KATEGORİLER

12 Haziran 2016 Pazar

PATLICANLI SOS YATAĞINDA KABAK ÇİÇEKLİ KREMALI YERLİ FETTUCINE


Yemeyi sevdiğim kadar yemek yapmasını da çok severim. Öyle çocukluğumuzun evlerinde pişen patlıcan karnıyarık, etli taze fasulye, soğan yahni, fırın patates gibi klasik yemeklerden bahsetmiyorum elbette.

Fırsat buldukça pıtrak gibi çoğalan yemek ustalarını televizyon kanallarından zevkle izliyorum. Bazı özel kanallar ekranlarını sadece orijinal yemekler yapan şeflere tahsis etmiş. İlk zamanlar erkek aşçıların tekelindeki profesyonel mutfak dünyasına bu tür yayın yapan özel TV kanalları ve yemek blogları sayesinde yaratıcılığı özlerinde saklı kadınlar da dahil olmuş durumda.

Yemek konusunda asla usta kabul etmem kendimi. Bazen kendi yaptıklarımı bile beğenmem. Benim beğenmediğimi zaten kimse beğenmez. Kızım ufacıktı bir keresinde. Evde ne kadar sebze varsa bölük pörçük hepsini doğrayıp bir çorba yapayım dedim. Hem çocuklara faydalı vitamini bol bir yiyecek olacaktı. İçine neleri koyduğumu hatırlamadığım garip, yeşil renkli bir bulamaç çıktı ortaya! Henüz yeni konuşmaya başlayan kızım ilk kaşıkta yüzünü buruşturdu. "Bu tata (kaka) çorbası olmuş!" Ama ben yılmadım.

Hayır, bu özelliğim yeni değil. Ta lise çağlarına kadar dayanır. Ama o zamanlar bilinen yemeklerin dışına pek çıkmamaya çalışırdım. Fethiye Katrancı'da bir ay kadar tatil yapmış,  arkadaşlarla kamp içinde çadır kurmuştuk. İlk aşçılık günlerim o zamanlara dayanır. Ufak piknik tüplerinin üzerinde kızartma, kuru fasulye, pilav gibi klasik yemekler yapıyordum. Kimse zehirlenmedi benden dolayı o yaz. Bilakis aşçılığım konuşuldu yıllarca. Kampta aşçılığın bir faydası da bulaşık yıkamaktan muaf tutulmaktı.

Evdeki mevcut malzemelerden bir şeyler çıkartmayı hep severim. Bazen o kadar güzel şeyler çıkar ki ortaya "Bunu ben mi yaptım?" der şaşırırım.

Yumurtayı benim kadar sevenini henüz görmedim. Bu yüzden tavuklara minnettarım. Hiçbir şey beni onlardan ayıramaz. Yumurta kolesterolü yükseltiyor diye kara listeye alındığında dahi hiç oralı olmamıştım. Eğer yumurtanın bir zararı olsa şimdiye kadar ölmem gerekirdi. Çünkü benim yediğim yumurtayı yiyen canlı gelmemiştir yeryüzüne. Karakaya Barajının ilk yıllarında henüz bekardım. Öğlenleri ya İtalyanların ya da DSİ'nin yemekhanesinde karnımı doyururken akşamları genel olarak lojmanda kendi yaptığım yemekleri yerdim. Yemeklerin değişmeyen tek figürüydü yumurta. Tamamlayıcı figürler her akşam değişirdi. Bazı günler yumurtama patates eşlik ederken, diğer günler sırayla peynir, sucuk, pastırma, peynir, ıspanak, sosis vs. dahil olurdu. Çocukluğumda yediğim yumurtaları hiç saymıyorum bile. Sebzeye düşkün bir ailede patlıcan, biber, taze fasulye, bamya, pırasa yemeklerini hiç ağzıma koymadım. Zavallı annem aç kalmayım diye iki yumurta kırıverirdi sana yağına.

Üniversitenin son yılında patlıcanı keşfettim. Yemekhanede ilk kez tattığım patlıcan musakka çok hoşuma gitmişti. İzmir'e ilk dönüşümde anneme ilk sorum "Anne bana patlıcan musakka yapar mısın?" olmuştu da zavallı kadın başıma taş düştüğünü sanmıştı. Annemim yaptığı patlıcan musakka çok daha güzeldi elbette. Kendime o kadar kızdım ki, bu güzel yemeği yıllarca ağzıma koymadığım için...

Bu akşam eşim diyette olduğu için "İstersen sen kendine bir şeyler hazırla, buzdolabında biraz kıyma çıkartmıştım" deyince kolları sıvadım. Böyle plansız yemek hazırlıklarında aklıma hep İtalyan Pastası yani makarna gelir. Tagliatelle ya da Fettucine favorim. Bu kez İzmir'den aldığımız erişte fettucine arası yumurtalı bir makarna deneyeceğim. Buzdolabında pazardan aldığımız kabak çiçeklerini değerlendirmek ilk hedefim. Domates, biber, patlıcan çıkartıyorum yanı sıra. Genellikle mantar kullanırdım ama bu sefer onun yerine patlıcan kullanacağım. Bir de geçen gün yarısını kullandığım krema aklımda.

Malzemeleri yıkadıktan sonra kıyma çıkıyor kafamdan. İçine giren malzemeler yemeğin adını da koyuyor zaten. "Patlıcanlı Sos Yatağında Kremalı Yerli Fettucine" Patlıcanları çiğden pişirmek rezil bir tat verir. Ben tavaya biraz yerli malı sızma zeytinyağı koyup küçük küpler halinde doğradığım patlıcanları ve köy peyniri ile ince ince kestiğim biberleri  ilave ediyorum. İsteyen bu aşamada ince kıyılmış sarımsak da kullanabilir ama onunla aram iyi olmadığı için yüz vermiyorum. Kısık ateşte tavaya koyduklarım can vermeye devam etsin, kabak çiçeklerinin saplarını ve içindeki üreme organını çıkarıp parçalara ayırıyorum. Arkasından orta boy bir domatesi küp şeklinde kesiyorum.

Biber ve patlıcanlar ruhlarını teslim etmeye yakın kabak çiçeklerini ilave ediyorum. Onları da bir iki çevirdikten sonra domatesi ilave ediyorum tavaya. Üzerine kırmızı pul biber, kekik ve karabiber ekleyip karıştırıyorum. Artık makarnayı haşlama zamanı. Sadece iki yumak fettucine yeter bana. Isıtıcıda kaynattığım suyu bir tencereye boşaltıyor ocakta kaynamasını bekliyorum. Fettucineleri kaynar suya atıp karıştırıyorum. Tuz sevenler kullanabilirler ama benim eksikliğini fark etmediğim bir nesne olduğu için aklıma bile gelmiyor. Kronometremi kuruyor, on dakikanın dolmasını bekliyorum.

