KATEGORİLER

18 Ağustos 2016 Perşembe

SICAK GECELER


Bugünden itibaren yayımlayamadığım günlüklere başlıyorum. 25/07/2016 - 16/08/2016 tarihleri arasında yaylada geçen yaşam kesitimin ilk günü.

25/07/2016 Pazartesi, Tire



Dün gece yayladık. Sivrisinek çok fazla yok ancak geceleri uçucu böcekler rahat vermiyor. Gece yatarken sineklik olmadığından pencereleri kapatmak zorunda kaldık. Yattığımız odanın üzerindeki teras gün boyu aldığı ısıyı geceleri tepemize kusuyor. Sabaha kadar sıcaktan bunaldık.

Kahvaltımızı yaptıktan sonra şehre indik. Prefabrik binalar için havale çıkardık.

Mermercinin yanına uğradım. Tezgâhın mermerleri kesilmiş. Yetiştirebilirse bugün akşama kadar montajını yapmaya çalışacağını söylüyor Ahmet Bey. Ünal Ustayı arıyorum. Ödemiş’te olduğunu söylüyor. Geçen hafta bana dönecekti. Sözünde durmayınca biz de gidip başkasına yaptırdık içecek grubu dolaplarını. Ara sıra alternatifsiz olmadığını anlatmalı bazılarına. Geçen hafta rahatsız olduğundan yattığını söyledi. İnsan kendisini kandırır sadece, başkalarını değil. Dolapları başkasına yaptırdığımdan hiç bahsetmedim. Uzun zaman önce ana giriş ve mutfak servis kapısı için sundurma teklifi istemiştim. Her sorduğumda bir bahaneyle öteliyorlardı. Aslında arama nedenim de yine tekliflerini öğrenmekti. Eğer Ali Ustanın teklifinden daha yüksek bir rakam çıkarsa yine kaybeden onlar olacaktı. Ortakları ile görüşüp döneceğini, beni yarım saat sonra arayacağını söyledi.

Yarım saat sonra arayan Selim Usta oldu. Ali Usta’nın son teklifinden yüzde otuz daha düşüktü teklifi. Hemen kabul ettim. Bir an önce başlamalarını söyledim. Tabelacıya uğradım. Profil ayakları daha büyük kesitli profilden yapmasını istemiştim. Yön levhalarının yerine dikmeyeceğiz belediye ile konuşmadan önce.

Geçen gün İzmir dönüşü İŞKUR’a uğrayacak vakit kalmamıştı. Telefon edip bilgi aldık. Üyelik için SGK ve vergi kaydı gerekiyormuş. Biz işlemlere başladık ama henüz tamamlanmadığı için işyeri numarası elimizde yok. Meşrubat bölge bayisini arıyorum soğutucu dolaplar için. O da önce vergi kaydı diyor. Anlaşılan her şey ruhsat ve vergi kaydına kilitlendi. Bana göre geriye tek problem kaldı; o da uygun personeli bulmak…

Eşim evde ben dışarıda koşturuyoruz. Hazır beton için bayi ile görüşüyorum. Bana güncel fiyatı vermek için şirketi arıyor. Konuştuğu kişi beton dökülecek yeri sorunca benim işim olduğunu anlıyor. Geçen hafta taşeron İhsan Bey bana yapacağı işten bahsetmiş hazır betoncuya. Halbuki “Beton işine sen karışma, ben halledebilirim.” demiştim. Onun kafasında yatan başka tabii, beton fiyatını bana fazla söyleyip oradan da kendine pay çıkarmak (!)

Akşama doğru bana İhsan Beyi tavsiye eden arkadaş arıyor. İhsan Bey’in ekibi trafik kazası geçirmiş. Ekibi hastanede tedavi görüyormuş. İşi yapamayacağını başka birini bulmamı istiyor. Yersek. Muhtemel odur ki, hazır beton şirketinden onu arayıp fiyat aldığımı öğrenince oyununun bozulacağını tahmin etti.

Sonradan bana bu işleri yapan biri öneriliyor. Genç bir mühendismiş. Yarın gelip işin yapılacağı yeri görecek. Yerini hazırlamadan prefabrik ambar ve evi de getiremeyiz. Bu bakımdan acilen yolun yapılması ve bina yerlerini de düzenlemem gerekiyor.

Eşimi evden alıp baba dostlarından birini ziyaret ettik. Bazı gıda ürünlerini buradan temin edebileceğiz. Yarın Salı Pazarı olmasına rağmen aşağı inmeyebiliriz düşüncesiyle pazartesi günleri evimizin yanında kurulan pazardan alışveriş yaptık.

Taş Ev’imize döndük. Tost makinesini denemek için nohut mayalı ekmek almıştık. Güzel bir tost günün yorgunluğunu giderdi.

Geç vakte kadar verandada oturduk. Odamıza girmeye, yeniden dünkü sıcakla karşılaşmaya çekiniyorduk. Sinekleri toplayıp cızır cızır yakan bir alet almıştık. Hemen kurduk. Çevrede ne kadar uçan böcek varsa cihaza takıldı. Çıtır çıtır sesleri gece boyu kesilmedi.

YENİDEN MERHABA

17/08/2016 Çarşamba, Tire

Uzun bir aradan sonra geri dönüş heyecanı. Yayımladığım son günlüğün tarihi 24 Temmuz 2016. Yani dolu dolu üç hafta geçmiş. Ortam tamamen farklı. Artık evden yazmıyorum. O gün bugündür yayladaki Taş Ev'de geçiyor günlerimiz. Bu üç haftada neler yaşadığım gün sektirmeden tuttuğum günlüklerde. Yayımlama imkanım olmadı sadece internet bağlantısını sağlayamamaktan dolayı. Bu kadar uzun sürmesi oldukça trajikomik. Sözün özü onca bekleyiş ve uğraştan sonra başa dönüş...

Üç haftalık günlük birikti. Gözden geçirip sırasıyla yayınlayacağım hepsini.  Zamanı geri getirmek mümkün olmadığı için güncelliğini yitirmiş olsalar da hepsi yaşanmış birer öykü tadında. Bu dönemde takip ettiğim blokları okumak da sekteye uğradı. Geçmiş dönemde inşaat ustalarıyla uğraşmalarım günlerimi ve günlüklerimi doldurdu. Bundan sonra yazacaklarımın teması değişecek. Değişikliklerin en önemlisi ailemize yeni katılan üç aylık bir köpek yavrusu. Adını renginden dolayı "Zeytin" koyduk. Bu yaştan sonra yeniden bir evlat sahibi olmak gerçekten heyecan verici.

