir şekilde ikinci kez sarsılıyoruz. İlki öncüymüş meğer. Arkadan son sürat gelen beşinci araç şiddetle bize çarptıktan sonra ancak durabiliyor. Aşağı indiğimde önce arka tarafa bakıyorum. Aracın her iki hava yastığı açılmış, önünde büyük hasar oluşmuş.  Neyse ki, bütün araçlarda maddi hasar dışında kimsenin burnu bile kanamıyor...

Yolda sık sık gördüğüm maddi hasarlı kazaların arasından geçerken benim başıma geleceğini hiç düşünmezdim. Bu sefer öyle olmadı. Sıra bizdeymiş demek. Hayatımda ilk kez zincirleme bir kazaya karışmış oldum. Seyirci değil oyuncu olduk bu kez. Gelen geçen bizi seyretti. Haberlere konu olduk. Kazaya karışan araç sürücülerinin hepsi medeni insanlarmış. Herkes birbirine geçmiş olsun dileklerini sundu. Biri gidip su aldı kazazedelere ikram etti. Bir diğeri polisi aradı. Neyse ki herkesin kasko sigortası varmış. Dün bakımdan yeni çıkarmıştım arabayı. Ustayı aradım, "İyi bakamamışsın, arabayı geri gönderiyorum." dedim. Arabamız yürüyecek durumdaydı ama altından bir sıvı akıtmıştı. Ne olur ne olmaz deyip sigorta şirketini aradım ve yol yardımı istedim.

Kaza yerine gelen trafik ekibi araçların resimlerini çekti tutanağını tuttu. Daha sonra araçlar yol kenarına alındı ve yol tamamen trafiğe açıldı. Oğlum Tire'ye dönüp eşimin arabasını almaya gitti. Bu arada beklediğim çekici geldi ve aracımızı Tire'deki servise götürmek üzere yükledi. Eşimle yolun karşısındaki petrol istasyonunda oğlumuzun gelmesini bekledik. 

Her işte vardır bir hayır deyip avuttuk kendimizi. Bu kazanın daha büyük kazalara karşı bizi koruduğuna inandık. Belki beş dakika sonra çıksaydık yola, o kazaya denk gelmeyecektik. Belki de daha büyük bir kazanın kurbanı olacaktık, kimbilir? 

Karabağlar'dan geçerken yine mobilyacılara uğramadan edemedik. Annemi aradım. Babamla beraber yola çıkmak üzerelermiş. "Ne yapıyorsunuz siz?" dedim. Otobüsle o kadar yolu göze almışlar. "Bekleyin, biz sizi alacağız." Onları da alıp biraz gecikmeyle Narlıdere'deki düğün salonuna geldik. Bir devlet kurumuna ait salon biraz tepede konumlanmış, nefis bir körfez manzarası var. Akrabalarımızı gördük, takılarımızı taktık döndük kızımızın evine...

20 Mayıs 2016 Cuma

YAYLA İŞLERİ

19/05/2016 Perşembe, Tire

Verilen sözler bir kez daha buharlaştı! "Yarın sabah sekiz gibi yaylada olur, çıkmadan önce sizi ararım." demişti. Arayacak ki ben de çıkıp kapıları açayım ona. Saat 9.00 oldu hala sabırla telefon bekliyorum.  Kendi haline bıraksaydım acaba kaç yıl sürerdi bu iş. Elektrikçi Kamil'in gelmeyişinin olası sebepleri ne olabilirdi? Düşünmeye başladım. Belki onunla plan yapmak hataydı ama o da bana "Ben bilemem, patronumla konuş." demedi ki! Eleman göndersin diye her gün elektrikçi Ali'yi mi arayacağım?

Canımı sıkan bu durumu içimde eriterek oğlumla Ali'nin dükkanına gittik. Çırağı karşıladı bizi. Patronunun nerede olduğunu sordum. "Arazide" dedi. Daha fazla bilgi alamayacağımı bildiğim halde laf olsun diye sormaya devam ettim. "Ne zaman dönecek?" Hayır demeye üşendiği için başını iki yana sallamakla yetindi. Telefonla ulaşmak istedim bu kez. Şanslı günümdeyim. Kısa bir süre sonra açtı telefonu. Hal hatır faslının ardından "Bitirelim artık şu işi Ali Bey, bak bütün malzemeleri aldım getirdim. Eksik bir şey yok. Güya Kamil gelecekti bugün, yine gelmedi." diye döktüm içimi.