Tavada domatesler pişince kremayı ilave ediyor, arada karıştırıyorum. Makarnanın süresi dolunca suyunu süzüp tavaya aktarıyor sosuyla bir güzel karıştırıyorum. Öyle güzel bir lezzet çıkıyor ki ortaya... Eşimi buyur ediyorum, tadına baksın diye. Kokusuyla mest olmuş zaten. Kovuyor beni odadan diyetini bozduracağım diye. Hakikaten diyet bozulur böyle bir tada...

ANLATMA, GÖSTER (!)

12/06/2016 Pazar, Tire

Yazın insanları evlerinden çıkarıp deniz kenarlarına ya da yüksek yaylalara atan bunaltıcı yüzünü dışarı çıkınca hatırladım yine. Sabah Demirci Atilla Usta'nın araması benim için sürpriz olmuştu ama ayağıma kadar gelen kısmeti kaçırmak istemedim. Öğlen saat tam on ikide Kesikbaş'ın orada buluşmaya karar verdik. Biraz zamanım vardı. Aynanın karşısına geçip tıraşımı olurken çalışma hayatım boyunca her sabah tekrarladığım bu işi artık birkaç günde bire indirmemden dolayı mutlu oldum. Zaten iyice aklaşan sakalım iki günde çok belli etmiyordu kendini.

Eşim kayısıları yıkamış parçalara ayırıp kocaman tencerelere doldurmaya başlamıştı. Atilla Usta'nın aramasına bu yüzden çok fazla sevinemedim. Ben yokken o koca kazanları ocağın üzerine kaldırıp indirmesini, eğilip bükülmesini istemiyordum. Dönüşümü beklemesini istedim. "Bu iş beklemez, ancak bir şey istiyorum senden" dedi. "Şeker yetmeyecek, alıp gelirsen sevinirim."

Anladım ki, hız kesmeyecek. Onun bu iş hırsı beni korkutuyor. Ağrı kesici aldığında ağrılarını unutuyor ancak birçok yan etkisi olan bu ilacı sürekli kullanmasını istemiyorum. Giyinip en yakın markete gitmek üzere evden çıkıyorum. Güneşin bütün sıcaklığı yüzüme vuruyor. Toz şekerle birlikte altılı limonlu sodamı alıyorum.

Kötü bir huyum var benim. Psikolojide karşılığı vardır mutlaka! Ankara'da hep aynı balıkçıya giderdim. Evde diş macununu koyduğum dolap rafının yeri milimetre hassasiyetindeydi. Eskiden beş altı light cola içerdim günde. Sonra azaltıp yarıya düşürdüm. Bu kadar cola zararlı dediler, bıraktım,. Onun yerine limonlu sodaya başladım. Her gün altılı koliyi tek başıma bitiririm. İçeriğine bakılırsa cola daha zararlı değil ama bu sefer de limonlu sodaya kaptırdım kendimi . Hani, "dibini çıkarmak" derler ya aynen onu yapıyorum. Karar verdim onu da bırakmaya. Sigarayı bırakmış ben sodayı mı bırakamayacağım?

Eve döndüğümde kayısı parçalama işinde biraz (ama çok az) yardımcı oluyorum. Saati geldiği için Atilla Ustayı almak üzere evden çıkıyorum. Arabanın içi cehennem gibi yanıyor. Beş dakika önce buluşma yerindeyim. Kimseler yok etrafta. Telefon ediyorum. "Beş on dakikaya kalmaz oradayım." diyor karşımdaki ses. Buraların resmi aracı olan motosiklet sırtında geliyor beklediğim kişi. Güneş acımasızca en bunaltıcı ışınlarını salıyor bugün. Yokuş çıkacağım için klimayı kapatmak durumundayım. Pencereleri açmamız çare olmuyor. Daha haziranın ortası değil, bunun temmuzu, ağustosu var daha. Bu bunaltıcı durum geçen sene diktiğim fidanları düşündürüyor. Geçen sene iyi kötü haftada bir sulattırmıştım. Bu sene insan bulmak daha da zor.

Evimiz dışarısı gibi değil. Karşılıklı kapı pencereyi açınca Bozdağların esintisi içimizi ferahlatıyor. Esinti olmadığı zaman çalıştırdığımız klimaya hiç ihtiyaç hissetmiyoruz bugün.

Yayla yolunda sohbet ediyoruz ustayla. İsmail Efendinin bahçesine gelmiş daha önce. "Bizim yer de onun tam çaprazında." diyorum. Dört çocuğu varmış, sonuncusu zeka özürlü. Çalışırken eşinden gelen acil bir telefon işini bıraktırır, koşarmış oğlunun yanına. Yirmi sekiz yaşını doldurmuş benimle aynı adı taşıyan oğlu. Yaylanın bol ve keskin virajlı yollarını bünyesi kaldırmıyor. Hızımı düşürmek zorunda kalıyorum.

Bahçeye varıp yapılacak işleri anlatıyorum. Önce taş evin yanına tüpleri koyacağımız bir kabin, daha sonra tuvaletlerin yanındaki hidrofor için bir korunak... Ölçüp biçiyor, notlarını alıyor. Dünkü demirciden iki yüz lira daha ucuza gelecek o yaparsa...

Taş binanın önündeki ağaçlardan kuşların düşürdüğü kayısılar, dışı ve içi kızıl bir renge bürünmüş kokulu İtalyan erikleri yerlerde... Atilla Usta niyetli olduğu için topluyor yerden düşenleri. Bir poşete koyup alıyor yanına iftarlık yapsın diye.