Neyse lafı uzatmadan bugünüm nasıl geçti ondan bahsedeyim. Bu hafta zamanımın çoğu aşağıda geçiyor. Kahvaltı saatimiz değişmedi sayılır. Yayla kahvaltısı evdekinden daha zevkli oluyor. Sabah güneşinden dolayı havuz başındaki masaya geçiyoruz. Önce bir servis elemanı titizliğinde masayı donatıyorum. Sabah kahvaltısını hazırlamak önceden olduğu gibi yine bende. Çay olana kadar her şey masaya geliyor. Eşimin el emeği göz nuru döküp hazırladığı envai çeşit ev yapımı katkısız reçellere uzaktan bakıyoruz. Hani şeker başlangıcı demişti ya doktorun biri. Eşim bu konuyu bayağı ciddiye aldı. Hele kızım, "Kör olursun, sana bakmam." diyor. Bir de kilo almamak için uzak duruyoruz elbette. Hani önüme koysalar hiç acımam ama neyse.

Kahvaltı faslından sonra Zeytin'in bağını çözüyor, onun mamasını hazırlıyorum. Bugün yapılacaklar listesi hazırlamadım. Hafızama güveniyorum nasılsa. Öncelik eşimin istediklerinde. Tahmisten taze kahve ve yeni çekilmiş karabiber alınacak. Muhasebeciye uğruyorum. İmza sirküleri istiyor noterden. Ufak yerin avantajı. Ne yolda zaman kaybı ne de sıra kuyruğunda. Beş dakikada gidip sirküleri alıyor muhasebeciye götürüyorum. Önceden doldurulmuş bir sürü forma imza atıyorum. Bir tomar belgeyi naylon poşete koyup bana uzatıyor. SGK ya giriş yapılacakmış. Yerini soruyorum. "İzmir'den geliş yolu üzerinde solda birinci kat." diyor. Şifre vereceklermiş.

SGK binası da sakin. Genç bir çocuk hemen yapıyor işlemi. Cuma gününe kadar e-devletime göndereceklermiş şifreyi. Artık zarf içinde verilmiyormuş. Teşekkür edip ayrılıyorum yanından. Onca zamandır hep kaçtım şu e-devlet olayından. Başımda beni gözetleyen ve her şeyimi bilen bir müfettiş gibi gördüm onu. Ama kaçışım buraya kadarmış. Eşimden kulak dolgunluğum var, "PTT den beş dakikada veriyorlar." demişti bir zamanlar. O zaman hiç oralı olmamıştım.

PTT ye gidiyorum. HGS kartım da arabamın ön camı değişince zarar görmüştü. Hem yeni kart çıkarır hem de e-devlet şifremi alırım diye düşünüyorum. Sıra numarası aldım. Daha yerime oturmadan sıram geldi. Büyük şehirde olsa bütün günün gider beş kuruşluk iş için. İyice keyifleniyorum.

Ozan'a uğruyorum. Yine interneti ve yazar kasayı soruyorum. Müzik düzenini de kuracaktı ama öncelik diğerlerinde. Kamera sistemini çoktan unuttuk zaten. Bekçi tutsam daha ucuza gelecek (!) Yazar kasayı oğlumdan devir alacağım. Ruhsat vs. soruyorlar. Ne ruhsatı? Taşınırken kim bilir nereye sıkıştı? O zaman zayi ilanı vereceğiz. Hay hay. Hamama giren terler. Oradan yerel gazetelerden birine koşuyorum. İki kardeşmiş sahibi. İkisi de faal. Onun için kapıları kapalı, telefonları cevap vermiyor (!) "Çalışkan çocuklar." diyor sorduklarım. "Mutlaka haber peşindeler." Ama kapıları kapalı, telefonlara cevap vermiyorlar. Bu da ufak yerlere mahsus bir özellik olsa gerek. 

İkinci gazeteye gidiyorum. Şükürler olsun ki açık. Yazar kasa ruhsatı için kayıp ilanı veriyorum. Bir de eleman aranıyor ilanı versem diyor, fiyat soruyorum. Günlüğü şu kadar diyor. O kadar komik bir fiyat ki söylediği, şaşkınlığım devam ederken hemen oturup bir ilan metni hazırlıyorum. "Kaystros Taş Ev Restaurant mutfakta çalışacak yardımcı eleman ve garsonlar arıyor."

İnternet olayına gelince; tam üç hafta önceydi Ozan'a ilk gittiğimde. Birkaç yere telefon ettikten sonra en iyi çözümün çoklu vınn olduğunu söylemişti. Karşıdaki Turkcell bayiine yönlendirdi. İçeri girer girmez genç bir hanım müşteri temsilcisi ilgilendi benimle. "Size 200 TL ye bir cihaz kutusu vereceğiz, internet hızı ve kapasitesine göre farklı aylık ödemeleri olacak aldığınız hizmetin." Sonra aklına yeni bir şey gelmiş gibi, "Ya da Süperonline olursa hem cebinizi hem evinizi birleştiren ekonomik bir paketimiz var." Sisteme giriyor ve bulunduğum yerde alt yapının mevcut olduğunun görüldüğünü söylüyor. Fiyatı öğrenince gayet cazip geliyor bana. "Peki, ben bunu çoklu kullanabilir miyim?" soruma "Elbette" cevabını veriyor.

Hemen cep telefonuma mesaj geliyor. İşlem kaydım alınmış, üç güne kadar modemi bağlamak üzere birini gönderecekler. İlk üç günüm böyle gidiyor. Üçüncü günün sonunda aranıyorum. Telefonun ucundaki hanım Superonline dan aradığını, bir yanlışlık yapıldığını, bulunduğum bölgede alt yapı bulunmadığını söylüyor. Moralim bozuluyor tabi. E, yapacak bir şey yok vınn alacağız mecburen diyorum. İki gün fırsat bulup Turkcell e gidemiyorum. Ertesi gün artık niyetleniyorum internete kavuşmaya. Ancak sabahleyin Superonline yeniden arıyor beni. Problemin altyapıdan kaynaklanmadığını, Superonline kaydım olmadığı için işlem yapılmadığını söylüyor. Kabul ediyorsanız Turkcell hesabınızı Superonline a aktaralım diyor. Kabul ediyorum. İyi ki vınn almamışım diyor, yine ümitleniyorum. Telefonuma mesajlar geliyor. Paketten yararlanana kadar internetsiz kalmayım diye telefonuma haftalık 2 GB internet yüklediklerine, üç güne kadar modem kurmak üzere birini göndereceklerine dair bir sürü mesaj. "Ne kadar ilgililer, helal olsun" diye geçiriyorum içimden. Üç günün sonunda geliyor biri. Gelen kişi son derece neşeli ve esprili. Adını soruyor ve bey diye hitap ediyorum. "Abi, dur ben daha bey olmadım." diyor. İzmir'den yola çıkmış, arada yol sorarak geliyor yaylaya. Otuz yaşlarında bir delikanlı. "Kablo nerede?" diye soruyor, adeta beş dakikada bağlayıp gideyim edasında. Ne kablosu? "Kablo falan yok burada." diyorum. 

Dostça akıl veriyor. "Telekom buraya kablo çekmek zorunda. Ama ayak sürüyorlar. Yapmak istemiyorlar. Genel Müdürlüklerine şikayet edin birkaç güne kadar çekerler kabloyu." Şaşkın vaziyette dinliyorum. Çocuk hızını alamamış gibi devam ediyor. Sevdim ben sizi, eğer bir problem yaşarsanız bizimkilerini de devreye sokarım, bir haftaya kalmaz kesin hallederiz bu işi." Siz gidin müracaatınızı yapın, ben önümüzdeki hafta başka yerde görevliyim. Olmazsa bir hafta sonra döndüğümde görüşürüz." Cep telefonunu veriyor, her zaman kendisini arayabileceğimizi söylüyor ve gidiyor.