"Tamam," dedi alttan alarak "Yarın sabah gelir toparlarız." Sanki kendisi gelecek. Hep böyle deyip Kamil'i gönderiyor. Kamil de "Ne iş olursa yaparız abi!" türünden. Her işi yaparım diyenin hiç bir işini beğenmem ama burada bulup bulacağımın en iyisi.

Elektrikçi Ali'nin dükkanından çıkıp Yeni Sanayi'ye, Ünal'ın işyerine çevirdik yönümüzü. Selim Usta telefonlarıma cevap vermemişti dün. Üstelik sonradan dönüş de yapmadı. O ana kadar ne zaman aradıysam karşımda bulmuştum. Acaba hoş olmayan bir durum mu var başında? Atölyede Ünal'ı göremiyorum ama içeride büyük bir hareketlilik var. Bir yandan makinalar gürültülü sesler çıkararak ağaçlara şekil vermeye çalışırken işi bitenler kapıdaki araca yükleniyor. Ünal Usta'yı soruyorum çalışanlara. "Yukarıda, ofisinde çalışıyor." diyorlar. Bir yandan yukarı doğru seslenerek geldiğimi patronlarına haber verirlerken ben beklemeden ahşap dar merdivenden iki kat çıkıp küçük bir odaya ulaşıyorum. Ünal kendisinin yaptığı masanın başında hesaplara gömülmüş. Beni görünce yerinden fırlıyor. Karşısındaki sandalyeye oturmaya hazırlanırken pencereden oğlumu görüyorum. Belli ki girdiğim yeri fark etmemiş oraya buraya bakıyor. Hadi aşağı inelim diyorum. Oğlumla birlikte üçümüz işyerinin bahçesindeki masaya çöküyoruz. Selim Usta'ya ulaşamadığımı söylüyor ve yapılmasını istediğim işleri bir solukta sıralıyorum. "Dün Selim Usta ile birlikteydik." diyor. Ünal'ın "Selim Usta ile birlikte yarın gelelim." önerisini cumartesi gününe erteliyoruz.

Derken günün sürprizini öğlen saatlerine doğru karşılıyoruz. Son günlerde işlerin yoğunluğundan dert yanan Sezai Usta'yı arıyorum. Daha düne kadar Baki Usta'yı kesinlikle gönderemeyeceğini söylüyordu. Ben yine de telefonda alttan girip üstten çıkıyorum. "İşin sonuna geldik bak, sadece boya işlerimiz kaldı, başka bir eksiğimiz yok, mutfak montajı bile yapıldı." Nefes almadan dil döküyorum. "Dur bakalım, Baki Usta'nın işi öğlene kadar biterse öğleden sonra onu göndermeye çalışayım." diyor. Arkasından Baki Usta'ya telefon ediyorum. Sezai Usta'nın kendisini aradığını, yemek yedikten sonra yola çıkacağını söylüyor. Pazartesi gününden önce başlanmasına ihtimal vermediğim bir iş aniden başlamış olacak.

Ön panelde arabanın ikaz ışıklarından biri yanıyor. Usta bu ikazın belli bir süre yanıp daha sonra söneceğini söylemişti. Uzun süre sönmeyince ne olur ne olmaz diye bir göstermek istedim. Oğlumla gidip eşimin arabasını aldık ve benim arabayı sanayiye bıraktık. Bakım ve yağ değişim zamanı da gelmiş. Küçük yerlerin avantajı da bu. Eve gitmek, oradan sanayiye geçmek, daha sonra yaylaya çıkmak yarım saati bulmuyor. Ankara'da bir günün gider. Diğer arabayla yukarı çıkıp kapıları açtık. On dakika sonra geldi Baki Usta. Önce tuvaletlerdeki tadilat işine başladı. Tadilat ve tamirat işleri yenisini yapmaktan daha zor. Akşama kadar sökülen seramiklerin altı oyuldu yenilerini yapıştırmadan önce. Anladığım kadarıyla pazartesiye kadar bütün işleri bitirmeyi kafaya koymuşlar. Bu sebeple uzun zamandır ilk kez pazar gününü de çalışarak geçirecekler.