Dün eşimle yazarların dedikodusunu yaptık biraz. Benim hayran kaldığım Mehmet Culum'un "Alaçatılı" kitabını ikinci kez okumaya başlamış. Bunda benim kitabı göklere çıkarmam ne kadar etkili oldu bilmiyorum. "Sanat yönü olmayan, ifadeleriyle bu işe yeni başladığı her halinden belli bir yazar" olarak tanımlıyor benim büyük zevkle okuduğum kitabın yazarını. Bir yönden çok şaşırtıcı da değil hani. Zevklerimiz o kadar terstir ki bizim. Birimizin çok sevdiği diğerimizin nefret ettiği oluyor genelde. Kitabın konusunu ise çok beğeniyor eşim. "Nedir senin yazarı eleştirmende etken?" diye sorduktan sonra benim için oldukça yol gösterici bir cevap alıyorum. "Gerçek yazar anlatmaz, gösterir." Soyut geliyor benim gibi çömez bir yazara bu ifade... "Yani?" diyerek açıklama bekliyorum. "Mesela Ayşe çok yorulmuştu demeyeceksin." diyor ve devam ediyor. "Ayşe'nin çok yorulduğunu anlatarak gösterecek ama asla kolaya kaçıp sonucu hap gibi vermeyeceksin onu okura."

Düşünüyor ve soruyorum hocama. "Ya gösterdiklerini anlamazlarsa?" "O okurun sorunu, yazarın ise başarısızlığı" deyip son noktayı koyuyor. "Bugün burada havanın çok sıcak olduğu" nu göstermeye çalıştım. İtiraf edeyim ki çok zorlandım. Ancak bunu ne kadar başardım bilmiyorum. Yazmanın kuralları başlığı altında pek çok şey söylenir ama ben denk gelmedim böylesi bir şarta. Şöyle bir düşününce "anlatmayıp göstereceksin" sözünün olaylı yazılarda ne kadar önemli olduğunu anlıyor ve eşimi bir kez daha takdir ediyorum.

GECE MESAİSİ

11/06/2016 Cumartesi, Tire

Öğlene doğru Penci Mehmet aradı. Tuvalet dış kapılarının montajını yapmak istiyorlarmış. Yukarıda olup olmadığımı sordu. Bu kadar erken olmamakla beraber ondan haber bekliyordum ben de. Söz verdiği gibi işi bugüne yetiştirdi, gönlümü fethetti. Bir saat sonra yaylada buluşmak üzere randevulaştık.

Hemen evden çıktım ve ustalar gelmeden yaylaya ulaştım. Kapıları açıp beklemeye koyuldum. Boş boş beklemek çok sıkıyor canımı... Salonun kapı ve pencerelerini açarken bazı sesler duyup hemen aşağı iniyorum.

Mehmet yanında bir usta daha getirmiş. İkisi birlikte işleri çabuk bitiriyor. İlhan'ı aradım mutfaktaki cihazlara servis göndermesi için.

Kapı montajlarını bitiren ekibi yolcu ettikten sonra temizlik işine geri dönüyorum. Temizlik derken inşaat artıklarından arındırıyorum demek daha doğru olacak. Çarşamba günü iki kadın esas temizliğe gelecek. Tuvaletlerden başlıyorum. Daha sonra salondaki malzemeleri geçici olarak tuvaletlerden birine taşıyıp taş evi tamamen boşaltıyorum. Hızımı alamayıp avlu ve verandayı  da süpürüp yıkarken eşim arıyor. Bu sayede saatin kaç olduğunun farkına varıyor. odanın parkelerini döşeyecek Mustafa Hocayı arıyorum bahçeden çıkmadan önce. Yarın için acil bir işi çıktığını bana gelemeyeceğini söylüyor. Canım sıkılıyor, bana söz verdiğini söylüyor, dil dökmeye başlıyorum. Sonunda bir öneri getiriyor. "Eğer yukarıda elektrik varsa iftardan sonra çalışalım." Hemen kabul ediyorum.


Saat dokuzu çeyrek geçe alıyorum onu evinden. Gece yarısına kadar çalışıyoruz. Yarınki işi bugün bitirmiş oluyorum... 

11 Haziran 2016 Cumartesi

STİFNO SALATASI

10/06/2016 Cuma, Tire

Salı günü, rahatsızlığı sebebiyle benimle birlikte pazar yapamayan eşim cuma pazarı için çok istekli. Dün sabah başlanması gereken asma tavan işi sözüm ona malzeme ambara öğleden sonra gelecek diye kalmıştı. Sabah birkaç kez aradım İsmail Ustayı telefonu açmadı. Belli ki daha yağlı bir iş almış!

Öğlene doğru pazara çıktık. Cuma Pazarı salı günü kurulan kadar olmasa da işe yarıyor. Mesela geçen cuma pazarından aldığımız taze fasulye muhteşem bir tada sahipti.


Uzun yıllar yaşadığımız Ankara pazarlarında buradakiler kadar güzel ot ve sebze bulunmaz. Geçen salı günü pazarda rastladığım  aile dostumuz Atilla Bey söz vermesine rağmen istifno getirmeyen köylüye kızıyordu. Bugün o istifnoları almış, kıymetli eşi Şenay hanım da marifetli elleriyle güzel bir salatasını yapmış. Giritliler iyi bilir istifno salatasını. Atilla Bey Giritli olduğu için ot yemeklerine benim gibi o da çok düşkün. Girit kabağı ile birlikte haşlanan istifno otu hakiki sızma zeytinyağı ve limon ile birleşince dayanılmaz bir lezzet çıkıyor ortaya. Şenay hanım güzel bir jest yaparak özenle hazırladığı istifno salatasını geçerken almamızı istemiş. Liseyi bitirdiğimden bu yana İzmir'den uzağım. Ondan önce bizim evde çok pişirilen bir sebzeydi. Farklı olarak içine haşlanmış patates ve domates sosu ilave edilirdi. Kırk yılı aşkın bir zamandan sonra ilk istifnomu yiyeceğim hayali içinde güne mutlu başladım.

Pazar alışverişimizi tamamladıktan sonra taş evdeki ebeveyn banyosuna koyacağımız duşa kabin işini hallediyoruz. Artık ümidi kestiğimiz İsmail'den vaz geçip birkaç yerden yeni asma tavan teklifi alıyoruz. Ölçüleri almak üzere öğleden sonra yaylaya gelecek ustalar.



Yolumuz üzerinde üç tekerlekli bisikletinin arka sepetine çocuğunu koymuş bir kadın ilgimi çekiyor. Bisiklet ve motosiklet her cins ve her yaşın ulaşım aracı burada...  

Ankara'da et ihtiyacımız olduğunda alacağımız yer belliydi.Tunalı Hilmi Caddesinde hamburgercinin yanındaki Öğütler Market dışında et ürünlerini yıllarca başka bir yerden almadık . Buraya geleli bir buçuk yıl olmasına ve beş altı farklı kasabı denememize rağmen güzel bir et yiyemedik daha. Son olarak bir dost tavsiyesine uyarak yeni bir kasap bulduk. Buradan etimizi alıp eve dönmeden önce taş evdeki ocakların bakırdan gaz bağlantı borusunu taktırmak için tanıdık tüpçüyle görüştük.