Telekom'a gidiyor, müdürle konuşuyorum. Adam rahat, oraya kablo çekemeyiz, çekersek bakımını yapamayız, dilerseniz gidin şikayet edin diyor. Yine de bir keşif yapar size kesin sonucu bildiririz diyor. Araya hafta sonu girince pazartesi günü ilk iş olarak yanlarına gidiyorum. Keşif yapılmış bile. Sonuç olumsuz. Superonline temsilcisinin verdiği gazla kabloyu çekmek zorunda olduklarını yoksa şikâyet edeceğimi söylüyorum. "Elbette, şikayet edebilirsiniz diyor."  Sürekli yaylada kaldığımızdan cep telefonumdan giriyorum genel müdürlüklerine. Şikayet bölümünü buluyor, efendi bir dille beş yüz karakterlik şikayet etme hakkımı son harfine kadar kullanıyorum.

Üç beş güne kadar dönerler, hatta buradaki müdürlerine fırça atar ve bizim kablo işine başlarlar diye boşuna bir ümit kaplıyor içimi. Ama zaman geçmeye devam ediyor. İki hafta oldu hala bir netice alamadık. Bir telefon geliyor. O da Superonline yetkilisi, İzmir'den. Gelip modem bağlantısı yapacakmış. "Dur, aman boşu boşuna gelme" diyorum. "Geçen gün arkadaşın geldi kabloyu bulamadı burada. Sen de bulamazsın. Çünkü Telekom çekmemiş, çekmeye de niyeti yokmuş."

Yine Ozan'ın yanına gidiyorum. "Abi ben sana söylemiştim." diyor. Neyi söylemiştin Ozan? "Superonline ile olmayacağını, kablo çekilemeyeceğini." İyi de beni Superonline a yönlendiren senin gönderdiğin Turkcell ciler değil mi? "Hepsi geri zekalı, kafaları çalışmıyor onların." diyor. Sonuçta internetsiz kalan benim. Size önereceğim uydu bağlantısı diyor bu sefer. "Onun maliyeti ne? "Sizin ihtiyacınızı görecek düzeyde bir bağlantı için ayda yüz lira civarında. "Tamam o zaman diyorum, hemen başlatalım.

Ertesi gün İzmir'deyiz. Ozan beni arayıp konum bilgisi göndermemi istiyor, uyduculara göndermek için. İzmir'den nasıl gönderirim? Yarın diyorum. Geç dönüyoruz. Ama gecenin üç buçuğunda gönderiyorum konum bilgisini. Ondan sonraki günler ama telefonla ama şahsen yanına giderek soruyorum ne oldu bizim internet diye. "Konumu gönderdim, çalışma yapıyorlar." diyor sürekli. Canım sıkılıyor. Ne çalışması bu böyle? Sanki Cebelitarık boğazına köprü yapıyorlar (!)

Yine ısrarla ara şu adamları diyorum. Biraz zaman geçtikten sonra dönüyor bana. Cihaz ücreti bin beş yüz TL, kurulum için İzmir'den gelecekler km si için şu kadar, 12 GB aylık fiyatı bu, 25 olursa bu... Dur dur bakalım, nedir şu cihaz ücreti dediğin bin beş yüz lira. Efendim kredi kartına taksit yapılabiliyormuş, okyanusta gemilere kurulan sistemmiş, yukarıda rüzgar santrali kuran firma da bundan bağlatmış, mış, mış. Kalsın, kardeşim internet minternet istemiyorum. Bir vınn alır işime bakarım. Arkamdan sesleniyor. "Onda limit aşarsanız daha fazlaya mal olur size." Duymak istemiyorum artık hiçbir şeyi. Soluğu karşıdaki Turkcell bayiinde alıyorum. Beni üç hafta önce Superonline a yönlendiren kız yok ortada. Olsaydı bir iki çift lafım da ona olurdu muhtemelen. Çoklu vınn alıyorum. İki kibrit kutusu büyüklüğünde, kibrit kutusunun yarı kalınlığında bir cihaz veriyorlar. Ayrıca ücret almıyorlar bunun için, faturaya yansıtıyorlar. Niye kaybettim bunca zamanı?

Gittiğim her yerde ustalık belgesi soruyorum. Berberime sormak için gittim bir de tıraş oldum. Sabahtan beri çabalarım sonuç verdi. Üç ayrı yerden cevap geldi. Bu sorunu da aştık sanırım. Geriye mutfak için eleman bulmamız kaldı sadece

Şu anda bu satırların döküldüğü yerdeki ortam için kimler neler vermez. Solumda Tire'nin gece manzarası, hafif esen bir rüzgar, ideal bir hava sıcaklığı, tertemiz hava, gece kuşlarının aralıksız ötüşleri, uzaklardan gelen düğün sesleri... Düğün sesleri enteresan bir şekilde dört beş km mesafe olmasına rağmen buralara kadar ulaşıyor. Bazı geceler Kürtçe türküler çalınıyor, bazen Ankara havaları. Bugünkü düğün sahipleri ise Rumeli taraflarından olmalılar.

Bütün günüm çarşıda geçti bugün. Matbaadan fatura, sipariş fişi, gider pusulasını alıyorum. Üzerine telefon numaramı eklemeyi unuttukları ve yeniden basacakları kartvizitim henüz hazırlanmamış. Kaşe yaptırmak için önerilen yere gidiyor, siparişimi verdikten sonra yaylaya çıkıyorum. Verandada çay içen eşime eşlik etmek için bir akşam çayı hazırlıyor Hüseyin. "Hadi" diyorum ona "Yukarı yaylaya çıkıp bir bakalım." 

"Ben bütün bu araziyi Sezai'nin sanıyordum. Onun yanında çok çalıştım. Eskiden su çok boldu burada, şimdi azalmış." diyor. Sezai dediği bizim kiracı. Biz memleketi dolaşırken bizim Sezai kiracı olduğu toprakları benim diye hava atmış. Doğru dürüst kira da vermiyordu zaten. Dediklerine göre bizim sayemizde köyün en zengin adamı olmuş.

Aşağı iniyoruz. Bir iki adam bulup su kaynaklarını kazacak, kaçak suları yeniden kazanacaklar. Elektrikçi Ali gelecekti bugün. Yine gelmedi. Yarın sabah geleceğim diyor. Kapıdan Taş Ev'e kadar on üç aydınlatma direği diktim. Direklerin elektrik kablolarını çekecek. Konteynerlerin elektrik bağlantıları, İtfaiyecilerin istediği ikaz ve acil aydınlatmalar vs. işler var daha yapılacak.