Baki Usta çalışırken oğlum şehre indi, annesini bir hasta ziyaretine götürdü. Ben ufaktan temizlik işine giriştim. Taş evin içindeki inşaat artıklarını topladım. Verandayı süpürüp yıkadım. Henüz şebekeye su bağlantısı yapılmadığı için kovayla su taşımak zor oldu biraz. Boya için gereken malzeme listesini aldım Baki Usta'dan. Oğlum geldiğinde topladığımız çimento torbaları, inşaat artıklarını yaktık, daha sonra boya malzemelerini almak üzere çarşıya indik birlikte.

Boya malzemelerini hazırlattıktan sonra malzemeleri benim arabaya yükleyeceğimiz için sanayiye gittik.  Arabanın işi bitmek üzereymiş. Oğlumu annesini almaya gönderip ben orada kaldım. Araba servisten çıkınca çarşıya uğrayıp boyaları  arabaya yüklettim. Onları yarın sabah yukarı yetiştirmek zorundayım. Daha sonra yine İzmir. Bu sefer bir akrabamızın düğünü var akşama. Aşağı yukarı iki günde bir İzmir'e gidiyoruz bu aralar.     

19 Mayıs 2016 Perşembe

BAZEN DELİLİKTİR ÇOĞUNLUĞA KARŞI DURUŞ

18/05/2016 Çarşamba, Tire

Bugün beklediğim ustalar gelmedi. Sezai Ustayla görüştüm, iki boyacı ayarlamaya çalışacakmış. Dün İzmir'den aldığımız hidrofor, elektrik malzemeleri ile çay ocağını yaylaya çıkardık. Mutfağın yanındaki odanın yerleşimine, nerelere dolap yaptıracağımıza karar verdik. Kamil'i aradım, eğer sözünde durursa yarın sabah erkenden gelip kalan işleri tamamlayacak. Selim Usta'yı ısrarla aramama rağmen ulaşamadım. Kapıları elden geçirmesi lazım. Dolapların, giriş kapılarına sundurmaların, içecek grubu mobilyalarının yapım işlerini görüşmemiz gerekiyor.

"Çoğunluk" sözünden hiç hoşlanmam. Çoğunluğun iktidarına dayanan demokrasiyi de kıyasıya eleştirdiğimi hatta bu konuda Hitler ile aynı çizgiye gelme talihsizliğine eriştiğimi beni takip edenler bilir. Geçmiş zamanda bir sürü yolsuzluk ve karanlık işler Meclisin çoğunluk oyları ile aklanmadı mı? Yine çoğunluk oyları Deniz Gezmiş'leri, gencecik fidanları katletmenin aracı olmadılar mı?

Ahlak ve Etik kavramlarını ele aldığım bugünkü yazımda ahlak, kişisel bir özellik olarak değerlendirildiği zaman mizaç, karakter manasını taşısa da toplumsal ahlak, toplumun çoğunluğu tarafından benimsenmiş kültürel uygulamalar bütünü, yani töredir. Şehirleşme süreci içinde etkisi azalsa da töreye örnek kan davasıdır. Buna karşılık şehirleşme ile birlikte kadına şiddet ve  namus uğruna işlenen suçlar her geçen gün artmaktadır. "Helal olsun, namusunu temizledi." diyerek sırtların sıvazlandığı toplumda namus faktörünü tahrik unsuru gören mahkemeler suçluya verilen cezaları düşürürken kan ve namus davasına bireysel karşı çıkışlar toplum tarafından hiçbir zaman rağbet görmez.

Toplumsal ahlak her gün yitip giden gençlere dinsel öğelerin da katkısıyla "şehit" payesi verip sözde onurlandırıyor. Oysa ben bunun büyük bir kandırmaca olduğunu biliyorum. Çünkü bir ahlak kavramı olan onur garibana verilmez. Eğer şehitlik bir onur olsaydı toplumun kaymak tabakası, iktidar sahipleri, yüksek bürokratlar ve saygın kişiler hiç bu makamı halk kesimine bırakırlar mıydı? Ama çoğunluk bu martavala inanıyor!

Alt tabakaya mensup kadın erkek ilişkilerinde nikah yoksa namussuzluk iken "cemiyet" hayatında düzeyli beraberlik. Çoğunluk yine hükmünü vermiş...

Çoğunluğa karşı duruş muhalefettir. Güçsüzün, yoksulun yanında olmaktır. Çoğunluğa karşı duruş raydan çıkış, asilik, kişilik, asilliktir. Sürüden ayrılmak, yaratıcılık, sorgulayıştır. Herkes gibi olmamaktır. Bazen deliliktir çoğunluğa karşı duruş.