Alışveriş yükümüzü evimize boşaltıyoruz. Yola çıkmadan önce arabaya  rahat bir sandalye koymayı ihmal etmiyorum. Ben taş evin inşaat artıklarını temizlerken eşim avluda ya da verandada sandalyesine oturup kitabını okuyacak. Kaplan Köy meydanına geldiğimde karşıdan karşıya geçen kaplumbağa yine önüme çıkıyor. Dün de aynı yerde görmüş fotoğrafını çekmediğime pişman olmuştum. Bu kez arabayı kenara çekip bir pozunu yakalamak istiyorum. Bizimki çok utangaç, kafasını çekiveriyor hemen içeri... Yanlışlıkla bir aracın tekerleği altında kalmasın diye yolun karşı kıyısına taşıyıp yavaşça yere bırakıyorum.

Bahçede taş evin önüne geldiğimizde gözümüz yukarıdaki kayısılara takılıyor. Dün olgunlaşanları toplamıştık. Bir günde nasıl bu kadar meyve birden olgun hale geldi? Şaşkınlığımızı yenip üst dallara yetişmek için projeler geliştiriyoruz. Meyvelerin en güzelleri o kadar yükseklerde ki iki merdiven de kısa kalıyor onlara yetişmeye. Bu kez onları kuşlara bırakmamaya kararlıyız! Kestane silkme sırıkları terasta yatıyor. En üst noktalara ulaşıp sırıkla düşürmeye başlıyorum. O canım meyveler yerle buluştuğu anda cof sesi çıkararak çatlıyor. Reçel yapacağımız için buna aldırmadan devam ediyor ve dalların en üstlerdeki olgun meyvelerin hepsini düşürüp yerden topluyoruz.

Henüz temizlik işine girişmeden telefonum çalıyor. Duşa kabin ve asma tavan ölçülerini almak için gelmiş Ali adındaki bir usta. Ali eskiden beri asıl işi olan demir doğrama işine devam ediyormuş bir yandan. Hazır gelmişken hidrofor ile binanın yanına koyacağımız tüpleri muhafaza etmek için yaptırmayı düşündüğüm kabinler için fiyat teklifi vermesini istedim.

Ali Usta ölçüleri alıp bahçeden ayrılınca terastan başlıyorum kaba temizliğe. Salonda uzun zamandır kendine yer bulan, üstüne kalın naylon gerilmiş ahşap çerçeveler var. Balkonun vitrin camları gelene kadar salona yağmur girmesin diye kullanmıştı marangoz bunları. Kocaman çerçeveleri terastan aşağı güçlükle indiriyorum. Hafif esen rüzgar bile işimi zorlaştırsa da hepsini kazasız belasız salondan çıkarıyorum.

Geç vakte kadar kalıyoruz bahçede. Salon temizliğine geçmeden aşağıda biriken karton kutuları tutuşturuyorum. İştahlı alevler koca bir yığını yutarken ateşin sıcaklığı yüzüme vuruyor. Hortumu terasa çekip terası bir güzel yıkıyorum. Salon temizliği epey bir zamanımı alıyor. Eşim bu arada güzel kitap okuyor.

Kapıyı pencereyi kapatıp dönüyoruz evimize. Evde stifno bekliyor bizi. Üzerine bir tarla domatesini küçük küçük doğradıktan sonra biraz daha zeytin yağı koyup limon sıkıyorum. Bugün ilaç içmeyen eşim yine tutulup kanepeye uzanmış kıpırdayamıyor. Stifno salatasının yanına bir de ev yapımı yoğurt koyup odaya servis yapıyorum. Bayılıyoruz stifno salatasına. Teşekkürler Atilla Bey, teşekkürler Şenay Hanım...   

10 Haziran 2016 Cuma

YAYLA TIME

09/06/2016 Perşembe, Tire

Emekli olduğumu hissettiren sakin bir gün. Bugünün sakinliğini Gani Ustayla asma tavan işini üstlenen İsmail'e borçluyum. Sözde Gani Usta otları biçmeye gelecekti bu sabah. Aradığımda tarlasında çift sürdüğünü söyledi! Bir dolu hikaye anlattı. Allah en iyisinin ellerine düşürmesin bu zevatın. Böyle giderse yaylaya taşındığımızda milletin peşinden koşmayı bırakacak, bir ot biçme makinesi alıp bu işe kendim soyunacağım.

Yaz kendini iyiden iyiye hissettiriyor artık. Fidanlar düzenli olarak sulanması lazım. Damlama borularının elden geçirilmesi için otların biçilmesi gerekir.  Öğlene kadar yapılacak bir iş yok. Öğleden sonra asma tavan işi var hesapta. İki saatlik iş demişti ya. Bir hafta beni beklettikten sonra vazgeçtim demesinden korkuyorum. Sabah Ödemişte olduğunu söylemişti. Ambardan malzemeyi bugün alıp öğleden sonra "İnşallah" asma tavana başlayacak! İnşallah'a, Maşallah'a kaldı mı bir iş karamsarlığa sürüklüyor beni. Bugün sıkmayacağım canımı. Bugün olmazsa yarın olur, arkamdan koşturan yok ya!

Yaylaya öğleden sonra çıkmaya karar veriyoruz. Kayısıları toplayacağız reçel için. Eşim ağrı kesicilerle kendini daha enerjik hissediyor!

Dün geceden beri blog yazılarına daldım. Bambaşka bir alem blog dünyası. Takip ettiğim blog yazarlarının hepsi güçlü kalemler. Hepsinden yeni şeyler öğreniyorum. Beni benden alan yazılar, müzikler ve diğer paylaşımlar zamanımın çoğunu alıyor ama kesinlikle boşa geçen zaman değil burada harcadığım.