25 Temmuz 2016 Pazartesi

TAŞ EVDE İLK GECE


24/07/2016 Pazar, Tire

Taş Ev’imizde ilk kez kaldık dün gece. Hala ufak tefek eksiklikler çıkıyor doğal olarak. Oda ve mutfağın pencerelerine çıkarılabilir sineklik, banyoya dolap yaptırmamız gerek. İnternet bağlantısı olmadığından dünkü yazımı bilgisayara yazdım ama yayınlayamadım. Pazartesi günü interneti bağlamaya geleceklerini umuyorum.

Sabah kalktığımda ağacın yeşili gözüme daha canlı, kuşların sesi daha sevimli geldi. İlk kez kahvaltı hazırladım Taş Ev’in mutfağında. Mutfak gereçleri evde alıştıklarımdan farklı. Kocaman bir demlikte tek kişiye çay yapmanın zorluğunu yaşıyorum. Ben çay sevmiyorum. Bu yüzden sadece eşim için çay yapıyorum. Ancak menemen evde yaptığımdan daha güzel oldu. Servis tabaklarımız yeniydi. Masa sandalyeyi dışarıda bıraktık. Veranda ona kadar sabah güneşini alıyor ama daha sonra hep gölgede kalıyor.

Taş Ev’in önüne aldık masayı. Sabah serinliğinde kuşların ve cırcır böceği seslerini dinleyerek yaptık kahvaltımızı. Eşim o kadar karşı çıkmama rağmen yine yordu kendini ve zor bir gece geçirdi. Yine sabah benden önce kalkmış reçel hazırlıklarına başlamıştı bile.

Öğlene doğru yanıma bir sepet ve sırık alıp yukarı yaylaya çıktım. Niyetim kuşlardan geri kalan armutları ve erikleri toplamaktı. Alt dallardaki armutları toplamıştım önceden. Hepsini kuşlar yemiş hiç armut kalmamış olabilirdi de. Ağacının yanına geldiğimde kuşların henüz dokunmadığı epey armut gördüm dalların ucunda. Hepsini sırıkla düşürdüm yere önce. Yerden toplamak belimi ağrıttı. Sepet dolduğunda kara kara düşünmeye başladım. Nasıl inecek bu aşağı? Üstelik ikinci bir sepet var dolacak. Bugün bunları indirebilsem erik toplama işini başka güne bırakmalıyım.

Sepeti sırtıma alamadım. Ağrı sağ yanımda olduğu için sağ elimle taşımak biraz daha sıkıntı veriyordu. Sonunda sık sık dinlenerek indirdim aşağı. Eşim eriklerin yarısının çekirdeklerini çıkarmış ve küçük parçalara ayırmıştı. Bir yorgunluk kahvesi yapıp içtik karşılıklı. Verandaya çıkarttığımız büyük televizyonu izliyoruz. Bütün kanallar demokrasinin zaferi diyor başka bir şey demiyor. Taksim CHP’nin mitingine hazırlanıyor. AKP de mitinge temsilci gönderecekmiş.

Bir kez daha çıkıyorum yukarı yaylaya. İkinci sepeti doldurup iniyorum. Reçel hazırlığı için yardım ediyorum eşime. Güncel olayları tartışıyoruz. Adını söylemekten aciz kadınlar tankları nasıl dize getirip demokrasi yolunda gazi olduğunu anlatıyor televizyonlarda. Gezi olaylarında kapanan Taksim Meydanı, cumhurbaşkanı ve hükümete prim veren CHP’ye bile açıyor kapılarını. Kılıçdaroğlu’nu dinliyorum. “Kimdir bu FETÖ?” diye sormuyor. “Ne istediler de vermediniz?” diye sormuyor. Ordunun içine yuvalanırken bu FETÖ cü darbeciler siz Ergenekon, Balyoz davalarının savcısı değil miydiniz? diye sormuyor. Çok daha önceden deşifre edilip etkisiz hale getireceğiniz darbecilere harekete geçecek zamanı niye verdiniz? diye sormuyor. "Haberimiz yoktu eniştem söyledi."lafına inanıyorsa, MİT müsteşarını niye görevden almadınız? diye sormuyor. Bugün müsteşarı görevden almamasına neden olarak “Dere geçerken at değiştirilmez.” demiş. Elli bin kişiyi gözaltına aldınız. Ordunun, yargının ve diğer önemli devlet kurumunun önemli kısmı gözaltında. Hapishanelerde yer kalmadı. “Bu atlar sizin değiştirilebilir sınıfında mıydı?” diye sormuyorsunuz. Böyle düşünen tek kişi dahi kalsam yaratılan algıya karşı duracağım. Nasıl durmam; Bir tank ve yedi asker ile stadyumu teslim almaya gidiyor darbeciler. Televizyonlarda darbe karşıtı yayınlar, politikacının darbecilere karşı yürüttüğü propagandalar tam gaz devam ettiği bir sırada. Çoluk çocuk tankları esir alıyor. Ne demokrasi kültürü varmış bu milletin… AKP ile FETÖ nün ortaklıklarının hala devam ettiği bile şaşırtmaz beni. Belki tamamen yanlış düşünüyorum. Ancak bize anlatılanların ve toplumda yaratılan algının da gerçeklerle hiçbir alakasının olmayacağından da eminim…

ÇOK ÇALIŞMAM LAZIM ÇOK


23/07/2016 Cumartesi, Tire


Evvelsi gün kızımın daveti üzerine Yukarı Kızılca köyüne gitmiştik. Orada yedik, içtik hoşça vakit geçirdik. Kızımın arkadaş grubundan geceyi hoş sohbetiyle renklendiren bir doktor hanım vardı ki onu unutmak mümkün değil. En sonunda ona tiyatro ile ilgisinin olup olmadığını sormuştum. Verdiği cevap tahminimde hiç de yanılmadığımı göstermişti. Ben de doktor hanımın anlattığı yaşanmış olaylardan birini öyküleştirip günlüğüme koymuştum.  Yeniden o geceyi hatırlatmama sebep öyküye ait aldığım olumsuz yorumlardı.



O gecenin sabahında kızım yazımı okumuş, olayı tam olarak aktaramadığımı ve açıkça öykümü beğenmediğini söylemişti. Haklı olabilirdi. Nedenlerini düşündüm. Her şeyden önce öyküyü anlatan komedi unsurlarını ön plana çıkarmış, almış olduğu tiyatro eğitimini sayesinde sözün yanı sıra taklit ve mimiklerle anlatımını güçlendirmişti. Anlattığı karakter kocasıydı ama daha çok annesiydi. O gece adeta güzel bir komedi gösterisi izlemiştik. Öyle ki, annesiyle ilgili birkaç hikâye daha anlatsaydı kesinlikle yeni bir “Sürahi Hanım” karakteri çıkardı. Bu yüzden ben uzun süre yayınlanan bir dizinin başrol oyuncusunun yerine görevlendirilen sanatçı durumuna düşmüş oldum.



Diğer bir konu öyküyü anlatan kişi kadar rahat değildi durumum. Yazdıklarımı okuma olasılıkları vardı. Bizi esas güldüren sözcükleri yumuşatarak kullandım. Dinlerken kahkahaya boğulurken okurken aynı etki ortaya çıkmadı bu zorunluluk nedeniyle.