Bu arada biraz kitap okudum. Kitabın arka kapağında Londra Independent gazetesinin  bir yorumuna yer verilmiş. "Pamuk, en iyi kitaplarını Nobel'den sonra yazan bir yazar". Henüz yarısını okuduğum kitabın bir çok yerinde ifade bozuklukları ve tekrarlar dikkatimi çekti. Mesela "Bazen" kelimesi her zaman "bazan" olarak kullanılmış. "Acaba ben mi yanlış biliyorum, neticede Nobel ödülü almış bir yazarımız" diyerek TDK sözlüğüne baktım. "Bazan" diye bir sözcük tanımıyor TDK Güncel Türkçe Sözlüğü de. Türkiye Türkçesi Ağızlar Sözlüğüne göre Diyarbakır ağzında "ba'zan" ve Erzurum ağzında "bazan" oluyormuş! Kırmızı Saçlı Kadın romanının 89. sayfasında "... Uzun bir süre kimseyle konuşmadım; içime döndüm. Dünya ile arama uzaklık koydum..." O  da ne? Kırk yıllık "araya mesafe koymak" deyimi Orhan Pamuk tarafından "araya uzaklık koymak" şeklinde değiştirilmiş. Yine de bir yanlışlık yapmamak için TDK'nın deyimler sözlüğüne giriyorum. "Araya uzaklık koymak" deyimi TDK henüz icat edilmemiş!

İşlerle ilgili birkaç telefon görüşmesinin ardından yaylaya çıkıyoruz eşimle. Küçük arabamıza rahat sandalyelerimizden birini sığdırıyoruz, eşimle anlaşmam gereği. O oturduğu yerden kitabını okuyacak yayla havasında, yormayacak kendini.

Ancak durmuyor yerinde. Bu kadın beni öldürecek! Ben merdiveni almaya giderken o sandalyenin üzerine çıkmış yetişebildiği kayısıları topluyor! Geçen gelişimizde alt taraftaki kayısı ağacının üzeri meyve doluydu. Aşağı indiğimde kiraz ağaçlarında karşılaştığımız gibi kayısı ağacının üzerinde de tek meyve kalmadığını görüyorum. İlaçsız ağacı affetmiyor kuşlar. Eşim henüz olgunlaşmamış meyvelerin koparılmasına karşı çıkıyor. Fakat olgunlaştıkları zaman kuşlar bizden önce davranıyor... Yol üzerinde iki erik ağacının meyvelerini topluyoruz. Ağaçların dalları çok yüksek. Merdiven kullanmama rağmen üst taraflara yetişmem mümkün olmuyor. Aşağıdaki kayısı ağacı için getirdiğim merdiveni erik ağaçlarında kullanıyor onu boşuna taşımamış olmakla teselli buluyorum.

Tahmin ettiğim üzere asma tavan işi kalıyor bugün. İsmail aramıyor bile... Havalar geç kararıyor. İftar sofrasına oturmak verilen sözü yerine getirmekten daha cazip geliyor...

9 Haziran 2016 Perşembe

AVİZEMİZ DE TAMAM

08/06/2016 Çarşamba, Tire


Sabah erken saatlerde Hasan Usta için kapıları açmam gerekiyordu. Diğer taraftan Elektrikçi Ali'nin dükkanına gidip Kamil'i salona avizeyi takması için göndermesini isteyecektim. Hasan Usta telefon edip ben çıkıyorum dediğinde kahvaltı sofrasından henüz kalkmıştım. Mecburen yolda Ali'yi aradım. Şaşırtıcı bir şekilde hiç itiraz etmeden "Tabii hemen gönderiyorum." dedi. Şaşırmıştım. Artık iyice tecrübe sahibi olduğum için Kamil'i aradım arkasından. "Kamil, ben patronunla konuştum, gitsin tamamlasın işi dedi bana, seni aramadı mı?" diye sordum. Tahmin ettiğim gibi "Yok beni arayan olmadı." dedi. "O zaman sen onu ara, belki unutmuştur." dedim.

Yukarı çıkarken Kaplan Köyünde Hasan Ustanın pikabını solladım. O yaylaya çıkana kadar kapıları açtım. Kamil'i aradım tekrar. "Ağabey bir yerde boru patlamış onu yaptım, şimdi dükkandan merdiveni alıp geliyorum." dedi. 


Hasan Usta işini çabuk bitirdi. Daha çok sohbet ettik Kamil'in gelmesini beklerken. Kamil'in tek başına avizeyi yerleştiremeyeceğini düşünmüş olmalı ki, işini bitirir bitirmez kaçıp gitmek istemedi. Bizim ahşap çatının bir benzerini  Bodrum'daki Sea Garden otelinde yapmışlar. Sabancı ailesinin Bodrum'daki yazlıklarının bütün ahşap işlerini kendileri yapıyormuş. Şimdi İzmir Tren Garının 1.400 m2 çatı restorasyon işini almışlar. Temiz iş çıkartıyorlar. Kalifiye ve ahlaklı eleman en büyük sorunmuş onlar için de. Dün kendisine yardımcı olan genç aslında atama bekleyen tarih öğretmeniymiş. İş bitmeden benimle birlikte şehre dönmesini ve iş bitmeden ustasını yukarıda yalnız bırakmasını hiç tasvip etmemiş. İşini severek yapıyor Hasan Usta, her halinden belli ediyor bunu.

Çok geçmeden Kamil geldi arabasıyla. Merdiveni yukarı kurup avizenin montajına başladılar Hasan Ustayla birlikte. Tek merdiven yetmeyince benim açılır kapanır merdiveni getirdim. Kamil'den sonra avizenin dengeyi bulması için Hasan Usta çıktı yukarı. Son olarak elektrik bağlantılarını yaptı Kamil.

Kalan diğer işlerin asma tavan montajından sonra tamamlanmasına karar verdik. Ustalar gidince biraz temizliğe başlamak istedim. Mutfağın, girişin ve üst kat salonun kabasını aldım. Tuvaletlerin hepsini temizleyip yıkadım. Çıkan bir sürü ambalaj malzemesini dışarıda topladım. Naylon, kablo, PVC boru gibi atıkları çuvala doldurup çöpe atmak üzere arabanın bagajına koydum. Koli kutularını yakmak üzere bir köşede topladım.

Ankara'da satış için emlakçıya verdiğimiz evimize meçhul kişiler kurşun yağdırmıştı. Nedenini tam olarak bilemediğimiz bu olayın sorumlusunun karşı apartmanda atış talimi yapan kişiler olduğunu tahmin ediyorum. Peşine düşmeye kalksam bir sonuç çıkmayacak. Bir arkadaşımızın dediği üzere burası Türkiye. Kış bahçesi olarak kapattığımız terasın üç büyük camında tam on sekiz kurşun deliği! Emlakçı bir camcı bulmuş. Ona değiştirteceğiz. Emlakçıya parasını havale etmek üzere eve döndüm. Dün yatıracağım davlumbaz ve kompakt tuvalet kapılarının ön ödemeleri ise yoğunluktan dolayı bugüne sarkmıştı. Eşimle birlikte bu banka işlerini hemen hallettik.

Kalan işlerden biri de duşa kabin işiydi. Birkaç fiyat aldık ama burada duş teknesi bulamayacağımızı söylediler. Onun da İzmir'den alınması gerekiyormuş. Arabamın servisten bir an önce çıkması lazım. Rüştü Ustayı arıyorum. Haberler iyi. Yanlış gelen ön tamponun yenisi ve diğer bütün malzemeler ulaşmış kendisine. "Senin arabanın üzerinde çalışıyorum." dedi. Arabamın önümüzdeki hafta sonuna kadar çıkacağını tahmin ediyor. Ebeveyn banyosundaki pencerenin konumu ne yazık ki istediğimiz boyuttaki küvet seçimimizi kısıtlıyor. Yarın net ölçü alıp araştırmaya devam edeceğiz.

Asma tavan işini verdiğim penciye gittik. Malzemeler ambara verilmiş ancak ambardan ancak yarın öğlenden sonra çekebiliyormuş. Bu iş de yarın tamamlanırsa elektrikçi dört adet sensörlü tavan aydınlatmalarını bağlayabilecek.

(BUGÜN) AZ ZAMANDA ÇOK İŞLER YAPTIK...

07/06/2016 Salı, Tire

Emekli olduğumdan bu yana en hareketli günlerimden birine açtım gözümü bu sabah. Yapılacak işler çok. Sözler verildi ancak sözlerin çok fazla da anlamı yok buralarda. Her zamankinden daha erken bir saatte kahvaltımızı yapıp Ali'nin dükkanına vardığımda saat sekizi biraz geçiyordu. Kamil kapıda karşıladı beni. "Araca malzemeleri yüklüyordum birazdan çıkarım, siz önden gidin isterseniz" dediği zaman, tamam dedim içimden, bu sefer ciddi ciddi başlayacaklar.

Toptepe yolu üzerinden yaylaya çıktım. Bahçenin ana giriş kapısını ve taş evin verandaya açılan kapılarını açtım. Kamil gelene kadar ebeveyn banyosu içindeki bütün eşyaları çıkarıp salona almaya başladım. Eşya dediysem, geçen seneden kalan plastik meyve sepetleri, muşmulaları koyduğum plastik kasalar, kestane, ceviz çuvalları, el aletleri, ağaç testeresi vs. Duvara dayalı ağaç çerçeveye tespit ettirdiğim iki ızgarayı da alıp mutfağın bir köşesine taşıdım. Bu ızgaralar ne kadar çok işimize yaramıştı geçen sene. Önce evimizin geniş balkonunda üzerinde domates kurutmuş, arkasından taş evde teker teker ağaçlarından topladığım muşmulaları olgunlaşması için yine onların üzerine sermiştim.

Kamil geldiğinde işim yeni bitmişti. "Nereden başlayalım?" diye sordu. En önemlisi mutfak musluklarının takılması, elektrik ve topraklama bağlantılarının yapılmasıydı ki bulaşık makinesini devreye almak için servis çağırabilelim. Ama nasıl olsa işlerin tamamı bugün bitmeyecek miydi? Aklıma ilk gelen tuvaletler oldu bu yüzden. Böylece lavabo ve muslukları takmayla başladı işe Kamil. Çok geçmeden mermerci ile birlikte Ünal Usta'nın ortaklarından Hasan Usta geldi. Daha çok Ünal ve Selim Usta ile muhatap olmuştum ama beş ortağın hepsi de efendi, sözünün eri kişiler. Yani türü tükenmeye yüz tutan esnaflardan. Evin bütün ağaç işlerini onların ekibi yapmıştı. Gerçekten de salonun üzerini kaplayan ahşap çatı bu bölgenin iddialı yapılardan biri oldu. İlk kez gören kişilerin dikkatini çekip, hayran bırakıyor kendine.

Kamil tuvaletlerin lavabo ve musluk montajlarını tamamlayıp mutfağa geçiyor. Mermerci taş evin önünde kestiği mermerlere  son rötuşlarını yaparken Hasan Usta yanında getirdiği yardımcısıyla terasa açılan üç kanatlı kapıyı kasalarıyla birlikte sökmeye koyuluyor.

Bugün salı pazarının kurulduğu gün aynı zamanda. Eşimin dünden beri bel ağrıları arttı yine. Ağrı kesiciyi kestiği anda belinde tutulmalar başlıyor. "Dinlenmen lazım" uyarılarım ona ninni gibi geliyor. Birazcık ağrıları azalır gibi olsa kendini panter Emel zannediyor! Halbuki beni dinlese ne kadar güzel tedavi edecektim onu... Şimdi evde yatıyor, hiçbir şey yapamıyor. Bu yüzden pazar alışverişini de yalnız yapacağım.

Sadece pazar alışverişi değil tabi. İnşaat malzemesi aldığım yere ödeme yapıyorum. Havuz için onlardan aldığım cam mozaiğin bana yüzde elli pahalıya mal olduğunu görünce canım sıkılıyor. Gıda Çarşısında çok uygun fiyata bulmama rağmen buraya söz verdiğim için pahalı fiyata razı olmuştum. Üstelik yurt dışından geliyor diye üç hafta da bekletmişlerdi beni. Ben çarşıda diğer işlerimi hallederken Kamil sürekli arayıp durmadan yanına getirmeyi unuttuğu malzemeleri alıp getirmemi istiyor. "Abi, şehirdeysen bizim dükkandan bir de şunları alıver, bir de gelirken iki kutu şeffaf silikon getirirsen iyi olur..." İsteklerinin sonu bir türlü gelmiyor. İyi ki şehre inmişim.

Eşimin verdiği siparişleri alıyorum pazardan. Sarma için yaprak istiyor ama iyisini kötüsünü henüz ayırt edemiyorum. Bir yerde kilosu beş lira iken hemen yanında on lira. Ya birinden kazık yiyeceksin ya da ucuza aldığın güzel çıkmayacak. Cesaret edemiyor her ikisini de almıyorum. Patates ve soğan inanılmaz derece ucuzlamış. Kilosu sadece elli kuruş her ikisinin de. Domates bol ama nerede o çocukluğumuzun mis kokulu domatesleri. Tarla domatesi dediklerinin de tohumu yerli değil. Sadece fiyatı tarla kalmış! Kayısı görüyorum. Geçen hafta da aynısından almıştık. Beş kilo daha alıyorum reçellik. Hava çok sıcak. Pazardan aldıklarımı yanımda yaylaya taşısam dönüşte kayısılar kendiliğinden marmelat olacak, domatesler de salça. Eve dönüp bırakıyorum pazardan aldıklarımı. Odaya kaplanacak lamine parke döşemesi için ustayla görüşüyorum. Pazar günü yapabilirim ancak diyor. Anlaşıyoruz. Aldığım ölçülere göre eşimle beğendiğimiz desendeki malzemeleri orman ürünleri satışı yapan ve bölgenin en büyüğü olan bir firmadan satın alıyorum. Elektrikçiden arabaya yüklediğim malzemelerden sonra buradan aldıklarım küçücük arabaya sığacak mı acaba?