Sabah kahvaltısından sonra eşim “Irmak haklı” dedi. Önce neden bahsettiğini anlamadım. “Kızım tabii ki her zaman haklı.” dedim. “Yazını okudum, ben de beğenmedim, olmamış.” dedi. Bazı düzeltmeler yapıp güncelledim. Sonra bu performans kaybına birçok bahane uydurdum. “Siz hikâyeyi biliyorsunuz, bu yüzden etkilenmediniz.” dedim yemedi. “Gece yazdım, uykusuzdum, ne yazdığımı biliyor muyum ben?” dedim olmadı. Yazıyı yazdığım bilgisayar kızımındı, “Mouse kullanmadan zihnim dağılıyor.” dedim yine değişen bir şey olmadı. “Güzel yazıyorsun ama bu olmamış, konuya girmemişsin işte” deyip son noktayı koydu. Bana da önümüzdeki maçlara bakmak kaldı…



Sabah her ikimizin de kafası karışık. Eşim kah benimle yaylaya çıkmak istiyor kah aşağıda kalıp evi temizlemek. Benim durumum daha vahim. Pazartesi sanıyorum bugünü. Hem ödemeler yapılacak hem dolapların montajı, tabelacı da gelip tabelaları takacak diye kıvranıyorum. “Hadi geleceksen çıkalım artık daha bankadan havale yapacağız.” diyorum. Eşim şaşırarak bakıyor yüzüme. “Cumartesi günleri kapalı olur bankalar” diyor. Bende jeton düşüyor, rahatlıyorum.



Saat onda bekliyorduk Ali Ustayı. Yarım saat önce arıyor telefonumdan. “Biz yayla kapısındayız.” diyor. Panik içinde hazırlanıyorum. Eşime seslenerek  “Ben çıkıyorum, sen de gelmeye karar verdiysen hemen çıkmamız lazım. Dolapçılar bahçe kapısında.”


Birlikte çıkıyoruz yaylaya. Marangozlar çalışmaya başlıyor. Onlara nezaret ediyorum. “Eşim elma toplayacağım.” diyor. “Otur dinlen, sonra birlikte toplarız.” diyorum. Dinlemiyor. “Boş boş oturmaya mı geldim ben buraya.” diyor. Boş bir sepet alıp elma topluyor. Fazla sürmüyor bu iş. Bir yerleri temizlemezse içi rahat etmeyecek. Tuvaletlerdeki malzemeleri dışarı alıyorum. Tuvaletleri temizlemeye başlıyor. Benim daha önce temizlediklerimi beğenmiyor. “Sen temizlik mi diyorsun buna? Yerlerde boya lekeleri bile duruyor hala…”

22 Temmuz 2016 Cuma

VARYANT

22/07/2016 Cuma, İzmir


Benim için erken, eşim için geç sayılabilecek bir saatte kalkıp çıktık evden. Kızımızı hastaneye bıraktığımıza göre artık kendi işlerimize bakabiliriz.

Erken kalkmanın en önemli faydası öğlene kadar çok iş kaçırmak. Hastanenin biraz ilerisindeki Gıda Çarşısına giriyoruz. Bu saatlerde doğal olarak yollar tenha. Açılış öncesi dünden not aldığımız eksiklikleri teker teker tamamlamaya başlıyoruz. Tuvaletlerin çöp kovalarından çay tabaklarına, kağıt havlulardan kürdanlara kadar bir sürü ayrıntı. Tamam artık kalmadı dediğimiz anda yeni  bir şey çıkıyor ortaya. Oldukça garip bir durum ama madem çıktık yola nefesimizi tutup devam etmemiz lazım. Arabanın arkası her gittiğimiz yerde biraz daha kabarıyor. Şirin reçel kavanozları, kağıt peçeteler, kürdanlar... "Başka ne vardı"? diye sorup duruyoruz birbirimize, "Artık başka bir şey yok." cevabını alırız ümidiyle. Ama her seferinde yeni bir şey çıkıyor...

Pastacılık malzemeleri satan dükkanlara uğramadan olmaz. En çok vakti bu tür yerlerde harcıyoruz. Eşimi bıraksan akşama kadar sıkılmaz. İşyeri sahipleri sıcak ilgi gösteriyorlar... 

Aşırı sıcak ve bunaltıcı bir gün. Sadece klima çalışan yerlerde rahat nefes alabiliyoruz. Arabaya biner binmez yüzümüze sanki  bir alev yapışıyor. Kahvaltı bile etmedik bu  sabah. Öğlen saatine kadar oradan oraya koşturuyoruz. Nihayet sona yaklaştığımızı düşünüyoruz. Listenin neredeyse tamamı alındı. Bu yorgunluğun üzerine yıllardır  yapmadığımız bir şeye karar veriyoruz. Kendimize kumru ekmeğinin arasına sucuk ve kaşar peyniri, domates, biber salçasından oluşan bir sandviç menü söylüyoruz. Gıda çarşısının içindeki salaş bir büfenin rüzgar gören tarafında ağır ağır ayranlarımızı yudumlarken karnımızı doyuruyoruz.

Dönüş vakti geliyor. Tepecik'ten Konak istikametine doğru yol alıyoruz. Eşrefpaşa yönüne saptıktan sonra varyanttan yukarı tırmanıyoruz. Bu yol maziyi canlandırıyor gözümde. Çocukluk yıllarımda az mı inip çıktım bu yollardan. Oysa varyantın giriş ve çıkışlarının öyle acemisi olmuşum ki şimdi.  Belki kırk yıl oluyor bu yoldan çıkmayalı. Nedense sahil yolu hep kolayıma geldi. Bazen yayan bazen arkasında biletçinin oturduğu ESHOT otobüsleriyle en geç iki günde bir inip çıktığımız güzergahtı varyant. Yılan gibi dönerek yükselen bu yolun üst kısmında nefis manzaraya sahip Zübeyde Hanım Kız Yurdunu arıyor gözlerim, ama nafile. Atatürk'ün adının kazındığı bu devirde Zübeyde Hanım mı kalır? Kredi ve Yurtlar Kurumu İzmir Bölge Müdürlüğü olmuş yeni adı. 

Üçyol'dan Gaziemir yönüne dönüyorum. Ayrancılar, Torbalı derken. yoğun bir günün ardından Tire'ye varıyoruz. Bugün günlerden cuma. Küçük pazar kuruluyor çarşıda. Şöyle bir dolaşmak iyi gelecek.

Çarşıda dolaşırken Yakup Usta arıyor parke taşlarını getirdim mi diye. Bozuntuya vermiyorum. Taşeron kıvırtırsa yine ona dönebilirim. B planım olarak kalsın bir kenarda. İki üç günlük işinin kaldığını söylüyor. "Ararım sonra ben seni" diyorum.