Servisteki arabam geliyor aklıma. Ustayı arıyorum. Ön ve arka tamponlar gelmiş ama ön tampon sorunlu olduğu için geri gönderip yenisini istemiş. Ne zaman geleceğini bilmediği için bana şu gün hazır olur diyemiyormuş.  Eşimin ufak arabasının bir süre daha yükümüzü taşıyacağı anlaşılıyor ama onun da servis zamanı çoktan geçti. Her an bizi yolda bırakabilir. Neyse, elektrik malzemelerini önce aşağı indirip parkeleri, süpürgelikleri ve diğer malzemeleri yüklüyor, sonra onları yeniden aralarına sıkıştırıyoruz. Güç de olsa küçücük araba hepsini içine alıyor. Geçen sene kestane zamanı canlanıyor gözümde. En lazım olduğu zamanda benim arabanın bir sorunu çıkmıştı. Parça beklendiğinden yaklaşık bir hafta eşimin ufaklığına kalmıştık yine. O günlerde benimle birlikte kadınlı erkekli tam altı işçi küçücük arabaya sığışmış, bir hafta boyunca her gün elli kilometrelik dar ve virajlı bir yol üzerinden işçileri sabah alıp akşam köylerine geri götürmüştüm.


Tam işlerimi bitirip yukarı çıkmaya hazırlanırken telefonum çalıyor. Bir kez daha Kamil arıyor. "Buyur Kamil!" diyorum. "Ağabey malzemeleri geciktirdin seni bekliyorum." diyeceğini beklerken o bana hala şehirde olup olmadığımı soruyor. "Henüz şehirdeyim, hemen geliyorum, Kamil"  diyecek oluyorum. Kamil seviniyor bu cevaba. "Ağabey, bana bir iki malzeme daha lazım, dükkana telefon ettim, hazırlayacaklar. Gelirken onları da getiriver." Tamam Kamil" diyor, o malzemeleri de alıp zor bela sıkıştırıyorum arabaya. Artık bir daha dönemem. Elektrikçi Ali'nin dükkanının önündeki yoldan yukarıya, Toptepe yokuşuna vuruyorum arabayı. Arka camdan çıkan süpürgeliklerin uçları sallanıyor.

Yaylaya varıyorum. Mermercinin işi bitmiş. Hasan Usta da söktüğü kapı kanatlarını mermercinin aracına yükleyip atölyeye götürmüş. Öğleden sonra geri geleceğini söylemiş Kamile. Mutfak muslukları uğraştırıyor biraz. Rafların yüksekliğini eşim boyuna göre biraz aşağıda isteyince sanayi tipi muslukların boyu kurtarmadı. Aslında bu sürpriz değil. Rafların sökülüp biraz yukarı alınması gerekeceğini muslukları alırken biliyorduk zaten. Kamilin yanında yıldız uç olmadığı için rafları sökemiyordu. Aslına bakarsanız hiç yapası da yoktu. Ama ben işleri bugün bitirmeyi kafaya koyduğum için her şeyi yapabilirdim. Gideyim şehirden sana uç alayım diyorum. "Belki Hasan Usta'da vardır." deyince onun dönüşünü beklemeye karar veriyoruz.

Bahçeye çıkıp ortancaları seyretmeye başladım. Geçen seneki kadar güzeller. Bundan sonra daha da güzelleşecek, renkten renge girecekler. Beyaz gülün, pembe çardak gülünün yakın plan resimlerini çekiyorum. Taş evin önündeki ağacın üzerindeki kayısılar iyice sararmaya başlamış. Terastan bana dallarını uzatan kayısı, İtalyan eriği ve her geçen gün irileşmeye devam eden cevizlerin hepsi sanki poz veriyorlar bana.

Bu arada Kamil süs havuzuna su bağlantısını yapıyor. Vanayı açınca fıskiyeden neredeyse ikinci kat yüksekliğine kadar su çıkmasını sevinerek ama biraz da hayretle karşılıyoruz. Ebeveyn banyosuna ufak çamaşır makinesini taşıyıp bağlantılarını yapmaya başlıyor. Onun yanına küçük bir lavabo yerleştiriyor. Banyo ve ayna üstünün apliklerini takıyor. Klozet, yerleştirilip bağlantıları yapıyor. İşler bitecek gibi değil. 




Yoğun bir gün olacağını biliyordum. Ne olur ne olmaz bir boşluğum olur diye yanımda Orhan Pamuk'un "Kırmızı Saçlı Kadın" ını da getirmiştim ama bir sayfa dahi okuyacak zamanım olmadı. Kamil çalışırken odayı temizleyip parke döşenmesi için hazırlık yaptım. Bugün salonun büyük avizesi de hazır olacaktı. Avizeciyi aradım. İzmir'de olduğunu, arabasıyla uğraştığını söyledi. "Hani," dedim "Bana avizeyi teslim edecektin bugün?" "Ben akşamı bulur demiştim sana ama" diye cevap verdi. "Saat kaç gibi mesela, elektrikçi buradayken onu da yerine taktırmak istiyorum çünkü" diyerek ısrarlı takibimi sürdürdüm. "Hazır olduğunda ben sizi ararım." deyip son noktayı koydu. Yetiştireceğine hiç ihtimal vermiyorum.




Hasan Usta kapılarla birlikte giriyor bahçeye. Sırtına yüklendiği kapılar ona tüy gibi hafif geliyor olmalı. "Yardım edeyim" deyip en azından gönlünü almak istiyorum. "Ben yalnız daha kolay taşıyorum." diyor. Aslında benden iş yapmamı beklemek dokunuyor onun gururuna. Bunu hissediyorum.