Pazar alışverişinden sonra Elektrikçi Ali'ye uğruyoruz. Beni takip edenler çok iyi tanırlar bu zatı. İçecek köşesindeki eviye ve çay ocağı bağlantılarını ile bahçe aydınlatmasını yapacak. Bir de tuvaletler için yeni aldığımız havlulukların duvara montajı var.

Ali Ustayı arıyorum. Dolapların imalatı tamamlanmış ama montajı yapacak eleman başka işe çıkmış. Yarın saat on gibi yaylada olacaklarını söylüyor. "Tamam yarın görüşürüz" diyorum ve kapatıyorum.

Aldığımız eşyaları yarın çıkartırız yaylaya. Araba dolu ne olur ne olmaz diye kapalı garaja çekiyorum bugün. Biraz dinlenmeyi hak ettik artık. Yarın yaylada hem yorulacağız hem dinleneceğiz.

Not: Resim "http://kategorizeedemediklerim.blogspot.com.tr/" adresinden alıntıdır.

YAYLASIZ BİR GÜN

21/07/2016 Perşembe, Tire, İzmir

Güne merhaba dediğimiz saatlerde İzmir'e gitmek henüz gündemimize girmemişti. Taş Ev yeni bir maceraya yelken açıyor. Dün muhasebecimizle görüştükten sonra işe belediyeden ruhsat almakla başlamamızı, gerisinin kolay olduğunu söylemiş, bunu söylerken de zorlu bir sürecin başında olduğumuzu hissettirmişti. Ben ise tam aksine, olmadığı kadar rahattım. Bütün işlemlerin tıkır tıkır yolunda gideceğini ve her şeyi düşündüğümüz için bize teşekkür bile edeceklerini hayal ediyordum. Diğer taraftan eşimin belindeki rahatsızlık sebebiyle gideceğimiz doktorun randevu saati yaklaşmıştı.

Geçen sefer yaylada bulunmam gerektiği için aşağı inememiş, eşim doktora bensiz gitmişti. O zamandan bugüne bir ay geçtiğine inanmak ne kadar güç (!) Geçen sefer randevu saatinde geldiği halde içeri epey beklettikten sonra aldıklarından çok aceleci görünmeyen eşimin aksine panik durumuna giren ben kendisini hareketlendirmek amacıyla randevu saatine daha yirmi beş dakika varken sadece on dakikamız kaldığını söyledim. Doktorun yanına tam zamanında vardık. Birkaç dakika sonra içeri aldı doktor. Bundan önceki seanslarda beline yapılan mikro iğneler önemli ölçüde etkisini göstermişti. On dakika sonra dışarı çıktı. 

Günün en önemli olayı ruhsat müracaatı. Fen İşlerine yönlendirmişti bizi muhasebecimiz. İlk önce oradan başladık. Durumu genç müdüre anlattım kısaca. Ruhsat İşlerine yönlendirdi. Ruhsat İşleri bölümünde o kadar alaka gösterdiler, o kadar işimizi kolaylaştırdılar ki gerçekten bu kadarını beklemiyordum. İşler yolunda gidince keyiflenirim ben. Keyiflenince çenem düşer. Aklımda ne kadar soru varsa sıralamaya başladım. Müdür "Tapu yanınızda mı?" diye sordu. Elimizi kolumuzu sallaya sallaya gelmişiz. "Yanımızda değil, bizim gelme nedenimiz de bu zaten. Neler lazım onu öğrenmeye geldik." dedim. Memurlardan biri kapı numaramızım 11 olduğunu hatırladı. Bir diğeri eski kayıtlardan tapu örneğini çıkardı. Başka bir memur numerataj dedikleri belgeyi çıkardı verdi ileride lazım olacağını söyleyip saklayalım diye. Arkasından ruhsat için başvuru dilekçesini hazırlayıp imzalattılar. Öyle bir zaman dilimiz seçmişiz ki, bütün belediye memurları dört koldan bize çalışıyor. Taş Ev'i görmeye, işyeri olarak uygunluğunu görmeye Fen İşleri servisinden geleceklermiş. Ay başında bizi yeniden beklediklerini söylediler. Teşekkür edip ayrıldık yanlarından. 

Henüz öğlen olmamış ama bütün işimiz bitmişti. Ani bir kararla İzmir'e gitmeye karar verdik. İlk durağımız Kemalpaşa. İnternette yaptığım araştırma sonucuna göre en uygun prefabrik binaların bulunduğu bir adres. Biraz zor bulsak da bu adresi Elif Hanım bizi güzel karşılıyor. Bir tanesi yaylada kalacak aile için diğeri depo olarak değerlendirmek üzere iki prefabrik ünite üzerinde anlaşmaya varıyor, yaylaya nakli, vinçle indirilmesi dahil olmak üzere sözleşme imzalıyoruz.

İçecek köşesinin tezgah dolaplarını yapmak üzere anlaştığımız Ali Usta arıyor. Öğleden sonra montaja gelebilirmiş. Cuma gününe ancak yetiştirecekti işi oysa. "Usta ne yaptın sen? Bilseydim çıkmazdım yola ama ben İzmirdeyim." diye çıkışıyorum. Tezgah üzeri raflar için istediği fiyatı yüksek bulup İzmir'den tedarik etmeye karar vermiştik. Sıkı bir pazarlıktan sonra aynı fiyata raf yerine dolap yapması şartı ile anlaştık. 

Biz prefabrikçi ile pazarlık yaparken kızım arıyor. Arkadaşlarıyla Kemalpaşa Yukarı Kızılca köyüne geleceklermiş. Bizim bulunduğumuz yere sadece on kilometre uzaklıkta. Bizi de davet edince hemen çıkıyoruz yola. Yollar köy yolu gibi değil, oldukça geniş ve bakımlı. Zeytin ağaçları ile kaplı çiftlik evlerinin arasından geçerken arada villalardan oluşan siteler görünüyor. Gördüklerim şaşırtıyor beni. Kemalpaşa nüfusuna kayıtlı olmama rağmen yıllarca görmediğim yerler buraları. Nüfusu sadece beş bin olan köy irisi bir ilçeydi kırk yıl önce. Yukarı Kızılca köyünün adını duyardık sadece. Ne yolunu, ne izini bilirdik. Sonra Erzurumlular doluştu buraya. Kısa zamanda çoğunluğu sağladılar ve seçilen belediye başkanları Erzurumlu oldu. Şimdi nüfusu yüz elli bini aşmış ilçede yerli nüfus göçer nüfusa göre oldukça az. 

Kısa bir yolculuk bizi Yukarı Kızılca köyüne getiriyor. Köy meydanındaki caminin karşısında bir kasap, kasabın önünde yirmi kadar kesilmiş koyun kancalarla yan yana asılmış. Biftek, bonfile, pirzola, ciğer, köfte ne ararsan var. Kasaptan alınan etler hemen yanındaki kömür mangalında pişirilip salata eşliğinde servis ediliyor. Erzurumlu atalarından gelen hayvancılık kültürünü de taşımış yöreye. İzmir'den pekçok kişi biliyor  burayı. Yan taraf ve üst katta masa ve sandalyelerin dizildiği salaş bir alan var. Pirzolası idare eder ancak biftek ve bonfile kayış gibi. Marine edilmeyince ızgara da kurtarmıyor eti.