Kamil yıldız ucu soruyor Hasan Ustaya. Yanında yokmuş. Bugün benim güzel günüm. Telefon ediyor dükkana. İstedikleri uç varmış dükkanda. Bizim dükkandan alabilirsiniz diyor. Bekler miyim? Hemen koşturuyorum arabaya. Yardımcısına soruyor Hasan Usta. "Sen de gitmek istersen ağabeyin bıraksın seni." Tamam deyip o da geliyor benimle. Toptepe üzerinden kestirmeden iniyoruz sanayideki dükkanlarına. Uçları alıyorum. Yolda yine Kamil, yine bir şey istiyor dükkandan. Aman işim kalmasın on defa gider alırım diyorum içimden. "Kamil" diyorum, "İyice düşündün mü? Var mı başka bir ihtiyacın?" "Yok ağabey başka bir şey" diyor.

Matkap ucunu ve Kamil'in istediği malzemeyi alıp çıkarıyorum yukarı. Hasan Usta'nın yardımıyla Kamil çelik rafları söküp musluk boyunun kurtardığı yüksekliğe monte ediyor.

Hasan Usta teras kapılarını yerine yerleştirdikten sonra kasa arkalarını izolasyon köpüğü ile doldurup kurumaya bırakıyor. Köpüğün kuruması gerektiği için yarın sabah bıraktığı yerden devam edecek. "Sabah erkenden haberleşip birlikte çıkarız yukarı" dedikten sonra uğurluyorum onu.

Kamil'in daha çok işi var. Bulaşık makinesi ve fırın için tezgah altına topraklı priz bağlantıları henüz yapılmadı. "Ağabey, köyde bakkal var mıydı?" diye soruyor. "Ne yapacaksın bakkalı?" diyecek oluyorum. "Sabah yediğimle duruyorum, karnım acıktı" diyor. "E, kardeşim ben aşağıdayken niye söylemedin gelirken getireyim?" soruma "Ben dükkandakiler söyledim ama unutmuşlar." diye cevap veriyor.

Aslında yemeğini patronu düşünmesi lazım. Ama işim kalmasın diye her şeye razıyım ya. "Ben sana aşağıdaki lokantalardan ekmek arası bir şeyler yaptırayım." diyorum. "Gerek yok, ağabey." dese de, asıl demek istediğinin "Git, al" olduğunu iyi biliyorum.
Bir kez daha arabama atlayıp köye iniyorum. İlk sürpriz Çam Restoranın kapısında. "06-17 Haziran arası kapalıyız." Hemen yanı başındaki Kaplan Dağ Restoranda alıyorum soluğu. Kapıdaki levha "Bugün Kapalıyız" Aslında pazartesi günleri kapalı olur burası ama belki de Ramazanın ilk günü olduğu için kapatmış.

Aşağı inerken Kamil'e telefon edip köyde lokantaların kapalı olduğunu gecikeceğimi söylüyor ve naçar, şehre iniyorum Kamil'i doyurmaya. Ekmek arası bir buçuk köftenin yanına bir de ayran söylüyorum pazar yerindeki köftecide.

Köfteyi paket yaptırıp arabaya dönerken iri yağmur damlaları atıştırmaya başlıyor. Seviniyorum bahçedeki fidanlar adına. Biraz daha, biraz daha yağsın diye dua ediyorum. Maalesef yerleri ıslatıyor sadece. Yaylaya çıkarken bu çıkışım artık son olur inşallah diyorum. Yaylada veriyorum kumanyasını Kamil'in eline. Bir köşeye oturup karnını doyuruyor. Bugün zor yetişir bu işler diye düşündüğüm sırada telefonun çalıyor. Ekrana bakıyorum. Şarj doluluk oranı yüzde üçe kadar inmiş. Son konuşmayı yakalıyor bizim avizeci. "Avizen hazır, dükkandan alabilirsin." diyor. Kamil'e bilmem kaçıncı sefer şehre inip avizeyi getireceğimi söylüyorum. "Tamam" diyor ama sanki avizeyi ben takacakmışım gibi rahat!

Avizeciden alıyorum avizeyi. İstediğim karpuz camlardan bulamamış. Kullandıkları daha da güzel görünüyor. Hemen arabaya yükletiyorum. Küçücük arabaya her şey büyük geliyor. Arabanın arka kapısından zorlukla sokuyorlar aralarına karton parçaları yerleştirilmiş avizeyi.

"Kamil, bak çok geç oldu, senin bugün bu işi bitirmen mümkün değil, bak avize de takılacak. Gel bir sakatlık olmasın da yarın sabah devam edelim şu işe." diyorum. "Yok yarın gelemem, bugün bitirmem lazım işleri" diyor. "Avizeyi nasıl takacaksın? Yüksek merdiven lazım yetişebilmek için." diyorum. "Dükkandan alırım." diyor. Biraz derdini döküyor. Patronu işini tamamlamayınca fırça atıyormuş. Mesai falan da vermiyormuş.

Saat gecenin onu oldu biz hala çalışıyoruz. Daha aşağı şehre inip merdiven alacak! Karısı telefon ediyor. "Beni bekleme işteyim hala." diyor. Ben de sefil oldum o da. Ama inat ediyor. Ben yine peşlerinden koşmak istemiyorum. Neyse ki bulaşık makinesi elektrik, topraklama, su ve gider bağlantıları yapıldı. Tuvaletlerin apliklerine geçiyor. İki tanesini yerine takıyor. İki tane de sıvı sabunluğu lavaboların üzerine yerleştirdikten sonra enerjisi bitiyor. "Bugünlük bu kadar" diyor sonunda, ben de rahat bir nefes alıyorum. Deli çocuk, sanki sabaha kadar çalışacakmış gibi duruyordu. Ben de bir kere daha getirmenin zorluklarının düşünüp her şeye razıydım.

İyice dağılmış malzemelerini toplamaya başlıyor. "Kalsın, yarın nasıl olsa devam edeceksin." diyorum.  "Yarın sabah gel Ali Bey'le konuş o zaman" diyor. Kalan işler asma tavan montajından sonra olsa da olur ama avize önemli, onun yarın takılması lazım... 

Işıkları, kapıları kapatıp toplanıyorum. Işıklar sönünce bahçe kapkaranlık. İşte bir iş daha. Yol boyu aydınlatma şart. Kabloyu yere mi gömsek havadan mı taşısak? Kim bilir daha neler çıkacak.

Eve girdiğimde duşa atıyorum kendimi. Koltuğa oturur oturmaz bitkin bir şekilde sızıyorum. Ne günlük yazabilecek takat kalmış, ne de okuyacak...