Doktorlar gurubu az sonra geliyor. Siparişler verildikten kısa bir süre sonra masaya getirilen et ve köfte tabakları herkes aç olunca bir çırpıda boşalıyor. Biz kalkıp gitmeyi düşünürken kızım "Daha durun burası henüz ilk durak." diyor. Caminin yanından kır kahvesini andıran bir yere geliyoruz. Serin bir rüzgar okşuyor tenimizi. Etler yendikten sonra tavla oynanan mekanmış burası. Doktorlar grubunun ablası oldukça sohbeti hoş biri. Yaşadığı olayları tiyatro seyreder gibi ağzımız açık dinliyoruz. 

Nöbetler doktorluk mesleğinin ayrılmaz parçası. Taşıdıkları sorumluluk duygusu altında iyice gerilir doktorlar. Ara sıra kafayı dağıtmak, günün stresinden uzaklaşmak için arkadaşlarına takılırlar. Kadının kocası rahat mı rahat. Bilir doktorluk mesleğinin ne menem bir şey olduğunu. Bu yüzden eve biraz geç kalınca eşinin bir arkadaşına takıldığını bilir. "Saat geç oldu, hadi artık dön evine." demek aklından geçmez. Bazen arkadaş sohbetleri tatlıdır. Zaman su gibi akar. Gecenin bir vaktinde evin yolu bulunur.

Kadının annesi kocası kadar rahat değildir. Nesiller boyu süren anane, gelenek ve görenekler önemlidir onun için. Aklına kızı düşer. Vakit geç olmuştur. Telefon etmek ister ama çekinir biraz. Yine de içi rahat edemez evin sabit telefonunu çaldırır. Damat açar telefonu karısının aradığını düşünerek. Kayınvalide utanır telefonu damat açınca. Hatır sorulacak saat değildir aranan saat. Damat merak eder 
"Ne oldu anne kötü bir durum yok inşallah." 
"Yok oğlum, yaramaz bir şey yok, öylesine aradım işte bir hal hatır sorayım diye"
Dedim ya, saat uygun değildir bu muhabbete. Merak eder damat 
"Anne, babam falan iyi değil mi?"
Sonunda kayınvalide üzerine düşmez bir tavır içinde kızını sorar.
"Nazlı evde mi?"
"Anne, kızın bir arkadaşının yanına gitti, bazen geç vakte kadar oturur sohbet eder onlar, merak etme sen. Gelince aramasını söyleyim mi?" 
Kayınvalide bozulur ama belli etmemeye çalışır. 
"Yok oğlum aramasını gerektirecek önemli bir şey yok. Hadi sana iyi geceler oğlum." der ve telefonu kapatır.

Kadın gece yarısı eve geldiğinde koltukta uyuklamakta olan kocası gözlerini açar. 
"İki üç saat önce annen aradı. Seni sordu, arkadaşında dedim."
"Önemli bir şey yok değil mi, aramak için geç oldu artık."
"Geldiğinde Nazlı arasın mı diye sordum. Önemli bir şey olmadığını söyledi."
 "Tamam o zaman sabah ararım ben."

Sabahın saat yedisinde kadın telefon sesine uyanır.
"Alo?"
"Sen nasıl kadınsın? Ben şimdi adama ne diyeceğim? Gece vakti ne işin olur senin? Kocan evde sen nasıl dışarı çıkarsın?"
"Uyku halini üzerinden atamayan kadın, annesinin öfkesini anlamakta zorluk çeker." 
"Anne dur bir dakika, ne oldu? Nedir bu telaşın senin? Hele sakin ol anlat bana."
Anne ağlamaklı,
"Kızım ne yapacağım şimdi ben? Adam haklı sonuna kadar. Al evinin yolunu bilmeyen bu kızını, diyecek olursa ben ne derim. Vay benim başıma gelen..."
"Dur dur bir dakika, sen ne demek istiyorsun bana teker teker anlat bakalım. Yoksa ben hiçbir şey anlamıyorum dediklerinden. Baştan alalım. Dün akşam geç vakit evi aramışsın."
"He, aradım. Kocan çıktı telefona. Seni sordum. "Kızına sahip olamıyorum, orada burada geziyor." dedi.
Kadın sesinin tonunu yükselterek dişlerinin arasından.
"Öyle mi dedi gerçekten? Bana kelime kelime tam olarak ne dedi onu söyle."  
"Tam olarak öyle demedi ama onu demeye getirdi."
"Anne insanı çatlatma sabahın köründe. Bırak onu bunu, ne demeye getirdi laflarını. Kocam sana kelimesi kelimesine ne dedi tam olarak."
"Nazlı arkadaşına gitti" dedi.
"Peki başka ne dedi?"
"Al kızını başımdan kalksın." dedi. 
Kadın dişlerini gıcırdatarak,
"Kocam sana bunu mu dedi?"
"Eh, öyle demedi ama, onu demek istedi, Ahh ne yaparım ben, konu komşunun yüzüne nasıl bakarım."  
"Anne, bak uyku gözümden akıyor, kocam sana tam olarak ne dedi?"
Annesi biraz mahcup olmuş bir şekilde,
"Gece geç dönebilir, döndüğünde sizi aramasını ister misiniz?" dedi.
"Ahh anne. sabah sabah ben de bir şey var sandım. Hadi kapatıyorun, uyuyacağım bir saat daha."

Kocasını iyi tanıyan kadın, muziplik yapar.
"Muhsin, sen dün gece anneme ne dedin?"
Adam telaşlanır karısının tavrına bakarak,
"Ne demişim?"
"Anneme kızına sahip olamıyorum, orada burada geziyor demişsin."
"Yok vallahi öyle bir şey demedim."
"Sadece o olsa yine iyi."
"Yaa, başka ne var?"
"Al kızını başımdan kaksın demişsin. Anamın almasına gerek yok, ben gidiyorum."
"Dur Allah aşkına. Bir yanlış anlaşılma var. Bunu söyleyebileceğime inanıyor musun gerçekten?"
Kadın dozunda bırakıp işi tatlıya bağlar.
"İnanmıyorum hayatım."   

Aradan bir ay geçer. Yine kadının annesi akşamın geç bir vaktinde arar evi . Kadın aynı arkadaşının evindedir. Telefonu açan damat bu sefer daha dikkatlidir. Kızının nerede olduğunu soran kayınvalidesine,
"Nazlı banyoda" der. Telefonu kapatır kapatmaz derhal karısını arar:
"Karıcığım hemen eve koş. Annen aradı yine. Senin banyoda olduğunu söyledim. Tekrar ararsa yandığımızın resmidir."
Zevkli geçen sohbette anlatılan bir yaşanmış öyküydü yukarıdaki. Geç saatlere kadar oturduk. Beyaz saçlı, bermuda şortlu kahveciye sordum "Rakım kaç burada?" Bin yüz metre civarında olduğunu söyledi. Bizim yayladan çok daha yüksekmiş ama bizdeki manzaradan yoksun burası. Onca yüksekliğe sahip olmasına rağmen böyle rüzgar olmazmış her zaman. İstanbul'a yağan yağmur getirirmiş rüzgarı... 

21 Temmuz 2016 Perşembe

İŞTE LOGOMUZ

20/07/2016 Çarşamba, Tire

Şöyle dönüp geriye baktığımda, uzun zamandır ilçe sınırları dışına çıkmadığımı fark ediyorum. İki haftadan beri İzmir'e gitmek istiyoruz ama illa burada olmamızı gerektiren bir iş çıkıyor kariımıza. Henüz kullanmaya dahi başlamadığımız tezgah tipi buzdolabının ikide bir arızalanması ayağımızı bağlayan işlerden sadece bir tanesi.

Uykudan uyanışım eşimin çığlıklarıyla oldu bu sabah. Güneşlenmeye bırakılan reçeller yine arıların istilasına uğramış. Reçelleri kurtarmaya çalışırken arılardan bazıları sinsice ölü taklidi yapmış daha sonra canlanıp elinden sokmuşlar. Bu sokmanın acısı hafifler hafiflemez yine gidip bir kez daha sokturmuş kendini. Arılara küfredip bağırıyor sürekli. Kümeler halinde gelen yüzlerce arı reçellerin yarısını da götürmüş.

Eşim yaylaya çıkmakta isteksiz görünüyor. Evde işleri bitmemiş daha. Sabahın ilk telefonu Ozan'dan. Dün geceden yarım kalan TV bağlantılarına tamamlamak üzere ekibinin yola çıktığını söylüyor. Hemen fırlıyorum evden. Bahçe kapısının önünde ekibi bekler halde buluyorum.

Çatıya monte ettikleri çanak kıbleye bakıyor. Buradan başlayan iki kablo hattını titizlikle gizleyerek binanın arka tarafından alt kata indiriyorlar. Küçük televizyonu arka odaya, büyüğünü girişe koyuyoruz. Gerektiğinde verandaya çıkartmak üzere anten kablosunun boyu ayarlanıyor.

TV işi bittikten sonra yukarı yayladaki son parti armut ve erikleri toplamak istiyordum. Ama işler tahmin ettiğimden daha uzun sürüyor. Ekip çalışırken hiç beklemediğimiz bir anda yağmura yakalanıyoruz. İlk yağmur damlalarından sonra hemen koşup kurutmak üzere terasa serdiğim biberleri içeri alıyorum. Yarım saat süren yağmur geçişi esnasında çalışmaya ara veriliyor. Salonun camlarını açıyorum. Çisil çisil yağan yağmur damlaları ağaç yapraklarına vurdukça çıkan sesler güzel bir fon müziği oluştururken yükselen toprak kokusunu içime çekiyorum.

Her iki TV çalışır duruma getirildiğinde saat ikiyi geçiyor. Eşim telefonunu yaylada bıraktığı için geleceğimi haber veremedim. Eve döndüğümde onu ilk kez dışarı çıkmak konusunda isteksiz buldum. Taş Ev'le ilgili araştırma yapıyormuş internette. Muhasebeci ile konuşacaktık bugün oysa.

Geç de olsa çıkıyoruz çarşıya sonunda. Eşimin eski bir aile dostu muhasebemizi tutacak. Yaşı biraz geçkince, genç bir bayanla birlikte çalışıyor. Önce ruhsat için belediyeye müracaat etmemiz gerektiğini söylüyor, yapılacakları bir bir anlatıyorlar. Ruhsat konusunda biraz gözümüz korkuyor. Şimdi bazı işlerin Büyük Şehir Belediyesi kapsamına alınması işleri uzatıyormuş. Yine de çok eksiğimiz bulunduğunu sanmıyorum. Eşime ait işyerinde ben işletmeci gözüküp onunla aramda kira sözleşmesi imzalayacakmışım. Rezaletin daniskası. Kızıyorum. Böyle yasanın içine... Rayiç değerinin yüzde beşi kira sözleşme bedeli olarak belirlenecekmiş. Yani eşimin "Ben düşük bedelle kiraya vermek istiyorum." deme hakkı yok. İşin esası devletin vergi tırtıklaması tabii. Pek çok ülkede vergi vermek kutsal görülürken, bizde vergi kaçırmayı kutsal hale getiriyor bu akıl dışı uygulamalar. Hakkı adaleti uygula, vergide adaleti getir, takibini düzgün yap, ondan sonra güle oynaya gitsin ödesin vergisini vatandaş ...

Dün konuştuğum reklamcıyı arıyorum. Epey yola girmiş tabela hazırlığı. Yarın olmasa da yarından sonra tabelalar yerine monte edilebilecekmiş. Logoyu e-posta adresime göndermelerini istiyorum.

Ali Ustayı arayıp tezgah dolaplarının nasıl gittiğini öğreniyorum. "Cuma olmazsa en geç cumartesi montajı yaparım" diyor. Tezgah dolaplarının üzerine aynı malzemeden çift sıra açık raf yaparsak kaç paraya mal olacağını soruyorum. Yüksek bir fiyat söylüyor. Fiyatı yüksek bulduğumu belirtip düşünmem gerektiğini bildiriyorum.

Sabah aradığımda taşeron İhsan Nuri Kuşadası'nda olduğunu, öğleden sonra Tire'ye döneceğini söylemişti. Çarşıda tam da işimiz bittiğinde telefon ediyor ve yukarı gelebileceğini söylüyor. Kaplan köy meydanında buluşmak üzere sözleşiyoruz.

Yolun yapılacağı bahçe girişini gösteriyorum. Yola beton kilit taşı yapılması için telefonda söylediği fiyatın sadece beton parke fiyatı olduğunu iddia ediyor. Sonuçta anahtar teslimi birim fiyat bir anda telefonda söylenenin iki buçuk katına çıkıyor. Alternatif çözümler arıyoruz. Yolu beton yapsak maliyet yarıya düşecek. Sanırım kararımız o yönde olacak. Bu işlerde tahmin ettiğimiz bütçenin çok üzerine çıktık. Böyle bir işi gerçekleştirmek üzere yola çıkanlar mutlaka bekledikleri maliyet bedelinin en az iki katını düşünsünler. Eksikler tamamlamakla bitmiyor. Yol kaplamasından sonra aydınlatma işini düşüneceğiz. Daha sonra bir depo yapmak ya da hazır prefabrik konteynerlerden koymak gerekecek. Bir tane de yardımcı aile için düşünmek akıllıca olur belki de. Buraya bulacağımız bir aile aynı zamanda yaylanın bekçiliğini de yapabilir.

Dönüşte alışveriş yaptığım dükkanlardan birine uğrayıp elemanlarını hangi kaynaklardan bulduklarını soruyorum. Doğrusu bizim ilk tercihimiz otelcilik ve turizm mezunları. İŞKUR'un önerdiği bazı elemanları işe alırsak üç aylıktan bir yıllığına kadar ücretlerini kendileri ödüyormuş. Oldukça şaşırtıcı geliyor. Araştırmak lazım.